Pakize Suda

Huzura 25 km. var

11 Aralık 2003
<B>İŞTE </B>bir tane daha!<br> Gün geçmiyor ki gazetelerin arasından bir tane ‘‘huzura çağrı’’ broşürü çıkmasın.

Bilmem ne konaklarında huzur bizi bekliyor!

Fakat işte kalkıp gidemiyoruz bir türlü. Artık basiret bağlanması mı dersiniz...

Ama 25 km. ötede huzurun öylece bekliyor olması rahatlatıyor tabii insanı. Biliyorsunuz ki ‘‘pat’’ diye oradasınız, ‘‘şıp’’ diye huzurlusunuz.

Fakat dediğim gibi erteliyoruz habire.

Aslında ben bugün kalkıp gitmek, o evlerden birine yerleşmek isterim ama bazı endişelerim var.

Mesela ‘‘konak’’ deyince... Konakta öyle sokak arasındaki apartmanda oturur gibi oturamazsınız ki. Uşak muşak lazım içine.

Pazardan aldığınız eşofmanla salına salına inemezsiniz merdivenlerden. Konağın ruhuna uygun giyinip kuşanmak lazım.

Hayır, konak tek başına konmuş olsa orta yere... Eski konaklar gibi... Mesele değil. Fakat şimdiki konaklar koyun sürüsü gibi dipdibe. E, haliyle herkesin gözü birbirinin üzerinde.

Öyle ton balıklı salatayla falan geçiştiremezsiniz öğünleri. Kuzu dolması yapmak lazım ki hem keseye hem bedene zarar.

Sonra bir ağırlık gerekiyor konakta yaşamak için. ‘‘Küçük hanım’’ olsam hadi neyse... Zıpırlığım hoşgörülebilir. Fakat yaşım itibarıyla büyük hanımlığa daha yakın olduğumdan hanım hanımcık oturmam lazım. Bu yazıları bile yazamam konağa taşınırsam. Daha edebi ve edepli olmalıyım.

Diyeceğim konak işi zor.

***

Fakat ‘‘Evler’’ de var.

Daha mütevazı geliyor insana ‘‘Ev’’ deyince. Ama nasıl ev olduğuna bakınca, ‘‘Annecim!’’ diye kaçası geliyor bir yandan da. Korku filmi gibi bana göre.

Teknoloji harikası şeylerden korkarım ben. O düğmeye basınca bilmem neresi açılıyor; kapısı penceresi bilmem ne teknolojisiyle üretilmiş; dinamik, mekanik, çelik... I-ıh... Ev dediğiniz ev gibi olacak. Akıllısı gerekmez bana.

Pazarlamacılar akıllı olabilir tabii. Nitekim bazıları çok akıllı. Benim gibileri tavlamak için bu manyak evlere çiçek isimleri falan takıyorlar.

‘‘Papatya Evleri’’, ‘‘Karanfil Konutları...’’

Fakat şu anda elimde tutmakta olduğum broşürde mesela bizi iplemediklerini görüyorum. Direkt uzaylılara sesleniyorlar.

‘‘NP 12 Evleri.’’

Bedava verseler istemem. Gider bir uzay istasyonunda otururum pek meraklısı olsam.

Şaka bir yana, bu temiz hava bol gıda vaat eden evleri her duyduğumda ‘‘Tamam’’ diyorum, ‘‘Gitti yine bir sürü ağaç’’. Belki de onun için inatla huzura 25 km. mesafede oturup durmaktayım.


MIŞ-MUŞ


Türkiye'de her on kişiden dördünün cep telefonu varmış.

Oysa etrafa bakınca on kişinin onbirinde varmış gibi duruyor.

*

*Su içen zayıflıyormuş.

‘‘Su içsem yarıyor’’ diyenlerin sahtekárlığının resmidir.

*

*Ders kitapları, insan hakkı ihlalleriyle doluymuş.

Aman bize ne? AB düşünsün!
Yazının Devamını Oku

Erkekler pes etmez

9 Aralık 2003
<B>ATMAK </B>kolay. Kim bilecek, kim görecek? Bir tek sevgili görür ki onun da elinde mezurayla gezecek hali yok. Gerçi göz kararı diye bir şey var tabii, <B>‘‘Ayol bu nasıl 20 santim?’’</B> diye sorabilir ama erkeğin buna da verecek bir cevabı vardır elbet. Minareyi çalan kılıfı hazırlar. Zaten iş o raddeye geldikten sonra ‘‘gerçek’’ o kadar da önemli değildir. Herkes bilir ki propaganda esnasında biraz atıp tutmak mübahtır.

Hayatın neredeyse pazarlamadan ibaret hale geldiği bu devirde erkek kısmı da kendi reklamını yapacaktır artık o kadar.

‘‘Nerede bunun yeşil ışığı?’’ diye peşine düşüyor muyuz deterjancıların?

Hangimizin saçı dolgunlaştı şampuan sayesinde?

Hepimiz biliyoruz ki devir abartma devridir. Söylenenleri yüzde 50 iskontoyla dinleyeceğiz.

Hayır, erkekler abartıyor da kadınlar abartmıyor mu?

Belki lafla, ‘‘Benimki 90’’ diyen yok ama iç çamaşırı üreticisiyle işbirliği içinde her türlü numarayı çekiyorlar maşallah. İçerisinde hazır Jennifer Lopez poposu bulunan külotlar çıkmış mesela... Giyip çıkıyorsunuz. Sonra külotu çıkarmak icap edince ne oluyor, onu bilemiyorum. Ama dedim ya devir reklam devri, herkes birbirini hoşgörebilir.

***

A, aldım başımı gidiyorum ama daha mevzunun ne olduğunu belirtmedim. Gerçi benim okurum leb demeden leblebiyi anlar ama yine de açıklayayım.

Efendim, bizim erkeklerin penis boyu konusunda yalan söylediği ortaya çıkmış.

Yok, kadınların boşboğazlığı yüzünden değil... Biz sır tutmayı biliriz. Yalanı ortaya çıkaran, yabancı bir prezervatif firması.

Türkiye pazarına girmeden önce bir anket yaptırmış firma... Hani, hangi boy prezervatif kullanır Türk erkeği diye... Anketten, XXL, yani en büyük boy prezervatifin kapış kapış gideceği çıkmış. Firma da haliyle deposuna XXL prezervatifleri yığmış. Fakat elinde kalmış prezervatifler.

Bizim erkekleri yalan beyandan dava etse haklıdır firma. Ticari zarara uğradı netice olarak. Neyse ki geciktiricili orta boy prezervatif satışıyla kapatmış açığı.

Tamam, firma birinin yerine ötekini satmak suretyile kendini kurtardı fakat söyler misiniz erkek kısmına kim inanır artık? XXL prezervatifler depoda durup dururken?

Ama erkek dediğiniz pes etmez. Bir firma yetkilisinin beyanı yüzünden karizmayı çizdirecek hali yok. Bundan böyle, ‘‘Ben prezervatifin dar ve kısa gelenini severim’’ der, olur biter. Biz de en büyük boy yerine orta boyun tükenmesinin gerçek (!) nedenini anlamış oluruz böylece.


MIŞ-MUŞ


Danimarka'da apandisit diye hastaneye yatan kadının bacağını kesmişler.

Dünyada yalnız değiliz arkadaşlar.

*

10 yıl içinde 351 bin tarihi eser kaybolmuş.

Alıp gidenler ‘‘tarihe karıştırmak’’ suretiyle tarihi eser niteliğini pekiştirmişler, daha ne yapsınlar.

*

Maliye Bakanlığı'nın vergi dairesi personeline uyguladığı ankete katılan personelin yüzde 55'i rüşvet aldığını itiraf etmiş.

Demek yüzde 45'inde ketumluk var.
Yazının Devamını Oku

Dikkat! Kıbrıs meselesi

7 Aralık 2003
<B>AYLAR </B>önce Kıbrıs'a ait hiçbir haberle ilgilenmemeye karar vermiş ve bunu bu köşede belirtmiştim. O gün bugündür bakıyorum başlıklara, içinde Kıbrıs geçiyorsa ben de geçiyorum. O kadar çok okunacak şey var ve buna karşılık zaman o kadar az ki, temcit pilavıyla neden harcayayım değerli vaktimi? Yalnız dikkat ediyorum, bugünlerde yine bir nüksetme durumu var galiba. Kıbrıs'sız sayfa yok gazetelerde. Bir yandan merak etmiyor da değilim yani... Acaba ne oluyor? ‘‘Çözüm bulundu’’, ‘‘Mutabakat sağlandı’’ falan demeyin sakın, küt diye giderim vallahi. Alıştıra alıştıra söyleyin bari. Misal, ‘‘Önümüzde 100 yıl içerisinde sorun çözülecek gibi görünüyor’’ diyebilirsiniz.

* * *

Ben en çok Kıbrıslı Türklerin haline yanarım. Evet, 1974 yılındaki harekáta sebep olacak bir sürü sıkıntıları vardı ama şimdi ‘‘Hay gelmez olaydınız’’ dediklerinden eminim.

İlaç olalım diye gittik, lakin yan etkilerimizden mahvoldu 30 yıldır insancıklar.

Zaten ben bu işi anlamış değilim. Bütün dünyada yönetenler habire halk için bir şeyler yaparlar fakat daha hiçbir halkın bundan bir yarar gördüğünü duymadım. Devamlı bir ‘‘Şahken şahbaz olma’’ durumu hepsinde.

Kıbrıs Cumhuriyeti 1 Mayıs 2004'te AB'ye üye oluyor mesela... Bizim bile ne olacağımız meçhulken KKTC'nin böyle bir şansı var mı sizce? Bence paleozoik dönemde mümkün görünmüyor.

Kıbrıslı Türklerinin çoğu, ‘‘Keşke bütün bunlar olmasaydı da biz de Rumlarla beraber AB'ye girseydik’’ diyorlardır büyük ihtimalle.

Fakat bu arada Kıbrıslı Rumlara da hayret etmemek imkánsız. Bizim yasa çıkara çıkara bir türlü uyamadığımız AB'ye çoktan uyum sağlamışlar demek. Vay anasını sayın okurlar!

Demek insan haklarına saygılılar, işkence falan da yok ha?

Elin adamı az konuşup çok iş becermiş demek.

Helál olsun, ne diyeyim.

* * *

Netice olarak, Kıbrıslı Türkleri Dimyat'a pirince götürelim derken evdeki bulgurdan da etmiş bulunmaktayız.

Ne kadar kızsalar bize haklıdırlar. Aslında özür dilememiz lazım o ‘‘bitmeyen müzakereler kurbanı’’ insanlardan.

Farkındayım, bir perhizle lahana turşusu beraberliği hasıl oldu. Hem yazılanı okumam, ilgilenmem de, hem otur kendin yaz. Neyse ki başlıkta uyardım; benim gibi düşünenler okumamıştır.

Fakat size bravo!

Yani bu satıra kadar gelenlere... Ayol ne iştah bu? Doymak bilmediniz şu meseleye.


MIŞ-MUŞ


Bütün okullarda Kuran kursu açılacakmış.

E, zamanında en ummadığımız hükümetler bile habire Kuran kursu açınca AKP'nin kendine yakışan daha ileri bir adım atması gerekiyordu.

*

Kongo'da kötü ruhu kovan 64 kişi ruhunu teslim etmiş.

Bunlar da ‘‘intihar kovucusu.’’

*

Avrupa ülkelerinin üçte ikisi su kaynaklarını koruyamıyormuş.

Biz de ilk defa Avrupa'daki çoğunluğa dahil olduk çok şükür!
Yazının Devamını Oku

Ben Evleniyorum

6 Aralık 2003
Benim öyle peşin reddetmelerim yoktur. Hani <B>‘‘Asla falancanın köşesini okumam’’, ‘‘Filan programı seyretmem’’</B> gibi... Herkesin ne yazdığını merak ederim. Beğensem de beğenmesem de takip ederim. Ama sorulunca en fazla iki kişinin adını verip ‘‘Başka kimseyi okumam’’ diyen köşe yazarlarına da gıpta ederim. Gerçi kimseyi okumadan habire yazmanın da bir sürü tehlikesi var; sizin dediğinizi başkaları çoktan demiş olabilir mesela... Ama yine de gıpta ederim işte. Demek işin ‘‘dolum’’ kısmını bitirmiş ‘‘boşaltım’’ kısmına gelmişlerdir.

Televizyonda da her şeye bakarım. Klasımdan bir şey kaybederim diye bir endişem olmaz. Belki klasım olmadığındandır, bilmiyorum.

Fakat ne olduysa bu sefer şu meşhur ‘‘Ben Evleniyorum’’u izleyemedim. İzleyemedim dediysem, evde neler oldu, kim kime ne dedi, bu detayları bilmiyorum, yoksa formattan haberim var.

Ve oradaki eş seçme biçimini hiç de saçma bulmuyorum. Pekálá olabilir.

‘‘Peki sen bu yolla evlenir miydin?’’ diye sorarsanız cevabım ‘‘Hayır.’’ Ama ben hiç kendimden yola çıkmam ki bir durumu değerlendirirken. Ben ve çevremdeki bir avuç insan ölçü olamayız ki. Çoğunluk ne yapıyor, ona bakarım ben.

Türkiye'de nasıl evleniyor kızlar?

Mesela Zonguldak Alaplı'da her yıl tertiplenen ‘‘Kızlar Bayramı’’nda bekár kız ve erkekler gün boyu caddede dolaşarak birbirlerine kur yapıp eş seçiyorlarmış. Şimdi bu durum ‘‘Ben Evleniyorum’’ evindekinden çok mu farklı?

Alaplı'dakiler şanslı yine de...

Söyler misiniz, kim evleneceği kişiyi bu yarışmadakinden daha çok alternatif içinden seçiyor?

Kim daha uzun süre daha ileri tetkiklerde bulunuyor?

Hangi evlilikte para, pul, menfaat, şu bu gözetilmiyor?

Tanışmalar ne şekilde olursa evlilik sağlam temeller üzerine oturmuş oluyor? Var mı bir formülü, şusu busu?

Efendim yarışmayı kazanan kız önce başka bir erkeği seçmişmiş de sonradan bu evlendiğine yönelmişmiş. Olur muymuş.

Ne var bunda? Dışarıda hepimizin yaptığı bu değil mi? Karpuz alırken bile ilk ellediğini alıp gitmiyor insan.

Yani diyeceğim şu:

Türkiye'ye şöyle bir bakarsak ‘‘Ben Evleniyorum’’ evindeki yol, yöntem dışarıdakinden evladır.

Keşke Anadolu'nun her yerinden akın akın gelip bu yolla evlense gençler. Oralarda kimi görüp kimi seçiyorlar? Amca oğlu, hala kızı... Akraba evliliğinin olmadığı yerlerde karşı komşunun oğlu. O kadar. Burada bir kıza dokuz erkek düşüyor seçmek için hiç olmazsa.

Seray ile Hakan


Bir süredir magazin programlarında Hakan Altun'un üç aydır ayrı olduğu sevgilisi Seray Sever'e sahneden nasıl evlenme teklif ettiğini seyrediyoruz.

Hakan daha önce bir de beste yapmış Seray için.

‘‘Sepeti koluna herkes yoluna’’ tarzı ayrılıklara alıştığımızdan bir erkeğin ayrıldığı sevgilisine beste yapması falan dikkatimizi çekti tabii. Fakat erkekten ziyade, kadınla ilgiliyiz. Öyle ya ‘‘Kim bu kadın?’’, ‘‘Boynuzu kulağı mı var?’’

Haliyle röportajlar gırla gidiyor.

Şebnem İyinam'ın sorduğu bir soru dikkatimi çekti geçtiğimiz pazar Radikal'de...

‘‘Sizdeki seçim grafiğini nasıl açıklıyorsunuz kendinize? Kürşat Başar'dan sonra Hakan Altun'un oluşturduğu grafiği...’’

Şebnem kibar kız... ‘‘Seçim grafiği’’ demiş. Utanmazın biri olsa ‘‘Attan inip eşeğe binme’’ şeklinde de tarif edebilirdi durumu.

Nedense, bu soru sanki bana sorulmuş gibi cevap verme ihtiyacı duydum. Ama kişileri göz önüne almadan. Çünkü adı geçen iki erkeği de yakından tanımıyorum. Benimki genel bir bakış.

Gelelim cevabıma...

Kadın olmak, hatta insan olmak tam da böyle bir şeydir. Herkesin, hayatının farklı dönemlerinde farklı beklentileri olabilir karşısındakinden.

‘‘Huyu huyuma, suyu suyuma, boyu boyuma’’ beraberlikler iyidir hoştur da bazen aykırılıkları da özler deli gönül.

Bazen sadece içindeki kadını/erkeği coşturacak birine ihtiyaç duyabilir. Buna, bir sürü eğitimden geçerken duygularını da kontrol altında tutabilmeyi öğrenmiş biri cevap veremeyebilir.

Uzatmayayım, her zaman müze gezilmez, cıvıl cıvıl bir alışveriş merkezine de gitmek ister insan. Ve gitmelidir de.

Netice olarak Seray Sever birbirine benzemeyen iki erkekle beraber olmakla çok iyi yapmış. Hayatını zenginleştirmiş. Birbirinin aynı ilişkiler yaşayacak olduktan sonra eş değiştirmenin ne anlamı var?

Ayrıca Hakan Altun'u da çok sevdim. Yalnızken bile ‘‘Seni seviyorum’’ diyemeyen bazı hemcinslerine ve ‘‘Hayranlarım azalır’’ korkusundan sevgilisini gizleyen bazı meslektaşlarına inat aşkını mikrofonda ilan etti.

Son zamanlarda pek rastlanmayan bir şey var Hakan Altun'da. Samimiyet. Varsın Freud'u bilmeyiversin.

MIŞ-MUŞ


Denktaş, Ecevit'in heykelini dikecekmiş.

İyi bari; bizim öyle bir niyetimiz yok çünkü.

Sürekli gençliğin sırrı iyimserlikmiş.

Unutun sürekli gençliği! Burası Türkiye.

Türkiye ağustosta evleniyor, eylülde boşanıyormuş.

Kafasına yağmur düştüğünde ayılıyor demek.

Taylandlı milletvekillerine metres ve genelev yasağı getirilmiş.

Biz daha kesin çözüm bulduk, milletvekillerini Allah tarafından yasaklanmışlardan seçtik.
Yazının Devamını Oku

Kızlar kandırılmak istiyor

4 Aralık 2003
<B>BU </B>bir <B>‘‘doğru’’</B>ya davet yazısıdır. ‘‘Doğru’’ olan şudur ki hiçbir zaman doğruyu söylemeyeceksiniz.

İnsanoğlunun başına ne geldiyse doğru söylemekten gelmiştir. Ne ilişkiler, ne aşklar, ne arkadaşlıklar bitmiştir doğrular yüzünden.

‘‘Nereden çıktı bu?’’ derseniz, ben çıkarmadım. Atalarımız bile, ‘‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’’ demiş. Benim yaptığım etrafa bakıp onlara hak vermek.

‘‘Doğru söze can kurban’’ sözünden çıkardığımız anlamın bile yanlış olduğunu düşünüyorum. Aslında bunu diyen ‘‘Doğru söz kurbanlık koyun gibi canından eder adamı’’ demek istemiş bence.

İsterseniz siz de şöyle bir düşünün, aynı neticeye varacağınızdan hiç kuşkum yok.

***

Mesela geçen gün iki genç kızın konuşmasına kulak misafiri oldum. Anladığım kadarıyla kızlardan birinin ilgilendiği bir erkek var. Erkek de kıza karşı ilgisiz değil ancak ciddi bir ilişkiye girmek, kızı sahiplenmek niyetinde de değil. Bunu açık açık söylemiş.

Kız nasıl veryansın ediyor adama... Yerden yere vuruyor. Karşısındaki arkadaşı da ‘‘Bunların hepsi böyle’’ diyor.

Nedir bu erkeğin hatası?

Doğruyu söylemek.

Halbuki evlenme vaadiyle kandıracaktı. Evet, bu devirde bile modası geçmemiş demek bunun. Kızlar her devirde kandırılmak istiyor. Erkekler ne yapsın?

Kendimi zor tuttum, masalarına gidip ‘‘Kızlar size her şey müstahak’’ dememek için. Eminim o kıza ‘‘Bir erkekte ne ararsın?’’ diye sorsanız ‘‘Dürüstlük’’ der.

Al sana dürüst adam işte!

Ama hayır. Kadın kısmı yalan da olsa ‘‘Sana söz ömür boyu sürecek’’ türü laflar duymak istiyor. Bu lafları eden, artık ne aranıyorsa bir erkekte, dürüstlük, şu bu, hepsini otomatikman haiz olmuş oluyor.

***

Şu Popstar yarışması mesela...

Armağan Çağlayan... Son bölümde hüngür hüngür ağlamasa insan değildi birçok izleyicinin gözünde. Halbuki yarışmacılarla ilgili hangi söylediği doğru değil?

Evet, bazıları kötü şarkı söylüyor...

Evet, bazıları kötü giyiniyor...

Evet, bazıları için popstarlık kim onlar kim...

***

‘‘Memura zam yaparsak enflasyon yükselir, o yüzden iktidara gelirsek memura zam yok’’ diyen siyasetçi oy alamıyor.

‘‘Seni artık sevmiyorum’’ diyen kadın/adam dünyanın en aşağılık insanı sayılıyor.

‘‘Bu saç sana yakışmamış’’ diyen arkadaşınız sizi kıskanmış oluyor.

Kimse doğruyu duymak istemiyor.

Biz de söylemeyiz o zaman.




MIŞ-MUŞ


Meğer telefonun mucidi Graham Bell değilmiş.

Telefonun mucidini bilmem ama ‘‘cep telefonuyla bütünleşme’’nin mucidinin hangi millet olduğunu biliyorum.

***

Erdoğan'a Bush'tan davet gelmiş.

Eşli mi, eşsiz mi?

***

Ecevit siyaseti bırakıyormuş.

Siyasetin ağzı yok ki ‘‘Ben onu çoktan bıraktım’’ desin.

***

Dr. Muzaffer Kuşhan, ‘‘Ekmek aptal bir gıda’’ demiş.

Aptal ama sempatik; sevdirdi bir kere kendini.
Yazının Devamını Oku

Bozuk terlik

2 Aralık 2003
<B>NEDEN </B>bütün tuhaflıklar gelir beni bulur acaba? Yoksa Allah, bu kadın konu sıkıntısı çekmesin diye torpil mi yapıyor?

Bakın mesela...

İki sene önceydi. Bir arkadaşım bir çift terlik hediye etti. Hani şu civciv, tavşan, ayı vs. şeklinde olanlardan. Terliklerin özelliği içindeki mekanizma sayesinde kahkaha atması.

Buraya kadar iyi hoş. Hoş da... Benim bildiğim, bunun bir yerinde bir düğmesi vardır, oraya dokununca ses çıkar, bir süre sonra kendiliğinden susar. Bir dahaki dokunuşa kadar sus pus olur. Zaten eminim başka ayaklardaki aynı cins terlikler benim bildiğim gibidir.

Benimkilerse durduğu yerde gülüyor. Hiçbir müdahale olmadan. Ve hiçbir müdahale susturamıyor terlikleri. Mütemadiyen gülen bir çift terlik...

Hal böyle olunca aldım bunları, bir dolaba kapattım. Fikrimce nasıl olsa bir gün pilleri bitecekti.

***

Birininki bitti hakikaten bir süre sonra. Fakat öteki... Gizli bir el ha bire pilini yenilemediğine göre mevcut pilin imalatı firmanın eli bol bir çalışanı tarafından gerçekleştirilmişti anlaşılan. İki sene boyunca dolabın içinde güldü durdu terlik.

Fakat biz de öyle alıştık ki derinden gelen bu sese, hani onun da sesi kesilirse bir gün öteki gibi, nesi var bunun diye gidip bakacağız.

Kesildi nitekim bundan birkaç hafta önce. Hakikaten, nesi var diye evirip çevirdim, kurcaladım. Ve bir daha gülmeyeceğine kanaat getirdiğimden, hazır kış da gelmişken çıkardım bunları piyasaya.

Diyeceksiniz ki: ‘‘O kadar bekleyeceğine çıkarıp atsaydın içindeki zamazingoyu.’’

Atamazdım.

Bir kere fermuarı falan olmadığından çıkarıp atmak için terliği parçalamak lazımdı.

İkincisi, tuhaf olan sırf terlikler değil ki... Ben de varım. Zaman içerisinde duygusal bir bağ oluştu terliklerle aramda. Bu dediklerimden sonra beni müşahede altına almalarından korkuyorum ama şimdi bunlar ses çıkardılar ya bir kere... Artık benim için ha kedilerim ha terlikler... Dolaba kapattığım için vicdan azabı çektiğimi bile söyleyebilirim. Çocukluğumda oyuncak ayımı koynuma alıp yatmışlığım falan da yoktur ama ‘‘Hiçbir şey için geç değildir’’ dedikleri bu olmalı.

***

Neyse, normale döndüler ya, ben de bunlara terlik muamelesi yapmaya başladım. Ta ki geçen gece uykumdan sıçrayarak uyanıncaya kadar.

Hani ‘‘zembereği boşaldı’’ derler ya... Terliğin tekinin başına gelen bu. Hiç ara vermeden gülüyor. Uyku sersemi duygusal bağı falan unutmuşum, yerden yere vuruyorum terliği. Sallıyorum, sıkıyorum, boğuyorum... I-ıh... Kediler kuyruğunu kabartmış, Tintin aportta... Gecenin bir yarısı terlikle boğuşan bir kadın...

Netice olarak o gün bugündür hálá gülüyor. Ne gecesi var ne gündüzü. Yine dolapta tabii. O artık takip edilmesi gereken bir vaka benim için.

Bu bir ‘‘imalat hatası’’ mıdır, yoksa ‘‘imalat harikası’’ mı?

Firmayı tebrik mi etmeliyim, yoksa tüketici köşesine şikáyet mektubu mu yazmalıyım?

Kestiremedim.

Bakın şu anda içeriden boğuk boğuk sesi geliyor.

‘‘Bozuk terlik’’ diye bir şey duyulmuş mudur bugüne kadar bilmiyorum. O da bana denk geldi işte.


MIŞ-MUŞ


Tüberküloz ilacının fobiyi önlediği anlaşılmış.

Boşuna ‘‘Hayat tesadüflerle doludur’’ dememişler.

*

İlaç prospektüsleri Türkçeleştiriliyormuş.

Halbuki ne güzeldi... Bir gizemi vardı.

*

Yılbaşı ikramiyesi 10 trilyonmuş.

Eyvah! 1 Ocak'a kadar herkes gevşer şimdi.
Yazının Devamını Oku

Kapkaççı yakaladım

30 Kasım 2003
<B>BAKIN </B>ne oldu! Bayramın üçüncü günü, öğleden sonra. İstanbul'un Boğaz kıyısındaki bir semtinde, müdavimi olduğum bir kafede oturmaktayken, biraz ötedeki yine müdavimi olduğum komşu kafeden oturduğum yerin sahiplerine bir telefon geldi.

‘‘Üç şüpheli kız dolaşıyor, dikkat edin!’’

Meraklıyım ya, fırladım dışarıya...

Baktım, karşıdan geliyorlar. Biri 6-7 yaşlarında, ötekiler genç kız. Etrafa bakına bakına yürüyorlar.

Ünlü balıkçıyı kestirdiler gözlerine. Daldılar içeri. Ben de arkalarından tabii.

İçerisi kalabalık. Kadınlar çantalarını sandalyelerinin arkasına asmışlar, bir sohbet bir kıyamet, kimse kızların farkında değil.

Garsona, ‘‘Amcamızla yengemiz buraya geleceklerdi, onlara bakıyoruz’’ dediler. E, mümkündür, parayla imanın kimde olduğu belli olmaz.

‘‘Sen ne yapıyorsun bu arada?’’ diyeceksiniz.

Suçun oluşmasını bekliyorum tabii. Orada ne müşteriyim ne görevli. Hatta kızlardan farksızım, ortada fol yok yumurta yokken ‘‘Ne yapıyorsunuz burada bakayım?’’ desem, onlar da bana aynı soruyu sorma hakkına sahipler yani.

Fakat çok beklememe gerek kalmadı; bir yandan garsonu lafa tutarken öte yandan birkaç çantayı usulca aldılar sandalyelerin arkasından, kapıya yöneldiler.

Hemen kestim önlerini, ‘‘Bırakın o çantaları’’ dedim.

Büyük olanı, ‘‘A, ben seni televizyondan tanıyorum’’ dedi.

‘‘İyi de sen bırak o çantayı’’ dedim, bıraktı yere.

Bu arada yüzünde oluşan ifadeyi nasıl anlatsam size... ‘‘Aşkolsun! Ben seni o kadar seveyim, sen bana göz yumma ha?’’ bakışı diyeyim, siz gözünüzde canlandırın.

Fakat iyi polis olamazmışım ben. Büyüklerle halleşirken küçüğü kaçırdım. Elinde çantayla fırladı kaçtı dışarı. Ama ne kadar? Sadece beş metre.

Bundan sonrası arbede.

Bir bağırış, bir çağırış...

Ne olduğunu anlayamayanlar...

Çantasını çaldırdığının yeni farkına varanlar...

Çocuklara lanet okuyanlar...

Beni kahraman ilan edenler...

Bir omuzlara alınmadığım kaldı. Düğünüm olsaydı bu kadar çok el sıkışıp öpüşmezdim herhalde. Fakat insan bayağı havaya giriyor. Politikacılara falan hak verdim. İnsanın gaza gelip kendisini álemin kralı zannetmesi çok kolay. Uzatmayayım, her daim sokakta olmamın halkıma bir faydası dokundu. Fakat dokundu da ne oldu? Etraftakiler, ‘‘Bir saate kalmaz serbest kalır onlar’’ dedi.

Olabilir. Çocukların üzerinde delil yok zira. Demek bir dahaki sefere ‘‘Bırak çantayı’’ demeyeceğim. Hatta polis gelene kadar sımsıkı tutmasını sağlayacağım.

Veya ben de çoğunluğun olduğu yere geçiş yapacağım. Yani, ‘‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ diyenlerin yanına. E, ne yorayım kendimi, bir saat sonra serbest kalacaklarsa...

MIŞ-MUŞ

Başkan Bush, Irak'a hayalet gibi inmiş.

Üç beş ay önce de Azrail gibi inmişti.

*

Şenay Akay, boşanacağı eşine Elele dergisi aracılığıyla mektup yazmış.

Siz ne zannediyorsunuz, boşanmanın da eti, sütü, tüyü var.

*

Türkler temizlik káğıdı kullanmayı sevmiyormuş.

A, böyle söylenmez ki bu! ‘‘Türk kirlenmez’’ diyeceksiniz.
Yazının Devamını Oku

Mutluluğun formülünü çıkarın

29 Kasım 2003
Kimi ilgilendirir bilmiyorum ama olanı size de iletmek istiyorum. Oradan başka bir yere geleceğim çünkü. Salı günkü yazımda annemin bayramlarla sürmekte olan kuvvetli bağından söz ederken, laf davulculara gelmişti. ‘‘Herkesin aksine, kahve ikram edip kapı aralığında sohbet bile etmiştir davulcuyla’’ demiştim.

Anlattı telefonda... Ayrı ayrı tam üç davulcu gelmiş bu bayram kapıya.

Birinciye tahmin ettiğim gibi, ‘‘Eline sağlık yavrucuğum’’ demiş. ‘‘Senin yaşıtların baba parasıyla aldıkları arabalarda fink atarlarken...’’ falan da deyip azdırmıştır çocuğu, bilirim. Anlatmaz bize o kadarını.

Neyse... Birkaç saat sonra ikincisi gelmiş.

Siz olsanız ne yaparsınız bilmiyorum ama, annem buna da esas davulcu muamelesi yapmış. ‘‘Yalan söyleyen birinciydi belki’’ diyor; e, haksız sayılmaz.

Akşama doğru üçüncü çalmış kapıyı. Artık patlarsınız değil mi? I-ıh, annem patlamaz. Ya esas davulcu buysa?

‘‘Hiç mi bir şey söylemedin anne?’’ dedim.

Söylemiş.

‘‘Yavrum, iki arkadaşın daha geldi sabahtan, herhalde nöbetleşe çaldınız davulu’’ demiş.

O kadar. Şekerini, bahşişini eksik etmemiş yine de.

Şimdi düşünüyorum da... Ben olsaydım ne yapardım?

Bir kere, daha birinciye harlardım. ‘‘Nereden bileceğim her gece geçenin sen olduğunu?’’ diye başlar, saat kaç olursa olsun, ‘‘Bu saatte kapı çalınır mı?’’ diye bitirirdim.

İkinciyle üçüncüye yapabileceklerimi ise söylemesem daha iyi olur. Kötü örnek olmayayım şimdi aportta bekleyenlere.

Fakat yakın zamanda yaşamış olduğum bir olayı anlatayım, fikir sahibi olmanız için.

Vakit, benim için sabahın körü, yurdumun diğer evlatları için öğlen olmuşken kapım çalındı. Kalktım açtım háliyle. Karşımda bir kurye. Elinde bir zarf tutuyor, fakat vermiyor. Önce hakkımda edinmek istediği birtakım bilgiler var.

Kimliğim, telefon numaram...

Öyle zırt pırt herkese telefon numarası vermiyorum. Hayır, bir şeyden değil, numarayı alanların iyiliğini düşündüğümden. Gecenin bir yarısı yataklarından kalkıp beni aramak zorunda kalmasınlar diye. Yapıyorlar çünkü.

Uzatmayayım, ‘‘Telefonum yok’’ dedim.

‘‘O halde veremiyorum zarfı’’ dedi.

Zannedersiniz Beyaz Saray'dan gizli evrak geldi. Halbuki biliyorum ki alt tarafı bir davetiye.

Bir şey demedim. Sadece çektim zarfı elinden, küçük parçalara ayırıp yere attım. Kapıyı kapattım.

Durum bu.

Şimdi size bir soru:

Bilin bakalım kim kendisini daima daha iyi hissediyor?

Adeta sinir üretim merkezi gibi çalışmakta olan ben mi yoksa annem mi?

Cevabınızı verin, yorumunuzu yapın, mutluluğun formülünü çıkarın!


Michael Jackson

Merak ediyorum, kimsenin aklına gelmedi mi bu çocuğun ruhunu tedavi ettirmek...

Burun diye yüzünün ortasında iki delikle ameliyattan çıktığı gün mesela... Neden ana babası bunu tutup hastanenin psikiyatri bölümüne sürüklemedi?

Veya sapasağlam kendine bir tekerlekli sandalye aldığı gün... Ya da akşamdan kendini ACE'li sulara yatırırken...

Annesi, ‘‘Oğlum masum’’ demiş geçen gün. Hani 300 çocuğa cinsel tacizde bulunduğu iddiası var ya...

Masum tabii. Suçlu olan kendileri. Çocuklarının işini gücünü, parasını pulunu idare etmeyi akıl etmişler de tuhaflığına çare bulmayı düşünememişler.

Belki de yaklaşımım alaturka. Öyle ya, oralarda her koyun kendi bacağından asılıyor. Koyun çocuğunuz bile olsa. Ben kardeşimin yediğine içtiğine bile müdahale ettiğimden çocuklar da tutulup kulağından doktora götürülür zannediyorum, ne bileyim.

Şimdi diyeceksiniz ki: ‘‘Başımızda binbir dert varken bize ne Michael Jackson'dan?’’

Haklısınız.

Fakat bu şöyle bir şey... Hani karanlıktan korkar da avaz avaz şarkı söylersiniz... Ya da sizin ölümcül hastalığınız vardır da komşunun sivilcesini dert edersiniz... Ne bileyim işte, dertleri, acıları hafifletmek için dikkati başka tarafa vermek... Vardır elbet psikiyatride bir adı.

Yoksa ben de sizin gibi düşünüyorum, ne üzüleceğim Michael Jackson'a...

MIŞ-MUŞ

Bir bilimadamı kadında orgazm sorununu bitiren cihaz icat etmiş.

İcatla uğraşmak daha kolay geldi demek adama.

Hindistan'da 76 yaşındaki bir adam 68 yıldır hiçbir şey yemiyormuş.

Eyvah! Bunun olabilirliği üzerine kibrit kutusu kadar beyaz peyniri de keser şimdi bizim diyetisyenler.

Evlilikte gerginlik iyiymiş.

Yüz ve vücut gerginliği daha da iyi tabii.

Maymun nesli tükeniyormuş.

İnsan neslinden yerini tutacaklar var çok şükür.

Baykal ‘‘Terörün adını koysunlar’’ demiş.

Koyamıyorlar, Başbakan’da ‘‘kan’’ hastalığı var.

Şenay Akay ‘‘Tan'la sevgili falan değiliz’’ demiş.

Kim kiminle sevgili ki zaten... Herkes birbirinin sadece yatak arkadaşı.
Yazının Devamını Oku