15 Nisan 2008
"BAHAR geldi gül açıldı, ruhuma neşe saçıldı" kıvamındayken hiçbir konuya giresim yok açıkçası. Sümbüllerden girip leylaklardan çıkabilirim ancak.
Sizi bilmem...
Fakat Alaskalı okur için yazıyor olmadığıma göre sizin de durumunuz benden pek farklı değildir fikrimce.
Yani şiddetle, içinde "AKP", laiklik, CHP, demokrasi, ulusçuluk, Ergenekon, Anayasa gibi sözcüklerin geçtiği bir yazı istediğinizi sanmıyorum.
Tamam bunlarsız da olur elbet fakat canım hiçbir konuyu çekmiyor.
Hatta sadece çimene yayılıp otlamak istiyorum desem.
Ama bir tek şey için silkelenebilirim bakın!
Gebze’de tecavüze uğradıktan sonra öldürülen İtalyan sanatçı Bacca’nın ardından bütün bu köşeyi kaplayacak büyüklükte
YUH OLSUN BİZE!
yazabilirim.
"Kötü insanlar her yerde var" elbet...
"Bir kişinin kötülüğü, bütün ülkeye mal edilemez"
Bu da tamam...
Fakat durumu özetleyen cümleye bakarım ben.
"İtalyan sanatçı Pippa Bacca, barış mesajı vermek için çıktığı yolculukta, Türkiye’den geçerken tecavüze uğrayıp öldürüldü."
Böyle anılacak...
Böyle geçecek kayıtlara.
Gerisi teselli.
* * *
Uzatmayayım, bugün herkes kendi yazısını yazsın diyorum.
Ben sözcükleri yan yana dizeyim (Ama benim sevdiğim sözcükleri)... Siz onlardan cümleler kurup yazı oluşturun.
Yahut her bir sözcüğü konu başlığı olarak düşünün.
Duydunuz zilin sesini!
Erguvan, su, bahçe, seyahat, yeşil, papatya, deniz, taraça, saksı, kayık, sokak, dondurma, salkım, gökyüzü...
Leylak, yaz, kiraz, martı, ortanca, meltem, pembe, ova, badem, toprak, zeytin, limonata, şilte, avlu, simit, kavanoz...
Hanımeli, orman, mavi, köy, bahar, kırlangıç, tren, sümbül, çay, patika, kuzu, sabah, balkon, göl, gelincik...
Manolya, dağ, beyaz, kedi, vapur, sabun, yasemin, erik, tarçın, yaprak, sedir, lale, imbat, çilek, çiçek...
MIŞ-MUŞ
AB Komisyonu Başkanı Barroso, "Etnik ve dini farklılıklar zenginliğiniz" demiş.
Fakat kafalar fukara olunca...
Eski bakan Koç’un kızının nikáhına katılan Erdoğan, çiftten 3 çocuk yapmalarını istemiş.
Taktı!
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2008
TANIŞMADAN karar vermeyeceksiniz!<br><br>Birini sevip sevemeyeceğinize... Hayatınıza alıp alamayacağınıza...
"E, zaten normali bu" diyeceksiniz.
Evet ama yazılarından, şarkılarından, şusundan busundan ötürü aranızda paralellik kurduğunuz ve sırf bu nedenle çok iyi arkadaş olabileceğinizi düşündüğünüz bir yığın insan var biliyorum.
Ve diyorum ki, "O kadar emin olmayın!"
En iyisi "hayran" olarak kalın!
Hayalleriniz yıkılmasın!
* * *
Aynı şekilde, bir mekánda bulunmaya bile tahammül edemeyeceğinize inandığınız birileri varsa ki vardır...
Mesela yaptığı işle ilgili olarak peşinen reddettiğiniz birileri...
Bundan da o kadar emin olmayın!
Benim başıma geldi.
Bir hırsızı sevdim!
Yok, yanlış anlamayın, "öylesi sevmek" değil dediğim.
Şunu da yanlış anlamayın:
Gün boyu masa başında yahut kulağında telefonla "mesleğini" icra eden "modern zaman hırsızları"ndan söz etmiyorum. Onların seveni çok zaten.
Benimkisi, kapıdan, bacadan evlerimize süzülen "klasik hırsız"lardan...
Hani çelik kapı, demir parmaklıkla korunmaya çalıştığımız... Buna rağmen neredeyse hepimizin en az bir kere burnumuzun dibinde biten...
"Yükte hafif pahada ağır"cılardan.
"Başka bir yaratık" muamelesi yaptığımız insanlardan benimkisi.
Dobra Dobra’ya konuk oldu geçenlerde.
Şimdi, insanların canını yakan birinin nesini seveceksiniz di mi?
Fakat işte şu "karşılıklı oturup konuşmak" var ya... İnsan "can düşmanı"yla "can ciğer kuzu sarması" olabilir. Herkes değil tabii, benim gibiler.
Seyrettiyseniz fark etmişsinizdir, bir ara "Bu mesleğe ne zaman başladın?" diye soruyordum neredeyse. Yarısında yuttum cümleyi. Dinledikçe öyle normalleşmiş ki yaptığı iş gözümde, "meslek" olmuş.
Ve neredeyse hak verir olmuşum.
Hatta o akşam evdekilere, "Kapıyı aralık bırakalım, çok mağdur durumda zavallılar" diyesim bile geldi.
En yakın ahbabım şimdi o!
* * *
Fakat memnun değilim bu huyumdan.
Biri "Ablacım, böyleyken böyle" diye anlatmasın karşıma geçip... Bir bakmışsınız "seri katil"i omzuma yatırmış, başını okşuyorum!
Yahut bir heyete dahil edip, "karşı taraf"a göndermişler beni... İkna edeyim diye... Heyet dönüyor, içinde ben yokum!
Güvenmeyin bana!
MIŞ-MUŞ
İtalya’da bugün yapılacak seçim öncesinde "Solcu kadınlar çirkin" diyen Berlusconi’ye, İtalyan solu "Yatakta iyiler" cevabını vermiş.İster misiniz "AB’ye uyum" çerçevesinde bize de böyle bir "seçim öncesi" dayatsınlar!
Stresin ilacı aşkmış."Çivi çiviyi söker" hesabı.
Bush, "İran yüzyılın en büyük tehlikesi" demiş.İran’ın yerinde olsam..."Aman efendim, teveccühünüz; sizin yanınızda bizim lafımız mı olur" derim.
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2008
ALIŞVERİŞ
Türkiye’nin bütün çobanları birleşip, ellerine iki kalıp peynirle bir bakraç da süt alıp, Aysun Kayacı’ya teşekküre gitmeliler bence.
Sevenleri ne çokmuş meğer!
Sahip çıkanları!..
Aysun Kayacı olmasaydı bundan habersiz yaşayıp gideceklerdi.
Fakat Aysun Kayacı da teşekküre teşekkürle karşılık vermeli. Yok, peynir için değil. "Prim patlaması" için.
Gerçi çobanları anmayı kendi akıl etti, fakat neticede onlar da varlıklarıyla ilham verdiler Aysun Kayacı’ya.
Güzel bir alışveriş oldu vesselam.
HOLLYWOOD DOĞURUYOR
Bana hamile olmayan bir yıldız gösterin!
Hollywood doğuruyor... Seri imalata geçildi adeta.
Kaputlar mı patlak çıktı, haplar mı bozuk?
Yoksa Hollywood’dan Erdoğan mı geçti?
BAKİREYLE SEVİŞMEK
Hani hálá Türkiye’nin büyük bir kısmında erkek için evleneceği kızın bakire olması önemlidir ya...
Tamam, ahlák, namus, örf, ádet, şu, bu da... Bana bir parça da "sapıklık" varmış gibi geliyor işin içinde.
Yani diyorum ki, "el değmemiş eş" istemenin arkasında "bir bakireyle sevişmenin dayanılmaz cazibesi" yatıyor olmasın?
Hadi durumu yumuşatalım biraz...
"Sapıklık" demeyelim de "fanteziseverlik" diyelim...
Suçu "bilinçaltı"na yükleyelim...
Bakire arayan her erkeği işin içine dahil etmeyelim...
En son "yanılıyor olabilirim elbet" diyelim.
TUHAFLIK KİMDE?
Ruslar minicik bebekler yapmışlar.
Avuç içi kadar.
Ama nasıl sahici... Her uzvu yerli yerinde.
Oyuncak değil, şeker.
Evet yeniyormuş.
Artık neresinden başlarsanız ısırmaya... Elinden, ayağından, kafasından...
Bana bu da biraz "sapıklık"mış gibi geldi.
(Hayırdır inşallah, bugün sapık avına çıkmış gibiyim.)
Hayır, bir bisküvinin üstüne çizilmiş kaş gözden ibaret olsa... Veya karikatürize edilmiş olsa...
Fakat insanın neredeyse "Ah canım, adı ne bunun?" diyeceği kadar sahici olunca...
Tuhaflık bende mi, Ruslarda mı, bilemedim.
RAHAT BATMAK
İlişkilerde aradığımız sahiden huzur mu?
Peki onu bulduğu anda neden etrafına bakınmaya başlar insan?
"Rahat batmak" diye bir deyime neden ihtiyaç duyulmuş peki?
Var demek insanoğlunda böyle bir eğilim.
HATIRLA HATIRLA BİTMEZ
Üniversitelerde kavga başladı yine.
İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, İzzet Baysal, Uludağ, Muğla üniversiteleri karışıkmış.
Türkiye’nin acı dönemlerini bir bir hatırlatan "Hatırla Sevgili" sonsuza kadar sürmek durumunda kalacak galiba.
TAHRİKLERE KAPILMAYIN
Kimdir sahi o tahrike kapılacak olanlar?
Bugüne kadar onyüzmilyon kere duymuşumdur bunu, ancak çağrıyı dikkate aldıklarından mıdır artık yoksa zaten kimsenin kapılacağı falan olmadığından mıdır, "tahrike kapıldım" deyip sokağa fırlayan birine rastlamadım hiç.
Ama bu kadar çok tekrarlandığına göre bu söz, elinde sopası tamam ama "tahrik"i eksik birileri var demek. Fakat onlara söz geçer mi bilmiyorum.
MIŞ MUŞ
Æ301, hukukçuları bölmüş.Eskiden "yuvarlanıp" giderdik şimdi "bölünüp" gidiyoruz.
ÆKadının baskın olduğu ilişkiler daha uzun ömürlü oluyormuş.E, adam korkudan bi türlü bırakıp gidemeyince tabii...
ÆBira kadında cinsel arzuyu artırıyormuş.Bira, maydanoz sapı, ebegümeci, semizotu... Erkeğin hiçbir dahli yok farkındaysanız...
ÆDünyanın en zeki 45 öğrencisinden 2’si Türk’müş.Sonra bir yerde takılıyoruz, ama nerede?
ÆUçaklarda cep telefonu serbest oluyormuş.Müjde! "N’aber", "İyilik, senden n’aber" demeye hiç ara vermeyeceksiniz!
ÆDırdırcı kadın erkeği, dayakçı koca kadını kalp hastası yapıyormuş.Kısasa kısas!
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2008
SİZ de okumuşsunuzdur ya...<br><br>İki genç kadın, dünyaya barış mesajı vermek amacıyla, üstlerinde gelinlik, Milano’dan yola çıkmışlar... Otostop yapa yapa Türkiye üzerinden Tel Aviv’e varmakmış hedefleri...
Beyrut’ta buluşmak üzere İstanbul’da ayrılmışlar birbirlerinden. Fakat kadınların birinden, o günden, yani 31 Mart’tan beri haber alınamıyormuş.
Bilmiyorum şaşırdınız mı duyunca...
Tersine, Türkiye’yi sağ salim katedebilselerdi şaşırırdık.
Kadın her zaman tehlikede bu topraklarda.
Evdeki şiddetten kurtulsa sokaktaki adama yakalanıyor. Ne can güvenliği var, ne ırz.
Zavallı kadıncağız da "nasibini" aldı işte.
İnşallah utanırım şu yazdıklarımdan. Kadın sağ salim çıkar ortaya da...
* * *
Fakat durum bütün vahşetine, dehşetine ve de vahametine rağmen tiye alınmaya çok müsait.
Gelinlikten ötürü.
Sahi ne maksatla giydiler acaba o gelinlikleri?
"Dikkati çekmek" idiyse maksat, çektiler nitekim!
Gerçi gelinlik "barış"ın sembolü de sayılabilir pekálá!
Kadın kısmının tek tek kişisel tarihine bakılacak olursa, babasıyla, kocasıyla, anasıyla, kaynanasıyla "barışık" olduğu tek günün gelinlik giydiği gün olduğu görülebilir.
Bir gün için her şey süt limandır...
Şımartılır gelin.
Bir dediği iki olmaz, el üstünde tutulur...
Öyle sihirli bir hali vardır "gelinlik" denen şeyin.
Fakat yine de misal terör örgütü gelinlik görünce silahı bırakır mı; İsrail’le Filistin barışır mı, ABD adam olur mu, bilemem.
* * *
Belki de geçtikleri topraklardaki insanlara acılarını unutturmak istediler...
Öyle ya, nihayetinde güzergáhları Balkanlar, Türkiye, Ortadoğu’ydu. İtalya’dan Finlandiya’ya gidiyor değillerdi.
Acıların nasıl unutturulacağına gelince...
"Gelin" demek, biraz da "oynamak" demek değil midir bu bölgede?
Nice düğünden, gelin bir türlü pistten inmediği için tebriklerimi iletmeye fırsat bulamadan ayrıldığımı bilirim.
* * *
"Gelin"in akla getirdiği, "oyun"dan başka şeyler de var tabii.
"Gerdek" mesela.
Zavallı kadıncağızın kaybolmasıyla bu çağrışımın bir ilişkisi olabilir bakın!
Belki "dil sorunu" da sebeptir.
Bindiği kamyonlardan birinin şoförü kadının ne dediğini anlamadı, gelinlikle de görünce damadın kaçtığına kanaat getirdi, acıdı, aldı kadını baba ocağına götürdü. "Alın size Tanrı gelini!" dedi.
Olur mu olur.
Ve inşallah olan budur.
MIŞ-MUŞ
Doya doya et yemek kalbe yararlıymış.Tamam, bilim her gün yeni bir şeyler keşfeder de iki keşfi çürümeden bir kenarda durmaz mı yahu!
İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre zengin erkekler esmer kadınlarla evleniyormuş.Esas sevgililere bakacaksınız, onlar ne renk?
Dünya’ya benzeyen gezegenlere sahip başka sistemler de varmış.İnsanoğlunun Dünya’nın canına okuyacağından emin, yedeğini koymuş!
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2008
PAZAR günü Posta’da okudum...<br><br>Bir kitap çıkmış... Adı "Erkekler Neden Bazı Kadınlarla Evlenir? Diğerleriyle Değil!" Yazarı John T.Molley.
Evlenmek isteyen kadınlara bir rehber niteliğindeymiş.
Alıntılara baktım... Olasılıklardan ve yüzdelerden geçilmiyor.
Tamam, "hap" yapıp ağzımıza verecek değildi John Molley fakat nasıl söyleyeyim, insanın "Senden gelecek hayır Allah’tan gelsin" diyesi geliyor.
Ayrıca bir "yokuş" hali ki... Hani evlilikten tamamen ümidin kesilmesi de mümkün.
Sonra şöyle bir tavsiye mesela:
"Evliliğe giden yolu kolaylaştırmak arzusundaysanız sadece evlenen tipteki erkeklerle tanışın ve çıkın!"
Hayhay!
Fakat "çıkma" kısmı tamam da "tanışma"yı anlayamadım. Daha doğrusu, tanışmadan adamın evlenen tip olup olmadığını nasıl anlayacağız?
Hayır bakınca belli oluyorsa... Mesela, "tıknaz erkekler ’evlenen tip’e girmiyor" falan gibi...
Adam elini uzatıyor, "Ben Mehmet"...
Bakıyorsunuz tıknaz, arkanızı dönüyorsunuz...
Bu mudur?
Bari burcundan belli olsa... Fakat anladığım kadarıyla öyle bir "hap" durumu da yok.
E, bir miktar tanışacağız o zaman mecburen. Tavsiyenin aksine.
Ha, çıkmayız, o ayrı!
* * *
Belki kadınlara "damdan düşmüş" birinin tavsiyeleri lazım!
"Anladınız" damdan düşenin kim olduğunu...
Yani "Bu yaşa gelmiş evlenmemiş bir kadın" olarak benim yaptıklarımın tersini yapmalarını tavsiye edebilirim evlenmek isteyen hemcinslerime.
Aslına bakarsanız, "İstemedim, evlenmedim, pek de iyi ettim, size de tavsiye ederim" deyip yazıyı bitirmem en doğrusu. Fakat bir parmak bal verip geri çekilmiş olmayayım. İki çift laf edeyim hiç olmazsa.
Bakın arkadaşlar!
Aslında ortada ne "evlenecek tipte erkek", ne de bu erkeğin seçtiği kadın vardır.
Şöyle söyleyeyim, "sokakta ayağı takılıp düşecek olanlar" diye ayırabilir misiniz insanları?
Herkesin her an başına gelebilir.
Evlilik de böyle bir şeydir.
Bir gün gelir bulur sizi.
Ya da bulmaz.
Her iki halin de bir formülü yoktur.
"Düşmek" yerine "piyango vurmak"ı örnek verebilirdim elbet. Fakat evliliğe bakışım farkında olmadan "düşmek"e itmiş beni... Af buyurun!
Son olarak...
John T.Molley, Türkiye’de yaşasaydı eğer, "evlenen tipte erkek"lerin topunun zaten evlenmiş olduğunu görür ve bu kitabı yazma gereği duymazdı. Hani ne derler... "Şey edilmiş" "şey"in davası olmaz!
MIŞ-MUŞ
Abdüllatif Şener, "Koşullar oluşursa siyasete dönerim" demiş.
Armut piş, ağzıma düş!
Erdoğan üç çocuk çağrısını, "Türkiye bu nüfusla giderse 2037’de ’yaşlılar ülkesi’ olacak Allah muhafaza" şeklinde gerekçelendirmiş.
Korkularımız denk düşmüyor; biz daha ziyade 2037’de Türkiye’nin "mollalar ülkesi" olacağından korkuyoruz Allah muhafaza!
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2008
"Bu sene karnaval modası ön planda. Oldukça canlı renkler kullanılıyor. Fuşya, pembe, buz mavisi ve çimen yeşili." "Altın rengi işlemeli, modern-klasik desenler tercih ediliyor"
"El yapımı çiçekler bu yıl da favori. Klasik formların dışında müge çiçeği gibi farklı tasarımlar da uygulanıyor."
"Farklı çiçek dekorasyonlarının yanısıra artık Swarovski kristalleri ile de süsleniyor."
Sizce nedir bunlar?
2008 ilkbahar-yaz modası mı?
Hayır!
Aslında yarısı doğru. Yani 2008 kısmı.
2008 yılında "pasta"nın geldiği nokta bu!
Swarovski taşlar...
Fuşyalar, çimen yeşilleri...
İletişim teknolojisinden sonra en büyük gelişme pastacılıkta bana göre..
Artık pastaya "pasta" demek hakaret sayılabilir.
Resmen "sanat eseri" sayılabilecek pastalar var.
Resim, heykel, mimarlık derken "pastacılık" da sıraya girebilir pekala.
Öyle ya... Moderni var, klasiği var, postmoderni var..
Bir yaratıcısı var..
Alıcısı var..
Fakat, işte ömrü kısa.
Yatırım niyetine alınmaz.
Beş dakika önce "sanat eseri", beş dakika sonra "bulamaç"
Birkaç saat sonrasına ise hiç girmeyelim!
Fakat bunca "tekamül"e karşılık en fiyakalı mekanlarda çocukluğumuzun mozaik pastasının iftiharla sunulması, mönüde mozaik pastayı görenin "Ay inanmıyorum!" diye çığlık atması nedendir acaba?
Tamam, kimse düğününde mozaik pastaya razı olmaz, ama yine de insanoğlu her konuda tilki misali kürkçü dükkanına dönüyor galiba.
Koşa koşa gittiğimiz apartmanlardan bahçeli evlere nasıl geri kaçmaya çalıştığımızı düşünsenize...
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2008
"İNSAN ayırmak" diye bir şey var di mi?<br><br>Yani birini diğerinden daha değerli, berikini ötekinden daha sevilesi bulmak... Bazılarını "iyi insan" sınıfına koymak...
Elbet kayıtsız şartsız "gönüllerimize odaklanmış" (Bu deyim Başbakan’ımızdan bize hatıra olsun) olanlardan değil, uzaktan baktığımız kişilerden söz ediyorum. Pek tanımadığımız, hatta hiç tanımadığımız...
Uzatmayayım, benim için hayvan seven insan, "iyi insan"dır.
Bir nevi "referans"tır yani birinin hayvan sevmesi.
Hele bir de "uzaktan sevici" değilse...
Bir sürü meziyet beraberinde gelir. Sorumluluktan tutun da özveriye kadar.
Onun için...
Nerede elinde tabak, peşinde kediler birini görsem...
Ya da yaralı sokak köpeğini arabasına almış, veterinere yetiştiren birini...
Yahut sabah işe gitmeden, o dar vakitte, uykulu gözlerle ama sabırla köpeğini gezdiren birini...
Anlarım ki o iyi insandır.
*
En son gazete sayfalarında rastladım o iyi insanlardan ikisine...
Biri kadın biri erkek, iki genç insan...
İki sevgili...
Evlerinde öldürülmüş olarak bulunmuşlar.
Çevrelerinde aşklarını onaylamayanlar varmış.
Hani aşkları da bazen evrak misali oradan oraya gezdirip onaylatmak gerekiyor ya...
Ve illaki "onay mercii"nin birinde bir pürüz çıkıyor ya hani...
İki genç, canlarından olmuşlar maalesef.
Fakat kaça göçe yaşarken bir de köpek edinmişler o arada.
Hem de öyle bekçilik etsin diye değil.
O cins bir köpek değil çünkü.
Sırf sevgilerini vermek için almışlar belli ki. Belki de aile olmak için.
Bu çok dokundu bana.
Ölümler karşısında hissettiğim ne varsa ikiye katlandı. İsyanım, üzüntüm...
Hele köpeğin, iki gencin ölüsünün başından bir türlü ayrılmadığını okuyunca...
*
İnsanların birbirine duyduğu sevgi bir gün sekteye uğrayabilir... Bitebilir... Ana-evlat arasında bile olabilir bu.
Fakat bir köpeğin sevgisi ölene kadar sürer. Sürüyor işte, görüyoruz.
Aksine hiç rastlamadık daha.
Onu bir defa sevmeniz yeterli.
Bir defa başını okşamış olmanız...
Bir defa gözlerine bakmış olmanız...
Bu ona yeter.
Bulduklarında gözlerinde kanlı yaşlar varmış.
İnanırım.
MIŞ-MUŞ
Şebnem Schaefer, "Erkekler yüzünden sansasyonel oldum" demiş.Vallahi, kendisiyle annesinin bir suçu yok hákim bey, biz şahidiz!
İdeal cinsel birleşme süresi 3-13 dakikaymış.E, herhalde! 13 dakikadan sonra et kaynaşmaya başlar maazallah!
Çok su içmenin sağlığa yararlı olduğu inancı fos çıkmış.Benim anladığım, fos çıkmayan tek şey, bu gibi bilgilerin bir gün gelip fos çıkmasıdır
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2008
AYSBERG GİBİ
Bazı sözcükler aysberg gibi galiba...
"Sıradan insanlar"ın habersiz olduğu "derin" anlamları da var.
Biz görünen anlamları için peşlerine düşmüşken, bir bakıyoruz başkaları başka amaçlar için sahiplenmişler.
"Aşk" mesela...
Mesela "demokrasi"...
ESARET
Her ayrılan "Kuşlar kadar özgür" olduğunu söylüyor...
Ama tekrar "esaret"in peşine düşüyor.
Ne tuhaf!
ÇOK EKSİKLER...
Kimden uzak durmam gerektiğini biliyorum galiba...
"Hüzün"den haberi olmayanlardan.
Çok eksikler... Çok.
23 DAKİKA
Olanları biliyorsunuz gerçi ama...
EXPO 2015 için Paris’te oylama yapılıyor...
Bir Türk, oylamanın yapıldığı salonun küçük penceresinden içeriye bakıyor... "Sonucu ilk alan" olmak için herhalde.
Ve "İzmir" diyor kapıda bekleyen kalabalığa...
Televizyonlar da "İzmir" diyorlar ekran başındakilere...
23 dakika Türkiye bayram ediyor...
Sonra oylamadan Milano çıkıyor!
Milano’ya oy verenler "ne isabetli iş yapmışız" diye düşünmüşlerdir herhalde.
UMUT
Yıkımların sürdüğü İstanbul-Sulukule’de, çocukların çarpı işareti konmuş evlerden kedi köpek yavrularını kurtarmaya çalıştıklarını okudum.
Neyse ki "umut", bir yerlerden çıkıveriyor insanın karşısına.
BAYRAMLARI BÖLÜŞTÜK
Artık neredeyse hiç ortak bayramımız kalmadı.
Bölüştük hepsini.
Cumhuriyet Bayramı benim,
İstanbul’un fethi senin.
Kurban Bayramı benim,
Gençlik ve Spor Bayramı senin.
Yenilerini de ekliyoruz.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçildiği gün benim, Anayasa Mahkemesi’nin AKP’ye kapatma davasını kabul ettiği gün senin.
JÜRİ
Özdemir Asaf’ın o güzelim şiirinden esinlenerek...
Toplum aynı hızla bölünüyordu.
Birinciliği "Basın"a verdiler.
PARİS
Paris Hilton’un İstanbul’a gelişinde çekilmiş fotoğraflarına bakıyorum...
Bir de bugüne kadar gazetelerde gördüğümüz eski fotoğrafları geliyor aklıma...
Paris, Parisliğini biraz da "açı yakalamayı bilen" fotoğrafçılara borçlu galiba.
"Arkadaşlarla çıkılan bir akşam gezmesinde anı olsun diye çektirilmiş fotoğraflar"a kalsaydı, bırakın dünyaya açılmayı, "ulusal bir sosyetik güzel" bile olamayabilirdi.
DÜĞME KUTUSU
"Ev süsü verilmiş sanat galerisi" diyorum ben onlara.
Hepsi özenli çalışmanın eseri.
Zevkli tasarımlar...
Doğal ve teknolojik malzemelerin birlikteliği...
Derinlik kazandırılmış mekánlar...
Tablolar, şamdanlar, altın, gümüş varaklar...
Tam seyirlik.
Tahminimce ev sahipleri de arada gelip seyredip gidiyorlar, içinde yaşandığına dair en ufak bir iz yok çünkü.
Ne yatağın başucunda açık bırakılmış bir kitap, ne sehpanın üzerinde bir gözlük...
En önemlisi, dikiş sepetiyle, düğme kutusu yok hiçbirinde.
Bu ikisinin olmadığı eve "ev" demem ben.
MIŞ MUŞ
Piyasaların hali berbatmış, 3 YTL’ye kot pantolon satılıyormuş.Fakat bu durum ulusa seslenirken "ucuzluk, bolluk, bereket" şeklinde de ifade edilebilir!
"Çobanla benim oyum aynı olamaz" diyen Aysun Kayacı 301’lik olacakmış.Oy değeri iyice artacak yani!
Dr. Muzaffer Kuşhan "12 yıldır hiç yaşlanmıyorum" demiş.Reklamlarda halkı yanıltmak yasak değil miydi?
Yazının Devamını Oku