Pakize Suda

Bizim dizi sizin diziyi döver!

22 Eylül 2005
<B>HAY </B>girmez olsaydım şu dizi işine!<br><br>Ne güzel elimde kumanda zaplayıp duruyordum burun kıvırarak. Şimdi neredeyse özür dileyeceğim bir diziden ötekine geçerken. Verilen emeği biliyorum çünkü.

Birkaç saniyelik sahnenin kaç saatte çekildiğini...

Uykusuz geceleri...

Kaç kişinin 24 saat koşturduğunu...

Yorgunluğu...

Umutları...

Sonra... Sonra bir bakıyorsunuz iki bölümde kalkmış dizi yayından...

‘Beğenilmedi.’

Ne çabuk!

Bu iş de ‘fast food’ misali.

Şöyle bir anlama, alışma, sindirme süresi tanınmıyor.

Seyirci sevecekse ilk bölümde sevecek!

Fakat ben esas gazetelere kızıyorum.

Bilmem dikkat ediyor musunuz gazetelerdeki eleştiri ya da övgülere... Ya yerden yere vuruyorlar, ya göklere çıkarıyorlar bir diziyi. Ortası yok. Ortası tarafsız olmayı gerektiriyor çünkü.

Çünkü bir dizi ya ‘onların’ ya ‘ötekilerin’.

Biliyorsunuz her gazetenin bir kanalı var. Dizi onların kanalında yayınlanıyorsa ‘şahane’, yok öteki kanallardaysa ‘rezalet’.

Bu kadar basit.

Kriter bu yani. ‘Bizimki’ ve ‘onlarınki’.

İnsan çaktırmamak için arada bir ‘onlarınki’ ile ilgili de iki iyi laf eder.

Ama asla!

Reyting falan da umurlarında değil. Rol aldığım diziler olduğu için takip ediyorum; misal 4. sezona başlayan Hayat Bilgisi’nin bile başarısını zor kabul ediyorlar. Veya işe en iddialı başlayan dizilerin iki haftada yayından kalkmasına karşılık 15 bölümdür gayet iyi giden Davetsiz Misafir’e dair tek satıra rastlayamıyorum.

Tamam iki ülke arasında dostluğun girmesine falan katkımız olamadı belki ama izleyicimiz var işte!

Fakat kimse aptal değil. Okur her şeyin farkındadır. Ve korkarım bu kör parmağım gözüne taraflılık karşısında okuduğu her haberle ilgili kuşkuya düşüyordur.

Neyse ki izleyicinin pek kulak astığı yok öyle eleştirilere falan... Zaten abesle iştigal oluyor yapılan. Televizyon sinema gibi değil ki. Evinden çıkıp yollara düşmeden önce güvendiği birinden öğrensin hangi film iyidir... Adam zaten elinde kumanda, televizyonun karşısında oturuyor... Kim ne derse desin kanalların hepsine bakacak şöyle bir.

Bu durumda dizi film eleştirmenliği değil dedikodu yazarlığı gibi bir şey oluyor yapılan.

MIŞ-MUŞ

Anne karnında yüksek oranda testosteron hormonuna maruz kalan erkekler çapkın oluyormuş.

Sonunda esaslı bir mazeret buldular.

Erdoğan ‘Büyük küçük demez hortumcuyu ayak altına alırız’ demiş.

Yeni TCK’da bu da var demek... ‘Ayak altına alma.’

Seks yaparak zayıflamak mümkünmüş.

İyi de kadın kısmı tığ gibi olmadan soyunmayacağından..
Yazının Devamını Oku

Konumuz sanatçılar

20 Eylül 2005
<B>SİZE </B>bir soru... Mesela Seda Sayan ya da Gülben Ergen veya Mustafa Sandal, Tarkan... Tek tek saymayayım şimdi, sevdiğiniz bir sanatçının ayda 1 milyar 400 milyon lirayla geçindiğini duysanız ne yaparsınız?

Önce şaşarsınız, sonra da üzülürsünüz. Biz sevdik mi tam severiz zira, bilirim. Tülin’le Caner’e bile evini bağışlamak isteyenler çıkmıştı. Hayranlığımızın sınırı yoktur.

Ben de devlet memuru sanatçıların ayda 1 milyar 400 milyonla geçindiğini duyunca üzüldüm doğrusu.

‘Üzüleceksen asgari ücretlilere üzül’ diyenler olacaktır. Onlara da üzülürüm. Üzüntü dediğiniz, insanoğluna damlalıkla verilmiş bir duygu değil. Bünye mebzul miktarda üretiyor çok şükür! Herkese yetecek kadar var yani.

Lakin bugün konumuz sanatçılar.

Hani sıra konuşmaya geldiğinde mangalda kül bırakmadığımız mevzu. Atatürk’ün herkesin her şey olabileceği ancak sanatçı olamayacağı ifadesini falan anarak yere göğe koyamadığımız sanatçılar...

Fakat sanatçı deyince sırf Sibel Can’lar geldiğinden aklımıza... E, onlar da maşallah yeteri kadar para kazandığından... İçimiz rahat.

Ama işte atar tutarken ‘gerçek sanatçı’ diye tanımladıklarımız ayda 1 milyar 400 milyon lira maaş alıyorlar. Bir sanatçının yaşayabileceği semtte kiralar 1 milyar liradan başlıyor.

Hayır, yine üzülmeyecektim de hükümet bu maaşı az bulacağı yerde bu sanatçılara devleti soyuyorlarmış muamelesi yapınca...

Neymiş efendim, ‘Bankamatik sanatçılar’ varmış, kaç sezondur sahneye çıkmıyorlarmış!

Demirel’in ‘Benzin vardı da biz mi içtik’ diye bir lafı vardı... Rol verildi de oynamadılar mı bu arkadaşlar? Ha varsa öyle birkaç kişi, gereği yapılır. Ya da ihtiyaç olmadığı halde kadro açarken düşünülecekti bunlar. Şimdi rol sırası gelmeyen sanatçının suçu ne?

Hem birkaç sezon oynamasa ne olur bir sanatçı?

25 sezon oynamış... Çoluğunu çocuğunu kulislerde, turnelerde büyütmüş... Yurtdışında olsa abad edilirdi. Biz neredeyse aldığı bütün maaşları geri isteyeceğiz. Maaş da maaş olsa...

Peki bir şey soracağım... Bir dönem (her zaman erken seçim yapıldığına göre sadece 3-4 sene) görev yapmış (aslında çoğunluğu için ‘uyuklamış’ demek daha doğru) milletvekillerinin sittin sene maaş almalarının da bir yükü yok mudur devlete? Bir sürü şeyden hálá bedava faydalanmalarının?

Kimse bunu gündeme getirmiyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı ‘Bir koltuk bize 3 milyara mal oluyor, biz ise bunu 6 milyona satıyoruz’ demiş.

Elbet böyle olacaktır. Bu, devletin bir hizmetidir; aynı eğitimde, sağlıkta olduğu gibi... Bunu da özelleştirsinler oldu olacak. Çok şikáyetçiyseler...

Bakın, istismarcılar için bir lafım yok. Ama kuruyla yaş ayrılmalı, öyle değil mi? Sanatçıların isimleri tek tek yayımlandı gazetelerde... Bunların arasında bir şarkısıyla, bir oyundaki bir sözüyle, duruşuyla, bakışıyla sizi ağlatmış, güldürmüş, düşündürmüş, ne bileyim bir an mutlu etmiş bir kişi bile yok mu?

Önemi yok mu bunun?

MIŞ-MUŞ

Boşanan kadınlar daha çok silikon taktırıyormuş.

E, pazarlama işi ‘sil baştan’ olunca.

*

Doktorların ruh sağlığı bozuk çıkmış.

Söküğünü dikemeyen terziler yalnız değil demek bu álemde.
Yazının Devamını Oku

Kim bilir...

18 Eylül 2005
<B>BİRKAÇ </B>sorum var bugün size...<br><br> Kızı bulmak için arka arkaya 8 çocuk yapan kaç çift gördünüz? Kızının ‘kukusu’ görünecek şekilde çıplak fotoğrafını çekip eşe dosta gösteren kaç baba tanıyorsunuz?

‘Kızım büyüyünce beraber çapkınlığa çıkarız’ diyen babaya rastladınız mı hiç?

Peki ‘Aslan kızım, erkeklerle aran nasıl?’ diyen babaya?

Kızının çapkınlığıyla ‘Babasının kızı tabii’ diye övünen baba gördünüz mü peki?

Kızı buluğa erince elinden tutup erkeğe götürmüş olan bir baba var mı tanıdığınız?

Kulaklarınız ‘Kadının elinin kiri’ diye bir laf duydu mu hiç?

Kızını evlendirmeyi ‘Damat almak’ olarak ifade eden bir aileye rast geldiniz mi?

Kız arkadaşıyla sinemaya gitti diye kaç erkek çocuk dayak yemiştir ana-babasından?

Erkeğin namusunun kadından sorulduğuna şahit oldunuz mu?

Peki bir kadının, ‘Erkek gibi gülme’ diye ikaz edildiğine?

Dul erkeğin de ‘Arka paçası ön paçasına düşman’ mıdır?

Erkeklerin de ‘Eksik etek’, ‘Kaşık düşmanı’ gibi tanımlamalarla anıldığı yöreler var mıdır?

Bir erkeğin açık kalmış gömlek düğmesi kavgaya neden olmuş mudur hiç?

‘Babam kocam olsun’ diye yemin eden kadın duydunuz mu?

‘Erkekler rahat bırakmıyor’ diye övünen kız babasına rastladınız mı?

‘Oğlunu dövmeyen dizini döver’ diyen bir atamız var mı?

‘Babanı şey edeyim’ diye küfreder mi bir erkek bir erkeğe?

***

Bütün bunlar olsun istediğimden değil...

Ama misal ‘Biz kızımla çapkınlığa çıkacağız’ diye şaka yapabilen babaların elinde büyüseydi kız, erkek bütün çocuklar...

Kızlarının kukusunun fotoğrafını çekmediği gibi oğullarının pipisini de çekmeseydi aileler...

Küfürler hep analarla avratlar üstünden edilmeseydi...

Belki o zaman erkekler, cep telefonlarıyla sevgililerinin çıplak fotoğraflarını çekip dağıtmazlardı.

Belki iki bekár kadının evi, ‘Çok geziyorlar, eve erkek de alıyorlar’ diye (hem de İzmir gibi medeni bir şehirde) mahalleli tarafından taşlanmazdı.

Kim bilir...

MIŞ-MUŞ

‘Erkek gibi yaşamak’ kadının ömrünü kısaltıyormuş.

Gıyaben bile zararları var.

*

50 yıl önce ölen Einstein’ın, evlilikleri sırasında iki eşini de aldattığı anlaşılmış.

Erkekler ayağını denk alsın, eninde sonunda çıkıyor işte ortaya.

*

Erkekler de kadınlar gibi göğüslerine silikon koyduruyorlarmış.

‘Göğüs göğüse savaş’ devri başladı!
Yazının Devamını Oku

Hülya bari saçının rengini değiştirseydi

17 Eylül 2005
Hülya Avşar’a bütün kadınlar gıpta ediyordur herhalde.<br><br>Zira yeryüzünün en önemli meselesini halletmiş görünüyor kendisi. Nasıl yaptı, nasıl becerdi bilmiyorum ama...

‘Kadın olma hali’nden kurtuldu.

Hangi konumda, kim olursak olalım, karşı koyamadığımız o marazi kadınlık hallerinden eser yok Hülya Avşar’da.

Ağlamıyor sızlamıyor...

Şikáyet etmiyor...

Kıskançlık krizlerine girmiyor...

Bunalıma düşmüyor...

İntikam almaya kalkmıyor...

Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor.

Kadın dediğiniz böyle durumlarda hiç olmazsa saçının rengini değiştirir.

Yok, bildiğimiz, alıştığımız hiçbir hal yok.

*

Kadın kısmının büyük çoğunluğu için ayak bağıdır erkek meselesi...

Çoğu zaman işine gücüne bile manidir.

Aşkın, ilişkinin başlaması bir dert, sürmesi ayrı dert, bitmesi ise felakettir.

Her aşamada hayatın öteki kısımlarında da inişler çıkışlar yaşar kadın...

Fakat Hülya Avşar duygularını ameliyatla aldırdı sanki. Dediklerine bakıyorum da...

Hayır, belli bir yaştan sonra bu mevzulara camın arkasından bakmak tabiidir de Hülya Avşar’ın daha yaşı ne başı ne... Seksten sorumlu bilim adamlarının ifadesine göre esas kadınlığın başladığı yaş içinde bulunduğu yaş...

Hadi bugünlerden vazgeçtim, Hülya Avşar en az on senedir bu durumda.

*

Bakın, Kaya Çilingiroğlu robotlaştıramadı mesela kendisini...

Becerebilseydi eğer sürerdi evlilikleri...

Hülya Avşar’ın deyimiyle iki şirket ortağı misali...

Fakat Kaya Çilingiroğlu bütün sıradan ölümlüler gibi birtakım duygularının önüne geçemediği, yaşarken ‘yaşama’yı seçtiği için hayat yolunda öyle Hülya Avşar gibi dümdüz gidemeyecek, sağa sola takılacaktır.

*

Aslında Hülya Avşar’a bütün kadınlar adına sormak isterim nasıl becerdiğini...

Fakat bunun kimseye bir faydası olacağını sanmıyorum. Sokma akılla nereye kadar gideceksiniz...

Ancak bir nevi hidayete erme gibi bir hal gelecek üstünüze ki... Böylece bu en önemli meseleyi sandığa kaldırıp önünüze bakacaksınız.

Fakat bu istenen bir hal midir, o da ayrı...

Ben gıpta etmek falan diyorum ama yine de sevgili arkadaşıma ‘Bravo!’ mu demeliyim yoksa ‘Vah vah!’ mı tam karar veremedim.

MIŞ-MUŞ

Dünyanın önde gelen dolar milyarderlerinin çoğu lise ya da üniversiteden terkmiş.

Bu da okumamışların ‘züğürt tesellisi.’

Dünya Karadeniz’i keşfetmiş.

Biz unutabiliriz o halde.

Başbakan’la Milli Eğitim Bakanı klipte oynamış.

Ay erotik mi erotik mi?

Deniz Baykal ‘Erdoğan laubali’ demiş.

Yine de denizden çıkmış halde kurulanırken demeç verdiğini falan görmedik.

Maliye Bakanı Unakıtan ‘AB’nin parasına ihtiyacımız yok’ demiş.

Gönlümüz zengin çok şükür!
Yazının Devamını Oku

Uzayıp giden salatalıklar

15 Eylül 2005
<B>BİZİM </B>aklımız ermez tabii.<br> Demek ihtiyaç hasıl oldu.

Bir metre salatalığa.

Artık ev kadınlarından mı geldi talep... Yoksa kabzımallardan mı...

Haberi okuduğumdan beri hayalimde bir metrelik salatalığı cacığa doğramaya çalışıyorum.

Olmuyor.

Bir ucundan tutmuş doğrarken öteki ucu fırın küreği misali mutfağın kapısından geçeni dürtüyor.

Hákim olamıyorum salatalığa.

Bir bu eksikti hayatta hákim olamadığımız şeyler içerisinde.

Bir metre salatalığı onar santimden kesip Çengelköy boyuna indiriyorum.

Oh be! Dünya varmış.

Fakat gönlüm razı değil. Üretici uğraşmış etmiş... Bir metre salatalık yetiştirmiş. İlaçlar, hormonlar... Onca emek, masraf...

Hatta sofraya öyle upuzun yatırabilme imkánı olsa...

Çünkü cacığın içinde çıkınca karşınıza, nereden bileceksiniz orijinalinin kaç metre olduğunu... Bir manası kalmıyor.

***

Domates var sonra...

Onun da zeytinyağlı yemekler için ayrı, etli yemekler için ayrı, söğüş için ayrı lezzette olanı geliyor.

Eli kulağında.

Sıkın dişinizi!

Biliyorum çok sıkıntılıydınız bu konuda.

Olmuyordu yani... Aynı domatesin hem yemeği hem salatası...

Fakat şükür, müteşebbis üreticiyle nebattan sorumlu bilim adamları el ele verdiler de...

***

Gelelim karpuza...

Bu sene karpuzun son yuvarlanışıydı.

Artık yokuş aşağı bıraksanız gitmez.

Küp oldu zira.

Koyduğunuz yerde duracak.

***

İkisi bir arada şampuanlardan sonra üçü bir arada meyveler geliyor şimdi de.

Çalışmalar başarıyla neticelenmiş.

Misal erik, elma, şeftali bir arada.

Ki benim ‘Hızır acil çağı’ dediğim çağımıza çok uygun.

Hepimizin acelesi var. Kimsenin üç meyveyi arka arkaya soyup yemeye vakti yok.

Hatta keşke topunu bir araya getirseler...

Netice olarak, ne diyeyim...

Biri çiftçiye ‘Kendini tekrar etme!’ diye öğüt verdi herhalde.


MIŞ-MUŞ


İngiltere’de 22 yaşındaki bir üniversite öğrencisi, havanın nemini ölçüp yağmur yağıp yağmayacağını haber veren akıllı mandallar üretmiş.

Biz şu salatalığın iki metreliğini üretelim hele bir...

*

Erdoğan, ‘Güvenlik güçlerinin eli kuvvetlenmeli’ demiş.

Şansımıza bu da pokerci galiba.

*

Milas’ta 250 hektar orman yanmış.

Buna da şükür, yanacak ormanımız kalmış demek!
Yazının Devamını Oku

Yazıklar olsun!

13 Eylül 2005
<B>HANGİ </B>genç kız, sevgilisiyle sevişmiyor?<br><br>Kaldı mı öyle muhallebicide buluşmalar?<br><br>Uzaktan bakışmalar? En fazla el ele tutuşmalar?

Kendini evleneceği erkeğe saklamalar? Ki bundan aşağılık bir şey yok. Kadının mal olarak görülmeyi kabulüdür bu. ‘Elden düşme’ olmamak için en doğal dürtüyü kimbilir kaç sene, belki de ömür boyu bastırmak.

Aşk, seksten ayrılmıyor artık.

Fakat ortada tuhaf bir durum var. Bir yaman çelişki. Sevişenler hálá ayıplanıyor. Hem de yine sevişenler tarafından. Tabuları yıktık ama sırf kendimiz için. Biz ne yaparsak mübah. Ama başkası... Yargılar, damgalar, işini bitirip bir kenara koyarız.

Bu durumda törelerin emri diye kızını, kardeşini öldüren o çok kınadığımız adamlardan ne farkımız var?

Gamze Özçelik’i vurup öldürmedik ama öldürmekten beter ettik.

Günlerdir onu kaynatıyoruz. Kıkırdayarak.

‘Ayol resimdeki oymuş!’

Evet oymuş.

Bugün o.

Yarın bakalım kim... Siz ya da kızınız.

‘Ben beraber olduğum adamı seçerim’ falan demeyin. Bu işleri yapan adamlar öyle sokak serserisi değil.

***

Erkek arkadaşı nişanlanmaktan vazgeçmiş.

‘E, haklı tabii adam’ diyenler var.

Neden?

Kız bir önceki sevgilisiyle sevişti diye mi?

Sanki bunu ilk defa o yapıyor.

Ha, herkes tarafından görüldü diye mi?

Ama kız teşhirci değil ki. Kendi iradesi dışında oldu bütün bunlar. Üstelik sevişmiyor bile, uyuyor.

Bir adam kalkıp bir pislik yapıyor ve biz her zamanki gibi gözlerimizi ona değil, kurbanına çeviriyoruz.

Hep böyle mi olacak bu?

‘Biz ne yaptık?’ diyeceksiniz.

Hiçbir şey yapmadık. Bütün mesele bu zaten. Mesela protesto etmedik. O görüntüleri arsızca seyrettik, birbirimize gönderdik.

Konuştuk, kaynattık, gülüştük...

***

Bunu yapan o adam ömrünün sonuna kadar öyle bir nefretle çevrelenmeli ki ateşin ortasında kalan akrep misali kendini sokmalı.

Ama hiç umudum yok.

Nişandan vazgeçen adama da yazıklar olsun! Ama toplum baskısı var tabii üzerinde, o da ne yapsın. O halde bu topluma yazıklar olsun!

MIŞ-MUŞ

Derviş, AB için ‘Ya çok güçlü girelim ya da başka yol bulalım’ demiş.

Fakat AB bizden önce davrandı, ‘Türkiye’yi aramıza ya almayalım, ya da almayalım.’

*

Banu Alkan, borsada ve aşkta kaybetmiş.

Neyse vücut ölçülerini koruyor... 90-60-90.
Yazının Devamını Oku

Rapor manyağı olduk

11 Eylül 2005
<B>OYSA </B>işler nasıl da yolundaydı...<br><br>Enflasyon enflasyon olalı böyle yerlerde sürünmemişti mesela ki bu bizim için iyi bir şey biliyorsunuz. Gerçi farkında değildik. Ekonomi konusunda ‘Sana mı inanayım gözüme mi’ demeyeceksiniz zaten. Daima söylenene inanacaksınız.

‘Ekonomi tıkırında’ deniyorsa tıkırındadır.

Cebinize bakıp karar vermeyeceksiniz. Belki de delik var sizinkinde...

Fakat rahat vermiyorlar ki insana. Şöyle tadını çıkaralım halimizin. Bu yabancılarda ‘rapor’ hastalığı var. Vallahi. Bakıyorsunuz zırt pırt buradalar. Araştırmaya gelmişler.

‘Bakalım hapishaneleriniz nasıl?’

Cırt bir rapor.

‘Bakalım Kürtlere yan baktınız mı?’

Cırt bir rapor daha.

Rapor manyağı yaptılar bizi.

Donumuzun içine bile bakmaktan çekinmediler. Ki erkeklerimiz az bunalıma girmedi gerçek penis boyları açıklanınca.

* * *

En son gelip cebimize bakmışlar. BM kalkınma bilmemnesi... Kaç paramız var diye...

Hayır, neticede bir çıkma yapacaklarsa baksınlar da... Sanmıyorum.

‘Paran kadar konuş’ diyecekler, onun için...

Nitekim yüzde 42’mizin cebinden 4 dolardan az para çıkmış ki dudağımızı kıpırdatmaya hakkımız yok buna göre.

Şimdi bu araştırmayı yapanlara, ‘Aslında ekonomi çok iyi durumda’ diye yırtınsak...

‘Kimin ekonomisi?’ diye sorarlar adama.

Rapor var ellerinde. Gerçi bizim de raporumuz vardır herhalde. Yoksa İstanbul’daki cip sayısına bakıp da karar verecek değil Başbakan... Ya da ‘cemiyet hayatının önde gelen simaları’na...

Fakat işte onların raporuyla bizimki birbirini tutmuyor.

Hangisine inanacaksınız...

Gönül tabii iyiye inanmak istiyor. Nitekim inanmış yuvarlanıp gidiyorduk. Bunlar gelip kurcalamasalardı...

Yalnız raporun teselli edici bir tarafı da var. Kişi başına düşen gelir artıyormuş.

Fakat benim yıllardır duyduğum, ancak anlayamadığım bir husustur bu kişi başına gelir düşmesi hadisesi.

Ne zaman düşecek?

Daha bir şey görmedik.

Bir gün, boşanan karı kocaların malları paylaşması gibi hazinenin kasasındaki paralar hepimize pay mı edilecektir, nedir?

Katiyen anlamış değilim.

MIŞ-MUŞ

Paris Hilton, ‘Erkek arkadaşlarım cinsel bakımdan yetersiz olduğumu düşünüyor’ demiş.

Görüntü var, ses yok!

İki anneli embriyon klonlanacakmış.

Kabak kız çocuklarının başına patlayacak, bir yerine iki kişiyle çatışacaklar.

İPod 3 kat incelip ‘cep’e girmiş.

Korkarım yakında ‘Küçül de cebime gir’ lafı lafta kalmayacak!
Yazının Devamını Oku