Osmanlılar döneminde padişahlar şehzadelerinin çekirdekten yetişmesini ister, bu amaçla eğitimleri için Amasya’ya gönderirmiş. Bu nedenle Amasya’nın yüzyıllardır süregelen unvanı “şehzadeler şehri.” İslami eğitim açısından da önemli merkezlerden biri olarak kabul edilen şehir tek seferde 2 bin ilahiyat öğrencisine iaşe dağıtabilecek zenginlikteymiş.
Eğer keşfetmek ve farketmek üzerine bir seyahate çıkacaksanız bana göre üç şey vazgeçilmez olmalı: tarih, doğa ve kültürel miras.
Şehrin tarihi milattan öncesine dayanıyor. Coğrafyanın babası sayılan Amasya doğumlu Strabo belki biraz da mitolojik hikayelerin etkisinde kalarak, şehrin kuruluşunu Amazonların kraliçesi Amasis’e atfetmiş.
Amasya'da Kral Kaya Mezarları
Amasya’da özellikle tarih meraklılarının ilgisini çeken yerlerin başında kral kaya mezarları geliyor. Bana göre Dalyan’dakiler daha gösterişli fakat Amasya’dakiler de kesinlikle görülmeye değer. Mezarlara ulaşmak için nehrin kuzey kıyısında yer alan Hatuniye Mahallesi’nden yukarı tırmanmak gerekiyor. 18 mezarın sadece kralların gömüldüğü yer değil aynı zamanda birer tapınak olarak da kullanıldığına inanılıyor. Hemen yanındaki Kızlar Sarayı ise geçmişte hükümdarların yaşadığı yermiş.
Kaya mezarların tepesinde, Pontus döneminden kalma kalenin yıkıntılarını da görebilirsiniz. Kale, son yapılan restorasyonla biraz daha güzelleşmiş ve güzel bir manzarası var. Hele ki orada bulunduğunuz dakikalar bir ezan vaktine denk gelirse, aşağıdaki vadide yankılanan seslerin yaydığı huşu içinizi dolduracak. Işıklandırılan kaya mezarlarını akşam seyretmek ise ayrı bir keyif…
Bu heyecanı yaşayanlardan biri olmak muhteşem bir deneyimdi. İtalya’nın Sardinya Adası’nın Porto Smeralda denilen kısmında yapılan yarışlar bana apayrı bir dünyanın kapılarını açtı…
SARDİNYA ADASI
Akdeniz’deki en büyük ikinci ada Sardinya, ilki ise Sicilya. Turkuvazın ve zümrüt yeşilinin harmanlandığı koyları tam bir doğa harikası. Tekneyle koyları dolaşmak, dalış yapmak bölgeyi tercih edenlerin vazgeçilmez aktiviteleri arasında. Sörf ve doğa yürüyüşü gibi sporlar da çok popüler. Ada, tarih meraklılarının ilgisini çeken arkeolojik kalıntıların yanı sıra üzüm bağları ve zeytinlikleriyle de ünlü. Güneydeki Cagliari ve civarı pek ilgimi çekmemişti ama kuzeydeki Porto Smeralda adeta cennet. Adını son yıllarda sıkça duyduğumuz ve zümrüt sahiller anlamına gelen bu yer Hollywood yıldızlarının, dünyaca ünlü futbolcuların ve jet sosyetenin tatil tercihi. Bölgenin coğrafi yapısı, küçük adalardan oluşan bir takımada görünümünde. Bu da yat yarışları için doğal bir parkur sağlıyor. Her sabah yarış öncesi hava koşulları etkinlik komitesi tarafından kontrol edilerek rota belirleniyor.
Amatörlerin profesyonellerle imtihanıDünyaca ünlü lüks tüketim markalarından Loro Piana’nın adını taşıyan ve firmanın düzenleyicisi olduğu yat yarışları, denizcilik tutkunlarının heyecanla takip ettiği bir etkinlik. Yarış, süper yat sahiplerini, profesyonel yatçıları, yelken sporcularını ve benim gibi amatörleri aynı organizasyonda buluşturan yelpazeye sahip. Loro Piana’nın yatçılık sektöründeki tüketicilerle kurduğu bağları güçlendirmek adına gerçekleştirdiği bu prestijli organizasyon, 2009’dan bu yana yılda iki kez düzenleniyor. Diğeri de kışın Karayipler’deki İngiliz Virgin Adaları’nda yapılıyor. Dört gün süren regatta’da, dört farklı yarış yapıldı.
Ama böyle bir tablo karşısında dahi yatırım yapmaktan ve yenilikçi projeler üretmekten vazgeçmeyen girişimcileri görmek umut veriyor. O umut ışıklarından biri AntalyaBelek’ten yansıyor. Şimdilik 1,5 milyar TL’nin harcandığı ve adeta Türkiye’nin Disneyland’i olarak kurgulanan ‘The Land of Legends’ tema park ve oteli, sektöre taze kan getirecek cinsten...
1 Temmuz 2016 Cuma günü resmi açılışı yapılacak The Land of Legends’i yerinde görmek ve projenin detaylarını öğrenmek için birkaç gündür Antalya’daydım. Rixos grubunun bu yeni tema park ve oteli Belek’te inşa edildi. Hayal gücünüzü ve içinizdeki çocuğu selamlayan tasarım, eğlence dünyasının dâhi ismi Franco Dragone’nin eseri. Dünyanın en ünlü sirki Cirque du Soleil’in başarısının arkasındaki Dragone, etkileyici mimarinin bitmeyen eğlenceyle birleştiği ve ülkemiz için ilk niteliği taşıyan bir konsepte imza atmış. 2000 yılında Dragone Productions’ı kurarak şimdiye kadar dünyanın farklı coğrafyalarında gösteriler yapan Dragone, 100 milyondan fazla kişiye ulaşmış. Özellikle su temalı teatral gösteriler konusundaki evrensel ünü, bu tema park için en doğru tercihin yapıldığının kanıtı.
Sektöre yenilik gerek
Her ne kadar “Antalya, Akdeniz artık otele doydu” desek de bundan sonra ihtiyacımız olan, bu tür fark yaratan işler. Tatil yapma ‘alışkanlığı’nı merak uyandıracak projelerle birleştirebildiğimiz sürece hem yerli hem de yabancı turistlerin dikkatini tekrar çekmek mümkün olacak. Sektörün canlanması için böyle yenilikçi girişimlere ihtiyacımız var. Projeye harcanan para, yapımı devam eden etaplar bitip, tüm bölümler açıldığında 4 milyar TL’yi bulacak.
1 - Venedikliler, 9. yüzyılda şehrin azizi olan Marco’nun (Mark) kemiklerini İskenderiye’den getirtmişler ve en büyük meydanlarına da adını vermişler. San Marco Meydanı’nda 96 metre yüksekliğinde bir Çan Kulesi var; geçmişte kafeslere konulan mahkûmları tepeden meydana atarlarmış. Açık havalarda, kulenin tepesinden Hırvatistan’ı, hatta Alp Dağları’nı bile görmek mümkün.
2 -Dört İncil yazarından biri olan Aziz Marco’nun kemikleri San Marco Bazilikası’nda muhafaza ediliyor. Önünde hep uzun kuyruklar var. 13. yüzyıl Bizans ve 16. yüzyıl Rönesans mozaiklerinin güzel örnekleriyle dolu olan kilisenin üzerinde, 1204 yılındaki Haçlı yağması esnasında İstanbul’daki At Meydanı’ndan getirilen dört bronz atın (Quadriga diye geçiyor) kopyalarını da görebilirsiniz.
3 - Palazzo Ducale adı verilen Dükler Sarayı, inanılmaz sanat eserleriyle dolu. Dükaların taç giyme törenlerinin yapıldığı Devler Merdiveni’nde (Scala dei Giganti) Mars ve Neptün isimli tanrıların heykelleri var. Dükaların yaşadığı bölümdeki odalar tahta oymalar, altın varaklar ve yağlıboya eserlerle süslenmiş. Dükalardan biri olan Henricus Dandolo 4. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’u ele geçirmiş, bugün mezarı Ayasofya’nın ikinci katında bulunuyor.
4 - 3 km. uzunluğa, 50 metre genişliğe sahip olan Büyük Kanal’ın üzerinde üç tane köprü sıralanmış: Scalzi, Rialto ve Accademia. Rialto Köprüsü Venedik’in tanıtım yüzü gibi ve popülerliği nedeniyle her zaman kalabalık.
Ne zaman gitsem kalbimi orada bırakır, “Tekrar geri geleceğim” diye fısıldayarak koyulurum yola.
Farklı din ve mezhepleriyle üç büyük dinin en güzel temsil edildiği yer Hatay. UNESCO tarafından “Barış Kenti” seçilmesi boşuna değil. Anadolu’da inşa edilen ilk cami olan Habib-i Neccar da burada, Hıristiyanlığın yayılma döneminden günümüze özelliğini kaybetmeden ayakta kalan tek yapı olan St. Pierre Kilisesi de... Kilisenin önünde duvar örülmüş bir mağara var; burası Hıristiyanların dünyadaki ilk ibadet yerlerinden biri olarak kabul ediliyor. Papa VI. Paul 1967’de, Efes’teki Meryem Ana gibi burayı da Katolikler için hac yeri olarak kutsamış. Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı da Hatay’da.
Milattan öncesinden bugüne Antakya
Antakya, Silpius Dağı eteğinde ve Orontes yani Asi Nehri kenarında İÖ 300’lü yıllarda kurulmuş. Antakya’nın Seleucus Krallığı’nın başkenti olması Seleucus Nicator’un ölümünden sonra oğlu Antiochus Soter (İÖ 281-261) zamanında olmuş. Roma döneminde Roma ve İskenderiye ile birlikte imparatorluğun en önemli ve en büyük şehirlerinden biri olan Antakya tam bir tarih hazinesi. 6. yüzyılda depremlerin yıktığı şehirde nereyi kazsanız, bir şey çıkıyor. 1970’lere kadar Asi üzerinde çok güzel bir Roma köprüsü varmış ama gereksiz görüp, yıktırmışlar!Antakya sokaklarında kaybolmak çok keyifli, eski evler çok güzel ama çoğu son demlerinde. Ortodoks kilisesi ve Katolik kilisesi şehrin dinsel hoşgörüsüne şahit olacağınız mekânlardan. Sinagog da var ama şehirdeki Yahudi nüfus yüz kişiden de az...
Paris’in simge yapılarından bir diğeri Notre Dame Kilisesi. Gotik mimarinin en ünlü örneklerinden olan kilise, Napolyon’un da aralarında bulunduğu birçok kralın taç giyme törenine ev sahipliği yapmış. Yılda 10 milyon kişi ile Paris’in en çok ziyaret edilen mekânı.
Seyahatinizi Gidello ile planlayın
Harika mimarisiyle Sainte Chapelle, 1242 yılında inşa edilmeye başlamış ve 5 yıllık bir çalışmanın ürünüyle çıkmış ortaya. Vitraylı pencerelerinden içeri dolan ışığın parıltısından etkilenmemek elde değil.
Şanzelize’de Uzun Bir Yürüyüş
Bir zamanlar kabareler ve revü gösterileri ile renklenen; ressamlar, yazarlar, şairler ve öğrencilerin kesişme noktası olan Montmartre, bugün içindeki müzeler ile sanatseverlerin ilgisini çekiyor.
Neo-klasik tarzıyla Panthéon, tüm Latin Mahallesi’ne hâkim. 83 metre yükseklikteki yapı, demir iskeletli kubbesi, taş kümbetleri ve 3 katmanlı kabuğuyla Londra’daki St. Paul Katedrali’nden esinlenerek inşa edilmiş.
Ne zaman gitsem kalbimi orada bırakır, “Tekrar geri geleceğim” diye fısıldayarak koyulurum yola.
Farklı din ve mezhepleriyle üç büyük dinin en güzel temsil edildiği yer Hatay. UNESCO tarafından “Barış Kenti” seçilmesi boşuna değil. Anadolu’da inşa edilen ilk cami olan Habib-i Neccar da burada, Hıristiyanlığın yayılma döneminden günümüze özelliğini kaybetmeden ayakta kalan tek yapı olan St. Pierre Kilisesi de... Kilisenin önünde duvar örülmüş bir mağara var; burası Hıristiyanların dünyadaki ilk ibadet yerlerinden biri olarak kabul ediliyor. Papa VI. Paul 1967’de, Efes’teki Meryem Ana gibi burayı da Katolikler için hac yeri olarak kutsamış. Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı da Hatay’da.
Milattan öncesinden bugüne Antakya
Antakya, Silpius Dağı eteğinde ve Orontes yani Asi Nehri kenarında İÖ 300’lü yıllarda kurulmuş. Antakya’nın Seleucus Krallığı’nın başkenti olması Seleucus Nicator’un ölümünden sonra oğlu Antiochus Soter (İÖ 281-261) zamanında olmuş. Roma döneminde Roma ve İskenderiye ile birlikte imparatorluğun en önemli ve en büyük şehirlerinden biri olan Antakya tam bir tarih hazinesi. 6. yüzyılda depremlerin yıktığı şehirde nereyi kazsanız, bir şey çıkıyor. 1970’lere kadar Asi üzerinde çok güzel bir Roma köprüsü varmış ama gereksiz görüp, yıktırmışlar!Antakya sokaklarında kaybolmak çok keyifli, eski evler çok güzel ama çoğu son demlerinde. Ortodoks kilisesi ve Katolik kilisesi şehrin dinsel hoşgörüsüne şahit olacağınız mekânlardan. Sinagog da var ama şehirdeki Yahudi nüfus yüz kişiden de az...
Kudüs’ten getirilen Yahudiler
Çevlik’teki Titus Vespasianus Tüneli çok ilginç bir yapı. İsyan çıkaran Yahudileri cezalandırmak için Kudüs’ten getirip, dağı kazdırmışlar. Böylelikle aşağıdaki antik şehri su baskınlarından korumuşlar. Devamında bulunan Beşikli Mağara ise Kapadokya’daki yapılara benzeyen farklı bir yer.Aziz Simeon, kendini tamamen dine verip bir sütunun üstünde yaşamış. Antakya yakınındaki Samandağ onun adının Arapçası olan Cebel Saman’dan geliyor.
Edirne; geçmişinden miras tarihi dokusu, Meriç’in güzelliği ve lezzetli mutfağıyla, her zaman ilgi odağı olmayı hak ediyor. Genellikle Osmanlı mimarisine ilgi duyanların seyahat rotasında olsa da aslında keşfetmeyi seven herkesin mutlaka görmesi gereken yerler arasında. Ama illa bir bahane isterseniz şehre ya hıdırellez zamanı gidin ya da geleneksel yağlı güreşlerin yapıldığı festival günlerinde…
"Yeryüzündeki bütün yapılardan üstün: Selimiye Cami"
Edirne’yi gezmeye başlamak için ilk adımı Selimiye Camii’ne atmalısınız. Mimar Sinan’ın ‘ustalık dönemi eseri’ olan Selimiye, şehrin simgesi. 2011 yılında kültürel varlık olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan cami; iç tasarımında kullanılan ve dönemin en iyi örnekleri kabul edilen taş, mermer, ahşap, sedef ve çini işçiliğiyle ayrıca değer taşıyor. Sanat tarihçisi Ernst Diez Selimiye için; “Mekân, büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür” demiş.
Kendi tatilinizi kendiniz planlamak için tıklayın
Selimiye Camii’ne oldukça yakın bir noktada bulunan Edirne Müzesi’nde, Makedonya Kulesi civarında yapılan kazılardan elde edilen bulgular sergileniyor.
Türk İslam Sanatları Müzesi ise küçük ancak çok keyifli; zaman ayırdığınıza pişman olmazsınız.
Büyük Edirne Sinagogu, dünyanın en büyük sinagoglarından olma özelliğine sahip. 1905’te bir yangınla yok olmuş ve II. Abdülhamid’in fermanıyla yeniden yapılmış. 1934 Trakya olaylarında Yahudi cemaatinin zorunlu olarak Edirne’yi terk etmesi nedeniyle uzun yıllar yalnızlıkla baş başa kalan sinagog, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başarılı bir şekilde restore edilerek 2015 yılında yeniden ibadete açıldı.