Saffet Emre Tonguç

Bir Karadeniz güzeli: Trabzon

6 Kasım 2016
Geçmişi MÖ 8’inci yüzyıla kadar uzanan Trabzon, insana tam bir medcezir yaşatıyor. Bir yandan şehrin sahip olduğu tarihe ve doğaya hayran oluyor, öte yandan koruyamadıklarını görüp üzülüyorsunuz. Yine de sakladığı tarih ve doğa harmanı arasında yolculuk yapmak keyifli. Özellikle de her yolculuğu Trabzon mutfağının adı da tadı da markalaşan lezzetleriyle bitirmek...

Sümela’nın büyüsüne restorasyon arası
Trabzon denince akla gelen ilk simge Sümela Manastırı. Tam anlamıyla ‘azmin zaferi’ olan yapıyı görmek için Maçka’ya bağlı Altındere Köyü’nün yolunu tutmak gerek. Ama şu sıralar gitseniz de gezmeniz mümkün değil. Geçtiğimiz yıl 22 Eylül’de restorasyon ve güçlendirme için bir yıl süreyle kapatılmıştı. Konumu ve hava koşulları nedeniyle çalışmalar zor yürüyünce planlanan takvim sarkmış, ne zaman açılacağı hala belirsiz.
Bu muhteşem yapı, Altındere Vadisi’ne hâkim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine inşa edilmiş. Sümela ‘Kara Dağın Meryem’i demek. Manastır halk arasında ‘Meryem Ana Kilisesi’ olarak da biliniyor. Bizans İmparatoru 1. Theodosius zamanında Atina’dan gelen Barnabas ve Sophronios isimli iki rahip tarafından kurulmuş. Rivayete göre, iki rahip aynı rüyayı görmeleri üzerine bugünkü manastırın olduğu yere gelip temelini atmışlar.

 


Yapı; ‘Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphaneyle kutsal ayazma’dan oluşuyor. Avlunun etrafındaki binaların içindeki dolaplar, hücreler ve ocaklarda Türk sanatının etkilerine rastlanıyor. Kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarlarını donatan freskler ise 18’inci yüzyıl başlarında yapılmış.

 

Yazının Devamını Oku

Karadeniz’in kalbi

5 Kasım 2016
Geçmişi MÖ 8’inci yüzyıla kadar uzanan Trabzon, insana tam bir medcezir yaşatıyor.

Bir yandan şehrin sahip olduğu tarihe ve doğaya hayran oluyor, öte yandan koruyamadıklarını görüp üzülüyorsunuz. Yine de sakladığı tarih ve doğa harmanı arasında yolculuk yapmak keyifli. Özellikle her yolculuğu Trabzon mutfağının adı da tadı da markalaşan lezzetleriyle bitirmek...

 

 

SÜMELA’NIN BÜYÜSÜNE RESTORASYON ARASI

 

Trabzon denince akla gelen ilk simge Sümela Manastırı. Tam anlamıyla ‘azmin zaferi’ olan yapıyı görmek için Maçka’ya bağlı Altındere Köyü’nün yolunu tutmak gerek. Ama şu sıralar gitseniz de gezmeniz mümkün değil. Geçen yıl 22 Eylül’de restorasyon ve güçlendirme için bir yıl süreyle kapatılmıştı. Konumu ve hava koşulları nedeniyle çalışmalar zor yürüyünce planlanan takvim sarkmış, ne zaman açılacağı hâlâ belirsiz.

 

Bu muhteşem yapı, Altındere Vadisi’ne hâkim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine inşa edilmiş. Sümela ‘

Yazının Devamını Oku

Her zaman mistik her zaman huzurlu: Konya

29 Ekim 2016
Şehirlerin de karakterleri olduğuna inananlardanım. Mimarisi, insanların birbiriyle iletişimi, gelenekleri hatta mutfağı o karakterin parçasıdır. Şeb-i Arus’a doğru yaklaşan Konya da bana göre Türkiye’nin en mistik, huzurlu ve misafirperver kentlerinden biri.

MÖ 7 binlerden bu yana yerleşimin olduğu Konya, yüzyıllar boyunca ev sahipliği yaptığı uygarlıklarla bir ‘Medeniyetler ve Dinler Beşiği’ haline gelmiş. Hitit, Lidya, Pers gibi büyük uygarlıkların yaşadığı Konya, Selçuklu’ya da iki asırdan fazla başkentlik yapmış. Hıristiyanlığın önemli azizelerinden Tekla’ya ev sahipliği yapmış Konya; en önemli azizlerden Pavlus ve Barnabas’ı da misafir olarak ağırlamış.

 

Farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan Konya’nın bugünü, tarihle modernin harmanlandığı bir yapıya sahip. Ne tarihi dokusuyla öne çıkan bir şehir denebilir ne de sadece bugüne ait olarak tanımlanabilir. Konya’ya gittiğinizde şehre hâkim olan muhafazakâr hava da hemen hissedilir.

 

 

MODERN TOPLUMA İLK ADIM

 

Konya’ya gidince görülecek yerlerin başında

Yazının Devamını Oku

Londra’da sanat dolu bir sonbahar...

28 Ekim 2016
Okuduğunuz bu satırları Londra’dan yazıyorum. İngiltere’nin başkenti bu aralar çok hareketli günler geçiriyor. Oteller, restoranlar hepsi dolu. Dünyanın en önemli sanat fuarlarından bir tanesi Frieze’in 5 Ekim’de ön gösterimi vardı. Şehrin sanat dünyasında önemli bir yeri olan Frieze’de, dünya çapında 160 galeri ve 1000’in üzerinde sanatçı eserleriyle yer alıyor.

Global sanat dünyasının yanı sıra Türkiye’den birçok önemli isim Frieze’deydi. Burada yaşayan Hüseyin Çağlayan ile fuarda karşılaşıp sohbet ettim. Hem kişisel hem de kurumsal olarak sanata ilgisi ve yatırımlarıyla bilinen Murat Ülker de Frieze’i ilk gününde ziyaret edenler arasındaydı. Murat Bey, fuarın ana sponsoru olan ve dünyanın en büyük kurumsal sanat koleksiyonuna sahip Deutsche Bank’ın 20 yıllık sanat danışmanı Alistair Hicks ve ünlü sanatçımız Ahmet Güneştekin ile fuarı gezdi, ben de peşlerine takıldım. Murat Bey konuşurken Gerhard Richter ile Bridget Riley’nin eserlerinden etkilendiğini söyledi. Murat Bey ayrıca güzel bir serginin de müjdesini verdi. Yıldız Holding’in Çamlıca’daki Seminer ve Sergi Salonu’nda, Mavi Senfoni’nin de aralarında bulunduğu özel bir seçki 18 Kasım’a kadar herkese açıkmış. Fuarda Türkiye’yi bir tek Rampa Galeri temsil ediyordu. Hüseyin Bahri Alptekin ve Hera Büyüktaşçıyan’ın eserlerine bayıldım.

Şöhretler geçidi
Frieze’de birçok ünlü sima vardı. York Düşesi Sarah Ferguson ile Prens Andrew’un küçük kızları Prenses Eugenie, The Beatles’ın efsane ismi Paul McCartney’in kızı, ünlü modacı Stella McCartney ve Ben Affleck ile birlikte ‘Gone Girl’ adlı filmde rol alan Ünlü Hollywood yıldızı Emily Ratajkowski gördüklerim arasındaydı. Hazır Londra’da iken, Sotheby’s’de Taner Ceylan’ın ‘I Love You’ adlı sergisini gezdim. 16. yüzyıl polikrom ahşap heykellerden esinlenen Ceylan’ın sergisi çok etkileyiciydi.

Demet Sabancı Çetindoğan’ın davetine Harvey Nichols’a da gittim. Türkiye’deki mağazanın 10. yılı sebebiyle, burada ‘Jeanius Turks ‘ adında bir sergi var. Demet Hanım Türkiye için bu projenin büyük önem taşıdığını anlattı. Sergide, 11 Türk sanatçının, dokunmuş jean yani kot kumaşlar üzerinde oynayarak, çeşitli tasarımlar ile onları adeta birer sanat eserine dönüştürdüğü birbirinden ilginç parçalar vardı. Türk sanatçıları, Londra sanat dünyasına tanıştırmak için çok güzel bir platform olmuş.

Kraliçe’nin kuzeni Prens Michael of Kent’in eşi Prenses Kent de sergideydi. Kendisi ile daha önce İstanbul’da tanışmıştım, tarih kitapları yazdığı için tarih üzerine sohbetlerimiz olmuştu. Bu sergiden çok etkilendiğini söyledi. Londra’da Soho’daki The Edition Hotel’de kaldım. Oteldeki Berners Tavern, şehrin en iyi restoranlarından biri. En çok etkilendiğim şey duvarlardaki onlarca tablo ve fotoğraf oldu. Topkapı’nın Mavi Oda’sı bana göre en özel eserdi. Chiltern Firehouse hala şehrin en gözde mekanlarından. Hem etrafı seyredin hem yemeklerin tadını çıkarın. Quaglino’s’da ise lezzetli yemeklere hoş bir ambiyans eşlik ediyor. 1930’ların kabarelerini anımsatan grubun müziklerine de bayıldım.

Yazının Devamını Oku

Karadeniz’in sessiz güzeli

22 Ekim 2016
Yayla turizmi ya da Karadeniz denince akla ilk gelen adresler genellikle aynıdır. Özellikle Artvin ve Rize, hayranlık uyandıran doğasıyla öne çıkar. Ama o kadar uzağa gitmek istemezseniz, barındırdığı onca güzelliğe rağmen turizmde sessiz ve derinden ilerlemeyi tercih eden Ordu’ya çevirebilirsiniz rotanızı. Tarihe meraklıysanız mutlaka kaya mezarlarını görür, kent müzesini ziyaret ederseniz; bir doğa tutkunuysanız Ulugöl ve Çambaşı’nda sadece bedeniniz değil ruhunuz da dinlenir. Boztepe’ye çıkıp şehri mutlaka selamlayın. 

 

ORDU’NUN EN MEŞHURU

 

Kenti kuşbakışı selamlayan ve genellikle demli bir bardak çayın eşlik ettiği fotoğraflar gördüğünüzde bilin ki Boztepe’de çekilmiştir. Orduluların da turistlerin de şehirde en sevdiği nokta. Teleferikle 450 metre yukarıya çıkıyorsunuz; karşınızda göz alabildiğince uzanan şehir manzarası ve Karadeniz var. “Sadece Boztepe için bile Ordu’ya gelinir” diyenler bulunuyor. Gündüzü ayrı güzel ama bence mutlaka günbatımına yakın çıkılmalı ve gece manzarası seyredilmeli.

 

 

KENT MÜZESİNDE TARİHİN İZLERİ

 

Yazının Devamını Oku

Göklerdeki istikbalin peşinde

15 Ekim 2016
Geçen günlerde Zürih’te dünyanın ilk metal gövdeli uçağının yeniden üretilmişine bindiğimde, kendi havacılık tarihimizi, keşkelerimizi ve gurur anlarımızı düşündüm. Bu hem bir tarih hem bir teknoloji yazısı; havacılık tarihimize saygı sunma ve artık bavuldan online check-in yapabilecek boyuta ulaşan havacılık endüstrisine selam gönderme...

Birkaç hafta önce bavul üreticisi Rimowa tarafından İsviçre’de düzenlenen ve dünyanın farklı ülkelerinden gazetecilerin, işadamlarının, aynı zamanda havacılık sektörü liderlerinin buluştuğu bir panele davet edildim. Benim için en heyecan verici tarafı ise az sonra okuyacağınız gibi Türk Hava Yolları ve Türk Hava Kuvvetleri tarafından da kullanılan Alman Junkers F13 yolcu uçağıyla yaptığımız seyahat oldu. Sıradan bir uçak değildi bindiğimiz; dünyanın ilk metal gövdeli uçağının yaklaşık bir asır sonra yeniden üretilmiş haliydi. Yedi yıl süren bir proje yürütülmüş, 12 bin saatlik çalışmanın sonucunda imal edilmişti. Uçakta orijinal olmayan tek şey o dönemdeki motoruydu. Güvenli bir uçuş için bu önlemi almak zorunda kalmışlar; iyi ki de öyle olmuş!

 

 

 

HAVACILIK SANAYİNİN DOĞUM GÜNÜ

 

1920

Yazının Devamını Oku

Göklerdeki istikbalin peşinde

14 Ekim 2016
Geçtiğimiz günlerde Zürih’te dünyanın ilk metal gövdeli uçağının yeniden üretilmişine bindiğimde, kendi havacılık tarihimizi, keşkelerimizi ve gurur anlarımızı düşündüm. Bu hem bir tarih hem bir teknoloji yazısı; havacılık tarihimize saygı sunma ve artık bavuldan online check-in yapabilecek boyuta ulaşan havacılık endüstrisine selam gönderme...

Birkaç hafta önce bavul üreticisi Rimowa tarafından İsviçre’de düzenlenen ve dünyanın farklı ülkelerinden gazetecilerin, işadamlarının aynı zamanda havacılık sektörü liderlerinin buluştuğu bir panele davet edildim. Benim için en heyecan verici tarafı ise az sonra okuyacağınız gibi Türk Hava Yolları ve Türk Hava Kuvvetleri tarafından da kullanılan Alman Junkers F13 yolcu uçağıyla yaptığımız seyahat oldu. Sıradan bir uçak değildi bindiğimiz; dünyanın ilk metal gövdeli uçağının yaklaşık bir asır sonra yeniden üretilmiş haliydi. Yedi yıl süren bir proje yürütülmüş, 12 bin saatlik çalışmanın sonucunda imal edilmişti. Uçakta orijinal olmayan tek şey o dönemdeki motoruydu. Güvenli bir uçuş için bu önlemi almak zorunda kalmışlar; iyi ki de öyle olmuş!

Havacılık Sanayisinin doğum günü

1920’de dünyanın ilk metal gövdeli uçağı olarak havalanmış Junkers F13. Bu uçuş aynı zamanda uçak endüstrisinin doğum günü kabul ediliyor çünkü  o zamana dek ahşap ve bez kullanıldığı için ne uzun uçuşlar yapmak ne de seri üretime geçmek mümkün olmamış. Junkers uçakların gövdesinde duralüminyum denen malzeme kullanılmış. Hala havacılık sektöründe kullanılan ve “sert-dayanıklı-hafif” özelliklerini kendinde toplayabilen bu alaşım malzemenin bakımının kolay olması ise bir diğer önemli avantaj.

1- İki hangarla başlangıç

Ülkemizde havacılığın ilk adımları neydi diye baktığımda, karşıma 1912 tarihi çıktı; bugünkü Atatürk Havalimanı civarında küçük bir meydan ve iki hangar kurulmuş. Sivil havacılığın miladı ise 1925 yılında Türk Tayyare Cemiyeti’nin yani bugünkü adıyla Türk Hava Kurumu’nun açılışı olmuş.

2- Altı uçak yapan bir gökyüzü kahramanı

Dünyadaki ilk metal gövdeli uçağın havalanışının üzerinden sadece beş yıl geçmişken bizim ilk yerli uçağımız göklere çıkmış. Milli Mücadele yıllarını henüz geride bırakmış, yokluğun en şiddetlisini yaşayıp ulusal projelerle gelişme atağına kalkmış Türkiye’de, hayatını havacılık aşkına adamış Vecihi Hürkuş, ilk yerli uçağımızı yapmış. ‘Vecihi K-VI’ adını verdiği ilk yerli askeri uçak, 28 Ocak 1925 Pazar günü hiçbir sorun olmadan ilk uçuşunu gerçekleştirmiş. Aynı yıl Alman Junkers firmasıyla kesişmiş yollar; ortak bir fabrika kurulması için anlaşma yapılarak Tayyare Motor Türk Anonim Şirketi’nin temelleri atılmış. Kayseri’de kurulan fabrikanın resmi açılışı 6 Ekim 1926’da gerçekleşmiş. 20 adet Junkers üretimi planlanmış ama ortaklık bozulduğu için üretilememiş.  Ayrıca Eskişehir’de de bir bakım ve revizyon atölyesi kurulmuş.

3- Yarım kalan hikâyeler

Yazının Devamını Oku

Londra’da sanat dolu bir sonbahar...

8 Ekim 2016
Okuduğunuz bu satırları Londra’dan yazıyorum. İngiltere’nin başkenti bu aralar çok hareketli günler geçiriyor. Oteller, restoranlar, hepsi dolu. Dünyanın en önemli sanat fuarlarından bir tanesi Frieze’in 5 Ekim’de öngösterimi vardı. Şehrin sanat dünyasında önemli bir yeri olan Frieze’de, dünya çapında 160 galeri ve 1000’in üzerinde sanatçı eserleriyle yer alıyor.

Global sanat dünyasının yanı sıra Türkiye’den birçok önemli isim Frieze’deydi. Burada yaşayan Hüseyin Çağlayan ile fuarda karşılaşıp sohbet ettim. Hem kişisel hem de kurumsal olarak sanata ilgisi ve yatırımlarıyla bilinen Murat Ülker de Frieze’i ilk gününde ziyaret edenler arasındaydı. Murat Bey, fuarın ana sponsoru olan ve dünyanın en büyük kurumsal sanat koleksiyonuna sahip Deutsche Bank’ın 20 yıllık sanat danışmanı Alistair Hicks ve ünlü sanatçımız Ahmet Güneştekin ile fuarı gezdi, ben de peşlerine takıldım. Murat Bey konuşurken Gerhard Richter ile Bridget Riley’nin eserlerinden etkilendiğini söyledi. Murat Bey ayrıca  güzel bir serginin de müjdesini verdi. Yıldız Holding’in Çamlıca’daki Seminer ve Sergi Salonu’nda, Mavi Senfoni’nin de aralarında bulunduğu özel bir seçki 18 Kasım’a kadar herkese açıkmış. Fuarda Türkiye’yi bir tek Rampa Galeri temsil ediyordu. Hüseyin Bahri Alptekin ve Hera Büyüktaşçıyan’ın eserlerine bayıldım.

 

 Demet Sabancı Çetindoğan

 

ŞÖHRETLER GEÇİDİ

 

Frieze’de birçok ünlü sima vardı.

Yazının Devamını Oku