23 Aralık 2003
<B>ADI Zeynep,</B> yaşı 3.5.<br><br>Arkadaşımın yeğeni. Onunla teyzesinin işyerinde karşılaşıp tanıştık günlerden bir gün. Yanımda kardeşim de vardı. Sonra bir gün Zeynep beni televizyonda görmüş. Heyecanla bağırmış, ‘‘A! teyzemin arkadaşı.’’ Ve annesine dönüp sormuş, ‘‘Bunun ötekisi nerede?’’
3.5 yaşında bir çocuğun, bir kerede, kardeşimle Siyam ikizi misali yapışıklığımızı kavraması bir yana, ifade ediş biçimine bakar mısınız?
‘‘Bunun ötekisi nerede?’’
Hangi yetişkin durumu böyle özetleyebilirdi?
Çocukları çok seviyorum. Ama öyle ‘‘Benim de bir tane olsun’’ cinsinden değil. Daha doğrusu insanın iki dönemini seviyorum. Çocukluk ve yaşlılık. İkisinin arası bozuyor ‘‘insan’’ denen yaratığı.
* * *
Bakın aynı Zeynep ne yapmış geçenlerde. Öksürdüğü için akciğer filmi çektirmişler. Filmi görmüş doktorun elinde. Sonradan teyzesine dediği şu:
‘‘Teyze, öyle kötü çıkmış ki resmim, çizgi çizgi... Üstelik kafam da yok.’’
Hep böyle gitse komedyen sıkıntısı çekmeyeceğiz. Lakin insan büyüdükçe kabızlaşıyor nedense.
Resim konusunda da mesela... En büyük sanat eseri, çocukların yaptığı resimler bence. Azıcık büyüyüp de ‘‘Kırmızının yanına moru mu çalayım sarıyı mı?’’ diye düşünmeye başladığı anda olmuyor.
* * *
Bir dünya güzeli daha... Ümit Su. 2.5 yaşında.
Bıçak istemiş annesinden geçen gün. ‘‘Sen daha küçüksün, bıçak kullanamazsın’’ demiş annesi haliyle.
‘‘Anne’’ demiş, ‘‘Daha geçen gün ‘Artık büyüdün' dememiş miydin, hangisi doğru?’’
Ana babalık zor zanaat. Ağzınızdan her çıkanı tartacaksınız. Yoksa çocuklarınız tartıp size neticeyi bildiriyorlar.
* * *
Yaşlıları da çocuklar kadar sevimli buluyorum.
Bir arkadaşımın anneannesi... Bir gün torununun arabasına binmiş. Şimdi arabaların ön kısmı pavyon gibi ya; sarı, kırmızı, mor bir sürü ışık yanıp duruyor... İşte onları görünce, ‘‘Oğlum şunlardan lazım olmayanları söndür, çok elektrik parası gelecek’’ demiş torununa.
Bir keresinde de ekranda ‘‘Kostüm Vakko’’ yazdığını görünce, ‘‘Hiç ‘Kostüm' diye isim duymadım’’ demiş.
Bir de hani haber spikerlerinin kulağında içeriyle bağlantı kurdukları bir kulaklık oluyor ya daima...
‘‘Bütün sağırları spiker yapmışlar’’ demiş.
Allah, çocuk olarak gönderip çocuk olarak alıyor insanoğlunu. İkisinin arasındaki hinlikler, cinlikler ve sevimsizliklerse bizim eserimiz.
MIŞ-MUŞ
Prenses Diana öldüğünde hamileymiş.
Hiçbirimiz göremeyeceğiz ama eminim dünyanın son gününde bile gazetelerde Diana'yla ilgili bir haber olacaktır.
Kadınlar yumurtlama dönemindeyken maço erkeği tercih ediyorlarmış.
E, döllenmek istiyorsa ne yapsın? Yumurtlama dediğiniz zaten bir günlük bir şey, nezaket sözcükleriyle kaybedilecek zaman mı var?
İngiltere'deki yarışmada, 96 kiloluk kız ‘‘Popstar’’ olunca jüri üyelerinden biri sinirlenip salonu terk etmiş.
Deniz Seki'ye kızmıştınız bir de... Sayesinde bir nevi AB'ye uyum sağlamışız meğer.
Yazının Devamını Oku 21 Aralık 2003
EY vatandaş!<br><br>Vekilini tanı! Sen tanımazsan o seni tanır ki bunun sonu hayra çıkmaz. Adını mıh gibi belleyip gerekli yerlere telefon açar ve bir bakarsın sürülmüşsün.
Milaslı sekreter Fidan Bakbak'ın başına gelen bu.
Bakbak, Milas Milli Eğitim Müdürlüğü'nde sekreterlik yapmaktayken günlerden bir gün AKP Muğla Milletvekili Seyfi Terzibaşıoğlu müdürlüğü arar...
Hikáye böyle başlar. Gerisini okumuşsunuzdur gazetelerde.
Şimdi sözüm meclisten içeri...
Siz hiç herhangi bir milletvekilinin telefonla orayı burayı aramasına şahit oldunuz mu?
Ben oldum.
İsimlerini zikrettikleri anda akan sular dursun isterler. Çoğunlukla da durur o sular. Zaten durmazsa arkadan hemen ‘‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’’ sorusu gelir ki bu sorunun mucidi de herhalde bir milletvekilidir.
Orayı burayı arama seansları esnasında yanlarında mutlaka birileri bulunur. Zaten arama amacının bir kısmı da bu kişilere ne mühim adam olduklarını ispat etmektir. ‘‘Müdürünü bağla bakayım bana’’ derken etraftakilerin hayranlık dolu bakışlarını üzerinde hisseden milletvekili işte o an milletvekilidir. Yoksa 550 kişiden biri olarak Meclis sıralarında otururken değil.
Emekli milletvekillerinin işi daha da zordur. Hem hálá ne mühim adam olduklarını etrafla birlikte kendilerine de ispat etme ihtiyacı içindedirler, hem de bir telefonla iş halletmeleri artık imkánsız hale gelmiştir. Yağmasalar da gürleyerek yuvarlanıp giderler.
* * *
İşte bu bitmek bilmeyen ispatlamalar sırasında, misal, bir sekreter çıkar da ‘‘Adınızı anlayamadım’’ falan gibi bir şey söylerse milletvekili o an deliye dönebilir. Zira karizma çizilmiştir.
‘‘Bu kadar çabuk çizilir mi?’’ diyeceksiniz.
İnsanın kendisine biçtiği değer ne kadar küçük olursa karizma da o kadar çabuk çizilir.
Karizması çizilmiş bir milletvekilini Allah düşmanımın başına vermesin!
Artık neler yapar bilinmez. Ama Terzibaşıoğlu'nun ne yaptığı biliniyor. Bakbak'ı emekliliğine üç ay kala başka bir göreve tayin ettirmiş.
Bakbak yine de şanslı. Olay basına yansıdığı için eski görevine iade edilebilir, bir ihtimal. Kimbilir ne memurlar vardır böyle.
Bakanı kapıda karşılamayan başhekimin başına gelenleri hatırlıyorsunuzdur. Başka hangi memlekette ‘‘milletvekili mağduru’’, ‘‘bakan mağduru’’ diye birileri vardır, çok merak ediyorum.
Netice olarak, siz siz olun milletvekillerini iyi tanıyın. İsimlerini ezberlemeniz yetmez, suretlerini de belleyin. Zira hep telefonda çıkmazlar karşınıza. Aniden ‘‘Sen beni tanımadın galiba koçum’’ diyebilir biri omzunuza dokunup.
‘‘Ben razıyım sürüm sürüm sürünmeye’’ diyorsanız, siz bilirsiniz.
Not: Bu yazıda asla gelmiş geçmiş tüm milletvekilleri ve de şu andaki 550 milletvekilinin tamamı kastedilmemektedir.
MIŞ-MUŞ
Günde 4 bardak çay şifa veriyormuş.
Bir ‘‘Son dakika’’ haberi. İki dakika önce neredeyse öldürüyordu oysa.
*
Türban, Avrupa'yı bölmüş.
Bıçak mübarek, böle böle bir hal oldu.
*
Erdoğan, Denktaş'a ‘‘Danışmanını değiştir’’ demiş.
Kibar adam, ‘‘Kafanı değiştir’’ diyememiş.
Yazının Devamını Oku 21 Aralık 2003
EY vatandaş!Vekilini tanı!Sen tanımazsan o seni tanır ki bunun sonu hayra çıkmaz. Adını mıh gibi belleyip gerekli yerlere telefon açar ve bir bakarsın sürülmüşsün.Milaslı sekreter Fidan Bakbak'ın başına gelen bu.Bakbak, Milas Milli Eğitim Müdürlüğü'nde sekreterlik yapmaktayken günlerden bir gün AKP Muğla Milletvekili Seyfi Terzibaşıoğlu müdürlüğü arar...Hikáye böyle başlar. Gerisini okumuşsunuzdur gazetelerde.Şimdi sözüm meclisten içeri...Siz hiç herhangi bir milletvekilinin telefonla orayı burayı aramasına şahit oldunuz mu?Ben oldum.İsimlerini zikrettikleri anda akan sular dursun isterler. Çoğunlukla da durur o sular. Zaten durmazsa arkadan hemen ‘‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’’ sorusu gelir ki bu sorunun mucidi de herhalde bir milletvekilidir.Orayı burayı arama seansları esnasında yanlarında mutlaka birileri bulunur. Zaten arama amacının bir kısmı da bu kişilere ne mühim adam olduklarını ispat etmektir. ‘‘Müdürünü bağla bakayım bana’’ derken etraftakilerin hayranlık dolu bakışlarını üzerinde hisseden milletvekili işte o an milletvekilidir. Yoksa 550 kişiden biri olarak Meclis sıralarında otururken değil.Emekli milletvekillerinin işi daha da zordur. Hem hálá ne mühim adam olduklarını etrafla birlikte kendilerine de ispat etme ihtiyacı içindedirler, hem de bir telefonla iş halletmeleri artık imkánsız hale gelmiştir. Yağmasalar da gürleyerek yuvarlanıp giderler.* * *İşte bu bitmek bilmeyen ispatlamalar sırasında, misal, bir sekreter çıkar da ‘‘Adınızı anlayamadım’’ falan gibi bir şey söylerse milletvekili o an deliye dönebilir. Zira karizma çizilmiştir.‘‘Bu kadar çabuk çizilir mi?’’ diyeceksiniz.İnsanın kendisine biçtiği değer ne kadar küçük olursa karizma da o kadar çabuk çizilir.Karizması çizilmiş bir milletvekilini Allah düşmanımın başına vermesin!Artık neler yapar bilinmez. Ama Terzibaşıoğlu'nun ne yaptığı biliniyor. Bakbak'ı emekliliğine üç ay kala başka bir göreve tayin ettirmiş.Bakbak yine de şanslı. Olay basına yansıdığı için eski görevine iade edilebilir, bir ihtimal. Kimbilir ne memurlar vardır böyle.Bakanı kapıda karşılamayan başhekimin başına gelenleri hatırlıyorsunuzdur. Başka hangi memlekette ‘‘milletvekili mağduru’’, ‘‘bakan mağduru’’ diye birileri vardır, çok merak ediyorum.Netice olarak, siz siz olun milletvekillerini iyi tanıyın. İsimlerini ezberlemeniz yetmez, suretlerini de belleyin. Zira hep telefonda çıkmazlar karşınıza. Aniden ‘‘Sen beni tanımadın galiba koçum’’ diyebilir biri omzunuza dokunup.‘‘Ben razıyım sürüm sürüm sürünmeye’’ diyorsanız, siz bilirsiniz.Not: Bu yazıda asla gelmiş geçmiş tüm milletvekilleri ve de şu andaki 550 milletvekilinin tamamı kastedilmemektedir.MIŞ-MUŞGünde 4 bardak çay şifa veriyormuş.Bir ‘‘Son dakika’’ haberi. İki dakika önce neredeyse öldürüyordu oysa.*Türban, Avrupa'yı bölmüş.Bıçak mübarek, böle böle bir hal oldu.*Erdoğan, Denktaş'a ‘‘Danışmanını değiştir’’ demiş.Kibar adam, ‘‘Kafanı değiştir’’ diyememiş.
button
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2003
<B>‘‘Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 14 Aralık 2003'te, gizlendiği delikte, ABD askerlerince, saçı başı birbirine karışmış durumda yakalandı.’’</B> Böyle dandik bir ifadeyle olmasa da tarih kitapları bunu yazacak.
Sahi tarih kitapları ne alemde acaba?
Ders kitaplarından bahsediyorum... Hálá Otlukbeli'nde mi?
Oysa kimsenin boş durduğu yok, habire tarihe malzeme çıkarıp duruyor devletler. Özellikle ABD... Karınca gibi maşallah.
Gerçi bilmiyorum üzerinden kaç yıl geçmesi gerekiyor bu hadisenin tarih kitaplarına girmesi için ama artık epey kalınlaşmış olması lazım.
Aslında öğrenci açısından bakarsanız adaletsizlik tabii. Gittikçe bilmem kaç cilt mi olacak bu kitaplar? ABD'nin bunu da gözönüne alması lazım. İnsaf yani. Otursun biraz oturduğu yerde.
Neyse konuyu saptırmayayım.
Diyeceğim bugünler tarihi günler. Şimdi oracıkta tarih yazılırken, benim de buracıkta bir köşem varken, bu konudan iki satır olsun laf etmezsem, tarih değilse de torunum torbam yargılamaz mı beni?
‘‘O günlerin gazetelerini bulduk, dünya Saddam'la çalkalanırken sen g-string don muhabbeti yapmışsın’’ demezler mi?
Sırf bu sebepten Saddam olayına gireceğim. Don muhabbetini ise, ‘‘Hayata dair ciddi yazılar’’ yazanlara bırakıyorum. Onlar devam etsinler.
*
Saddam'ın yakalanacağını anlayınca intihar etmesi gerektiğini savunanlar var. Onuru kurtulurmuş böylece.
Önce şunu söyleyeyim, hiçbir diktatörden yana değilim. Ama onur konusunda değişik düşünüyorum. Esas onurluluk başına geleceklerden korkmamak değil midir Saddam gibi biri için? Nitekim hiç ‘‘Acıyın bana’’ bakışı falan görmedik gözlerinde.
‘‘Fare gibi’’ yakıştırmalarına da katılmıyorum. Kendi açısından en akıllıca işi yapmış o delikte saklanmakla. Ne yani, vızır vızır aranırken, saklanmak için şanına yaraşır 5+2 daire mi arayacaktı emlakçı emlakçı gezip?
Kabul edelim ki Saddam zeki biri. Belki de ‘‘Nasıl olsa artık paçayı kurtaramam, bari öldükten sonra kahraman olayım’’ diye düşünüyordur. Yani ABD kendisini astığı an kahraman olacağını biliyordur. Niye intihar etsin o zaman?
Saçı sakalı bile bilhassa koyvermiş olabilir. Bakın birçok kişi acımaya başladı. Acımanın arkası korumak, savunmaktır. ABD dünyaya dağıttığı o görüntülerle kendi halkını istediği yönde etkilemiş olabilir, ama bu taraflardaki insanların hamuru farklı. Ters tepti nitekim. Kendi kazdığı kuyuya düştü ABD.
Zaten kim haklı kim haksız o da tam belli değil. Kimyasal silah falan da çıkmadı ortaya.
Belki de bu yakalama filmin sonu değildir, ne bileceğiz.
Ne diyordu Mustafa Sandal?
‘‘Tarih 'bitti' yazana kadar.’’
Daha çok var tarihin bitmesine. Neler gördü bu tarih...
MIŞ-MUŞ
Türkiye'de okuma yazma bilmeyen 7 milyon kişiden 6 milyonu kadınmış.
Kadın kısmı okumaz yazmaz ama konuşmayla idare eder durumu evvel Allah.
Saddam'a düzenlenen operasyonla ilgili her yeni bilgi eskisiyle çelişiyormuş.
Tarihte değil ‘‘Şehir efsaneleri’’nde yerini alacak bu gidişle.
Denktaş, ‘‘Uzlaşmaz lafı benim için şereftir’’ demiş.
Yakında madalyalardan görünmez hale gelecek.
Pilotlara ‘‘Gezegeni UFO sanmayın’’ dersi verilecekmiş.
Darısı elinde taşla bekleyen köylümüzün başına.
İçecekler de şişmanlatıyormuş.
Son kale de düştü.
Birinci eşini yaralayan, ikinciyi öldüren İngiliz kadın, üçüncü eşini öldürürken yakalanmış.
Bilimadamları, ‘‘Erkek nesli tükenecek’’ diyorlar ya, kadıncağız bilime katkıda bulunuyor, ne yapsın.
ABD'de bir internet sitesinin yaptığı araştırmaya göre ideal kadın ve erkek flörtten hoşlanıyormuş.
Çok şükür, memleketimizde ortalık ideal kadınla erkekten geçilmiyor.
Yazının Devamını Oku 18 Aralık 2003
<B>BUGÜN </B>biraz sizden söz edeyim diyorum. Pardon sizden değil, okurdan... Efendim, okur kendi arasında bilmiyorum kaça ayrılır. Neredeyse ‘‘kaç okur varsa o kadar okur tipi vardır’’ diyebiliriz. Fakat takdir edersiniz ki buraya hepsini sığdıramam. Onun için birkaç ana başlıkta toplayacağım.
Denetçiler:
Her okuduklarına RTÜK başkanı titizliğiyle yaklaşırlar. Bunların eline imkán verilse gazetelerde köşe falan kalmaz.
Alınganlar:
Her yazılanı üzerlerine alınırlar. Falanca ilimizin filanca kasabasında kendi halinde yaşamakta olan bir vatandaşın kendini Türkiye'nin en mühim adamı zannetmesinin nedeni bir türlü anlaşılamamıştır. ‘‘Tayyip Erdoğan’’ dersiniz, onlardan biri çıkar ‘‘Beni kastettiniz’’ der.
Türkçeciler:
Kendilerini Hakkı Devrim sanırlar. Kazara dizgide bir harf düşmüş olsa uzun uzun mektup yazarlar. Mektupta en az 32 tane imla hatası yaparlar.
Taraftarlar:
Bunlara kraldan çok kralcı da denebilir. Bu dünyaya birileri için ölmeye gelmişlerdir. Kendilerine laf ettirirler de tarafını tuttukları abilerine, ablalarına laf ettirmezler.
Komikler:
Kendilerinin herkesten daha komik olduğunu düşünürler. Durmadan ‘‘mış-muş’’ yapıp gönderirler. Evet ortada bir komiklik durumu vardır ama trajediyle beraber; trajikomik.
Teessüfçüler:
Çeşitli meslek gruplarından olup buluttan nem kaparlar, yağmur olup yazarın başına yağarlar.
Anlamayanlar:
Yazarın anlatmak istediğini bir kere bile doğru anladıkları görülmemiştir. Neden hálá okumakta ısrar ettiklerini ise bu satırların yazarı bir türlü anlayamamaktadır.
Aracı arayanlar:
Başta Sezen Aksu olmak üzere yazarın bağı bulunduğuna inandıkları kişi ve kuruluşlara ulaşmak için yardım talep ederler. Fakat mevzua girmeden önce yazıları çok beğendiklerini belirtmek suretiyle yağ çekmeyi de ihmal etmezler.
Tanışma meraklıları:
Okumakla tatmin olmaz, yazarla illa ki tanışmak isterler. Tanışmakla kalsa iyi, arkadaş olma da isterler. İçlerinde ‘‘Ayol bu kadın hangi birimizle arkadaşlık etmeye yetişebilir’’ diye düşünen yoktur.
El isteyenler:
Çok yetenekli olduklarına inanırlar. Ancak ellerinden tutan olmamıştır. ‘‘O tutmazsa bu tutar’’ düşüncesiyle bir kez kaleme aldıkları mektubun fotokopisini CV yollar gibi herkese yollarlar.
Tehditçiler:
Eğer herhangi bir konuda yazarla aynı fikirde değillerse, kendisini bir daha okumamakla tehdit ederler. ‘‘Tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok’’ durumu oluşmasın diye yazarı bundan haberdar ederler.
Açıklayıcılar:
Her konunun doğrusunu onlar bilir. Bu yüzden ha bire yazara açıklayıcı mektuplar yazmaları gerekmektedir. Yazarlar nitekim.
Övücüler:
Yazar zırvalasa ‘‘Ne güzel zırvaladınız’’ derler. Hani yazar bunlara kendini kaptırsa sırf alçakları değil yüksek dağları da yarattığına inanabilir.
MIŞ-MUŞ
Çerezler adeta ecza deposu gibiymiş.
Peki, ‘‘yağ deposu’’ durumu ne olacak?
*
Beynin, insanın kendi gölgesini bedeninin bir parçası gibi algıladığı ortaya çıkmış.
Demek onun da çuvalladığı oluyor.
*
Yunanlılar Türklerden 10 yıl fazla yaşıyormuş.
Korkarım şimdi de ‘‘10 yıl krizi’’ çıkar başımıza.
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2003
<B>GECENİN </B>bir yarısı, şu gözünüzü değdirmekte olduğunuz satırları kaleme almaktayım. Kaleme almak mecazi anlamda değil. Hakikaten hálá kalem káğıt kullanmaktayım. Hayır, sandığınız gibi dinozorlukla bir ilgisi yok. Ben bu işe zaten kalem káğıt sevdam yüzünden başladım. Daha sırada daktilo var. Ona da az sevdalı değilim.
Bunlardan hevesimi aldıktan sonra inşallah sıra bilgisayara gelecek. Fakat o arada korkarım başka bir şey icat olunur, ben yine bir adım geriden takip etmiş olurum teknolojiyi.
Lafa kalem káğıtla başlamamın esas nedeni şu: Kalemim bitmek üzere. Ve aradım taradım evde kalem kalmamış. Ekmeğini kalemden çıkaran, üstelik kalem hastası birinin evinde kalem yok. Bu da güzel.
Hayır, sabahı beklesem, şu anda çok mühim fikirlerle dolup taşmış olan kafamın o saate kadar gazının kaçması ihtimali var.
Kalemi idareli kullanmak adına mecburen kelimelerde de tasarrufa gideceğim. Kısa ve öz bir yazı olacak.
* * *
Konu: Bir kadın muhabirin, Kıbrıs ve Irak konulu konferansı izlerken g-string'inin görünmesi ve bunun gazeteye yansıması; bu yansımanın, bir yerlerde yazılı olmayan ancak var olduğu düşünülen ‘‘Meslektaşı koruma ve kollama kanunu’’na aykırı olup olmadığının köşelerde tartışılması.
Ne konuymuş ama... Neredeyse yoruma gerek kalmayacak özetiyle kapatacağız köşeyi.
Sadede gelecek olursak...
Benim öyle pek temiz kalpli, art niyetsiz biri olduğum söylenemez. Hani öküz altında buzağı aranacaksa benden iyi arayan bulamazsınız.
Fakat buna rağmen gazeteleri okurken hangi haberin hangi gazetede yer aldığına dikkat etmem. Dolayısıyla o yer alışın altında yatan sebebin ne olduğu hususunda fikir jimnastiği de yapmam.
Zaten neredeyse bütün gazeteleri okuduğumdan, okuma işi sonlandığında haberlerin tümü kafamın içinde mikserden geçmiş sebze çorbası kıvamına gelir ki artık kerevizin hangi manavdan, havucun hangi tarladan geldiğini ayırmam mümkün olmaz.
* * *
İşte bu sebepten g-string hadisesi ‘‘hadise’’ değil benim için. A, sonra bir baktım ki köşeler çalkalanıyor. O muhabir, fotoğrafın yayımlandığı Hürriyet gazetesinin muhabiri olsaymış fotoğraf yine yayınlanır mıymış; daha da ötesi muhabir gazeteden birinin sevgilisi, bacısı, anası olsaymış ne olurmuş.
Hemen cevap veriyorum.
Benim g-string'im görünseydi gazetem bunu yayımlamayabilirdi ancak ben fotoğrafı onlardan bağımsız kendi köşeme koyardım. Promosyon olarak.
Bir diğer husus, sevgili, ana, bacı duyarlılığına girecek olursak gazetelerin bembeyaz boş sayfalar olarak çıkması gerekir.
‘‘Saddam babamız olsaydı’’, ‘‘Seren Serengil bacımız olsaydı’’nın sonu var mı arkadaşlar?
* * *
Aslında fotoğrafı gördüğümde bambaşka bir şey düşünmüştüm ben.
Türk kadını nerede ne giyeceğini bilmiyor.
Laila'ya gideceği kıyafetle konferansa, davete gideceği kıyafetle pazara gidiyor.
Makyaj hususunda da aynı. Ulus Pazarı'nda o dakika stüdyoya çekime girecekmiş gibi boyanmış ev kadınlarına rastlıyorum.
Diyeceğim mesele arıyorsanız, mesele bu.
Neyse, Allah'ın ve de kalemin izniyle bu yazıyı da makul uzunluğa ve özden uzak laf kalabalığına eriştirebildim.
MIŞ-MUŞ
Adalet Bakanı Danışmanı, ‘‘Kocanın şiddet uygulayarak eşiyle normal cinsel ilişkiye girmesi ırza geçme sayılmaz!’’ demiş.
Kocalar! Siz yine de böyle bir şeye kalkışmayın; bu beyefendinin boğazından çıkan her sesin anlamı olan bir söze dönüşeceği var sayılamaz.
2004'te 145 gün tatil varmış.
Demek bu yıl ‘‘Deliye her gün bayram’’ sözünün hakkını vereceğiz.
Yazının Devamını Oku 14 Aralık 2003
<B>BEN </B>de <B>‘‘Nedir bu durum?’’</B> diyordum.<br><br>Bazen çaldırdığıma ya da düşürdüğüme inandığım bile oldu. Çoğu kez ‘‘Sen harcamayı beceremiyorsun, yoksa paran bol, çarşı ucuz’’ diye suçladım kendi kendimi.
Ağlayan esnafa da ‘‘Bırak numarayı, ekonomi tıkırındaymış’’ diyordum.
Ne bileyim ben, ekonomi sayfaları öyle yazıyordu.
Neyse Merkez Bankası Başkanı açıklama yaptı da durum anlaşıldı. Meğer enflasyon düşmüş ama bu henüz piyasaya, dolayısıyla bize yansımamış.
Peki, nerede düştü bu enflasyon, o kadarını bilmiyorum artık. Aklım ermez. Bildiğim, halk olarak enflasyonun çıktığını ‘‘şıp’’ diye anladığımız ancak düştüğünü bir türlü idrak edemediğimiz.
***
Şanlıurfalı bir yurttaşımız 52 porsiyon döner yiyerek Guinness Rekorlar Kitabı'na girdi.
Aslında eminim aslan yurttaşımız daha fazla da yiyebilirdi. Fakat zannediyorum ‘‘Döner yerken çatlayarak ölenler’’ diye bir kategori olmadığını öğrendiğinden 52'de bıraktı.
Ama bu işi burada bırakacak değil. Bir müddet mide genişletme çalışmaları yaptıktan sonra 80 porsiyon yemeyi deneyecek.
Rekorsever arkadaşıma buradan sesleniyorum, ‘‘Ye yiyebildiğin kadar, cesedin rekortmen olsun!’’
***
Bir işi sulandırmakta üstümüze yoktur ya... Bunu milletçe bir kez daha ispatlamak için yeni bir fırsat çıktı karşımıza.
‘‘Mor inek.’’
Güzel bir buluş hakikaten. İyi tarif ediyor benzerlerinin arasından sıyrılma durumunu. Fakat neredeyse herkese, her kuruluşa ‘‘Mor inek’’ yakıştırması yapılır oldu. Böyle giderse, ‘‘Yeşil inek’’ arayışına girmemiz gerekecek.
Memleketimin tamamı morarmadan önce ve de morarmasına bir katkıda bulunmak amacıyla ben de bir ‘‘Mor inek’’ tespitimi bildirmiş olayım.
Bayhan.
Evet, Popstar'daki yarışmacı Bayhan.
‘‘Popstar’’ olur olamaz o ayrı konu, fakat kendisi o yarışmanın ‘‘Mor inek’’idir.
Bakın bu çok önemli.
Zira benim bildiğim, ilk defa oluyor. Bir Türk, ‘‘Herkes her işi yapamaz. İyi yapabildiğim konulardaki katkılarımı sürdürmek istiyorum. Bunun dışına çıkmam uygun olmaz’’ demiş.
Kim bu?
Kemal Derviş.
Partisinin kendisini İstanbul Büyükşehir Başkanlığı'na aday gösterme teklifini geri çevirmiş.
Gerçi bu reddedişin altında kendini bilmesinden ziyade liderini bilmesi yatıyor olabilir. Lideri her ne kadar AKP'nin karşısına güçlü bir adayla çıkmak istese de bir yandan da, ‘‘Aman benim koltuğuma talip olmasın da gitsin İstanbul'a başkan olsun’’ diye düşünüyor olabilir zira. Fakat işte sebebi ne olursa olsun alışık olduğumuz bir durum değil. Az buz şey mi İstanbul'un belediye başkanlığı oysa? Beş yıl Ankara'da ayak altında dolaşmaz ama beş yıl sonra başbakan olabilirdi. Bkz. Recep Tayyip Erdoğan.
Gerçi İstanbullu kendisini başkan seçer mi o ayrı mevzu ama ‘‘üç beş ay gündemde olmak bile kızakta beklemekten iyidir’’ diye düşünebilirdi başkası olsa.
Çok takdir ettim Kemal Derviş'i.
MIŞ-MUŞ
Zayıflık moda olmaktan çıkmış.
Yani Deniz Akkaya ‘‘out’’, Pakize Suda ‘‘in’’; Allah bu günleri de gösterdi.
*
Azıcık stres ömre ömür katıyormuş.
Yemek kaşığıyla mı, çay bardağıyla mı?
*
Atatürk'ün de ‘‘Maaşım yetmiyor’’ diye yakındığı ortaya çıkmış.
Hükümetin uydurmasıdır; biz habire ‘‘Atam izindeyiz’’ diyoruz ya.
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2003
Tarkan'ın kalçası takmaymış.<br> Yani daha dolgun ve seksi görünmesi için protez taktırmış kalçasına.
Yok, sandığınız gibi değil. Tarkan'ı dolayacak değilim kalemime. Bunu bize duyuran doktora taktım ben şimdi.
Var mıdır bunu böyle uluorta söyleme hakkı?
Hastanın izni olmadan doktor bilgi verebilir mi?
Kendi yapmamış gerçi ameliyatı. Ama ne fark eder? Daha da beter, tam dedikoducu durumunda.
Penis ameliyatları yapıyormuş genellikle. Bilmiyorum artık kim güvenip de gider bundan böyle.
Laf doktordan açılmışken...
Şimdi herkes bize her şeyini anlatıyor ya dert babası gibi görüp... Şikáyetlerin baş sırasında doktorlar var. Maalesef diyeceğim zira ben doktorları gözümde çok büyütüyorum. Herkesten ayrı bir yere koyuyorum onları. Haliyle yıkılıyorum en düşük insana bile yakışmayan davranışlarını görüp duyduğumda.
Benim tanıdığım, sevdiğim veya adını bilmediğim dürüst doktorlar!
Atın içinizden o beyaz gömleği hak etmeyenleri!
Mesela, yeşil kartlı hastadan bile ‘‘Bıçak parası’’ adı altında para isteyenler...
Mesela, neredeyse her kadın hastayı, her kadın refakatçiyi, her hemşireyi potansiyel cinsel partner olarak görenler...
Mesela cihazlı tanı merkezleriyle ortaklık kurup hastayı hiç gerekmediği halde oradan oraya koşturanlar...
Hakikaten varsa böyle birileri içinizde... Şikáyet edin, isyan edin, protesto edin... Ne bileyim işte yapın bir şeyler.
Ama zor, biliyorum. Siz gidersiniz onlar kalır. Böyledir bu işler memleketimde.
Yarın bu yazı yüzünden bana teessüflerini bildiren doktorlar olur eminim. Hiç bildirmeyin arkadaşlar. Ben sizden daha üzgünüm zira.
‘‘Doktor da insandır, iyisi kötüsü vardır’’ gibi bir yaklaşımı kabul etmiyorum, kusura bakmayın. Doktor insan üstü olmak zorunda. Onun zaafları olamaz, olmamalı. Hiçbir meslek ahlaksızlığı kaldıramaz ama doktorluk hiç mi hiç kaldıramaz.
Çok tatsız konu. Cumartesi rehavetine de pek uymadı, farkındayım. Ama sinir denen şey insanın tepesine çıkarken takvime göz atmıyor işte, ne yapacaksınız.
Dedikoduya buyurun!
Doktorlar bile dedikodu yaptıktan sonra bize araba yolu...
Buyurun o zaman:
n İnsan kendini beğenmese çatlarmış. Fakat bazıları biraz fazla oluyor.
Mesela Çin'de yapılan Dünya Güzellik Yarışması'nda ülkemizi temsil eden Tuğba Karaca... Kendini beğenmese yarışmaya girmezdi elbet ama Çin'de ölçüyü kaçırmış biraz. Dünya güzeli seçilen İrlandalı Rosanna için, ‘‘Favori bile değildi, şikeyle seçildi’’ demiş. ‘‘Favori olan bendim’’ diye de ilave etmiş.
İkisinin birlikte çekilmiş fotoğrafı vardı gazetede. Baktım, baktım... Şu kadarını söyleyeyim, İrlandalı Rosanna değil de Tuğba kraliçe seçilseydi, işin içine şike karıştığına inanabilirdim.
*
n Mehmet Ali Erbil'in son sevgilisini gördünüz mü?
Erbil tek başına güzellik yarışması jürisi gibi. Her seferinde ‘‘En güzel’’i seçiyor. Bu senenin en güzeli Tuğba Coşkun. Aynı zamanda zeki bakışlı. Sıkı birine benziyor. Hani ne derler... ‘‘Güzellik bir bütündür.’’ Tuğba bütünlemiş gibi duruyor.
Bu saatten sonra Erbil'le beraber olmak için ya aptal aşık olmak lazım ya da kendine fazla güvenen biri. Tuğba ikincisiymiş gibi geldi.
E, bana da bravo!
Bir kare fotoğraftan bu kadar netice çıkarılır ancak.
*
n Geçen gün Deniz Seki'yi sordu bir gazeteci arkadaşım telefonda... Hani gündemde olan bir konuyla ilgili birtakım kişilerden görüş alma modası var ya... İşte bu sefer Deniz Seki'nin Popstar yarışmasında giydiği dekolte kıyafetlerle ilgili fikrimi sordular. Görüşümü bildirirken arada bacaklarının güzel olduğundan da söz ettim.
O sırada kardeşim de yanımdaydı. Telefonu kapattıktan sonra kendisiyle Deniz Seki'nin bacakları hususunda ufak bir münakaşaya giriştik.
O, ‘‘Ayol neresi güzel bacaklarının, dizkapakları kemikli, alt baldırları erkek gibi adaleli’’ dedi, bense güzel olduğunda ısrar ettim.
Sonra geçtiğimiz salı gecesi Kanal D'nin 10. yıl kutlamasında gördüm Deniz Seki'yi. Hülya Avşar dahil herkes salona gayet normal girerken onun Hollywood yıldızı gibi paltoyu sırtından bir çıkarışı vardı... Ve bir artiz duruşu yaptı kameralara... Kim demiş ‘‘Deniz Seki popstar değil’’ diye?
Uzatmayayım, yine mini etek giymişti. Kendimi teyit etmek için iyice baktım bacaklarına. Fakat edemedim. Bunun yerine gecenin bir saatinde kardeşimi arayıp ‘‘Haklıymışsın’’ demek zorunda kaldım. Bilmiyorum artık neyi kastettiğimi anladı mı uykusunun arasında.
MIŞ-MUŞ
MHP lideri Bahçeli, ‘‘AKP toplama araba’’ demiş.
MHP de dahil olmak üzere ortada bir sürü ‘‘dağılmış araba’’ bulunca, ne yapsalardı...
Devlet Bakanı Ali Babacan'ı ODTÜ'de konuşturmamışlar.
Zihniyetleri de Orta Doğulu galiba.
İstanbul'daki halk otobüslerinin bir kısmı kamyon şasisi üzerine otobüs karoseri konularak imal edilmiş.
Direksiyonlarına da birer ‘‘Uyuyan Güzel’’ oturttuk mu tamamdır.
Yazının Devamını Oku