"PEŞİNAT, faiz, ara ödeme yok, küçük küçük taksitlerler var... Tasarrufa dayalı tamamen faizsiz yöntem... 240 aya kadar taksit imkanıyla istediğiniz daireyi alabilirsiniz...” Aslında uzun bir süredir kullanılan ama son günlerde arka arkaya kurulan şirketlerle yaygınlaşan bir ev alma yöntemi, bugünkü Vatandaşın Ekonomisi köşesinin konusu. Ev kadınlarının altın günü modelinin ilham vermesiyle oluşturulan bu yöntem bir nevi imece usulüne dayanıyor. Basitçe anlatmam gerekirse öncelikle bu modeli kullanan bir şirkete gidiyorsunuz. Ev için belirlenen limitler dahilinde bir ödeme planı oluşturuyorsunuz. Örneğin bir şirket 500 bin liraya, bir başka şirket ise 600 bin liraya kadar ev için sisteme katılımcı dahil ediyor. Bunun üstündeki talepler karşılanmıyor. Biz 600 bin liralık ev örneğinden devam edelim. Ödeme gücünüze göre bir taksit sayısı belirliyorsunuz. Biz 600 bin liralık ev için 120 ayı seçmiş olalım. Bu durumda her ay 5 bin lira ödeme yapmamız gerekiyor. Şirket bizi ödeyeceğimiz taksit tutarına göre, bizim gibi ev almak isteyen 40, 60, 80, 100, 120, 140, 160, 200 ve 240 kişilik gruplardan birine dahil ediyor. Her ay kura çekiliyor ve örneğin biz kuradan 10. ayda çıkıyoruz. O güne kadar 10 taksitte 50 bin lira ödemiş durumdayız. Kalan 550 bin lirayı şirket tamamlıyor ve bizi 600 bin liralık bir ev almaya davet ediyor. Türkiye’nin her hangi bir yerinden bulacağımız 600 bin liralık evi satın alıyoruz. Şirkete 5 bin lira taksit ödemeye devam ediyoruz. Taksitlerimiz bitene kadar evimize bu şirket tarafından ipotek uygulanıyor. Yani şirket alacağını garanti altına alıyor. Genelde iki defa taksit dondurma, yani ara verme hakkı veriliyor. Ancak taksitleri ödemeyi tamamen durdurursak eğer evi de teslim almadıysak şirketler genelde o güne kadar biriken paramızı geri ödemeyi vaat ediyor. Ama eğer evi teslim aldıysak ve taksit ödemeyi borcumuz bitmeden durdurursak o zaman ipotek işleme konuluyor.
Kısacası kuradan önce çıkanın evini gruptaki diğerler katılımcılar finanse ediyor. Kuradan geç çıkan ise evine kavuşana kadar grupta kendinden şanslı olanları finanse ediyor.
Arada banka vs. olmadığı için sistemde faiz yok. Sadece bazı modellerde TÜFE’ye endeksli taksit artışları var.
SİSTEM GÜVENİLİR Mİ?Altın günü modeliyle ev sahibi olma imkanı sağlayan yöntem Türkiye’de çok uzun yıllardır kullanılıyor. Köklü firmalar geçtiğimiz günlerde bu yöntemle binlerce kişiyi ev sahibi yaptıklarını açıkladılar. Son dönemde arka arkaya kurulan şirketler bu işin yaygınlaştığını gösteriyor. Ancak ne yazık ki bu sistem denetimden uzak bir şekilde yasal mevzuat olmadan çalışıyor. Konuyla ilgili geçmişte Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun çalışmaları olduğu biliniyor ancak şu ana kadar tamamlanmış değil. Bu durumda bu sistemle ev almak isteyen vatandaşlarla şirketler arasındaki hukuk tamamen kendi insiyatiflerine kalmış durumda. Eski köklü şirketler güven konusunda daha avantajlı. Yasal boşluktan faydalanıp konuya fırsatçılık olarak yaklaşacak girişimlere karşı, önümüzdeki dönemde mağduriyetlerinin yaşanmaması için bir an önce yasal mevzuat oluşturulması ve şirketlerin tümümün denetim altına alınması önemli. Bu şirketlerin de ‘güven’ imajını kuvvetlendirecek, vatandaşın kafasındaki soruları azaltacaktır..
POSTACI KAPIYI İKİ KERE ÇALAR*
KARGOCU HİÇ Mİ ÇALMAZ?BANA ulaşan maillerden anladığım kadarıyla kargo işi gittikçe felakete dönüşüyor. E-ticaretin artmasıyla adeta müşteri bombardımanına tutulan kargo şirketleri anlaşılan o ki gönderilerin hızıyla paralel yapılanamıyor. Her hangi bir kargo şirketinin şubesine gittiğinizde göreceğiniz yığılma aslında bunun en temel ispatı. Kargo şirketleriyle ilgili son günlerde sıkça rastladığım şikayet ise ‘Eve geldik yoktunuz. Kargonuzu teslim edemedik. Lütfen şubemizden teslim alınız’ durumu. Kargo şirketleri ‘evde bulamadık’ diyor ama okurlarım evde olduklarını kargo şirketlerinin hiç gelmediğini iddia ediyor. Aynı anda farklı alışveriş sitelerinden bazı ürünler satın alan bir okurum şunları söylüyor: “Farklı alışveriş siteleri olmasına rağmen aynı kargo şirketi ile çalışıyorlardı. Öğleden önce kargo şirketi bir ürünü teslim etti. Başka bir kargom olup olmadığını sordum. Yok dediler. Öğleden sonra aynı kargo şirketinden mesaj aldım. ‘Eve geldik ancak evde yoktunuz. Lütfen ürünü şubemizden teslim alın.’ Evde olmama rağmen kimse kapıyı çalmamıştı. Şubeye giderek ürünümü teslim aldım.”
Hatırlarsanız eskiden PTT benzer durumlarda bizi evde bulamadığında bir not bırakır PTT şubesine davet ederdi. Gerçekten postacıların evimize kadar geldiğini anlardık. Ancak anlaşılan o ki günümüzün kargocuları aynı yöntemi izlemiyor. Araştırdım ne yazık ki bu konuda yasal bir mevzuat yok. Siz gönderinizin peşinden koşmak zorunda, neredeyse bulmak zorundasınız. Bazı şirketler SMS ile bilgilendirme yapıyor ama o da insafa kalmış durumda...
TÜRK Telekom CEO’su Paul Doany, Türkiye’de geliştirdikleri altyapı paylaşım modelinin tüm dünyaya örnek olacağını belirterek, “Ortak yatırım modelinin operatörlerin yeni yatırımlar yapıp mevcut altyapıyı geliştirmelerini teşvik edici verimli bir model olduğunu herkes görecek. Yatırım maliyetlerinin azalmasıyla fiber hizmet kapsamı daha da yaygınlaşacak, hizmet kalitesi iyileşecek, fiberin eriştiği hane sayısında da önemli ölçüde artış gerçekleşecek” dedi. Yeni model sayesinde operatörlerin yatırım maliyetleri azalırken, altyapısı bulunmayan bölgelere altyapı yatırımı sağlanacak ve fiber altyapı yaygınlaşacak. Böylece internet fiyatlarının da ucuzlaması ve daha çok kişinin internete erişimi sağlanacak.
TEDAVİ EDİCİ MODEL
Türk Telekom’un davetlisi olarak gittiğimiz Londra’da 14’üncüsü düzenlenen ‘5G Dünya Zirvesi’nde konuşan Doany, Türkiye’de uygulanacak yeni sabit altyapı paylaşım sistemi hakkında bilgi verdi. Yeni sistemde herkesin kazançlı çıkacağını belirten Doany, “Yatırım maliyetlerinin azalmasıyla fiber hizmet kapsamı daha da yaygınlaşacak, hizmet kalitesi iyileşecek, fiberin eriştiği hane sayısında da önemli ölçüde artış gerçekleşecek” diye konuştu. Sabit altyapıda asıl mülkiyetin kamuya ait olduğuna işaret eden Doany, “Günün sonunda yapılan tüm yatırımlar devletin ve ülkenin faydasına olacak. Kısacası bu işin asıl kazananı vatandaş ve Türkiye olacak” değerlendirmesini yaptı. Geliştirdikleri yeni paylaşım modelinin tüm dünyaya örnek olacağını dile getiren Doany, şunları kaydetti: “Bugünlerde Avrupa, benzer bir ortak yatırım modeli üzerinde tartışıyor; sabit fiber altyapının operatörler arası kiralama yoluyla paylaşımını teşvik edecek yasalar çıkarmaya hazırlanıyor. Sonuçta aklın yolu bir. Ortak yatırım modelinin operatörlerin yeni yatırımlar yapıp mevcut altyapıyı geliştirmelerini teşvik edici verimli bir model olduğunu herkes görecek.”
Türk Telekom’un sabit erişim altyapısının paylaşımı konusunda sektörün ve ülkenin menfaatleri doğrultusunda hareket ettiğinin altını çizen Doany, diğer operatörler tarafından önceden teklif edilen farklı çözüm önerilerini kabul etmeme nedenini de altyapının asıl sahibinin kamu olması olarak açıkladı.
TÜRKİYE KAZANACAK
“Türkiye’de sabit hat altyapısı kullanım hakkı, bakanlığın verdiği imtiyaz sözleşmesi ile 2026 yılına kadar Türk Telekom’a ait” diyen Doany, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dolayısıyla Türk Telekom, kurmuş olduğu 262 bin kilometrelik fiber altyapının sahibi değil, üstlenici ve işletmecisi konumunda. İşte aslında günün sonunda kamuya ait olan bir altyapıya sahip olduğu için Türk Telekom’un, diğer operatörlerin daha önce sabit altyapılarını hisse payı karşılığında sundukları Ortak Altyapı Şirketi planına dahil olması düşünülemezdi. Bu nedenle daha farklı, daha özel ve Türkiye’nin kendi yapısına ve ihtiyacına uygun ‘Türk Usulü’ bir çözüm arayışına gittik ve neticede sunduğumuz mevcut altyapı kiralama protokolü üzerinde mutabık kalındı. Bu sayede sabit altyapıda günün sonunda Türkiye kazanmış oldu.”
PİLOT UYGULAMA
Bu modelle ilgili ilk teklifi Vodafone’a yaptıklarını bildiren Doany, “İlk olarak İstanbul’da bir proje getirdiler. Üzerinde çalıştık ama mantıklı gelmedi. Çünkü onların istediği güzergahın yalnızca yüzde 20’sinde bizim altyapımız var. Yüzde 80’i için para ödemeleri gerekecek. Sonra Ankara’dan bir proje getirdiler. Burada yüzde 50’sinde var altyapımız. Diğer yüzde 50’si için gerekiyor. O aralıkta yapılabiliyor. Şu anda fiyatlandırma üzerine anlaşıyoruz. Bu teklifleri hiç kimseye ayrım gözetmeksizin yapıyoruz. Bu projenin çalışacağını düşünüyorum” dedi. Doany, bu modelle operatörlerin 300 milyonluk bir yatırım yapmasının muhtemel olacağını söyledi.
BİZ Merkez Bankası faizi bir iki puan yükseltmeli-yükseltmemeli, kredi veya mevduat faizleri ne olacak diye tartışaduralım, Türkiye’nin dört bir köşesinde yüzde 40 faizle para satılıyor. Evet yanlış okumadınız. 100 lira kredi alan vatandaş yüzde 40’lık faiz bedeli ödemeye razı oluyor.
Konuyu ilk gündeme taşıyan Vatan gazetesinden Emre Eser oldu. Eser, 3 Haziran’da yayınlanan haberinde, ‘danışman’ adı altında birilerinin, geçmişte borcunu ödemediği için kara listeye alınan isimlere bile kredi için aracılık ettiğine dikkat çekti. Kredi ilanlarının izini süren Eser’in en vahim bulgusu bazı bankacıların da işin içinde olduğu iddiasıydı.
Yaptığım araştırmaya ve bana ulaşan ilanlardaki numaralardan aldığım bilgiye göre dolandırıcılık sistemi şöyle çalışıyor: Dolandırıcıların hedefindeki kişiler iki gruba ayrılıyor. Her iki grup da bankadan kredi alamayacak durumda. Birinci gruptakiler gelirlerine göre kredi limitini doldurmuş kişiler. Borçlarını ödüyorlar ancak gelirleri yeni bir kredi almaya müsait değil. İkinci gruptakiler ise daha önce aldıkları kredileri ödemedikleri gerekçesiyle kara listeye düşmüş kişiler.
İLANLAR KALDIRIMDAEn işlek caddelerde direklere, kaldırım taşlarına ilan yapıştıran dolandırıcılar verdikleri cep telefonu numaralarını arayan her iki gruba da giren kişilere kredi vaat ediyor. Dolandırıcılar kredi alımı için iki yol izliyor. Birinci yol kredi alacak kişiyi belli bir banka şubesine yönlendiriyor. İddialara göre bu şubelerde dolandırıcılar ile işbirliği yapan bankacılar var. Başvuruda bulunanlara şube yetkisindeki limit kadar kredi veriliyor. Şube yetkisindeki bu kredilerde bazı bankacıların sistemi manipüle ederek 100 bin TL’ye kadar aracılık ettiği öne sürülüyor. Tabii ki kendi komisyonlarını almanın karşılığında…
İkinci yolda danışmanlar kredi temini için gereken tüm bilgi ve belgeleri vatandaştan bizzat alıyor. Vekaletle birlikte krediyi kendilerinin temin edeceğini belirtiyorlar. Banka şubelerindeki işbirlikçileriyle kredi işlemini de kendileri gerçekleştiriyor. Her iki yolda da çete, adına kredi alınan vatandaş üzerinden ciddi bir rant elde ediyor. Örneğin; 100 bin lira olarak alınan bir krediden çete kendine pay olarak yüzde 20 kesinti yapıyor. Yani 100 bin liranın 80 bin lirası vatandaşa 20 bin lirası çeteye gidiyor. Kara listede olan veya kredi puanı düşük vatandaş ise aldığı 100 bin liralık kredinin karşılığında bankaya yasal faizini de (ki bu da yaklaşık 20 bin lira ediyor) bizzat kendisi ödemek zorunda… Tabii ödeyebilirse…
VATANDAŞI DA BAĞLIYOR
TÜRKİYE’nin dört bir tarafında hummalı bir şekilde şehir hastaneleri yükseliyor. Kimi bitti, kimi bitmek için gün sayıyor. Ankara Bilkent’te inşa edilen şehir hastanesini diğerlerinden ayıran en önemli özellik büyüklüğü... Dünyanın tek seferde inşa edilen en büyük hastanesi unvanını alacak proje tam 1 milyon 312 bin metrekare kapalı alan üzerine kuruluyor. Çalışmalar son aşamaya gelmiş durumda. Türkiye’nin sağlık alanındaki en büyük Kamu-Özel İşbirliği projesi olan ve CCN Yatırım Holding tarafından anahtar teslim olarak yapılan Ankara Şehir Hastanesi Bilkent hastanesini ve yeni projelerini bizzat Yönetim Kurulu Başkanı Murat Çeçen’den dinledim.
ÇOK DOĞRU BİR MODELBilkent’teki hastanenin Türkiye’nin ve dünyanın en modern sağlık kampüsü olacağı iddiasıyla başladı söze... Çeçen’e göre şehir hastanelerinin tamamlanmasıyla birlikte özel hastaneler önemini yitirecek. Kaliteli sağlık hizmeti tek çatı altında bizzat devlet tarafından sağlanacak. Türkiye’nin sağlıkta sayılı hocalarının devlette görev yaptığına dikkat çeken Çeçen, “Eğer dil bütünlüğü sağlanırsa ve devlet politikası haline gelirse büyük başarı sağlarız. Bu model çevre ülkelere de gider. Şu anda Suudi Arabistan, Türkmenistan, Tataristan, Cezayir, Fas başkan düzeyinde bu projeleri inceliyor” diye konuştu. Vatandaşın sağlık hizmeti alırken bu hastanelerde ödeme yapmayacağını belirten Çeçen, “Başta Tabibler Odası olmak üzere bu projeleri engellemeye çalışan çok oldu. Ancak şehir hastaneleri Cumhurbaşkanımızın büyük vizyonudur. 2015’te Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen Cumhurbaşkanımız ‘devam’ dedi. Bu sayede ilerleme sağlayabildik. Model çok doğru bir model. Başka türlü bu yapıların bu hızla çıkması mümkün değildi” diye konuştu.
HATA VARSA CEZASI VARŞehir hastanelerinin ciddi kural ve yaptırımlarla yönetileceğini söyleyen Murat Çeçen, “Şehir Hastanelerinde, hastalara tüm tedavi ihtiyaçları aynı kampüs içinde giderme imkânı sunulacak. Böylelikle birden fazla tedavinin aynı kampüs içinde sürdürülebilmesi sağlanacak. Şehir hastanelerinde özel sektör ortaklığı ile verilen hizmetler Sağlık Bakanlığı ile yapılan sözleşme ile standardize edilmiştir. Sözleşmede hizmet sunumu parametreleri ve her bir parametre için ceza puanı tanımlaması yapılmıştır. İstenilen kalitede ve sürede hizmet sunumu gerçekleşmediğinde kesinti ve ceza mekanizması işletilecek Bu hususta, işletme olarak çok daha titiz, metodik, çok iyi çalışılmış bir algoritmaya dayanan bir sistem bütünlüğünde hizmet sunmamızı ve cezaya ve parasal kesintiye uğramamak için kaliteyi ve zamanlamayı sağlamamızı gerektiriyor” dedi.
HIZLI, TİTİZ HİZMET ŞARTMurat Çeçen İngiltere başta olmak üzere sağlık sektörünün gelişmiş olduğu ülkelerde sistemin yükümlülük-ceza üzerine titizlikle işletildiğine dikkat çekti. Çeçen şehir hastanelerinin de aynı anlayışla hayata geçtiğini belirterek, “Kamu-Özel Modelinin farkı bu. Yatırımcı/işletmeci sözleşme gereği her an aynı süratte, aynı kalitede ve aynı titizlikte hizmet sunmak yükümlülüğü ile karşı karşıya, aksi takdirde Sözleşme uyarınca cezaya tabi. Şehir hastanelerinde sağlık personelinin hasta bakımı dışındaki işlerle meşgul olmaması hasta bakım kalitesini artırıyor. Ayrıca etkin sağlık hizmeti sunumu ve yeterli sayıda nitelikli yatak kapasitesi, teşhis ve tedavide yeni konsept ve teknolojinin kullanılması kamu Hastanelerini özel hastaneler ile yarışabilecek duruma getirdi” dedi.
ROTADA YURTDIŞI DA VARŞehir hastaneleri projelerinde yatırımcı olmanın yanı sıra alt şirketleri CCN Sağlık, CCN Teknik, CCN Servis, CCN Biyomedikal ve diğer çözüm ortaklarıyla birlikte birçok destek hizmeti sunduklarını belirten Murat Çeçen, “Şirketimizin hedefi Ankara Bilkent’te inşa ettiğimiz gibi 10 yılda 10 dev hastaneye ulaşmak. Bu sayıya Türkiye’nin yanı sıra diğer ülkelerde inşa edeceğimiz hastanelerle ulaşacağımıza inanıyorum” dedi. Murat Çeçen Türkiye’nin ‘sağlık vadisi’ oluşturmak için de bir an önce harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Çeçen, “Silikon Vadisi oluyor da niye sağlık vadisi oluşturmayalım. Örneğin Siemens burada sağlık cihazı, Roche ilaç üretebilir. Böyle bir vadi oluşursa buranın konuta, eğlenceye vs ihtiyaç olur. Burası kendi ekosistemini oluşturur” dedi.
30 DAKİKADA RÖNTGEN SONUCU
İZMİR
BÜYÜK şirketlerde yıllarca üst düzey yöneticilik yapan profesyoneller, emeklilik zamanı geldiğinde farklı yollar izliyor. Kimi bir köşeye çekiliyor, kimi danışmanlık gibi işleri tercih ediyor. Kendi işini kurup patronluğa soyunanlar ise azınlıkta. İşte bu azınlıktaki isimlerden biri Şadi Burat.
Eczacıbaşı grubunda 33 yıl çalıştıktan sonra 2007’de emekli olan Şadi Burat bir köşeye çekilmek yerine kendi işini yaratmaya soyunmuş.
23 yıl Vitra’nın genel müdürlük koltuğunda oturmasının tecrübesiyle bir dönem beraber çalıştığı yönetici arkadaşları ve işçilerin bir bölümünü yanına almış. İlk iş 68 yıllık köklü İtalyan markası Bocchi’nin İtalya dışındaki operasyonlarını satın almış. Vitra yıllarında tanıştığı Bay Bocchi ile anlaşması kolay olmuş. Gebze ve Tuzla organize sanayi bölgelerinde kiralanan fabrikalarda üretim başlamış. Vitra’nın Kartal fabrikasının kapanması yetişmiş işçi bulmalarını kolaylaştırmış.
YENİ TASARIMLARBanyolardaki beyaz renk ağırlıklı piyasaya yeni tasarımlar ve 22 farklı renge sahip ürünler sunan Bocchi, bugün 4 kıtada 57 farklı ülkeye 30 milyon dolarlık ihracat yapıyor. Türkiye’de 660 kişiyi istihdam ederek 1 milyon adetlik üretim kapasitesine sahip olan firmanın gelirinin yüzde 87’si döviz cinsinden.Son yükselişinin kendilerini olumlu etkilediğini belirten Şadi Burat “Dileğimiz tabii ki bu değil. Türk ekonomisinin sağlam temeller üzerinde durması ve bu sayede üretimimizin artması” dedi.
SORUNU AŞMALIYIZ
DOLANDIRICILAR durmak bilmiyor. Genç, yaşlı, okumuş, okumamış fark etmiyor. İnsanların korkularından faydalanmaya çalışıyorlar veya havadan para kazandıracaklarını vaat ediyorlar. Amaçları ortak. Dolandırıp vatandaşın parasını almak...
Önce ilk mesaja değinelim. Bu dolandırıcılar 2016 yılından bu yana aynı yöntemi kullanıyorlar. FKS bazen hayat sigortacısı oluyor bazen check-up (sağlık taraması) asistanlık hizmeti veriyor. Mesajın geldiği telefon numarası değişiyor, sahte avukat isimleri değişiyor ama yöntem hep aynı. Size verilen numarayı aradığınızda karşıdaki sözde avukat check-up borcunuzu ödemediğinizi iddia ediyor, siz de tabii ki böyle bir check-up yaptırmadığınızı... İcra takibinde olduğunuza inandırmak için sözde dosyalara bakılıyor, mahkeme adları söyleniyor vs. En son karşıdaki avukat sizi pazarlıkla 750 TL gibi ‘makul’ bir ödeme yapmaya iknaya çalışıyor. Tahmin edeceğiniz üzere son aşamada bir yerlere ödeme yapmanız istenecek... Aman diyorum. Bu tür mesajların hiçbirine kanmayın. Kimse sizin adınıza olmayan bir check-up için borç çıkaramaz. İcra takibi, icra müdürlüğü kanalıyla yapılır. Telefon mesajı gelmez, resmi ödeme emri gelir. Bunun için de karar gerekir.
HESABI BOŞALTIYORLAR
İkinci mesajı alan ve bunun bir dolandırıcılık numarası olduğunu anlamayan herkesin sevineceğine eminim. Geçmiş yıllarda kredi kullanmışsınız, birileri size bu kredilerle ilgili ödeme yapmak istiyor. Peki, bu numarayı aradığınızda acaba başınıza ne geliyor. Onu da aktarayım. Telefona çıkan sözde yetkili size ciddi miktarda ödeme yapılacağı müjdesini veriyor. Sizden bu aşamada hiçbir ödeme talep etmediklerini de belirtiyor. Ancak bir ricası var. Sizin adınıza bu işlemi takip etmek için bir zahmet hesap numaranızı, kimlik bilgilerinizi, müşteri numaranızı ve internet şifrenizi talep ediyor. Olmadı mı? O zaman hesaplarınıza ulaşmak için kredi kartı bilgilerini (Son kullanma tarihi ve arka yüzdeki CCV no dahil) de kabul edebileceklerini müjdeliyor. Bu numarayı yutanların başına ne mi geliyor? Hesaplarındaki tüm para boşaltılıyor, kredi kartları son limitine kadar kullanılıyor. Ve ne yazık ki bu numarayı yutan binlerce kişi var. Lütfen siz de bunlardan biri olmayın!
BİRİNCİ MESAJ
2014/2015 yılları arasında almış olduğunuz FKS Checkup asistanlık hizmet bedelini ödemediğinizden dolayı hakkınızda 7.200 TL haciz işlemi başlatılacaktır. Dönüş yapmamanız durumunda banka hesaplarınıza bloke konulacaktır. Son ödeme tarih 27.04.2018 Av. Furkan S. İrtibat Tel 5550422536 B372
İKİNCİ MESAJ
Geçtiğimiz yıllarda sigorta firmaları tarafından yaptığınız harcamaların geriye iadesi alabilme hakkına sahip oldunuz iade için irt no 05550325725 B373
OCAK ayında elektronik postama düşen bir gönderiyi iyice incelemek için kenara ayırmıştım. Araya birçok konu girdi ama aklımdan da çıkarmadım. İncelememi tamamladığımda ortaya bu haftanın konusu çıktı: Kuru temizleme...
İnatçı lekelerin, hassas kumaşların, vakti olmayanların imdadıdır kuru temizlemeciler. Ancak her kuru temizleme ne yazık ki temizlemiyor. Daha doğrusu sizin temizlik sandığınız işlem bir anda sağlığınız için önemli bir tehdit haline geliveriyor. Özellikle kuru temizleme işleminde kullanılan kimyasallar cilt başta olmak üzere sağlık açısından büyük risk taşıyor. Ucuza maliyet için insan sağlına zararlı kimyasalların kullanılması halinde başımıza gelebilecekler konusunda Kimya Mühendisleri Odası’nın (KMO) görüşlerine kulak vermekte fayda var.
KANSEROJEN ETKİSİ
Ocak ayında KMO bir açıklama yaparak kuru temizleme sistemlerinde tekstil üzerindeki özellikle yağ ve lekelerin çıkartılmasında kullanılan perkloretilen (tetrachlorethylene) isimli klorlu çözücünün kanserojen etkisine dikkat çekti.
Kaliforniya ve Norveç, İsveç, Danimarka, Japonya gibi ülkelerde, belirlenen kimyasal oranların düşürüldüğünü veya tamamen yasaklandığı belirtilen açıklamada, “Gelişmiş ülkelerde ve Avrupa Birliği’nde perkloretilen damıtma atıklarının özel hava sızdırmaz konteynerlerde toplanıp, özel bertaraf tesislerinde imha edildiğine dikkat çekildi. Binlerce ton ithal edilen Perkloretilen’in kontrolsüz olarak piyasada kullanılması halinde olası etkileri konusunda da uyarıda bulunuldu.
KULLANIMI DENETLENMELİ
Açıklamada, “Kuru temizlemeye verilen ürünlerde kg tekstil başına maksimum 20 mg.’ın aşılması durumunda insan sağlığını tehdit eden yapısı nedeniyle bu kimyasalın kullanımı ölçülerek denetlenmelidir. Bunun dışında kuru temizlemecilerin soğutmalı ve bacalı sistem makineleri sınırlandırılmalı, ortam emisyon değerleri ve tekstil üzerindeki kalıntı miktarı ölçülmelidir” ifadelerine yer verildi.
Özetle, kuru temizlemede kimyasalların temizlik işlemi sonrası kıyafetlerimizden tam olarak arındırılmış olması gerekiyor.
KAYIT DIŞI çalışmanın, kayıt dışı çalıştırmanın yanlışlığını tartışmamıza sanırım gerek yok. SGK verilerine göre Türkiye’de, kamu, esnaf ve ücretli çalışanlardan oluşan toplam aktif sigortalı sayısı 22 milyon 280 bin 463 kişi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre kayıt dışı çalışanların oranı ise yüzde 35. Bu oranı düşürmek, çalışanların tümünü kayıt altına almak için teşvik gerekiyor. Sadece daha az prim, vergi indirimi gibi maddi teşviklerden bahsetmiyorum. Özellikle bürokrasiyi azaltacak manevi teşviklere dikkat çekmek istiyorum. Bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nde evde yabancı bir çalışanı olan kendisi de çalışan bir okurumun çalışma izni uzatma öyküsü var. Umarım sesini duyurmuş olurum benzer sıkıntıyı yaşayanların bu sıkıntısına bir an önce çözüm bulunur.
Okurum iki yıl Türkiye’ye gelen bir Gürcistan vatandaşını ev işlerine yardım etmesi ve çocuklarına göz kulak olması için işe almış. Duyarlı her Türk vatandaşı gibi işe aldığı kişinin tüm izinlerini almayı, sigortasını yaptırmayı da ihmal etmemiş. Bana aktardığı bilgiye göre iki yıl önce özellikle çalışma iznini alabilmek için hayli emek ve zaman sarf etmiş. Ama asıl sıkıntıyı iki yıl sonra aynı çalışanının çalışma iznini uzatmak istediğinde yaşamış.
HANGİ KEP’İ ALAYIMOkurumun başından geçenleri aynen aktarıyorum:
“Çalışanımın çalışma izni mayıs ayı sonunda bitiyor. Bu izni uzatmak için ne yapmam gerektiğini araştırmaya başladım. Çalışma Bakanlığı’nın web sitesinde Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü Çalışma İzin Sürelerinin Uzatımı başlığı altında bir takım bilgiler verilmiş. İşlemin e-devlet üzerinden yapılabileceği belirtilmiş. Ancak bir link yok. E-devlete girdim. ‘Arama’ yardımıyla ilgili linki buldum. İşlem yapmam için bir uygulamaya yönlendirildim. Evde çalışanın iznini uzatmak için bir sekme belirlenmiş. Sekme açıldı. Öncelikle benden işyeri kaydı oluşturmam istendi. Bu kaydı zaten yapmıştım. İki yıldır çalışanımın sigorta primlerini ödediğime göre sistem beni işyeri kabul etmişti. Yine de benden istenen bilgileri adım adım uygulamaya başladım. E-devlet üzerinde tüm bilgilerim kayıtlı olmasına rağmen yeniden bir takım bilgiler girmem, nüfus cüzdanımı taratmam istendi. Hepsini yaptım. Ancak ilerleyemedim çünkü yazılım benden kayıtlı e-posta (KEP) istedi. Yani normal bir e-posta ile ilerlemek mümkün değil. KEP’i aralarında PTT’nin de bulunduğu belirli kuruluşlar veriyor. En yakın PTT şubesine bizzat başvurmak gerekiyor. Ben de mesai saati bitmeden ulaştım. Orada nasıl bir KEP almak istediğim soruldu. ‘Alıcı mı, hem alıcı hem verici mi olacak, büyüklüğü yani kapasitesi ne olacak’ gibi sorularla karşılaştım. Neye ihtiyacım olduğunu bilmediğim için kendime göre bir takım tercihlerde bulundum.
E-İMZA YOKSA OLMAZErtesi gün tekrar sisteme girdim. 35 TL ödeyip KEP de aldığıma göre artık bir sorunla karşılaşmayacağımı düşünerek tüm adımları tekrarladım. Yanılmışım. Son aşamaya geldiğimde sistemden yeni bir uyarı aldım: ‘İşyeri Kayıt/Güncelleme işlemleri e-imza ile yapılmadığından dolayı, bu işyeri adına yeni başvuru yapamazsınız. İşyeri Admin tarafından işyeri bilgilerinin e-imza ile imzalanması gerekmektedir.’
Sistem şimdi de benden e-imza ile onay istiyordu. Ancak benim e-imzam yok. Nasıl alacağımı inceledim. Yeniden PTT şubesine gitmem gerekiyordu. Gittim. 108 TL ödedim ve e-imza formu doldurdum. Fakat e-imzayı alamadım. İmzamın pin kodunun posta yoluyla ve bir hafta sonra bana ulaşacağını söylediler. Size bu bilgileri yazarken henüz pin kodum bana ulaşmamış, ben e-imza ile güncelleme yapamamış özetle başvuruyu gerçekleştirememiş durumdayım. Daha işleme başlamadan ihtiyaç duyulan belgeler, izinler belirtilse, neyi nereden nasıl alınacağımız, ne işe yarayacağı belirtilse inanın çok iyi olur. Basit bir iş için bu kadar bürokrasiye niye gerek var? Çalışma izni uzatma başvurusunun mevcut iznin süresi dolmadan yapılması gerekiyor. Çok zor ama umarım başarırım.”
Teknoloji bu kadar işin içindeyken gerçekten bu kadar bürokrasiye gerek var mı? Üstelik okurum ve çalışanının ilk başvurusu değil. Sadece uzatma işlemi yapmak istiyorlar. Kayıt dışı ile mücadele için işin bu tarafını da ihmal etmemek lazım.