Pakize Suda

Yardımcı Popstar

8 Ocak 2004
<B>ŞU ‘‘Popstar’’</B> yarışması benim bir yönümü ortaya koydu ki pek acıdır, duygularım körelmiş arkadaşlar. Evet, ağlayamıyorum. Daha bir yarışmacı için iki damla gözyaşı akıtabilmiş değilim. Kime benzedim bilmiyorum. Annem mesela... Polis görür ağlar, asker görür ağlar... Hayır, bir geçit töreni falan olsa anlayacağım, kavşakta düdük öttüren trafik polisine hislenmek neyin nesidir bilmiyorum.

Netice olarak bir duygusuzluktur gidiyor bende. Ya da idareli kullanıyorum. Ota boka ağlarsam, yarın büyük bir felaketle karşılaştığımda günün mana ve ehemmiyetine yakışır miktarda gözyaşı bulamamaktan korkuyorum belki de, ne bileyim.

***

Fakat ağlamasam da inlemesem de ciddi bir yorum yapmanın zamanı geldi. Hatta bugüne kadar nasıl geri kaldım, anlaşılır gibi değil.

Başlıyorum...

Korkarım Bayhan ‘‘Popstar’’ seçilecek. Aslında bu sonuç olağandır. Yok, sabıka durumundan değil, bu memlekette arabesk her zaman popu yenmiştir de ondan.

Diyeceksiniz ki, ‘‘Bayhan da ötekiler gibi pop söylemiyor mu?’’

Evet, parçaların aslı öyle. Ama Bayhan her birini gırtlağında evirip çevirmek suretiyle en ağdalı arabesk şarkıyı aratmayacak hale getiriyor maşallah. Oyları da topluyor. Aslında aynı kategoriye konup bir yarışmada yarıştırılmaları ötekiler açısından haksızlık bana göre.

Detone olma hadisesine hiç girmiyorum. Hemen hemen olmayan yok. Bu bakımdan artık bu durumun olmazsa olmaz bir şart olduğuna karar verdim.

Popstarlığı falan bir yana bırakacak olursak (Nedenini yazının sonunda söyleyeceğim) benim favorim Aydan'dı, elendi. Şimdi Firdevs. Fakat onu da elerler herhalde. Her zaman böyle olmuştur. Bugüne kadar hangi partiye oy verdiysem tarihinin en büyük hezimetini yaşamıştır.

Gerçi bu işler biraz da nereden baktığınıza bağlı. Mesela Aydan'ın elenmesi şer değil hayır oldu kendisi için. Elenmeseydi şimdi hálá Armağan'dan azar işitiyor olacaktı. Oysa haftalık bir dergide viyolonselin arkasına dolanıp iki puan alışını görmüşsünüzdür.

***

Son olarak,

Kim birinci seçilirse seçilsin ‘‘Popstar’’ olamayacaktır. Zira hiçbir yarışmacıda popstar ışığı yok.

Popstarlık öyle birilerinin dediği gibi azimle örülüp sabırla dokunarak ulaşılan bir mertebe değildir. Işık varsa vardır, yoksa yoktur. Gerçi ‘‘azimle şey eden taşı deler’’ derler ama azimle 40 mumluk ampulün 100 mumluğa dönüştüğü görülmemiştir.

Hatta birinci seçilen için ‘‘Yarışmacıların içinde en iyi sesli olan, en iyi yorumcu buydu’’ bile diyemeyiz. Oylar daima birine tepki, ötekine inat, berikine acıma şeklinde verildiğinden...

Neyse artık, bir dahaki Popstar'a inşallah. Bu seferkilerden ‘‘Yardımcı Popstar’’ bile çıkmaz.


MIŞ-MUŞ


İskoç erkeklerinin sperm sayısı düşmüş.

Cimriliği buraya kadar vardırdılar demek.

*

36, Gaziantep 42 beden giyiyormuş.

Bir başka deyişle, ‘‘İzmir'le Gaziantep arasında ‘fıstıklı baklava' farkı var.’’

*

Serdar Denktaş, ‘‘Babam ne derse o!’’ demiş.

Kıbrıs’ı evleri bellediler.

*

Yerel seçim öncesi kamuoyu araştırması yaptıran belediye başkanları, kendi anketlerinde ‘‘açık arayla’’ önde çıkıyorlarmış.

Kendin pişir, kendin ye, sonunda kendin mıç.
Yazının Devamını Oku

Ballandırma ustası

6 Ocak 2004
<B>‘‘ŞU hayatta ne isterdim?’’ Yattığım yerde tavana bakarken, lise çağlarındaki anket defteri tadında, böyle bir soru geldi aklıma.

Hemen cevapladım kendimi. Ağzımın laf yapmasını isterdim.

Bakmayın hoşunuza giden (öyle varsayıyorum) yazılar yazdığıma... Konuşmaya gelince ağzı laf yapan insanlardan değilim. En bildiğim konuyu bile allayıp pullamayı beceremiyorum. Öyle küt diye anlatıp geçiyorum.

Bakıyorum bazılarına... Sokakta bulduğu adi cam parçasını bile öyle anlatanlar var ki camı alıp müzeye koşarsınız.

Gerçi benim gibi kestirmeden gidenler de yok değil ama bakın şimdi aradaki farka...

‘‘Başkaldırının resmini yaptım’’ demiş mesela bir ressam.

Ne güzel. Oysa ben aynı eser için desem desem ‘‘Resim başaşağı asılmış’’ derim.

İşte ikisi de üç kelime. Fakat sizce de onunkinden sonra benimki ‘‘Turp yemiş nar üstüne’’ gibi bir etki yaratmıyor mu insanda?

Gerçi resim çok özel bir konu tabii; anlamak lazım. Ben bu konuda kör cahilim. Onun için bu örneği geri çekiyorum.

En iyisi yazılarımı örnek göstermek.

Şimdi bazıları benim yazıları bir anlatıyorlar ki bana... Hakikaten kendi kendime hayran oluyorum. Amerikalılar bu tarza bilmemne tarzı derlermiş de, içinde şu varmış, bu varmış da... Bakın ne dediklerini toparlayıp aktarmayı bile beceremiyorum. Ancak çok mühim bir iş yaptığımı söyleyebilirim size.

Fakat bir daha beni böyle fiyakalı laflarla öven birine rastladığımda bütün bunları bir káğıda yazmasını rica edeceğim. Çantamda gezdirip gerekli zamanlarda çıkarıp gösteririm.

‘‘Bakın aslında benim durumum budur.’’

Zatı yanımdan eksik etmeyip arada ‘‘Abi bi anlatsana benim yazıları’’ da diyebilirim tabii, bu da bir yol.

Yani kısaca, bir ballandırma ustası olmayı çok isterdim. A, bu arada bir icatta bulundum farkındaysanız... ‘‘Ballandırma ustası.’’ Bunu başlık olarak koyacağım yazıya.

* * *

Bir de ne isterdim...

Kuvvetli bir hafazım olmasını... Ki oturup anılarımı yazabileyim. Fakat maalesef hafıza sıfır.

Yılbaşı gecesi hazırlanırken dedim ki kendi kendime, ‘‘Kaç yılbaşı hatırında?’’, ‘‘Ya da kaç doğum günü?’’

Ikına sıkına dört doğum günümü hatırlayabildim.

Falancayla nerede tanışmıştık, ilk sevgilimden neden ayrılmıştım, bilmemkimle neden küsmüştük, hangi yıl nerede ne haltlar karıştırıyordum... Sıfır.

Halbuki elálem yirmi beş sene önce bakkala yarım kilo toz şeker almaya gittiği sırada kaldırımı süpürmekte olan çöpçünün süpürgesindeki çalı sayısını hatırlıyor.

Yani maalesef benim asla ‘‘Bir gün anılarımı yazarsam Türkiye sallanır’’ deme şansım yok. Türkiye rahat olsun.

Bir gün anılarımı yazarsam da bilin ki uydurmadır.

Üzülüyorum tabii bu duruma... Kendimi ‘‘eski eserlerini koruyamamış şehir’’ gibi hissediyorum. (Bendeki ilerlemenin bilmem farkında mısınız, romancılar gibi benzetme yaptım.)

Fakat bir yandan da sevinçliyim. Yaşlılığın en önemli belirtisi, eskiyi bütün ayrıntılarıyla hatırlayabilmekmiş zira. Allah'ıma bin şükür genceciğim daha!

MIŞ-MUŞ

İzmir'de bir adam, oğlu için parayla kız kaçırtmış, beğenmeyip geri yollamış.

Bir de ‘‘Ben Evleniyorum’’u beğenmezsiniz.

Elma soymak beyni çalıştırıyormuş.

Atalarımızın ‘‘Elmayı soy da ye’’ demesi bundanmış demek.
Yazının Devamını Oku

Milletvekilinden mektup var

4 Ocak 2004
<B>AKP </B>Muğla Milletvekili <B>Seyfi Terzibaşıoğlu'</B>ndan bir mektup aldım. Hani hakkında gazetelerde kendisini tanımayan bir sekreteri tayin ettirdiğine dair bir haber çıkmıştı da ben de bu habere istinaden bir yazı yazmıştım... Sayın Terzibaşıoğlu'nun itirazı var duruma. Mektubunun bu köşede açıklama olarak yayımlanmasını istiyor.

Hay hay. Tamamını olmasa da durumu açıklamasına imkán verecek en önemli bölümlerini iletiyorum sizlere.

‘‘...Milas Milli Eğitim Müdürü'nü aradığımda telefona çıkan bayan beni tanımadığı, tanımak zorunda da olmadığı gibi bırakın bir milletvekiline, herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına davranılmayacak bir üslupla asgari nezaketten uzak birkaç cümle sarf etti ve ben de durumu amiri konumundaki Muğla İl Milli Eğitim Müdürü'ne aktardım. Ancak sekreter hanımın görev yerinin değiştirilmesi gibi bir talebim olmamıştır.’’

‘‘...Eğer tarafıma yapılan terbiye dışı davranışı görev yerini değiştirmekle cezalandırmayı düşünseydim, o sekreter hanım Milas İlçesi içinde değil, çalışma ve yaşama koşullarının en zor olduğu bir bölgeye tayin edilirdi. Doğal olarak iktidar partisinin bir milletvekili olarak buna gücüm yeter, ancak bu üslup benim aldığım nezaket ve demokratik kültürüme kesinlikle karşıdır.

Bu olayın size aksettiriliş biçimi tamamen yalan ve yanlıştır. Ancak bundan daha elim ve vahimi, sizin Hürriyet gibi bir gazetedeki sütunlarınızı bir dedikoduya, karalama kampanyasına alet etmenizdir. Ben demokrat parlamenter rejimin kalesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin değerli ve saygın bir üyesiyim. Demokratik, laik devlete, hukukun üstünlüğü üzerine yemin etmiş bir milletvekiliyim. Böyle bir yazı yazmadan önce aktarılan olayları tarafıma sormanız ancak bir telefon mesafesi uzaklığındaydı.’’

* * *

Sayın Terzibaşıoğlu,

Öncelikle şunu belirteyim, benim haber kaynağım habere konu olan kişiler değil, gazetelerdir. Eğer bir haber bütün gazetelerde yer aldıysa artık ben onun doğruluğunu araştırma gereği duymam. Zira o iş benden önce arkadaşlarım tarafından yapılmış, haber gazeteye öyle yansımıştır. Buna inanırım.

Karalama kampanyasından söz ediyorsunuz... Vallahi açıkçası bu hiç aklıma gelmedi. Efendim, bakan değilsiniz, şu aralar bir göreve talip olmuşluğunuz yok, hiçbir makama aday değilsiniz... Kendi halinde bir milletvekiline kim, neden karalama kampanyası tertiplesin? Bizim bilmediğimiz bir durum mu var?

TBMM'nin, demokrat parlamenter rejimin kalesi olduğu hususunda sizinle hemfikiriz Sayın Terzibaşıoğlu. Sizin onun ‘‘değerli ve saygın’’ bir üyesi olduğunuzdan da hiç şüphem yok. Yemin ettiğinizden de haberim var.

Ancak Türkiy'de ‘‘saygın’’, ‘‘değerli‘‘, ‘‘demokrat’’, ‘‘laik’’ gibi sözcüklerin içinin boşaltıldığını da ben ve bütün Türkiye çok iyi biliyoruz. Onun için kendinizi ifade ederken bunlardan fayda ummanız boşunadır. Bu da milletin bir ferdinden, milletin vekiline naçizane bir tavsiye olsun. Hem zaten ihtiyacınız olduğunu da sanmıyorum; bırakın ihtiyacı olanlar o sözcüklerden birer elbise yapıp giysinler üzerlerine.

Doğrusu şu da çok gücüme gitti: Bana hiçbir yerde hukukun üstünlüğü hususunda yemin etmek kısmet olmadı; TBMM'nin ‘‘değerli ve saygın’’ bir üyesi de değilim. Ne yani, benden her şey beklenir mi şimdi?

Gelelim tayin konusuna...

Hakikaten sizden özür diliyorum. Demek sekreterin tesadüfen tayini gelmişti. Fakat bunun sizinle yaşadığı olayın hemen ertesine denk gelmesi sizin açınızdan ne büyük şanssızlık.

Bir şey daha...

Gerçi siz de farkındasınız, ifade de etmişsiniz zaten, ama ben yine de bir iktidar partisinin milletvekilinin gücünün altını çizmek isterim. Efendim, bir milletvekilinin, birinin amirine telefon açması yeterlidir. ‘‘Bunu buradan al, oraya koy’’ demesine gerek yoktur. Siz böyle yaptınız demek istemiyorum, sadece ‘‘gücünüzü bilin’’ diyorum.

Son olarak... Sizi ve 549 arkadaşınızı, mektubunuzda açıkça belirtmiş olduğunuz ‘‘çalışma ve yaşama koşullarının zor olduğu bölgeler’’i, ‘‘çalışma ve yaşama koşullarının kolay olduğu bölgeler’’e dönüştürme çabası içerisinde görmek dileğiyle saygılarımı sunarım efendim.
Yazının Devamını Oku

Dünya varmış

3 Ocak 2004
Oh!<br><br>Sonunda aldım 8 ortalı bir defter, rahatladım. Hayır, artık iş göremez hale gelmiştim.

Efendim, mesele şu:

Şimdi ben E.A.'ya inat, Mehmet Barlas'tan taraf, yazarken káğıt kalem kullanıyorum ya... Kendimi habire yazıya ara verip káğıdın orasına burasına kenar süsü yaparken yakalıyorum. Hani ilkokulda yapardık... Çizginin solundaki boşluğa, yukarıdan aşağıya...

Övünmek gibi olmasın, zaman içerisinde bayağı geliştirmişim bu işi. Bir görseniz, her biri bir sanat eseri. Hani yani yazılar yerine şu köşede onlara yer versem, kapan galerinin elinde kalırım. Somutu, soyutu, her türlüsü var.

Fakat renk yok tabii. Ya tamamen siyah, ya tamamen mavi. Benim değil Stabilo'nun kısırlığı. Gerçi günahını almayayım, piyasada yeşiliyle kırmızısı da var ama ben kullanmıyorum. Artık o kadar da cıvıldamanın alemi yok. Mavi ya da siyahla yazmak suretiyle kendime ağır yazar süsü veriyorum.

Neyse işte, uzatmayayım, şimdi bu iş için özel defter aldım. Oturup kenar süsü yapıyorum. Eskisi gibi iş arasında kaçamak değil, doya doya. Hem káğıtlar atılıp gidiyordu, defter kalıcı.

Öyle zevkli ki. Telefon geliyor, kalkamıyorum. ‘‘Meşgul, kenar süsü yapıyor deyin’’ diyorum. Fakat evde kimse cesaret edip söyleyemiyor. Beni korumak için tabii; çeşitli vesilelerle yediğim ‘‘deli’’ damgasının iyice pekişmesine gönülleri razı gelmiyor. Oysa ben razıyım.

*

Çocukluğumda yapmaktan zevk aldığım ama yasaklanmış, kısıtlanmış ne varsa hepsini bir bir anılardan çıkarıp uygulamaya koyacağım. Gecikmiş de olsa özgürlük özgürlüktür.

İşe kenar süsünden başladım. ‘‘Bunlarla uğraşacağınıza ders çalışın’’ diyen öğretmenime inat...

İçiçe geçen halkalardan oluşan mika su bardakları vardı mesela... Kapanıp açılan... İki renkli, bir halka bir renk, öteki halka başka renk... O bardakları habire açıp kapamak isterdim, sonsuza kadar... Fakat mutlaka biri ikaz ederdi: ‘‘Kıracaksın, yapma!’’

Nereden bulacağımı bilmiyorum, olmazsa sipariş verir yaptırırım bir yerlere. Bu sefer kırana kadar açıp kapayacağım.

Dolmakalemi bir doldurup bir boşaltacağım, bir doldurup bir boşaltacağım.

Mürekkep hokkasıyla içindeki mürekkebi dökmeyi becerene kadar oynayacağım.

Marangoza bir okul sırası yaptırıp evin baş köşesine koyacağım. Üzerini çizeceğim, kazıyacağım, oyacağım. Pergeli uzaktan fırlatıp saplayacağım.

Oh be!

Dünya varmış.

*

İlkokul çağlarını geç de olsa kurtardım çok şükür. Lise yıllarına geldi sıra.

Neleri yapamadığımı düşünüyorum da...

Lisede golü atan taraf benmişim. Okuldan kaçıp sinemalara gitmeler, belime lastik bağlayıp eteğimi kısaltmalar, kaş almalar, ders kitabının içine roman koyup okumalar... Hepsini yapmışım.

Yapmadığım ders çalışmak.

Ne yani, şimdi oturup ders mi çalışacağım?

Bir de ÖSS'ye hazırlanayım bari.

Misal, iç dirençleri önemsenmeyen özdeş üreteçler ve bir lambadan oluşan devrede açık olan üç anahtardan hangisinin tek başına kapatılırsa lambadan akım geçeceği hususuna kafa yorayım, öyle mi?

Katiyen yoramam. Gelirse önüme öyle bir zamazingo, anahtarları sırayla kapar denerim. Topu topu 3 anahtar, 133 değil ya.

Aslında oraya fazladan 2 anahtar daha koyanda kabahat. İlla hayatın her anından bir problem yaratacaklar.

Hayır, elektrik mühendisi olacaklara sonradan öğretsinler de misal köşe yazıcısı olacak birine ne lazım... Hayatımda karşıma hangisini kapatacağımı bilmediğim 3 anahtar çıkmadı.

İyi ki ders çalışmamışım zamanında. Telafi etmeye de hiç niyetim yok. Beni kenar süslerimle başbaşa bırakınız!


MIŞ-MUŞ


Kadında başağrısı cinsel doyumsuzluk ifadesiymiş.

Aynı zamanda cinsellikten kaçış yolu. Bu da kadın kısmının kısır döngüsü demek.

Türk bulguruyla dünyayı fethetmişiz.

Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgur işe yaradı.

Ocak depresyon ayıymış.

Sizi bilmem ben takside bağladım, 12 ay depresyondayım.

Popstar yarışmasının sunucusu Gamze Özçelik ‘‘Ben soğuk değilim’’ demiş.

İnanmayan test etsin.

Boşandığı kocasına nafaka ödemesine karar verilen kadın ‘‘Haram olsun’’ demiş.

Bir nevi kararı Allah'a temyize yolluyor.
Yazının Devamını Oku

Ama...

1 Ocak 2004
<B>AMA.<br><br></B>Ne önemli sözcük şu <B>‘‘ama’’</B>.<br><br>Neyse, uzatmadan hemen konuya gireyim. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül bir proje hazırlamış. Bu projeye göre Ali Sami Yen Stadı o sıkış tepiş Mecidiyeköy'den alınıp Seyrantepe'ye taşınacak, stadın eski yeri ise kongre sarayı, otopark, yeşil alan olarak düzenlenecek.

‘‘....ama devlete ait olan Seyrantepe'deki arazinin hükümet tarafından Şişli Belediyesi'ne verilmesi, ardından Galatasaray Kulübü Genel Kurulu'nun bu projeyi onaylaması zor.’’

‘‘....ama stadın yerine yapılacak projenin Büyükşehir Belediyesi'nden geçmesi çok uzun zaman ve zor.’’

‘‘....ama Sarıgül 18 ay boyunca çalıştığını söylediği proje hakkında Galatasaray yönetiminden hiç bilgi istemedi, bilgi de vermedi.’’

‘‘....ama bu proje hayal.’’

‘‘....ama bu projenin fikir babası Tayyip Erdoğan.’’

‘‘....ama Mustafa Sarıgül projeyi gitti Star televizyonunda açıkladı.’’

Ve dile getirilmeyen daha ne gizli ‘‘ama’’ var kim bilir...

Ne koltuk hesapları, ne menfaat çatışmaları...

Tabii ki işin inceliklerine aklım ermez. Ben vatandaş olarak maç günleri Mecidiyeköy'den geçemediğimi, arabanın içerisinde saçımı başımı yolduğumu bilirim ancak. Ve kim akıl etmiş olursa olsun, kim gerçekleştirecekse gerçekleştirsin, bu projeyi desteklerim.

Böyle bir proje hemen reddedilmez, eksiği gediği varsa konuşulur, tartışılır, üzerinde çalışılır.

Ama... ‘‘Ama’’sı var işte, olmuyor.

Memlekette yolunda gitmeyen ne varsa bu ‘‘ama’’lara bağlıyorum ben... ‘‘Ama’’ları azaltırsak yırtacakmışız gibi geliyor.

***

SAVUNMA

Hakkı Devrim,
dizi oyuncusu, sunucu Vatan Şaşmaz ve ‘‘cansız manken’’ lakaplı Vahe Kılıçarslan'la ilgili gayet önemli ve de aydınlatıcı tespitlerde bulunduğu 30 Aralık günü bana da yer vermiş Radikal'deki köşesinin bir başka bölümünde...

Bir yazımda ‘‘Ahlak sükût etti’’ demişim. İsmini vermediği iki okuru -ki durumdan anlaşıldığına göre benim de okurum- ‘‘Doğrusu 'sukut etti' değil midir?’’ diye sormuş.

Evet, bence de doğrusu ‘‘sukut etti’’dir. Zaten yazımın orijinalinde de öyleydi. Fakat düzeltmen arkadaşlarımın ‘‘sukut’’u ‘‘sükût’’ olarak düzelttiklerini ben de şaşırarak gördüm gazetede.

Ama Türkçe'yi tüm kurallarıyla, en doğru biçimde bildiği için o göreve getirildiğine inandığım insanlara, hele bu işlere sonradan bulaşmış biri olarak ‘‘Benimki doğruydu’’ deme cüretinde bulunamadım.

Sayın Hakkı Devrim,

Hıncal Uluç, Mehmet Barlas
ve Emre Aköz arasında neredeyse bir hafta süren tartışmayı takip etmişsinizdir herhalde. Tam da birbirlerine ders vermeye çalışırken düzeltmenlerin azizliğine uğrayıp karşı tarafı kıs kıs güldürecek duruma düştüklerini de görmüşsünüzdür.

‘‘Düzeltmen, yazarı rezil de eder vezir de’’ desek pek abartmış olmayacağız galiba. Öyle ya, sayelerinde hatasız günler geçirdiğimiz de çok oldu.

Diyeceğim şu:

Bu sefer hiç mi hiç hak etmemiştim ‘‘Dil Yáresi’’ne düşmeyi ama nereden bileceksiniz tabii...

Aslında şu anda ‘‘Örtmenim ben yapmadım, o yaptı’’ diyen ilkokul öğrencisi gibiyim, biliyorum ama insan ister istemez savunuyor işte kendini, ne yapacaksınız.


MIŞ-MUŞ


Asgari ücret 303 milyon olmuş.

2004 de cimri çıktı.

*



Erkekler için cuma günü alındığında etkisi tüm hafta sonu süren ereksiyon hapı çıkıyormuş.

Tabii bu cuma hadisesi bekárlar için; evli erkekler pazartesi alacaklar hapı.
Yazının Devamını Oku

Gece gezenler

30 Aralık 2003
<B>YILLARDAN </B>beri bir yılbaşı fantezim vardır. Ev halimle koltuğa yayılmak, bir elim kumanda aletinde, bir elim fındık fıstıkta sabahı etmek. Çocukluğum hariç hiçbir yılbaşını evde geçirmek kısmet olmadı. Hep sahnede oluyorum. Onun için allanıp pullanıp kendini sokaklara atana her zaman şaşmışımdır. Nasıl olup da evdeki rahatı teptiklerini anlayamamışımdır.

Fakat beni esas bezdiren şey zorunlu olma hali galiba, sahnede olmak değil. Günün birinde şartlar değişir de istemediğim halde evde kalmam icap ederse bu durumdan da hoşnut olmam herhalde.

O halde benim de size yeni yıl dileğim bu olsun:

İnşallah, her konuda, daima ‘‘zorunlu olan’’ değil, ‘‘tercih eden’’ olun!

***

Günün mana ve önemine uygun bir konuyla devam edeyim.

Gece gezenlerin, yılların tecrübesine dayanarak tarafımdan kategorize edilmesi.

SADECE ÖZEL GÜNLERDE ÇIKANLAR

Doğum günü, evlilik yıldönümü, yılbaşı gibi özel günler senede üçü beşi geçmediğinden bir ‘‘Görmemişin gezmesi olmuş’’ durumu söz konusudur. Gidecekleri yere çok ama çok eğlenmeye şartlanarak giderler. Daha müzisyenler çalgılarının akordunu yaparken oynamaya başlarlar. İçkiyi de senede üç defa içtiklerinden ilk kadehte sarhoş olurlar. Gecenin kalan kısmını kusarak geçirirler.

CEPTEN KOPAMAYANLAR

Bütün geceyi kulaklarında cep telefonu, müziğin duyulmadığı koridor, hela, kapı önü gibi yerlerde birileriyle konuşarak geçirirler. Karşıdan bakan bunları telefonla bir harekátı yönetiyor zanneder. Ne yediklerinden içtiklerinden ne de müzikten bir şey anlarlar.

Annelerine, kardeşlerine gurbetteki sevgililerine ha bire cepten şarkı dinletenleri de bu gruba dahil edebiliriz.

KARARSIZLAR

Gecede 9 mekán gezerler. Akılları daima bir sonraki eğlence yerindedir. Kıçlarını yere koymalarıyla kalkmaları bir olur. Hiçbir yerde bir kadeh içkiyi içip bitirdikleri görülmemiştir.

Bu gruba girenlerin de kulağından telefon düşmez. Kendilerine benzeyen ve o anda başka eğlence yerlerini kolaçan eden arkadaşlarıyla sürekli temas halindedirler.

ŞİRKETÇİLER

30-40 kişilik gruplar halinde gezerler. Ya çalıştıkları şirketin kuruluş yıldönümüdür, ya bir arkadaşlarını askere uğurluyorlardır, ya da bir erken yılbaşı kutlamasıdır. Ortalığı okul yemekhanesine çevirirler. Gece boyunca birbirlerini ilk defa görüyormuşçasına konuşur, uğuldarlar. Sonra sıra birinin kalkıp paraları toplamasına gelir. En sonunda kapıda beklemekte olan servis arabalarına dağılmak üzere ayaklanır, bir müddet de ayakta uğuldarlar.

Geceden zevk alırlar mı almazlar mı bilinmez ama onlarla aynı mekána denk gelmiş diğer eğlenceseverlerin oradan sinir içinde ayrıldıkları kesindir.

DÖRT DUVARI OLMAYANLAR

Eğlenmek bahane, öpüşmek şahanedir. Ne müzik, ne yemek, ne etraftakiler umurlarındadır. İlk kadehten sonra öpüşmeye başlarlar, garson ‘‘Kapatıyoruz efendim’’ diyene kadar öpüşürler. Dudakları nasır bağlamış vaziyette mekánı terk ederler.


MIŞ-MUŞ


Kayseri'deki Yamula Barajı'nın yapımı 32 yılda da olsa bitmiş.

Adının ‘‘Yamula’’ olduğuna şükretsinler, ‘‘Bitmeye’’ de olabilirdi.

*

AIDS'li travesti ‘‘Müşterim kuyrukta’’ demiş.

Şey yoluna gitmek isteyen Niyazi'leri hiçbir şey durduramaz.

*

Washington Post'a göre Saddam metroseksüelmiş.

Hakikaten son gördüğümüzde belediyenin kazdığı metro çukurunda kalmış gibiydi.
Yazının Devamını Oku

Kadının orgazmı

28 Aralık 2003
<B>BUKLELİ </B>sarı saçları yüzüne düşmüş...<br> Kan kırmızısı dudakları aralık...

Yüzünde ‘‘Vurun beni öldürün’’ mü desem, yoksa ‘‘Atın beni denizlere’’ mi... Öyle bir ifade.

Sesi duyulmuyor ama hafif bir çığlık attığı kesin.

Yok, karşı komşunun yatak odasını gözetliyor değilim, gazetedeki fotoğrafa bakıyorum. Kadının biri orgazm oluyor. Yani yüzüne bakarsanız durum bu. Fakat yanında sevgilisi falan yok, üstelik üstüne başına bakarsanız ayağına topuklu botlarını da giymiş sokağa çıkmak üzere. Veya yeni girmiş kapıdan.

Önce ayıptır söylemesi, vibratör müdür nedir, öyle bir aletin reklamı zannettim. Ve dedim ki kendi kendime, ‘‘Hakikaten ahlak sükût etti’’.

Fotoğrafın altında konuyla ilgili açıklama arıyorum... Hani ‘‘İşi iyice pratik hale getirdik’’ falan diyecekler diye.

A, meğer ayakkabı reklamı değil miymiş...

* * *

Fakat pek de olmayacak şey değil. Kadın kısmı ayakkabıyla, çantayla falan orgazma ulaştırılabilir. Hatta öteki klasik yoldan daha kestirme bile olabilir bu yol.

Mesela bugünlerde yılbaşı münasebetiyle ön sevişme tadında özel alışveriş ekleri veriyor gazeteler. Her birinin içinden bir iki tane çıkıyor. Onlara bakıp bakıp tahrik oluyorsunuz, sonra doğru alışverişe...

Artık doruk noktasına bir çantayla mı varırsınız, abiye bir elbiseyle mi... Paranız çoksa, ‘‘seri orgazm’’ bile mümkün.

Vallahi abartmıyorum.

Kadınlara alışverişle ilgili bir soru sorulduğunda daima ne cevap verdiklerinin farkında değil misiniz?

‘‘Alışveriş ederken kendimden geçiyorum.’’

Budur söyledikleri.

Nah işte, o eklerden birinde demiş yine biri...

Ki kadın kısmı sevişirken bile kendinden geçmez. Orada bile daima ilave iş peşindedir.

* * *

Bugün burada erkek kısmına önemli bir tüyo vermiş oluyorum aslında.

‘‘Karınızı tatmin etme işini cebinizde bilin! Ne kadar alışveriş, o kadar tatmin.’’

Şimdi kadın kısmı deyip duruyorum... Bunların içine ben de dahilim tabii. Nitekim gazetelerin alışveriş coşkusuna kayıtsız kalamadım. Fakat bu sene hakikaten ekstra bir azıtma söz konusu.

Neredeyse mağazalardan birer görevli kapınıza gelip ‘‘Sizi dükkándan bekliyorlar’’ diyecek. Öyle bir çağrı çılgınlığı. Bir tanesi artık para harcamak için 50 neden sıralamış. En son bunu da okuyunca kalktım gittim.

Niyetim yılbaşı gecesi için tepeden tırnağa donanmak. Bedeli ne olursa olsun, göze aldım, baş döndürücü bir güzellik ve şıklıkla gireceğim yeni yıla.

Detayları geçip neticeyi bildiriyorum size.

Bir adet kırmızı-mor çizgili yün atkı, bir adet don sutyen bitişik siyah dantel iç çamaşırı, bir çift beyaz kar çizmesi. Döne dolaşa aldıklarım bunlar. Şimdi bu elimdekilerden kombin yapacak birini arıyorum.


MIŞ-MUŞ

Mars'tan sonra Satürn de dünyaya en yakın konumda olacakmış.

Gezegen akınına uğradık.

Türkiye'yi soran yabancı sayısı önemli ölçüde artmış.

Netice?

Naomi Campbell her zamanki gibi İspanya'da da huysuzluk etmiş.

Naomi de küçük bir kızken klitorisi sünnet edilen Afrikalılardan değil mi?
Yazının Devamını Oku

Altın kaplama gelin

27 Aralık 2003
Sevgili okurlar, aşağıda okuyacağınız satırlar bir kez daha zenginin malının züğürdün çenesini yorması durumudur. 2 gelinlikle iki seti duyunca dayanamadım, ne yapalım.

Efendim hadise şu:

Cemiyet hayatının önemli simalarından biri, muhteşem bir düğünle oğlunu evlendirmiş. Ama ne kadar muhteşem... Hakikaten extra large muhteşem.

Mesela, gelin düğünün orta yerinde assolist gibi gidip gelinliğini değiştirmiş gelmiş.

İkinci mesela, damadın anne babası geline iki ayrı takı seti takmak suretiyle Türk takı tarihinde bir ilki gerçekleştirmişler. Yani benim bildiğim ilk defa oluyor. Yine de yarın biri çıkıp ‘‘Biz daha önce gerçekleştirmiştik’’ diyebilir. Zira ‘‘Cemiyet hayatı’’ dediğiniz bir nevi sidik yarışıdır. Daha önce birileri iki gerdanlık taktıysa gelinine, bunlar da iki set takmakla daha ileri şeytmiş olabilirler.

Yarın bakmışsınız başka biri gelini pistin ortasında altın kaplatıyor.

Altın kaplama gelin.

Damat çıkar da ‘‘Baba ben n'olucam şimdi?’’ derse içeriden ikinci gelin getirilir.

İki gelinliğe karşı iki gelin! Biri altın kaplama.

‘‘Her nesnenin bir bitimi var ama, rekabete hudut çizilmiyor.’’

Meselalar bitmedi.

Mesela, 440 davetlinin bir eve sığdırılması... Daha doğrusu söz konusu ailenin 440 kişiyi sığdıracak bir eve sahip olması... Fakat insanın hayali gördüğünden ileri gidemiyor maalesef. Kendimi zorluyorum, zorluyorum, içi 440 kişi alan evi hayal edemiyorum. Hayır belediye otobüsü gibi dipdibe dursalar hadi neyse fakat 440 kişi yiyor, içiyor, salınıyor, dans ediyor... Hareket halindeler yani mütemadiyen. Hadi 5 kişinin değişimli olarak helalara dağıldığını düşünelim... Yine de sığdıramıyorum.

Oh! Rahatladım.

Haberin devamını okudum da onlar da sığdıramamışlar, bahçeye çadır kurmuşlar. Çadır dediysem Kızılay'ın çekirdek külahı gibi afet çadırı gelmesin aklınıza; hayallerinizi benim gibi korkak alıştırmayın. Sirk çadırı gibi bir şey bu dediğim. Hani koskoca hortumlarıyla fillerin falan gösteri yaptığı... İşte öyle bir çadır kurup evden artan davetlileri buraya almışlar.

*

Nikah şekerleri de gecenin ihtişamına uygun olarak ‘‘Saltanat kayığı’’ şeklinde gelmiş salona.

E, bunu anlıyorum. Yakındaki bir marketten beş koli temin edip şekerleri içine dolduracak değillerdi elbet. Demek yakındaki bir saraydan saltanat kayığı temin ettiler. Zaten düğüne Sultan I. Tayyip'le vezirlerinden Abdülkadir Paşa da katılmış. Diğer davetliler de Osmanlı'nın ileri gelenleri.

*

Yanlış anlamayın! Asla sermaye düşmanı falan değilim. Tam tersine, benimki sermaye dostluğu. Hani sermayelerine bir şey olacak diye korkuyorum. Tamamen şefkátten. Annemin ‘‘Kızım kolay mı kazanıyorsun, söndür şu ışıkları’’ demesi gibi.

Kolay mı kazanıyorsunuz, yazıktır size! Bir tane ray bilezik neyine yetmez gelinin?

‘‘Evet kolay kazanıyoruz’’ dermiş şimdi biri çıkıp, ben de apışıp kalırmışım.


Yazarlar, canavarlar ve kardeşim

Henüz Orhan Pamuk'un son kitabını okuyamadım. Bu gidişle gerek de kalmayacak galiba. Zira sağım, solum, önüm arkam ‘‘alıntı’’.

Hayır roman olsa, hiç değilse sonunu yazmadılar diye merakımı sürdüreceğim fakat hatıranın başı sonu olmuyor ki Orhan Pamuk'a ne oldu diye merak edeyim. Etiyle kemiğiyle ortada dolaşıp duruyor adamcağız.

Sırf gazeteler olsa iyi. Bakmam, geçerim. Ama kardeşim de eksik olmasın elinde kitapla zırt pırt geliyor karşıma.

‘‘Biliyor musun aslında Orhan Pamuk'un tedaviye ihtiyacı var. Hayalinde daima birilerini öldürürmüş.’’

Ne var bunda? Ömründe bir kere olsun canını yakan birini öldürmeyi düşünmemiş insan var mıdır?

‘‘Pamuk'unki öyle değil. Mesela askerdeyken yedi yüz elli erin hepsinin kafasının boyunlarından kopuk olduğunu, kanlı yemek borularının sallandıklarını falan hayal edermiş.’’

A benim güzel kardeşim! Onu Orhan Pamuk yapan da bu zaten. Elimizde hazır dünya çapında bir yazarımız varken tutup tedavi ettirelim, sıradan insan haline gelsin, gitsin tapu dairesinde memur olsun öyle mi?

Ne dese beğenirsiniz?

‘‘Yani şimdi 'Salacak Canavarı' falan denen adamlar kitap yazmaya kalkışsalarmış başarılı birer yazar mı olacaklarmış?’’

Evet kardeşim!

Zaten yazar dediğin, bıçak, tabanca vs. edinememiş canavardır. Canavarsa káğıt kalemi akıl edememiş yazar...

Fakat bitmedi. Bu sefer de ‘‘Dil Yaresi’’yle geldi karşıma.

‘‘Tıp okuyup Amerika'ya göç eden, askerliğini yapmadığı için Türkiye'ye geri dönemeyen ve böylece babaanneme sürekli bir yas havası içerisinde yaşama fırsatı veren doktor amcam şişman ve sağlıklıydı.’’

Bu cümlede ‘‘fırsat vermek’’ yanlış kullanılmışmış. Zira ‘‘fırsat vermek’’ iyi bir şeylere imkán sağlamakmış daha çok. Yas tutmanın nesi iyiymiş?

‘‘...babaannemin sürekli bir yas havası içerisinde yaşamasına neden olan doktor amcam...’’ deseymişmiş daha doğru olmaz mıymış?

Bu sefer haklı galiba. Ama ben yine de Orhan Pamuk'a laf söyletmeyeceğim. Rastgele birkaç sayfasına göz gezdirdim de... Ben bu kitabı okurum, hem de çok severim.


MIŞ-MUŞ

Evliliğin kimseye yaramadığı bilimsel olarak tespit edilmiş.

Kuyumcular Derneği'nin itirazı olabilir buna.

Erkeği ‘‘seri tek eşlilik’’ mutlu ediyormuş.

Mesele de bu zaten, zira kadın kısmı ‘‘seri sonu’’ olma telaşında.

Türk kahvesi selülit yapmıyormuş.

Türk'ün kahvesi de öteki kahvelerden üstün gördüğünüz gibi.
Yazının Devamını Oku