19 Kasım 2006
"AĞACA yaslanma çürür, adama dayanma ölür."<br><br>Ne güzel laftır! İkincisini biraz değiştirerek kadınlara ithaf etmek istiyorum.
"Kocana dayanma gider."
Evet adamlar gidiyor bir bir.
Kadınların hayatından...
Allah’ın emri oldu adeta.
Tavsiyeler faydasız.
Dünyanın en akıllı, en güzel, en başarılı kadını olsanız... En iyi eşi, en iyi annesi...
Fayda yok.
Adamlar gidici.
Kanun gibi.
"Dedelerimiz gitmedi ama" diyeceksiniz.
Onların hamuru başkaydı. Artık o hamurdan erkek yok.
Ya da şöyle söyleyeyim, erkekler cinselliği keşfetti.
Tamam eskiden de biliyorlardı ama en diri kadınla en şahane seksi yaşama peşinde değillerdi.
Hayatı değerlendirmekten anladıkları, "değişik kadınlarla sevişmek" değildi.
Aklın fikrin sekste olmasının ayıp olduğunu düşünüyorlardı belki.
E, cinselliği kışkırtan kadın bolluğu da yoktu etrafta.
Dost, arkadaş çevresinden emsal de yoktu haliyle, "O yaptı, ben de yaparım" dedirtecek.
Fakat artık tutabilene aşkolsun!
Ve gitmelerinin tek bir sebebi var.
Seks.
Son zamanlara kadar gayet safiyane yaklaşıyordum konuya... "Aşk" diyordum. Anlamayan, yapışıp kalan kadınlara kızıyordum.
Belki yine istisnalar vardır ama artık sadece seks için gittiklerini düşünüyorum.
45’i geçmiş eşleriyle sevişmek istemiyorlar.
Bu kadar basit.
Ama kimse itiraf etmiyor elbet.
Başka kılıflar buluyorlar.
Neco, "Huzuru buldum" demiş. Karısıyla aynı yaşta bir kadında bulsaydı huzuru, inanırdık ama...
Bütün yaşını başını almış erkeklerin, huzuru çocukları yaşında kadınlarda bulmaları ne tesadüf!
Erkekçe çıkıp "Taze et peşindeyim" diyen olsa gidip alnından öpeceğim.
Fakat bir yandan da yakıştıramıyorlar demek kendilerine... Sakladıklarına göre pek de iyi bir iş yapmadıklarının farkındalar.
* * *
Peki kadın istiyor mu 69 yaşını geçmiş eşiyle sevişmeyi?
Hiç sanmıyorum.
Belki de kadınların bir yaştan sonra sevişmekten kaçınmalarının nedeni budur. Göğsünün kılı ağarmış, kasları erimiş, öpüşürken nefes nefese kalan eşleriyle seks yapmak cazip gelmiyor olabilir.
Ama kadınlar idarecidir.
Nasıl orgazm taklidi yapıp idare ediyorlarsa, ölene kadar pek de bayılmadıkları bir adamla idare edebilirler.
İdare etmeyip de ne yapacaklar... O beğenmedikleri erkekleri "hap" diye yutacak genç kızlar, kadınlar beklemekteyken kadını bekleyen kimse yok dışarıda.
Adaletsizliğin böylesi...
Kendilerinden 40 yaş büyük erkekleri "áşık olmak" için dışarıda bekleyen kızlara gelince.
Aslında söz konusu erkeklerin, bu kızları tutup doktora götürmesi lazım. Ne derdi var diye. Bir büyük olarak hakikaten yapmaları lazım bunu.
Fakat onlar bir Viagra yutup kızların hatırını sormayı tercih ediyorlar.
Bir trajedidir gidiyor anlayacağınız.
MIŞ-MUŞ
Endonezya’nın ünlü büyücüsü, kara büyüyle Bush’u brokoliye çevirecekmiş.
Özellikle brokoli herhalde. Dünyanın en faydalı sebzesi olmak hakikaten sarsacak Bush’u!
4 ay önce evlenen Demet Akalın boşanıyormuş.
A bu kadar çabuk! Bakire mi çıkmadı acaba?
Brezilya’da bir kedi, köpek doğurmuş.
Nefretten doğan aşkın meyvesi!
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2006
O kadarına yetişemiyorum. Kadın dergilerini takip edemiyorum.
Ama istemediğimden, beğenmediğimden değil vallahi, dediğim gibi yetişemiyorum.
Gerçi en son elime aldığımda öyle uzun zaman ayırmak gerekmiyordu, üç sayfada bir parmağı yalamak suretiyle sayfaları çevirme süresi neyse, o kadar!
Uzatmayayım, geçen gün bir-ikisine bakayım dedim.
En çok da G noktasının son durumunu merak ettiğimden.
Bulundu mu?.. Yoksa hálá adres elde aranmakta mı?..
Belki de şimdiki gençlerin tarife falan ihtiyacı yoktur.
Bizim kuşak tarifle bile bulamadıydı.
Ki "Açıyı iyi ayarlayacaksınız" öğüdüne bakıp yatağa açıölçerle girenler bile olduğunu tahmin ediyorum.
Veya çiftler arasında şöyle konuşmalar geçtiğini...
"Hayır, biraz daha ilerleyip sağa meyil edeceksin."
"Geçen defa sağda bulamamıştık, sola meyletsem?"
Fakat nafile!
*
Neyse işte, bir bakayım dedim, ne var, ne yok...
A, çıplak kadından geçilmiyor!
Kadın dergisinde dili dışarıda kadınlar!
Ortalıkta dolaşan "Lezbiyen olmayan üç-beş kadın kaldı" söylentisi doğru mu yoksa!
Derken, meğer erkek dergisiymiş elimdeki.
Fakat sahiden bu dilin dışarıda olması hadisesi nedir?
Kadınlar neredeyse anadan doğma zaten. Fakat erotizmin tavan yapması için dilin dışarıda olması gerekiyor demek. Aklınızda bulunsun, nerenizi gösterirseniz gösterin, dilinizi göstermiyorsanız olmaz!
Neyse, bir kadın dergisine ulaşabildim netice olarak.
G noktası bıraktığım yerde duruyor arkadaşlar!
Yani efsane olma durumunu koruyor.
Üstelik efsane büyümüş de. Ceviz kadar olmuş. Öyle yazıyordu dergide, "G noktası ceviz büyüklüğünde olup, vajina girişinden..."
Bizim gençliğimizde bezelye kadardı. Demek baktı bulunamadan tarihe gömülüp gidecek, büyüttü kendini!
Fakat hálá ayrıntılı tarifi veriliyor yerinin.
Yani neredeyse kadının bütün içini kaplayacak hale gelmiş fakat hálá tarifsiz bulunamıyor. Korkarım gençler "çüş oldum" diyorlardır.
*
Yalnız benim anladığım kadarıyla uzmanlar da umudu kesmiş G noktasından.
Nereden anladın derseniz, baktım dergide yeni alternatifler sunuyorlar kadına.
Bir tanesi hele öyle alternatif ki, hani partneriniz kör, kötürüm olsa bile yeni adresi bulmaması mümkün değil. Orgazm kaynağı bu sefer orta yerde dağ gibi duruyor.
Hem de bir değil, iki tane.
Yedekli yani bir nevi.
Göğüsler.
Evet, göğüs orgazmını tavsiye ediyor uzmanlar.
Bugüne kadar neredeydiler bilmem.
Uzmanlar yani.
Veya göğüsler. Neden uzmanların işaret etmesini beklediler?
Daha bitmedi.
Göğüslerden de randıman alamazsanız "psikolojik orgazm" var.
Nasıl oluyor derseniz, ben de anlamadım.
Orgazm olduğunuzu farz edip, oturuyorsunuz oturduğunuz yerde herhalde!
*
Kadın dergisinden söz edip de günün modasından bahsetmezsek olmaz.
Gerçi siz de takip ediyorsunuzdur, bu senenin giyim kuşam modasına uymuşsunuzdur bile fakat belki atlayan olmuştur diye yardımcı olmak isterim.
Şimdi arkadaşlar sokağa çıktığınızda "Kadın son moda!" dedirtmek istiyorsanız şöyle giyineceksiniz:
Hani pazar yerlerinde bütün malları üst üste giyip tezgáhın üstüne çıkan çığırtkanlar vardır... Siz bir tek tezgáhın üstüne çıkmayacaksınız.
Dikkatinizi çekerim, üst üste giyinirken asla renk ve biçim uyumuna dikkat etmeyeceksiniz. Bunu kısaca, "ne bulduysanız" şeklinde özetleyebiliriz.
Dediğim gibi giyindiniz diyelim. Şimdi hakikaten modaya uygun olup olmadığınızın sağlamasına geldi sıra.
Anneannenizin karşısına geçip "Nasıl oldum?" diye soracaksınız.
"Bu ne hal?!" diye gözlerini açıp bağırırsa oldunuz demektir!
MIŞ MUŞ
Æ Türkiye’de ormanlık alan artmış. Yalnız ağaçların bir kısmı köksüz... Seyyar.
Æ Bülent Ecevit’in mezarı Gölbaşı’na taşınacakmış.
Buna da şükür! Ben Rahşan Hanım evde tutar diye düşünüyordum.
Æ Neco da genç sevgilisiyle yaşamak üzere evini terk eden erkekler kervanına katılmış.
E, sanatçı dediğin "yenilikçi" olacak!
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2006
"HIMMM..."<br><br>Bakın çok önemlidir bu "Hımmm..." Bir başlangıçtır.
Mana çıkarma faslının başlangıcı.
Her durumdan mana çıkaranların memleketidir bu topraklar.
Çıkarılan manalar gerçeklerle örtüşür mü?.. Onun takibi yapılmaz pek.
O sırada başka durumlardan başka manalar çıkartılmaktadır zira.
Bu mana çıkarma işinin en taze örneği, Ecevit’in cenaze töreni.
Törene katılanların sayısı...
Kimin kiminle selamlaştığı...
Kimin hangi otobüsle Ankara’ya geldiği...
Atılan sloganlar...
Alkışın şiddeti...
Bunlara bakıp "Hımmm..." diye başladılar.
Herkes bir mana çıkardı.
Kitap gibi okuyanlar oldu hatta töreni.
Özetini çıkardılar, okuyamayanlar için.
"Şimdi, bu törende halkın anlatmak istediği..."
* * *
Fakat herkesin harcı değil tabii mana çıkarmak.
Hayaliniz geniş olacak biraz.
Ben mesela... Pek yetenekli sayılmam bu konuda.
Cenaze törenine baktım baktım, "Ne çok seveni varmış" dedim.
O kadar.
Hadi biraz daha zorlayayım kendimi...
"Bu tür törenlerde yer almak, tarihe tanıklık etmektir biraz da. Herkes ister..."
Boğazımı sıksanız daha fazlasını çıkaramam.
Argoda "kabız" deniyor benim gibilere.
Fakat neyse ki azınlıktayız. Çoğunluk "mana çıkarma ustası".
Çıkardılar nitekim.
Vatandaş solda birliğin işaretini vermiş!
Demek adam paltosunu giydi, "Hanım ben solda birliğin işaretini vermeye gidiyorum" dedi, gitti.
Şimdi iş, işareti alanların gereğini yerine getirmesine kaldı.
İşte mesele de bu zaten.
Bu mana çıkaranlar "mana çıkarma"da ne kadar ustaysalar, "gereğini yerine getirme"de o kadar beceriksizler.
Şimdi ne olacak peki?
Manaya gebe durumlar sırasıyla hayattaki yerini alırken bizim manaseverler habire durumdan vazife çıkarıp hazırlık yapacaklar.
"Ne hazırlığı?" derseniz...
Hiç.
Maksat iş olsun, gün dolsun.
MIŞ-MUŞ
Lerzan Mutlu, "Zirve için zaman var" demiş.
Yol da epey uzun gibi görünüyor.
Milli Eğitim Şûrası’nda herkes uyumuş.
Zaten eğitim de epeydir gençleri uyutmaya yönelik değil mi?.. Ruhuna uygun düşmüş.
Ali Müfit Gürtuna’nın "Turkuaz Hareketi’nde birlikteyiz" dediği ünlü isimler, "İşimiz olmaz" demişler.
Hareketin ismini beğenmemişlerdir; erkek adamın renkli hareketi olmaz!
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2006
ZATEN tırnağımız kırılsa ondan bilme eğilimindeydik, grip virüsü enjekte edilen deneklerden "depresyonda" ve "sinirli" olanların hastalandığını da okuyunca en son... Demek ne yapsak nafile.
"Sinir" varsa eğer...
Ki olmayan birine rastladınız mı bilmiyorum.
Artık direkt sinirli olarak doğuluyor adeta.
Bakın etrafınızdaki çocuklara... Hepsi sinirli. Mülayim olanı tutup bu çocuğun nesi var diye doktora götüreceğiz neredeyse.
O kadar "olmazsa olmazımız" oldu yani.
Fakat buna rağmen vücut tam alışmamış demek. Ki görünce ayarı bozuluyor.
Belki de doğa, dengesini koruyabilmek için icat etti bu siniri, stresi, depresyonu falan. Biz kazık kakmanın bir yolunu bulmaya çalıştıkça veriyor stresi, veriyor depresyonu...
"Bunu da alt edin de göreyim!"
Hakikaten alt edilmiyor.
Öyle brokolinin üstüne nar suyu içmeye benzemiyor. Kolay değil.
Bizim gazetede Osman Müftüoğlu’nun "Yaşasın Hayat" köşesini takip ediyorsunuzdur... Herkesin "stresi yönetme notu" düşük.
Fiziksel aktivite, beslenme sular seller gibi fakat iş strese gelince herkes çuvallıyor.
Ve dikkat ediyorum, hangi meslekten olursa olsun herkes, işinin bütün işlerden daha stresli olduğu iddiasında. Oysa şairin "Gurbet benim içimde" dediği gibi bir durum mevcut bana göre.
Diyeceğim, ömrümüz uzayacak uzamasına ama mazeretimiz var asabiyiz, stresimiz var depresyondayız.
Mesele, kimdir müsebbibi bu hale gelmemizin? Bizi bir stresten ötekine salan sebep nedir?
"Değişen hayat şartları" klişesi var gerçi "günah keçisi" olarak. Fakat biz de zaman içerisinde bu değişen hayat şartlarına paralel olarak tekámül etmedik mi?
Etmedik demek.
Semranım’a karşı falan hazırlıklı olamadık mesela.
"Ne alakası var" diyeceksiniz.
Bakın şimdi şöyle:
Ana-babalarımızın gençliğini düşünelim mesela... Kaç kişi vardı çevrelerinde?
İki arkadaş, üç komşu, kardeş, hala, teyze... Hepsini toplasan on beş kişi etmez. Tamamı stres yüklese insana, ne yazar... Hepsi kanınız canınız.
Şimdi öyle mi...
Her birimizin çevresi 70 milyon.
Yekvücut olduk adeta. Yozgat’ın köyündeki adamın karnı ağrısa haberimiz oluyor.
Semranım’ın kızı kocaya kaçtı, al sana stres!
Eskiden nereden haberimiz olacaktı?
Kendi akrabalarından bile haberi olmazdı kimsenin. Telefon yazdırılacak, üç gün sonra bağlanacak... Kimse kalkışmazdı.
Şimdi herkes birbirine sırtının kaşındığını bile haber veriyor.
Zırt telefon, pırt mesaj ve ucunda mutlaka sinir bozucu bir şey!
Bizi telekomünikasyon mahvetti anlayacağınız.
MIŞ-MUŞ
Mars gözlem aracı gözden kaybolmuş.
Terzi söküğünü dikemezmiş!
Adnan Kaşıkçı, röportajında evindeki davetlerde misafirlere telekız ikram ettiğini itiraf etmiş.
Kuşsütü niyetine.
Maaş için Sağlık Bakanlığı’na başvuran Mekke’de ölen iki hemşirenin ailesi, "Mesai başlamadan öldükleri için maaş bağlayamayız" cevabını almış.
Bir de resmi kurumların "asık yüzlü" olduğunu söylersiniz, bakın ne komikler oysa!
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2006
BİR HOŞLUK
BUNCA yıldır kimbilir kaç fotoğrafını gördük Atatürk’ün... Fakat hiç gülerken çekilmişine rastladınız mı?
Ben rastlamadım. Ta ki bu 10 Kasım’a kadar.
Bu 10 Kasım’da, Koç Grubu, gazetelere verdiği ilanda Atatürk’ün gülerken çekilmiş bir fotoğrafını kullandı. Sizin de dikkatinizi çekmiştir belki.
Atatürk’ün gülmeyen biri olması değilmiş meğer sebep. Bizim gülmeyi ayıp saydığımızmış belli ki.
Elemiş, bir kenara ayırmışız o gülen fotoğrafları...
Olur ya, Ata’mızı "hafif" zanneden olur belki!
Koç Grubu’nu kutluyorum, bu inanışı yıktığı için. Özellikle mi seçti o fotoğrafı, yoksa tesadüf müydü bilmiyorum ama kurtarıcıların da "insan" olduğunu gösterdi bize. Biz sevenlerini mutlu etti en azından.
BİR NAHOŞLUK
Eşiniz ölmüş...
Duyan taziyeye geliyor.
Ama siz sevdiklerinizinkini kabul ediyor, diğerleri için odanızdan çıkmaya bile tenezzül etmiyorsunuz.
Olur mu bu?
Ne dinimiz, ne geleneklerimiz hoş sayar mı bunu?
Gerçi eşiniz sıradan biri değildi, bir politikacıydı.
Siz de öylesiniz.
Taziyeye gelenlerin çoğu da öyle.
Ve bazılarıyla görüş ayrılığı içerisindesiniz, geçmişte sürtüşmeleriniz olmuş.
Fakat ne olursa olsun, böyle günde kapıya gelen düşmanınız olsa nezaket gereği bir teşekkür edersiniz.
Ki eşiniz, tarihe nezaketiyle geçecek birisidir.
Rahşan Ecevit’ten bahsediyorum elbet. Necmettin Erbakan’a yaptığını okumuşsuzundur gazetelerde. Ben yakıştıramadım kendisine.
Ha, prensiplerden vazgeçmemek fena bir şey değildir elbet. Tersi bir durumda siz taziyeye gitmeyebilirsiniz mesela ama kalkıp ayağınıza gelmiş birini yok sayamazsınız. Yakışık almaz.
Ölümler istisnai hallerdir. Böyle günlerde prensiplerden vazgeçilebilir ki hayatın akışı içerisinde o prensiplerden vazgeçildiğini de gördüğümüz oldu. O konulara girmeyeyim şimdi.
Ama sahiden bu sonuncusu yakışık almadı.
BİR TAYYOŞ’LUK
"Dere bu, taşar..."
Böyle dedi Başbakan’ımız, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yaşanan sel felaketi üzerine.
Doğru tabii.
Neyin ne yapacağını bileceksiniz. Derenin taşmayıp da misal dikiş dikecek hali yok!
Herkesin, her şeyin bir görevi var.
Derenin taşması, olması gereken bir şey!
Yeri gelince olmaması gerekenleri de söylüyor Başbakan’ımız. "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" demişti, hatırlarsanız.
Kendisi adeta Hayat Bilgisi kitabı gibi, eksik olmasın!
Sırası geldikçe başka olması gerekenleri de işaret edecektir, eminim.
Fakat, "Şeker bu, düşer..." demedi bakın!
Bakalım, beklenen büyük İstanbul depreminden sonra, ölmez sağ kalırsak, "Deprem bu, yıkar..." dediğini de duyarız herhalde!
MIŞ-MUŞ
Deprem tatbikatı 3 milyon YTL’ye mal olmuş.
Azıcık daha bekleselerdi, bedavası yoldaydı!
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, orkestradaki kadın sanatçıları göğüs çatallarının görünmemesi konusunda uyarmış.
Bakmışsınız yakında bacak arasına alınıp çalınan viyolonseli de müstehcen diye yasaklamışlar kadınlara!
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2006
Tam son günlerin mühim konusu (elbet mühim, ucu sağlıklı nesiller yetiştirmeye kadar gidiyor) üstüne kalem oynatmaktayken Ecevit’in vefatı geldi girdi araya. Ölüm durduruyor insanı...
Uzaktan bile geçse...
"Hayat devam ediyor" klişesine sarılmak pek uzun sürmüyor gerçi ama kısa süre de olsa çok manalı ve gerekli konulardan bile uzaklaşılıyor.
Hele ki eften püften işlerse...
Bir sürü şey ayıp geliyor insana ölümün yanında.
Hülya Avşar’ın, İbo Show’da, Ecevit’in ölüm haberini aldığı anda "gidip şu gelinliği çıkarayım" demesi de böyle bir şeydi herhalde.
Fakat işte hayat devam ediyor.
Elbet iyi de ediyor.
Ve o mühim konuyla bendeniz de hayata dahil oluyorum.
"Evlilik... Ama ayrı evlerde."
*
Sahi evlilikte tarafların ayrı evlerde yaşaması mümkün müdür?
Böyle bir evlilik modeli, evliliğin selámeti açısından, ötekinden iyi midir?
Şimdi, yıllar yılı, aynı evi paylaşmanın ilişkiyi yiyip bitirdiğini yazıp durmuş biri olarak bu sorulara "Evet" diye cevap vermem gerekiyor di mi?
Öyle ya...
Sahiden, bırakın karı kocayı, iki kardeş, ana evlat, iki arkadaş... Karşınızdaki neyiniz olursa olsun iki kişinin aynı evde yaşaması fazladan sorun getirmiyor mu ilişkilere?
Müdahaleler, tecavüzler, ele geçirmeler, sinir olmalar derken bakıyorsunuz karşı taraf hasım olup çıkmış!
Hem kadınla erkeğin ilişkisinde "merak" önemli bir husustur ya... Karşı tarafı merak ettiğiniz sürece aşk-meşk halleri devam eder ya hani...
"E" halini "İ" halini, "De" halini 24 saat göre göre ezberlediğiniz birinin nesini merak edeceksiniz?
Hal böyle olunca ayrı evlerde yaşamak iyi bir şeymiş gibi duruyor.
Birbirine yaşam alanı açmak...
Özlemek birbirini...
Yüz göz olmanın bir sınırının olması...
İki kişinin, kişiliklerinden vere vere ortak ucube bir kişilik oluşturmasına imkán vermemek...
İyi tabii.
*
İyi de...
Şu, nikáhla beraber otomatikman gelip insanoğlunun içine yerleşen meşhur "sahiplenme duygusu" ne olacak?
"Biz ayrı evlerde yaşıyoruz" demenizi dinler mi acaba?
Tam tersine bu durumda daha da büyük sorunlar mı çıkarır yoksa?
Bakmışsınız habire ev basıyorsunuz...
Ha, sahi taraflar birbirine anahtar verecek mi?
"Canım her şey evlilikten önceki beraberlik gibi olacak işte" diyorsanız, o zaman evlilik niye?
Ne münasebetle evleniliyor?
Çevre, aile baskısı falan demeyin, zaten onları çok önemseyen insan öyle ayrı evlerde yaşamaya falan da kalkışamaz.
Hem Anadolu’nun herhangi bir yerinde, görücü usulüyle evlenmiş çiftlerin uygulayacak hali yok bunu. Uçtaki kişilerden söz ediyoruz burada.
İşte ben de onun için soruyorum zaten, bu tip insanların demode evlilik kurumuyla ne işi var?
Fakat belki de herkesten çok onlar meraklı evliliğe. Daha tanışmanın ertesi günü pılıyı pırtıyı toplayıp karşı tarafın evine yerleşmeler, mutfağa girip makarna pişirmeler falan bunun işareti olabilir. Bakmayın siz karizmayı çizdirmemek için itiraf etmediklerine.
Ha, bakın bu da var. Beraberliği bile ayrı evlerde yaşayamayanlar nasıl becerecekler evliyken ayrı oturmayı?
*
Aslında bana göre bütün mesele ne biliyor musunuz?
Artık eşler arasında sıkı, kopmaz bir bağ oluşmuyor nedense. Hani Rahşan-Bülent Ecevit çiftinde olduğu gibi.
Karı-koca ilişkisi de artık bütün ilişkilere haki olan yüzeysellikten nasibini aldı. Pamuk ipliği bağların kopmaması için çareler arıyoruz mecburen.
Bir de seks budalası olduk hepimiz.
Evlilik eşittir cinsel beraberlik adeta.
"Eşler birbirleri için arzu nesnesi olmayı nasıl sürdürürler?"
Herkesin derdi bu. Uzmanlar, gazeteler, dergiler... Dört koldan çalışıyorlar.
Görmemişin cinselliği olmuş!
Netice olarak,
Nedir arkadaşlar mesele?
Birbirimize tahammül etmenin yollarını mı arıyoruz ayrı evlerde falan oturarak?
İş tahammül etmeye gelmişse çekiverelim kuyruğunu gitsin!
Şart mıdır evlilik?
MIŞ MUŞ
ÆGöztepe Parkı’nın ismi Ecevit Parkı olarak değiştirilmiş.Artık istediğimiz kadar onore edebiliriz, duymaz nasıl olsa.
ÆErdoğan seller için "Dere bu, taşar..." demiş.E, insan bu, şaşar...
ÆEmre Altuğ "Çağla ile çok şiddetli bir şey yaşadık" demiş.Fakat sonlarına bakınca... Tanrı bütün sevgilileri "çok şiddetli bir şey"den korusun!
Yazının Devamını Oku 9 Kasım 2006
ALİ Aytuğ, Alev Gültekin, Gülizar Yetgin, Aydan Çiçek, Sedat Poyraz, Melek Ateş, Atilla Efendioğlu, Melek İnan... Meğer aynı dertten mustarip ne çok kişi varmış! Yani çocuklara okuma-yazma öğretmenin yeni yönteminden şikáyetçi olan...
İçlerinden birinin, Alev Gültekin’in mektubu:
"Talat ile Lale’nin elele atla tel atlaması... Vallahi çok haklısınız. Benim de 7 yaşında oğlum var ve deli olacağız bunları öğreteceğiz diye. Ama eksik yazmışsınız. Bir de bu yazıyı el yazısı yazarak öğretmeye çalışın bakalım! Kafayı yememek elde değil."
Tamam da, yeni aldığım duyuma göre Lale, tel, el, et, telli, telle derken çocuklar okuma yazmayı sökmüşler. Demek yetkililerin bir bildiği varmış. Ama benim dilim hálá dönmüyor. İyi ki okuma-yazma işini bugünlere, yetişkinler için açılan kurslara bırakmamışım!
***
Halit Yıldırım
"’Ayak Yıkama Mevzuu’ başlıklı yazınızda çok ciddi bir bilgi eksikliği var. Çemişgezek’e hiç gittiniz mi? Orada iki kumalı ve on çocuklu kaç kadın gördünüz?
Çemişgezek Tunceli iline bağlı bir ilçedir. Tunceli, okuma-yazma oranı en fazla, Alevi kesimin yoğunlukta olduğu bir ilimizdir. Alevi kültüründe iki eşlilik olmadığı gibi kadının yeri erkekle eşittir. Size daha duyarlı olmanız gerektiğini hatırlatır, iyi günler dilerim."
Bakın, Doğu’dan öylesine, herkesin bildiğini düşündüğüm bir ilçeyi örnek verdim yazımda. Hepsi bu. Anlatmak istediğim şeye bire bir örnek teşkil etmeyebilir Çemişgezek. Bunun için özür dilerim. Ayrıca ádettendir biliyorum, nereyi örnek versem oranın halkından itiraz gelecekti.
Bu kadar duyarlı olduğunuza göre, herhalde farkındasınızdır, yazılarda, sohbetlerde adı çok geçer Çemişgezek’in, Doğu’nun sembolüdür adeta. Adının enteresan oluşundan belki, bilmiyorum.
Bir de her fırsatta şu mezhepleri karıştırmasak işin içine diyorum. Beni takip eden ve izan sahibi biriyseniz Türkiye’nin hiçbir bölgesiyle ve hiçbir mezheple bir alıp veremediğim olmadığını biliyorsunuzdur.
Ben de size iyi günler dilerim.
***
Sinem Kucar
"Ben size bir haber verecektim. Biz Amerika’da yaşayan bir çiftiz. Az önce burada yerel bir televizyonda Rihanna’nın röportajını izledik. Şu an herkes burada bunu konuşuyor. Ünlü sanatçı Rihanna bir Türk DJ’e áşık olmuş. Açıklama olarak hiçbir şey yapmadı, sadece TTA dedi sustu. Siz haberciler araştırabilirsiniz sanırım. Gerçeği herkes öğrenecek. Çok mutluyuz. Burada herkes bu konuyu konuşuyor, burada olmanız gerek."
Ne diyorsunuz siz kuzum?
Demek orada herkes bunu konuşuyor?
Biz Hülya Avşar İbrahim Tatlıses’e vermiş midir zamanında gönlünü, onu konuşuyoruz. Sizin meselenizle ilgilenemeyiz kusura bakmayın!
***
Bilge Bayraktar
"Sakın siz de pek çokları gibi ULUSLARARASI ÖDÜL cazibesine kapılıp meslektaşlarınızın düştüğü yanılgıya iştirak etmeyin. Orhan Pamuk ödül alarak kendini aklamış değildir.
.....
Verilen ödül açıktır ki tamamen siyasi olup, verildiği zaman itibarıyla Türk halkına atılmış bir tokattır. Kitapları edebiyat tarihinde iz bırakacak kitaplar değildir. İyi ve ağır bir yazar olabilir fakat bu ödülü bana göre hak etmemiştir."
Bakın böyle düşünmeniz iyi bir şey.
Vallahi.
Dışarıda kazanılmış başarılar ya da uğranılmış hezimetler karşısında yekvücut olmak toplumlar arasından pek de sağlık işareti değil bana göre.
Dolayısıyla Orhan Pamuk konusunda da herkes mutabık olacak diye bir şey yok. Kimse ötekini ikna edeceğim diye hırpalamasın kendini.
MIŞ-MUŞ
Hafif elektrik akımı hafızayı güçlendiriyormuş.
İşkencecilerin mazereti oldu!
*
Devlet Bakanı Mehmet Aydın "Dindar yolsuzluk yapmaz" demiş.
Biz bu filmin "Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz" versiyonunu görmüştük.
Yazının Devamını Oku 7 Kasım 2006
ECEVİT öldü baba! Gerçi bekliyorduk. Aklı başında hiç kimse iş bu raddeye geldikten sonra geriye dönmesini arzu etmezdi de. Çünkü artık hiçbir şey olmamış gibi hayata kaldığı yerden devam edemezdi, ki kaldığı yer de çok iç açıcı değildi zaten.
Ecevit öldü baba!
Bilmiyorum ölüler üzülür mü yoksa sevinir mi başka ölümlere.
Bilmiyorum...
Ama televizyonda haberi veren altyazıyı gördüğüm anda sen düştün aklıma.
O senin Ecevit’indi çünkü.
Neredeyse bizi sevdiğin kadar severdin onu. Çok beğenir, çok güvenirdin.
Seninle özdeşleştirmişim demek...
Ama buna rağmen kalemime doladığım çok oldu senin Ecevit’ini babacığım.
Özür dilerim seni kırdıysam.
Ama vallahi hiç terbiyesizlik etmedim. Yerinde, dozundaydı hepsi.
Ecevit öldü baba!
Ben o esnada bugün bu köşede yayımlanacak yazımla uğraşıyordum.
Evli çiftlerin ayrı evlerde yaşamasının evliliği nasıl etkileyeceğine dair bir yazıydı. Son günlerde tartışması yapılan bir konu.
Büyük büyük laflar ediyordum tam... Sonra işte haberi duydum.
Ecevit’in evliliğini düşündüm. Rahşan Hanım’la ayrı evlerde yaşadıklarını...
Tuhaf olmaz mıydı?
Gereksiz, manasız?
Ama Rahşan Hanım’ın Bülent Bey’in üzerindeki etkisinden şikáyetçi olanlar, "Ah keşke öyle bir şey olsaydı" diyebilirler tabii.
Ecevit öldü baba!
Gelmiş geçmiş en dürüst politikacı.
Başka meziyetleri de vardı elbet. Ama bu topraklarda çok az rastlanan bir özellik olunca dürüstlük, bu yönü öne çıktı daima.
Haksızlık oldu belki de Ecevit’e, gölgede kaldı öteki meziyetleri.
Ecevit öldü baba!
Bir devir kapandı.
Sırf siyaset tarihi değil dediğim. Bizim de, yani o Karaoğlan’ken çocuk olanların da hayatında bir devir kapandı.
Karaoğlan oralarda bir yerde hálá durmaktayken biz de hálá çocuktuk sanki!
05.11.2006 itibarıyla artık çocuk değiliz!
Hatta genç bile değiliz.
Ecevit öldü baba!
Bekliyorduk gerçi... Ama yine de üzüldük, şaşırdık, yıkıldık. Onun adıyla umut sözcüğü daima yan yana anıldığından belki...
MIŞ-MUŞ
Hırsız tırmanmak için dağcılık eğitimi almış.
Eğitim şart.
Yorgunluk bir hastalıkmış.
Hem de salgın hastalık.
Erdoğan, "Afetleri önleyemeyiz, abartmayın" demiş.
Sanki "Yağmuru durdurabilir misin Tayyip" diyen oldu!
Dünyanın gözdesi artık Çince’ymiş.
Bir cümleye üç tane İngilizce sözcük sokuşturanlar düşünsün!
Yazının Devamını Oku