PSG’den Galatasaray’a transfer görüşmeleri süren Mauro Icardi’nin oyuncu, model, işkadını ve menajer eşi Wanda Nara’nın, kocasının iki misli takipçisi olmasına şaşmamalı. Çok ama çok ilginç bir portre. Zaten transfer de onun iki dudağının arasında.
Hürriyet’in daha önce duyurduğu üzere transferin gerçekleşebilmesi için Wanda Nara İstanbul’a getirildi:
Kuruçeşme’de geceliği 33 bin liralık bir otelde konaklatıldı, kentin güzellikleri tanıtıldı ve eğer transfer gerçekleşirse Bebek’te kendilerine tahsis edilebilecek villalar gösterildi.
Wanda Yenge “Ok” verirse bu iş tamam. Çünkü Icardi öz kız kardeşini bile silecek kadar eşine tapıyor, sözünden çıkmıyor.
Kimilerine göre futbolcu avcısı kötü bir kadın, kimilerine göreyse futbolun erkek dünyasında tuttuğunu koparan bir dişi panter...
Peki kim bu Wanda Nara?
Beyrut kökenli, Arjantinli bir ailenin kızı. 35 yaşında. İlk ünlenmesi bir taciz skandalıyla oldu. Rol aldığı “Kral Corona” oyununda, şovun sahibi komedyen Jorge Corona tarafından taciz edildiğini iddia etti. O günden sonra da medyanın ilgisi üzerinden eksik olmadı.
Yunan adalarına gidip Bodrum’dan, Çeşme’den daha ucuz olduğunu söyleyenler var. Bir bakıma haklılar.
Euro’nun aşırı değerlenmesine karşın bir Yunan adasında yeme-içme keyfi, deniz-plaj sefası, otel-konaklama masrafı...
Yalıkavak’ta bir akşam yemeğinden, Alaçatı’da bir beach kulüpten, Türkbükü’nde bir butik otelden daha hesaplıya gelebiliyor.
Ama hangi Yunan adası?
Yunanistan’ın üzerinde insan yaşayan ada sayısı 200’den fazla.
Girit başka, Rodos başka, Patmos, Leros, Kalimnos başka...
Bunların her biri Türkiye’de farklı farklı yerlere tekabül ediyor.
Hisarın içine kurulan pistte hızları 1 saniyede 200 kilometreye çıkan drone’lar yarıştı. Formula 1 arabaları gibi vızır vızır uçuyorlar.
Aynı Formula’daki gibi kazalar da oluyor. Çok eğlenceli, çünkü yaralanan, sakatlanan yok.
Pilotlar drone’ları uzaktan kumandayla uçuruyor, gözlerinde kamera gözlüğü oluyor. Onların gözlükten gördüğü görüntü de dev ekrana yansıtılıyor.
Hele akşam hava kararınca ışıklarla falan, 1600 yıllık tarihi yapının içinde geleceğe gidip gelmiş gibi oluyorsunuz.
Etkinlik alanında her yaştan insan vardı. Semt sakinlerinden ressam Mustafa Değirmencioğlu’yla tanışıp ayaküstü sohbet ettik. “65 yıldır buradayım, ilk defa böyle bir şeye şahit oluyorum. Atıl duruyordu burası. Kalabalık ama çoğu insanın da haberi olmadı. Keşke daha kuvvetli bir tanıtım olsaydı” dedi.
Oğuzhan Koç-Demet Özdemir düğününden en çok konuşulansa gecede sergilenen üç gelinlik oldu, haliyle.
Demet Özdemir’in gelinliklerini beğenen de var, cephe mantolama malzemesine benzeten de.
O gelinlikleri taşıyabilmek için de altına yüksek topuklu giydi doğal olarak.
Fakat damatla boyları aynı.
İkisi de 1.70...
Dengeyi sağlayabilmek için Oğuzhan Koç’a da tank gibi, yüksek tabanlı ayakkabı giymek düşmüş smokinin altına.
Gelin hevesini alacak diye olan hep damatlara oluyor zaten bu işlerde.
◊ 12 yaşında sahneye çıktınız. Babanız da tiyatro aksesuvar şefi olmasına rağmen Yıldız Teknik’te elektrik mühendisliği okudunuz. Aile yönlendirmesi mi, siz mi tercih ettiniz?
- Tercih falan etmedim elbette. Ailelerin “tiyatrocu ol ama bir de mesleğin olsun” sendromu... O dönem kaçınılmazdı bu. Birinci tercihim tıp fakültesiydi. Mühendislik, mimarlık, hukuk diye devam ediyordu, sekizinci tercihe denk geldim.
◊ Elektrik mühendisliğini 16 senede bitiremediniz... Hoca mı taktı, elektrikler mi kesikti?
- O kadar da değil ya, 10 yıl falan sürdü o macera. Bende elektrikler kesikti bu kesin. (Gülüyor) Arada bir derse girince hocalar, “Oğlum biz seni dün akşam Şehir Tiyatrosu’nda izledik, ne işin var burada?” diyordu. Zamanın çoğunu Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları’yla geçirdim.
◊ Seyrettiğimiz birçok reklamda sizin sesiniz kullanılıyor. En büyük rakibiniz... Ali Poyrazoğlu mu, Haluk Bilginer mi?
- İki isim de önemli aktörler ve büyüklerim. Reklam seslendirmesini neredeyse 40 yıldır yapıyorum. Bir dönem ayda en az 50 reklam konuşurdum, şimdilerde biraz seçiyorum. Ses stüdyolarında uyuduğumu bilirim ama geçti o yıllar. Bence reklam işi de krizde zaten. Rakip yok bu işte, başka bir alan bu.
◊
Beyaz kıyafetleri giyen soluğu The Marmara Bodrum’da alıyor, Kenan Doğulu yaz boyunca sahnesini beach’e taşıyor. Ünlü DJ’lerin kabin başına geçtiği eğlenceler, gurme lezzetlerin tadıldığı yemekler... İşte tatil deyince akla gelen partiler...
Beyaz, bembeyaz geceler
Cuma akşamları The Marmara Bodrum’da Cüneyt Kurt, Atilla Şen, Ali Çarmıklı gibi ünlü DJ’lerle yapılıyor. Günbatımında yemekle başlayan partilerde beyaz kıyafetleri fosforlu gibi parlatan ışıklar kullanılıyor.
İsmi bu yüzden White Nights, yani beyaz geceler. Türkçe ve yabancı müzikler çalıyor, katılımcılar orta yaştan dans ve eğlence meraklıları.
Ken On The Beach serisi
Kenan Doğulu’nun sahil partileri... Instagram’dan duyuruyor. Xuma, Momo gibi beach’lerde de yapılıyor ama anavatanı Bodrum’daki, sahilinde Buddha Beach’in olduğu Caresse oteli. En son 11 Ağustos’ta yapıldı; İzzet Antebi, Tuvana Türkay ve Cem Pilevneli gibi isimler katıldı.
Hatasından dolayı çok net bir özür dilemesi gerekiyordu, diledi.
Ama toplum olarak yanlışın üstüne yanlış eklemekte üzerimize yok maalesef. Olayın ardından yaşanan adli süreç... Sosyal medyada, çeşitli platform ve forumlarda verilen tepkiler...
Özellikle de edilen hakaret ve küfürler...
Yanlışı büyütmekten, dallandırıp budaklandırmaktan başka bir şeye hizmet etmiyor.
Faydayı değil zararı, iyiyi değil kötüyü, doğruyu değil eğriyi çoğaltıyor.
Aklıselimin yerine hiddeti, mantığın yerine mantıksızlığı koyuyor.
Makul çoğunluk olup bitenden üzüntü duyarken...
Olay ta nisanda olmuş diyenler olabilir.
“Orkestradaki arkadaşına söylemiş, kendi aralarındaki bir şaka” diye geçiştirenler çıkabilir.
Ne fark eder, bütün salon duyuyor sarf ettiği o çirkin sözleri.
Şimdi burada bir kere daha yineleyip kimseyi tekrar tekrar incitmenin manası yok.
Gülşen’in ifade vermeyi falan bile hiç beklemeden, behemehâl yapması gereken, hakaret edip üzdüğü insanlardan özür dilemektir.
Özür ama nasıl bir özür?
◊ Hiç sağa-sola yatırmadan, eveleyip gevelemeden, çok net