Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi’nden yeni mezun olmuştum ve İngiltere’ye, ağabeyimin yanına gideceğim günleri iple çekiyordum. Üstelik uçağa binerek ilk defa yurtdışına çıkacak ve kim bilir neler neler görecektim.
Bir rüya gibi geçen Brighton günlerimde hemen saçlarımı şampuan saç boyasıyla sarıya boyayıp gözüme de pek havalı bir gözlük takmış ve dünya güzeli edasıyla havalı havalı dolaşmıştım.
Annemle babam da nihayet İngiltere’ye geleceklerini haber vermişlerdi. Gelecekleri gün onlara muhteşem bir kahvaltı hazırladım.
İngiliz usulü jöleli marmelatlar, küp küp dilimlediğim İngiliz çedar peyniri ve zar zor bulduğum yeşil zeytin...
Sonunda sofraya oturduklarında babam “Kızım peynir yok mu bu sofrada?” dedi; “Peynir bir evin karakoludur, onsuz kahvaltı olmaz!” Anneme dönüp “Hanım, çıkar şu bizim karın kaymağını” demesiyle, annemin çantasından iki kat tülbente sarılmış 20x30 santim boyutlarındaki peyniri çıkarması bir oldu.
Peynir hemen dilimlendi ve bıçağın ucuyla hepimize ikram edildi.
Uzun süren sessizlik boyunca masada oturan Türk arkadaşlarımın vatan özlemini ellerindeki peynir dilimleriyle giderdiklerini yaş dolu gözlerinden anladım.
Onsuz bir sofra düşünemiyorsunuz değil mi?
Onun mutfak kültürünü, yeme içme şeklimizi ne kadar etkilediğini, hatta tekrar biçimlendirdiğini yemek tarihçileri sayfalarca yazmışlar. Konuyla ilgili pek çok kitaptan alıntılar yapılabilir.
Heykel sanatçısı Aziz Tavil de çatalı ele almış ve tahtadan, değişik formda 100 adet çatal yapmış. Aziz Bey, çatalın tarihine de göndermeler yaptığı bir röportajında, seri üretime geçilmeden önce çatalın lüks bir alet olduğunu, saray içinde kaldığını söylemiş ve eklemiş:
“Sonra standart üretime başlanıyor. Yani çatal optimize ediliyor bir şekilde ve sanayi bunları nasıl çabuk ve ucuza üretebiliyorsa öyle üretmeye başlıyor.”
Tavil’in “Çatala Güzelleme” adını verdiği sergisi, geçen kasım ayında Doğu Akdeniz Üniversitesi Sanat ve Tasarım Merkezi’nde sanatseverlerle buluştu.
Aziz Tavil’in çatallarının tamamı ahşaptan yapılmış ve her biri birbirinden güzel.
Ancak sanatçının çatalın değişik formlarını oymasındaki tek amaç estetik kaygı değil.
Çocukların sevdiği besinler arasında, çocuklara has beslenme kültüründe önemli yer tutan şeker, çikolata ve dondurmayı saymazsak onlara haksızlık etmiş oluruz.
Bir de çocukların sofrada görmekten hiç hoşlanmadıkları, gördüklerinde yüzlerini ekşiten ve onları mızmızlatan yiyecekler vardır. Bol salçalı, bulanık yiyecekler, sebzeli yemekler, her şeyin katıp karıştırıldığı salatalar, ağır soslu etler bu yemeklerin başında gelir. Çünkü, çocuklar ve gençler sade görünümlü, içinde ne olduğu ilk bakışta belli olan ve lezzetli yemeklerden hoşlanır.
Makarna, pilav, köfte, patates kızartması, sosis, domates salatası, mantı, börek, domates çorbası, onların en gözde besinleri arasındadır. Biz anne babalara düşen görevse, onların sevdikleri bu yemeklerin yanında değişik yemekleri de onlara tattırarak onların damak zevklerinin gelişmesine katkıda bulunmak.
Daha önce hiç denemedikleri tatları pişirip “bunu hiç sevmez” diyerek önyargılı davranmadan mümkün olduğu kadar çeşidin tadına bakmalarını sağlayın. İstikrarlı davranır ve onları pişirdiğiniz yemeklerin tatlarının cazip olduğuna zorlamadan ikna ederseniz, damak zevklerinin sosisten balığa doğru kaydığını göreceksiniz.
Yoğurtlu piraziz çorbası
Barbunya fasulyeyi kuru olarak kullanacaksınız bir gece önceden ıslatıp ertesi gün bol suyla yumuşayıncaya dek haşlamanız gerekir. Aynı şekilde, mısır tanelerini ya da mısır yarmasını da kuru olarak kullanacaksınız yine bir gece önceden ıslatıp ertesi gün haşlamanız gerekecektir.
Ancak barbunya fasulyeyi ve mısırı konserve olarak da kullanabilirsiniz. Barbunya ve mısırı süzüp tencereye aktarın. Yoğurt ve suyu başka bir kapta karıştırarak koyu ayran kıvamına getirin.
Diğer taraftan, yıkayıp süzdüğünüz pirinci ve 2 su bardağı ılık suyu ufak bir tencereye aktarıp pirinci 15 dakika kadar haşlayın. Haşladığınız pirinci suyuyla birlikte kaynamaya başlayan şekerli süte ilave edip karıştırın.
3 yemek kaşığı mısır nişastası, vanilya ve soğuk suyu bir kasede pürüzsüz hale gelinceye kadar çatalla çırpın. Kaynayan sütten 1 kepçe kadar alıp nişastalı karışıma ekleyerek karışımı ılıtın. Bu ılık nişastalı harcı kaynayan pirinçli sütün içine azar azar aktarın.
Orta ısılı ateşte, (hatta ocağı biraz daha kısın) sık sık karıştırarak yaklaşık 30 dakika kadar pişirin. Ocaktan alıp ılınması için sık sık karıştırın. Ilınan sütlacı kaselere ya da kup bardaklarına paylaştırıp en az 3-4 saat buzdolabında bekletin. Servise sunmadan önce dövülmüş fındık içi ve meyve şekerlemesiyle süsleyin.
Malzeme listesi
- 2 kg süt (yaklaşık 11 su bardağı)
- 500 gr tozşeker
- 1 su bardağı pirinç
Tohumlarını yere döken ardıç ağacı, sabırla bu tohumların ardıç kuşu tarafından yenmesini bekler.
Ardıç kuşu gelip bu tohumları yediğinde ağacın da üreme süreci başlamış olur. Çünkü tohumların kabuğu ancak kuşun sindirim sisteminde açılabilir.
Sindirimin son aşaması olan dışkılama gerçekleştiğinde ardıç ağacı da çoğalmış olur.
Çoğalma süreci bu kadar karmaşık olan ardıç, idrar söktürücü, kas ağrılarını dindirici ve antiseptik özelliği nedeniyle bazı deri hastalıklarını iyileştirici özelliğe sahiptir.
Ardıç meyveleri bol miktarda C vitamini barındırır ve nefes kokularını yok eder. Meyve olarak tüketilebileceği gibi toz haline getirilip suyla karıştırılarak da içilebilir.
Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Ardıcın şifa verici olma sebeplerinden biri de içerdiği uçucu yağlardır ve bu yağlar sıcak suyla birlikte yok olup gider.
Bu yüzden eğer toz halinde kullanılacaksa soğuk suyla karıştırılması gerekir.
SEBZELİ ÇİN PİLAVI
İtalyanların sevgili pastasının (makarna) doğuşuyla ilgili pek çok teori var. Bunlardan biri, aklıma çok yatıyor doğrusu. O teoride makarnayı Marco Polo’nun Çin’den getirdiği söylenir.
Doğru ya da yanlış, kesin olarak bilemem tabii ama hani Çinlilerin genellikle buğday unundan, zaman zaman da pirinçten yaptıkları noodle var ya, işte o bana hep makarnanın temeli gibi gelir nedense. Üstelik Çin mantısına bakınca, raviolinin de oradan geldiğini düşünmeden edemem.
Bir de spagettinin Çin’den İtalya’ya ne kadar geniş bir coğrafyada tüketildiğini görünce, Marco Polo tezini ortaya atanlara daha da hak vermek istiyor insan.
Gerçi Murat Belge’nin de belirttiği üzere, milliyetçi İtalyanlar makarnanın tarihini ta Etrüsklere kadar götürüp çeşitli kanıtlar sunsalar da, henüz ispatlanmış bir şey yok.
Günümüzün gerçeği şu ki; İtalya yeme içme konusunda sayılı ülkelerden biri. Ve dünyanın en çok turist çeken yerlerinden biri olmasında yeme içme kültürünün yeri çok önemli.
Zeytinli Malta çöreği
Hamuru hazırlamak için unu eleyip derin bir kaba aktarın ve ortasını havuz gibi açın. Toz maya, yoğurt, toz şeker ve tuzu hazırladığınız bu çukura aktarın. Üzerine sıvıyağ, rendelenmiş kaşar peyniri ve oda sıcaklığında yumuşamış margarini ekleyerek yoğurmaya başlayın.
Bulgur ve kırmızı mercimeği başka bir tencerede haşlayıp süzün. Tavuk göğsü, mercimek, bulgur ve diğer malzemeleri derin bir kaba aktarın. Yoğurup uzun ve yassı köfteler yapın. Yumurtayı bir kasede çırpın.
Hazırladığınız köfteleri yumurtaya bulayıp tavada kızdırdığınız sıvıyağda çevirerek kızartın. Köfteleri servis tabağına yerleştirip üzerini taze nane yapraklarıyla süsleyin.
Ben kırmızı mercimek ve bulguru hafif haşlayıp hemen süzmenizi öneririm. Çok haşlandığında un gibi dağılıyor ve tel süzgeçte bile süzülmüyor. Bu vitaminli köfte hamuru çok yumuşak olduğu için şekil vermeden önce buzdolabında en az 1 saat kadar bekletin ki hamur sertleşsin.
Böylece şekil vermeniz daha kolay olur.
Malzeme listesi
- 1 adet tavuk göğsü(Kemiksiz)
- 1 çay bardağı kırmızı mercimek
Rengeyiği etinin yediğim en lezzetli etlerden biri olduğunu söyleyebilirim.
Son yıllarda İskandinav mutfakları arasında ön plana çıkan Fin mutfağı, oldukça basit yemekleriyle tanınıyor. Doğusundaki Rusya ile batısındaki İsveç’ten fazlasıyla etkilenmiş olan Fin mutfağının en önemli malzemeleri arasında başta rengeyiği eti olmak üzere somon balığı, patates ve dağ çileği yer alıyor. Siz de bir gün oralara giderseniz, rengeyiklerinin çektiği kızaklarla dolaşırken karlar arasında parlayan kırmızı bir dağçileği görebilirsiniz.
Çok ilginç ve çok sert iklim koşulları nedeniyle yiyecekleri hem çok farklı hem de tat ve aroma bakımından çok keskin. Tüm kış boyunca, yani neredeyse kasımdan nisan sonuna kadar toprak karla kaplı ve hava çok soğuk. Dolayısıyla toprak kirlenmiyor. Yaz boyunca neredeyse 34 saat batmayan güneş sayesinde sebze ve meyveler son derece doğal ortamda yetiştiriliyor. Sebze meyvelerin tadı ve kokusu hiç değişmiyor.
HAYALLER ÜLKESİNDE PERİ KIZI GİBİYDİM
Kuzey kutup çizgisi içinde yer alan Lapland’da hava o kadar temiz ki, orada karın en saf halini görebiliyorsunuz. Tabii eksi 25 dereceyi soğuk bulmazsanız! Ama benim gibi bir kar manzarası aşığıysanız, iş değişir. Hani, kartpostallarda karlı ormanlar arasında heykel gibi duran rengeyikleri vardır ya, işte onları gözlerimle gördüm.
Sanki orası bir hayal ülkesiydi ve ben bir peri kızı olarak karla kaplı çam ormanları arasında gezinen geyiklerini seyre dalmıştım. Ormanın ortasında, kütük bir evde kaldık. Tam hayallerimdeki gibi, 12 kişilik tahta bir masa, 24 saat yanan bir şömine ve şahane bir mutfak vardı. Başımda tam altı erkeğin olduğunu da söylemeliyim tabii.
RENGEYİĞİ KAVURMASI İLE PATATES PÜRESİ YAPTIM