Çalışkan, maharetli, vatanını seven soydaşlar Bursa’ya zenginlik katmışlardır.
Balkan göçmenlerinin kendine has dil ve söylemlerini sohbetlerimizde duyarız. Kendilerini tanımlarken ‘muacir’iz derler. ‘Kızan’ da çok kullandıkları bir deyiştir.
Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgaristan Göçmenleri, Batı Trakyalılar vs gibi gruplar şehrin tamamına yayılmış olsalar da yoğun olarak yaşadıkları mahalleler vardır. Buralarda hala özellikle yaşlı kesimde Arnavutça, Boşnakça, Pomakça konuşan insanlara rastlanabilir. Elmasbahçe, Zafer, Yeşilyayla, Davutkadı, Hürriyet, Adalet, Selamet, Görükle, Göçmen Konutları bunların başında olup binlercesi de farklı farklı mahallelere dağılmışlardır.
Bursa’da düğünlerde en çok oynanan oyun ‘damat oyunu’dur. Balkanların hüzünlü çalgısı klarnet’tir, Roman olmasak da hepimiz roman havasını çalar oynarız.
Yemek kültürü de farklı değildir. Küfte, köfte olmuş, onlar uzun tipini yaparken biz kısaltıp İnegöl Köfte demişiz, yuvarlak yapıp iki elimizle ezerek hafif bombe yapmışız.
İşte Balkanlardan Bursa’ya taşıdığımız yemek kültürünün en başarılı örneklerini sizler için derledik :
1-Burek (börek)
Bir etkinlik ajansı tarafından 10. kez düzenlenen Restoran Haftası’nda katılımcı restoranlar kendi konseptlerine uygun olarak o senenin teması ile hazırladıkları özel lezzetleri menüler şeklinde uygun fiyatlarla müşterilerine sunuyor. Ayrıca ‘Restoran Haftası’ süresince restoranlar partnerlerinin de işbirliği ile mekanlarında ünlü şeflerle buluşma, uzman konuklar, sohbetler, gastronomi dolu deneyimler yaşatıyorlar. Ne mi eksik?
Restoran Haftası maalesef bölgesel kalmış, sadece İstanbul ile sınırlı. Tüm Türkiye’de geçerli bir hafta haline gelebilirdi.
Partnerler daha geniş tabanlı, STK’lar, Gastronomi Dernekleri vs. geniş olmalıydı.
Tüm Türkiye’de restoranlar bunu işleyecek, kampanya haline getirecek bir boyuta sokabilmeliydiler.
Alışveriş merkezleri, Gastronomi AVM’leri, restoran caddeleri de bu haftalarda etkinlik düzenlemeliydiler.
PASTIRMA SICAKLARI
Türk mutfağının en önemli yiyeceklerinden biri olan pastırmayı ne zaman tanıtıyoruz? Sadece Ramazan Ayı’nda. Fırsat ayığımıza gelmiş haberimiz yok.
Bursa’nın meşhur ‘kara inciri’ ağustos ve eylül aylarında çıkar ve biter. Kilosu 10 liradan başlar 5 liraya kadar düşer. Ürün 12 ay olmadığı için sürdürülebilir olamaz, fiyatı düşük olduğu için çiftçi de onca zahmetin karşılığını alamaz.
Geçen hafta Kardelen Kestane’nin Yaylacık’taki üretim ve Ar-Ge tesisinde, Bursa kestanesini marka yapan sevgili Mümin Akgün, kara incir üreticisi Serkan Erötçü’nün getirdiği Bursa incirlerini çikolata ile kapladı. Ortaya nefis bir tat çıktı. Bundan sonrası onların işi. Ambalaj, muhafaza, lojistik, dağıtım ve pazarlamanın doğru bir şekilde yapılması halinde çikolata kaplı Bursa kara inciri 12 ay boyunca havalimanlarında, pastanelerde, kilosu ham fiyatının 8-10 katına satılabilecek. Umarım Ar-Ge süreçleri güzel bir şekilde neticelenir hem üretici hem Bursa kazanır.
KESTANE MÜZESİ
üzeler, kültür turizminin en önemli unsurlarından biridir. Turizm ve müzeler karşılıklı olarak birbirini etkiler. Turizmin gelişimi ile birlikte müzelere olan talep artar. Müzelerin etkili kullanıldığı, iyi pazarlandığı ve marka haline geldiği bir bölgede, turist sayısı ve ekonomik gelir artar alternatif turizm imkânları oluşur. Bundan dolayı dünyanın birçok ülkesinde müze turizmine olan yatırımlar artmakta ve turizm politikalarında her yaştan ziyaretçiye hitap eden ve farklı temaları işleyen bilim, sanat, doğa, çocuk, oyuncak, astronomi, arkeoloji, tarihi, özel müzeler oluşturulur.
Saat müzesi, bisiklet müzesi, o şehrin kimliği ile örtüşen ne varsa müzesi de vardır. Bursa’da Göç Müzesi, Bıçak Müzesi olduğu gibi, Tekstil Müzesi, Havlu Müzesi, Kestane Müzesi de olmalıdır. Dikenli bir golf topuna benzeyen kestaneyi bu haliyle gören, bilen o kadar azdır ki, hele de çocuklarımız… Ağaçtan dikenleriyle başlayıp ağızda hoş bir tatla biten kestanenin bu serüvenini bir müzede çocuklarımıza, gelen turistlere anlatsak ne güzel olur. Kestane şekerinde ilk makine, ilk kutular, 40- 50 yıl öncesindeki ilk kuruluş…
Kardelen Kestane, Yaylacık’taki üretim ve Ar-Ge merkezi müzeye giden bir yolda ilerliyor. Kurucuları Mümin Akgün ve Deniz Utku burayı turistlerin gelip görebileceği güzel bir tesise çevirmiş. Köy konağı gibi sıcak bir atmosferde, bahçesinde kestane, elma ve ayva ağaçlarıyla cennetten kopup gelmiş sanki. Burada gelen misafirleri ağırlıyorlar.
Bundan böyle Marmaris’e İstanbul’a gelen İngiliz turist simiti bilecek, simiti ismiyle isteyecek.
2000 yılından bu yana her 3 ayda bir yenilenerek internet üzerinden yayımlanan listenin yiyecekler bölümünde bu sene Türk mutfağına ait ürünlerin başında gelen ‘simit’ de listeye eklendi.
Simit, Oxford Sözlükte; Türkiye menşeli, üzeri pekmez ve susama bulanarak halka şeklinde pişirilen bir çeşit ekmek, ya da buna benzer bir ekmek türü olarak tanımlamasıyla yer aldı. Bu konuda Simit Sarayı YK Başkanı Abdullah Kovukçu’nun çabalarını unutmadan teslim edelim.
Peki, simit demişken, Bursa’mızın meşhuru tahinli pidesini ne yapacağız?
BİR ZAMANLAR İTHALDİ, O ŞİMDİ YERLİ
Muz ithal bir ürün olarak aklımızda kaldı yıllardır. Sonrasında yerli Anamur muzu, ithalin yıllardır alternatifi oldu. Ardından yerli kivi üretimi başladı. Önce Yalova’da, ardından Ordu ve Rize ‘de üretime başlandı. İthal edilerek dışarıdan dövizle gelen kivi, şimdilerde üretimi yıllık 60 bin tona ulaştı.
Bu ürünlerin birçoğunun üretildiği İspanya’nın Malaga şehriyle aynı enleme ve tropik iklime sahip olan Antalya’nın Gazipaşa ilçesi kendisine büyük bir fırsat yarattı; mango, avakado ve ejder meyvesini topraklarında üretmeye başladı. Bu güzel gelişme ile iç pazarın ithal meyve ihtiyacı karşılanacağı gibi Avrupa’nın 20 günde Güney Amerika’dan getirdiği bu meyveleri, Türk pazarından 1 haftada içinde alabileceği düşünüldüğünde ihracatı da cazip bir hale gelecektir.
İZNİK’TE YABAN MERSİNİ MUCİZESİ
İsmiyle, parkuru ile dikkat çeken EKER I RUN bunlardan biri, geçen hafta yapıldı. Dünyada marka yapmak istediğimiz milli içeceğimiz ayranı, ingilizce koşmak (run) ile eşleştirmek suretiyle etkinlik üreten yaratıcı zihinleri alkışlıyorum. Ay – ran diye okunurken I -Run diye yazılıyor.
Bu sene beşincisi yapılan Eker I Run etkinliğine 2 bin 583 kişi katılmış. 46 şehirden katılım olmuş. Şehrimiz için bir nev’i iç turizm etkinliği gibi gördüğüm bu başarılı etkinliğin TÜRSAB destekli ve uluslararası yapılmasını öneriyorum.
Uludağ, Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biri olmasına rağmen biz Uludağ’ı kış aylarında pazarlayabiliyoruz. Eker burada bir ilki gerçekleştirerek bu sene koşuya ‘Türkiye’nin dağdan aşağı yol maratonu’ unvanını da ekleyerek Uludağ ve doğa sporlarının da önünü açtı.
42 yıllık Bursa orijinli Türkiye markası Eker’i bu başarılı çalışmadan dolayı tebrik ediyoruz. Bursa’nın diğer markalarının da benzer etkinlikleri gerçekleştirmelerini bekliyoruz.
Bursa’mızın simgesi olan Uludağ için bir şeyleri eksik yapıyoruz. Uludağ’a ismini veren Osman Şevki Uludağ anısına Türkiye’nin en büyük trekking etkinliğini ‘Uluslararası Osman Şevki Uludağ Trekking ve Dağ Sporları’ adıyla Uludağ’da yapalım. Eminim Bursa turizmine değer kazandıracak, Uludağ’ın sadece kış aylarından ibaret olmadığını gösterecek, Bursa’mızın markalaşma sürecine katkı sağlayacak.
HAZIR MISIN BURSA?
Bu sene sömestr tatili erken gelecek. Daha doğrusu okullarda ara tatiller bu sene ilk defa uygulanacak. Okullarda ara tatillerin başlaması iç turizmi hareketlendirir mi, Bursa turizmi bundan pay alır mı? 18-22 Kasım’da ilk yarıyıl ara tatilinde göreceğiz. Bursa’mız güzel destinasyonları ile bundan pay alacak. Gelecek çocuklar için çocuk menüleri hazır mı? Çocuklar ve gençlere yönelik farklılıklar yenilikler menülerde olacak. Peki, çocukların tatilden beklentilerini Bursa karşılıyor mu?
Ersoy, “Turist sayısındaki hedefimiz 75 milyon, ziyaretçi başına gelirin 2023 yılında 867 dolar, kişi başı gecelik gelirin de 86 dolar olmasını hedefliyoruz“ dedi. Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore gibi yükselen pazara odaklanılacağının altını çizen Ersoy, turizmi Türkiye’nin 81 vilayetine yaymak istediklerini söyledi. Ayrıca gastronomi, sağlık, kültür, bisiklet, inanç turizmleri ve M.I.C.E. olarak bilinen kongre turizmine yönelik çalışmalara daha da önem vereceklerinin altını çizdi.
Neymiş gastronomi turizmi ön planda olacakmış. Neden peki? Çünkü gastronomi turisti diğer turistlerden daha çok para bırakıyor da ondan.
Bakan Ersoy ayrıca “Gastronomide UNESCO tescilli şehirlerimizin sayısını 7’ye çıkaracağız, gastronomi ağırlıklı üniversitelerle burs çalışması yapacağız, Türkiye’nin lezzet haritasını çıkaracağız, Türk mutfağını dizilerde ve sinemada daha çok yer vereceğiz” dedi.
GASTRONOMİ ARTIK EKRANDA OLACAK
Bizler somon fümeyi Türk filmlerinde tanıdık. Zengin mutfağında Hulisi Kentmen’in sofrasında gördük. Gazoz ise Nuri Alço ile meşhur oldu. Kağıt helva her Türk filminde var. Yemek, filmlerimizde zaman zaman vardır ama yeterli değildir. Amerikan filmlerinde polis otosunda kahve içen, hamburger yiyen çok polis gördük ama Arka Sokaklar’da ince belli bardakta çayımızın, Türk kahvemizin, kebabımızın, maraş dondurmamızın, baklavamızın,yöresel yemeklerimizin konu edildiğini hiç görmedik.
Yurt dışına ihraç edilen Türk dizilerinde daha çok yöresel ve yerel yemekler konu edilmeli, şehirlerin güzellikleri de yer almalıdır. Sorayım size, Muhteşem Yüzyıl’da aklınızda kalan bir Osmanlı yemeği, Anadolu lezzetini anlatan bir sahne hatırlayanınız var mı? Nasıl Amerikan filmlerinde Amerikan bayrağını filmde gösterene teşvik primi veriliyor, bizde de benzer bir uygulama ile filmde yöresel mutfağa yer verilmesine teşvik prim verileceğini düşünüyorum.
BURSA’NIN PAYI NE OLACAK?
Bursa Osmanlı ve gıdanın başkenti. Tarihin ve tarihsel mutfağın izlerini taşıyan Bursa, bu stratejiden ne koparacak?
Santa maria ithal cins bir fidandır. 1915 Yılında İtalya’da ‘williams’ ve ‘coscia’ çeşitlerinin melezlenmesi sonucunda elde edilmiştir. Bu armut cinsi erken ve güçlü verim verir. Ağacın gelişimi yarı dikinedir. Çok verimli olan bu armut cinsi ülkemizde en çok yetiştirilen ikinci yabancı armut cinsidir. Santa maria armudu, eti beyaz orta sulu ve orta lezzette bir armut çeşididir. Ağustos ayının ilk haftasında hasat edilir.
Deveci Armut, Bursa Ağa Köy’ün bir armutudur. Neden ‘Ağaköy Armut’u demeyiz de ‘Deveci Armut’ deriz? Kendi köyümüzü marka yapamamış ama Lütfi Deveci’yi marka yapmışız.
Bursa’daki Ağaköy, gerçekten ‘ağa’ bir köy! 140 haneli bir köy. 140 otomobil, 200 civarında traktör var. Kadastrolu arazisi 2 bin 800 dönüm. Zaman içinde çevre köylerden satın aldıkları ile 3 bin 500 dönüme çıkarmışlar. Göç eden yok. Genç evlilerde iki çocuktan fazla olan yok. 20 yıldır hiçbir polisiye olay olmamış. Evlerin yüzde 70’inde güneş enerjisi kullanılıyor. Her evde içme suyu ve kanalizasyon var. Halen 100 çocuk il ve ilçe merkezinde okuyor... Bereketli Bursa Ovası’nın en zengin köyü, adı bu zenginliğini vurguluyor; Ağaköy!
Ağaköy, aslında armudun ağası! Ağaköy’ün deveci armudu meşhur. Bu cins armut, Türkiye’ye 35 - 40 yıl kadar önce, Samsunlu girişimci Lütfü Deveci tarafından geliştirilmiş. ‘Deveci armudu’ adı da Lütfi Deveci’den kalmış.
Görüntüsü, iriliği ve lezzeti ile tüm diğer armut çeşitlerinden farklı. Lezzetli ve çok sulu bir armut. İrice, tanesinin ortalama ağırlığı 200 - 350 gram. Bugüne kadar rastlanan en irisi, 2 kilo 867 gram olarak literatüre girmiş. Ağaköy bahçelerinde bir kiloya kadar Deveci armudu yetişiyor.
HER YERDE YETİŞMİYOR
Çok da verimli. Yetişkin bir santa - maria ağacı, yılda 200 - 300 kilo armut verirken deveci ağacı 350 - 400 kiloya kadar çıkabiliyor. Bir dönüm araziye 40 deveci armudu dikiliyor. Yetişkin bir bahçeden ağaç başına 150 kilodan dönüme 6 ton armut alınıyor.
Festivallerin en önemli unsuru, şehrin festivali içselleştirmesidir. Festivali halk sahiplenecek, o günlerde şehir ’festivale kokacak’. Bunu festival boyunca Gaziantep’te göremediğimi söylemeliyim. Gaziantep uçağına bindiğinizde senaryo işlemeye başlamalı. Festivalin küçük bir anonsu uçakta yapılabilir, bir adet baklava hoş olabilirdi veyahut uçaktaki misafirlere festival bülteni verilebilirdi. Hadi uçakta yapılmadı, inildiğinde havalimanında festival ile ilgili bir köşe göremedim. İndiğimizde festival için gelen (kayıtlı) misafirleri alana götürecek otobüsler ve hostesler karşıladı. Tabi biz kayıt yaptırmadığımızdan taksi ile önce otele gittik.
Otelde resepsiyonda veya otel odasında milyonlarca para harcanan bu güzelim festivali anlatan, programı görebileceğiniz bir maket, broşür yapmak çok mu zor?
Teknolojiyi sevmiyorlar mı acaba diyorum? Telefon uygulamaları günümüzde bayi toplantılarında bile revaçta iken, GastroAntep’in neden telefon uygulaması yoktu?
Otelden 3 taksi ile çıktık, taksilerden üçü de festival alanını bilmiyordu. Telsizlerle merkez duraklara sordular. Alana uzak bir yerde indirdiler. Yolda iki aileye sorduk, bilen yok. Şaşılacak şeydi.
Festival alanına yakın yerlerde yönlendirmeler hiç yoktu.
Festival alanında kebapçılar, köşede kalmış, ortaya bir gölgelik, çadır gibi bir şey koyamamışlar. 38 derece güneşte terleyerek kebaplarımızı yedik.
Festivalin iki konseri vardı, Yavuz Bingöl’ün bu kadar eleştirildiği bir dönemde festivale konulması doğru mu bilemedim. Diğeri Edis’ti hiç dinlemediğim biri, yorum yapamayacağım.