Paylaş
1- Ah O Evler
Mardin’in dünyaca ünlü evleri, Kuzey Suriye tarzı olarak nitelenen taş yapılardan oluşur. Benzerlerine Niğde ve Kayseri’de rastlamak mümkün... Bölgede ünlü olan sarı kalker taşı kullanılmış. Bu taş evlerin yazın serin kışın sıcak olmasını sağlıyor. Mardin evlerinin bir özelliği sıva malzemesi kullanılmaması. Mezopotamya ovasına açılan kapılar tepenin eğimi üzerinde kuruldukları için en az iki katlı yapılmışlar. Ve hiçbirinin gölgesi de birbirinin üzerine düşmeyecek şekilde planlanmış.
2- Müzedeki Fark
1942 yılında kurulan Mardin Müzesi, sadece eser varlığıyla değil kütüphanesiyle ve bahçesinde kurulan Arkeopark ile hem farklı hem keyifli bir adres. Çocuklara tarihi ve arkeolojiyi sevdirme çabaları çok güzel. Minikler hem eğleniyor hem de “Mezopotamya neresi? Çivi yazısı nasıl yazılır? İlk yazıyı kim icat etti? İlk ateş nasıl yakıldı? En eski arabalar nasıldı? Eskiden ekmek nasıl yapılırdı? El değirmeninde buğday nasıl ezilir? Toprağın altında neler var? Arkeolog kimdir?” gibi soruların olduğu birçok bilgiyi öğreniyor. Müze pazartesi hariç her gün ziyaret edilebiliyor, Müze kartla da girilebiliyor.
3- Minarenin Güzelliği
Anadolu’daki en eski camilerden biri olan Mardin Ulu Cami, Artuklular döneminden kalma. Camii Kebir olarak da anılan yapı, 1176 yılında iki minareli olarak inşa edilmiş ama günümüze tek minaresi ulaşmış. Aslında bu minare de orijinal hali değilmiş; 19. yüzyıl sonlarında yapılan eklemelerle şimdiki görüntüsüne kavuşmuş. Eğer cami mimarisine meraklıysanız; 1214 yılında yapılan Şehidiye Camii, Melik Mahmut Camii, bir başka Artuklu eseri olan Latifiye Camii ile Necmeddin Camii de görülecekler arasına ekleyin.
4- Sadece PTT Binası mı?
Başta İstanbul’daki büyük postane olmak üzere istisnalar hariç postane binaları özel ilgiyi hak edecek kadar mimari değer taşımaz. Ama Mardin’deki bir başka… 1890 yılında Şatana Ailesi tarafından Ermeni bir mimara yaptırılan bina Şatana Ailesi Evi olarak da biliniyor. Hayranlık duyulacak bir taş işçiliğinin ürünü. 1950’den itibaren postane olarak kullanıldığı için PTT binası adıyla anılıyor ama bugün Artuklu Üniversitesi’ne devredilmiş durumda.
5- Mardin’in kartal yuvası
Şehre hâkim konumuyla kalenin gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel. Tam bunun için “kartal yuvası” olarak adlandırılıyor; adeta şehri kuşbakışı gözetlemek için kondurulmuş gibi. Şimdilik sadece önceden özel izin alarak çıkabiliyorsunuz. Evliya Çelebi kalenin ambarlarını özellikle överek, erzak ve cephane bolluğunu anlatmış.
6- Yaptırana hapis olan medrese
Mardin’de hüküm süren son Artuklu Sultanı Melik Necmettin İsa tarafından yaptırılan Zinciriye Medresesi, 1385’ten günümüze ulaşmış. Mardin’in en güzel yapılarından biri. Timur’la savaşan İsa Bey, bir süre bu medrese hapis yatmış. Üst katta yer alan odacıklara özellikle dikkat edin; geçmişte medrese öğrencilerinin kaldığı yerlermiş.
7- Duvarların sakladığı hikâye
Zinciriye Medresesi’nden sonra yapımına başlanan Kasımiye Medresesi, siyasi çalkantılar nedeniyle uzun zaman bitirilememiş; tamamlanması Akkoyunlular dönemine rastlamış. Zinciriye gibi Kasımiye Medresesi’nde de öğrencilerin kullandığı odacıklar var. Hangi ders için kullanıldığı odaların tavanındaki simgelerden anlaşılıyor. Medresenin avlusunda duvara su vurulduğunda rahatça görülebilen koyu kırmızı lekeler var. Rivayete göre medreseyi tamamlatan Kasım Paşa burada katledilmiş. Kızkardeşi elinde ağabeyinin kanlı gömleği, acısından ağıtlar yakarak kendini duvarlara vurmuş. İşte bu kanlı gömleğin duvara sürülen izlerinin o günden kaldığı anlatılıyor.
8- Adını safrandan alan manastır
Mardin’den 4 kilometre uzaklıkta bulunan Deyrul-zafaran Manastırı, görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. 5. yüzyılda yapılmış ama bugünkü haline daha sonraki dönemlerde yapılan eklemelerle kavuşmuş. Ama uzmanlığınız değilse bu ekleri fark etmeniz zor; müthiş bir işçilik var. 1932’ye kadar -tam 640 yıl boyunca- Süryani Ortodoks patriklerinin ikametgâhı olmuş. Adını, etrafında yetişen safran (zafaran) bitkisinden alan manastırda göreceğiniz yapılar; Güneş Tapınağı, Azizler Evi, Mor Hananyo Kilisesi ve Meryem Ana Kilisesi. Gittiğinizde karşılaşacağınız yaşam ise sizi bambaşka bir zamana ve atmosfere götürecek. Manastırın görkemine, geleneksel yaşayış biçimlerini titizlikle sürdüren rahipler, rahibeler ve öğrencilerin günlük halleri eklenince, etkilenmemek mümkün değil. Özellikle ayinlerden birine denk gelirseniz, atmosferin etkisi, duyacağınız seslerin ahengiyle daha mistik bir hal alıyor.
9- Bir ayine konuk olun
Mor Benham ya da diğer adıyla Kırklar Kilisesi’ne özellikle akşamüzeri gidin ve bir ayini izleyin derim. Mardin’in metropolitlik kilisesi olarak kullanılan yapıda çok güzel eski ahşap kapılar yer alıyor. Çan kulesi de ilginizi çekecek. Mor Behnam ile kız kardeşi Saro adına yapılan kilise, 6. yüzyıldan günümüze ulaşmış. 1293’te Mardin Süryani Kadim Patriklik Merkezi olduktan sonra, halkın ruhani ve idari işleri bu kiliseden yönetilmiş.
10- Kilo almadan dönmek yok
Türk, Arap, Süryani yemeklerinin harmanlandığı Mardin mutfağı, parmak yedirten lezzetlerle dolu. Mardin’e giderken kilo alacağınızı kabullenin ve kalori hesabı yapmayı baştan bırakın… Diyarbakır’da da çok lezzetli yapılan kaburga dolması, Mardinlilerin elinden ayrı bir güzel. Özelliği sabah erken saatlerde çok kısık ateşte pişmeye başlaması ve ancak öğle yemeğine hazır olması. İç pilavıyla birlikte karşı konulmaz bir yemek. İrok dedikleri kızartılmış içli köfte, ikbebek dedikleri haşlama içli köfte, kiliçe adı verilen Mardin çöreği, sembusek denen kapalı lahmacun, un ve pekmezin başrolde olduğu harire tatlısı, lokma tatlısına benzeyen zingil ise olmazsa olmaz… Yemeğin eşlikçisi ise bakır kaselerde minik kepçeler eşliğinde servis edilen yöresel ayran.
Paylaş