Pakize Suda

Daldan dala

27 Mart 2005
<B>GÜLBEN Ergen </B>hamileymiş. Fakat doğurmuş da olabilir. Zira bendeniz sadece üç gazeteye bakabildim. Aynı gün birinde 1 aylık, diğerinde 1.5 aylık, bir diğerinde 2 aylık hamile olduğu yazıyordu. Demek bu hesapla 14 gazeteye daha baksaydım doğurmuş olduğunu okuyabilirdim.

Şimdi bilgisayarın başına oturup ‘Çok mu önemli Gülben Ergen’in kaç aylık hamile olduğu?’ diye mektup döşenmezsiniz değil mi? İyi.

Ben esas 1 Nisan’dan itibaren bu yüzden de hapse girecek miyiz, onu merak ediyorum. Kele kel diyemeyeceğimizi öğrendik de yukarıdaki örnekte olduğu gibi aynı konudaki üç haberin her biri ayrı telden çaldığında ne olacak?

Hayır, buna da varsa ceza, peşinen topluca gidip hapishaneye yerleşelim diyorum. Biz bunu hep yapıyoruz ve asla vazgeçeceğe de benzemiyoruz zira.

***

Geçen hafta, Erdoğan’ın, bir rivayete göre Genelkurmay Başkanı’na, kendine göre ise Devlet Bakanı Atalay’a ‘Hocam’ diye hitap etme meselesi vardı gündemde.

Kime demiş olursa olsun hiç yadırgamadım ben.

‘Neden?’ derseniz... Biz, tanıştıktan 10 dakika sonra birbirine ‘Abicim’ diye hitap eden bir milletiz. Sırf kahvehane ortamında olsa neyse... En ciddi iş ilişkilerinde bile bu böyle.

E, Başbakanımız da aramızdan çıktı. İthal etmedik. Henüz AB’den birliğin ruhuna uygun başbakan tarifi de gelmedi...

Özal da şortla asker denetlemişti hatırlarsanız...

Hem ‘Hocam’da ne var?

‘Siz benden daha büyük, daha bilgili, daha fazla söz sahibisiniz’ demek değil mi?

E, daha ne istiyoruz?

***

Düğmeye basılması mevzuu...

Erdoğan’ın, hükümete karşı düğmeye basıldığı yönünde bir iddiası var biliyorsunuz.

Ben de katılıyorum. Evet, basıldı.

Fakat Başbakanımızın bilmediği, başarılı günleri için de düğmeye basılmıştı.

‘Sen nereden biliyorsun?’ diyeceksiniz.

Kendim gözlemledim. Sabah akşam işlerin nasıl da yolunda gittiğine dair haberler duydukça ‘Allah Allah, ben niye göremiyorum!’ diyordum. Şimdi de kötüye gittiğine dair bir belirti göremiyorum. Benim için hükümet ilk gün ne idiyse şimdi de o. ‘Aradaki farkı görememek senin yeteneksizliğin’ de diyebilirsiniz tabii.

Fakat ben yine de burada her zaman birilerinin bir o düğmeye, bir bu düğmeye bastığına inanıyorum. Asansöre konuluyor insanlar adeta. Önce yukarı, sonra aşağı. Bazen de tam tersi. Dışarıda bir asansör görevlisi var ama kimdir bu, o kadarına aklım ermez.

Bir önceki hükümette de Ecevit yatak odasından salona geçemezken, Bahçeli mum gibi dururken bir sürü beklenmedik iyi şeyler oluyordu hatırlarsanız... Sonra ‘güm!’

Burası böyle. Belki de övünmemiz lazım. Öyle ya bir düğmeye kadar indirdik, bu kadar otomatikleştirdik işi!..

MIŞ-MUŞ

Bacak bacak üstüne atmak selülite neden oluyormuş.

E, her şeyin bir bedeli var; yarattığınız etkiyi düşünün bir de...

*

‘İkinci Bahar Gönüllerde’ isimli programla evlenme yaşı geçmişler evlendirilecekmiş.

Memlekette huzura ermiş insan bırakmayacaklar anlaşılan.

*

Bu yaz erkekler derin dekolteli olacakmış.

Ama lütfen kıllarının arasından altın kolye de sallandırsınlar!
Yazının Devamını Oku

Beğen beğen oku!

26 Mart 2005
Baktım okur tiplerini yazmışım da, köşe yazarlarına hiç dokunmamışım. Onlar da çeşit çeşit oysa... Aşığı var, türkücüsü var, şerbetçisi var... Aşıklar’dan başlayalım mesela...

Aşık dediysem bildiğimiz aşk değil söz konusu olan. Saz eşliğinde karşılıklı atışan aşıkları getirin aklınıza... İşte aynen bu aşıklar gibidirler. Aynı kategoriye giren diğer yazarlarla habire atışırlar. Konu mühim değildir. Sigaranın dumanının ne yöne tüttüğü üzerine bile olabilir. Yeter ki laf olsun torba dolsun.

*

Taktım bi kere’ciler

Taktıkları bir iki kişi vardır. İyi ki de vardır. Yoksa kendileri de olmayacaklardır neredeyse.

İşleri bir yandan kolay bir yandan zordur. Kolaylığı... Konu her zaman hazırdır. Zorluğu... Bir kişiden bu kadar çok verim almak maharet ister. Her babayiğidin harcı değildir.

*

Megaloman mütevazılar

Tevazudan olsa gerek kendilerinden ‘biz’ diye bahsederler. Fakat bir yandan da sık sık kurdukları ‘Biz bu tehlikeyi önceden görmüştük’ türü cümleler bu tevazuuyla tezat teşkil etmektedir.

*

Suni doğallar

Konuşur gibi yazmanın moda olduğu düşüncesinden hareketle, bu modaya uymak için cümlelerin başına, sonuna ortasına ‘ay’, ‘valla’, ‘of’, ‘aman’, ‘yani’ gibi sözcükler serpiştirirler. Bunun kafi olduğunu zannederler. Olsun. Okur razıdır. Zira ‘ay’ları ‘valla’ları çıkarınca ‘yazı’ denen bir şey kalmaz ortada. Daha mı iyidir?

*

Makineler

Yazılarında asla kendileri yoktur. Hatta yazının insan elinden çıktığından şüphe bile edilebilir. Sanki bir makineye bir ucundan gündemdeki bir konu verilmiş, öteki ucundan yazı çıkmıştır. İnsan hiç hastalanmaz mı, aşık olmaz mı, bir yakınını kaybetmez mi, boşanmaz mı, evlenmez mi, kaza geçirmez mi, çocuk sahibi olmaz mı? Bunlar yazıya bir nebze olsun yansımaz mı? Hayır!

*

Esnaf olanlar

Üzerine yazamayacakları bir konu hatta sözcük yoktur. ‘Masa’ deyin bir tam gazete sayfası döktürsünler size!

*

Türkücüler

Kimin arabasına binerlerse onun türküsünü çağırırlar. Araba sahibi genellikle iktidardaki parti olur.

*

Polemikçiler

Ortaya daima toplumda yaygın olan kanının, beğeninin, şunun bunun aksine bir fikir atarlar. Çoğu zaman kendileri de inanmazlar buna ama maksat polemik olsundur.

*

Son ütücüler

Bir konu hakkında herkes diyeceğini dedikten sonra durumu toparlayan bir yazı yazar ve olaya son noktayı koyarlar akıllarınca. Nokta son nokta olduğundan değil, konu bayatladığından kimse çıkıp cevap vermez kendilerine.

*

Daha çok var.

Okurun nabzını tutup ona göre şerbet verenler...

Aşka methiyeler düzen ‘Son romantikler’...

Kendini ‘Kainatın merkezi’ zannedenler...

‘Ben ne dersem odur’cular...

Neredeyse aynadaki aksiyle bile kavga edenler...

Bitmez.

Fena mı ama... Beğenin beğenin okuyun işte!

MIŞ-MUŞ

Beş yaşında çocuk hırsızlıktan yakalanmış.

E, soyulması planlanan 70 milyon nüfus var; yetişemeyince mecburen elemanların yaşını düşürdüler zahir.

Erken boşalmayı önleyen ilaç üretilmiş.

Ereksiyonları hapla, boşalmaları hapla... Adeta ilaç sanayiiyle yatağa giriyoruz.

Ecevit ‘Denktaş görevden ayrıldıktan sonra daha da güçlü olacaktır’ demiş.

Kendini öyle hissediyor demek.

Erdoğan ‘İşsizlikte başarısız olduk’ demiş.

Şu örneğe bakılırsa doğru cümle kurmakta da pek başarılı sayılmazsınız.
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

24 Mart 2005
Fevzi Öderoldu

‘Böyle bir ülkede kadın olarak yaşamaktan haz alıyor musunuz? Hálá kız çocuklarımızı okula göndermemekte kararlı yüz binlerce aile olduğunun farkındasınız umarım.’

Bayılıyorum bu tarz mektuplara... ‘Senin keyfin yerinde, memleket sorun kaynıyor!’ mealinde. Onurlanıyorum. Sihirli değnek muamelesi görmekten. Ben bir yazı yazacağım, her şey düzelecek demek.

Fakat serde keçilik var. Biri beni bir tarafa çekti mi orasının doğru yer olduğunu bildiğim halde aksi tarafa gidesim geliyor. Bakın mesela şimdi yine o durumdayım. Bu sebepten diyorum ki acaba kızların mutluluğu açısından haklı olabilirler mi göndermemekte. Okuyup gözü açılan kızlar hırçın, mutsuz, muhalif, huysuz, huzursuz oluyorlar. Dikkat ettim, Prozac kullananların tamamı okumuş kadınlar.

Tamam tamam! Saçmalıyorum elbet.

*

Şengün Özgen

‘Beni çok mutlu eden bir olayı anlayabilecek birkaç kişi ile paylaşmak istedim. Bunlardan biri de tabii ki sizsiniz. Geçenlerde 8 yaşındaki oğlum Kerem ile bir film izliyorum... Filmde yanlış anlaşılmış bir olay var. Kadın ısrarla olayın öyle olmadığını, doğrusunun başka olduğunu anlatıyor. Oğlum aynen şöyle dedi:
‘Anne çok dürüst bir kadın, galiba feminist.’

Benim bir diyeceğim yok. Sadece daha çok kişiyle paylaşın istedim.

*

Adı bende saklı

Adının ve de mektubunun yayımlanmasını istemeyen bir okurum, flört ederek evlendiği eşinin eğitim ve kariyer olarak kendinden düşük olması nedeniyle mutsuz olduğunu, hatta bu nedenle psikiyatra bile gittiğini, boşanmak istediğini ama bir yandan da çok iyi bir insan olan, üstüne titreyen eşine kıyamadığını yazıyor. Ne yapayım diye soruyor.

Asıl ben ne yapayım şimdi. Önce, bu durumda hemen herkesin aklına gelebilecek şey benim de aklıma geldi, onu belirteyim. Flört ederken aklın neredeydi a kızım? Adam sakladı mı senden eğitimini? Hadi sakladı diyelim, eğitimsizliğinin davranışlarına, düşüncelerine yansımasını da saklamayı başarabildiyse, zaten ortada bir sorun yok demektir.

O çok özendiğin, doktor, mühendis eşi olan arkadaşların da sana özeniyorlardır belki. Öyle ya, karısının gözünün içine bakan, üstüne titreyen erkekler karaborsada.

Aranızdaki kariyer farkı sosyal hayatınızı olumsuz yönde etkiliyor, seni istediğin biçimde yaşamaktan alıkoyuyorsa bir diyeceğim yok. Ama böyle şeylerden bahsetmiyorsun mektubunda.

Bence senin sevgin bitmiş. Zamanında batmayan durum batmaya başlamış. Öyledir zaten... Sen yarın ‘A, bu kelmiş!’ ya da ‘Boyu da kısaymış!..’ falan diyebilirsin.

Ne diyeyim bilmem ki...

Psikiyatra gidecek kadar mutsuzsan boşan gitsin! Eşin için de iyi olur. Adamcağız aşağılanmasın daha fazla.

*

Ufuk Sarnık

‘4 yaşında bir oğlum var ve şu an Ayazağa’da Şişli Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü’nce açılmış olan anaokuluna gitmekte (...) Ama Sarıgül bu kreşi ay sonunda kapatıyor.

Sayın Sarıgül bu kreşi neden kapatıyorsunuz? Bir veli ve seçmen olarak bunu bilmek zorundayım.’

Vallahi ben de şaşırdım. Sarıgül’ün mutlaka geçerli bir nedeni vardır. Bana yazmadan kendisine ulaşmaya çalışsaydınız keşke. O öyle sırçaköşkte yaşayanlardan değildir. Bu köşeyi okuyunca bizi aydınlatacaktır, eminim.

*

Rumuz ‘Mutluluk’

‘Pakize Abla, bana bir cümle ile mutluluğun tanımını yapar mısınız?’

Yaparım canım.

Mutluluk, herkesin dört gözle beklediği ancak kimsenin gelmesi için ne yapılması gerektiğini bilmediği gibi geldiğini de fark etmediği, aslında hiçbirimizin ne menem bir şey olduğu hususunda tam olarak bir fikrinin bulunmadığı bir insan halidir.

MIŞ-MUŞ

Mutlu ilişkinin formülü bulunmuş.

Ben de zamanında bu cebir, kimya falan nerede işimize yarayacak diye merak ederdim.

Denktaş ‘AKP yüzünden bırakıyorum’ demiş.

AKP hiç olmazsa bir işe yaradı.
Yazının Devamını Oku

Yaşlanmıyor yaşlandırılıyoruz

22 Mart 2005
<B>ASLINDA </B>yaşlanmıyoruz.<br><br>Vallahi. Tamam, kırışıklar, sarkmalar, kilolar şunlar bunlar oluyor. Fakat insan kendini günde bilmemkaç defa aynada gördüğünden midir, yani yaşlılık bir nevi alıştıra alıştıra geldiğinden midir durumun pek de farkında olunmuyor.

Bir kılıf da bulunuyor zaten...

‘Dün hiç uyumadım da...’

‘Yorgunluktan...’

‘Sporu ihmal ettim...’

‘Saçlardaki kırların yaşla bir ilgisi yok ki.’

Zaten sözünü ettiğim şey fiziksel yaşlanma değil. ‘Kimse kendini yaşlı hissetmiyor’ demek istiyorum. Ama etraf habire kafanıza kakıyor bunu. Durmadan hatırlatıyor.

İnsan hayatını mevsimlere bölmüşler. O mevsimlere uygun davranmanızı istiyorlar. Sonbaharda ilkbaharı yaşamaya kalkarsanız uyarıyorlar. ‘Hop! Dur bakalım!’ demiyorlar belki ama bir şekilde hissettiriyorlar çizginin dışına çıktığınızı.

Oysa 65 yaşında Barbi’li tokayla saçlarınızı toplamak isteyebilirsiniz...

45 yaşında üniversiteye başlamak...

70 yaşında kıpkırmızı bir manto giymek...

50 yaşında doğurmak...

Ama isteyemezsiniz.

Tuhaf kaçar. Alay konusu olursunuz. Gazetelere geçersiniz.

Her yaşa göre biçilmiş roller vardır. Alternatif roller icat etmeye kalkarsanız ‘deli’ gözüyle bakarlar. Uçuk, çılgın, çatlak...

Aslında herkes uçuk, çılgın ve çatlaktır biraz. Ama toplumu hiçe saymak cesaret ister. Çoğumuzda yok o. Artık kahverengi çağınızdaysanız çingene pembesini unutacaksınız.

İstemeseniz de çizilmiş yoldan yürüyeceksiniz.

Yaşınızın gerektirdiği durumları yaşamak zorundasınız.

‘40’ından sonra azanı teneşir paklar’ denmiş, düşünün artık.

‘Azmak’tan kastettikleri şey de ‘azmak’ olsa hakikaten... Áşık olmaya da ‘azmak’ diyorlar.

Her neyse bastıracaksınız 40’tan sonra...

Gündeminizde artık durmuş oturmuşluk var.

Diyeceğim aslında yaşlanmıyoruz, yaşlandırılıyoruz.

Yazılmamış kurallarla, sözlerle, bakışlarla... Zorla, mecburen...

Kime ne faydası olduğunu bir anlasam bu ‘yaşının bilincinde olma hali’nin...

Hayır, isteyen yaşlansın, bir itirazım yok. Ama bırakalım istemeyen yaşlanmasın.

MIŞ-MUŞ

İtalya’da yayınlanan Libero Gazetesi, ‘Türkiye’nin AB’ye alınmaması için bir gerekçe daha ortaya çıktı: Türkler hayvan adlarında etnik temizlik yapıyor’ demiş.

E, biz de kaşınmıyor değiliz tabii.

Türkiye balık yemiyormuş.

Balığın da kebabını yapacaklar ki yiyelim.

Nuri Alço, ‘Ben ağırbaşlı bir tecavüzcüydüm’ demiş.

Daha beter yani... Umulmadık taşın baş yarması gibi.
Yazının Devamını Oku

Yaşlanmıyor yaşlandırılıyoruz

22 Mart 2005
ASLINDA yaşlanmıyoruz.Vallahi.Tamam, kırışıklar, sarkmalar, kilolar şunlar bunlar oluyor. Fakat insan kendini günde bilmemkaç defa aynada gördüğünden midir, yani yaşlılık bir nevi alıştıra alıştıra geldiğinden midir durumun pek de farkında olunmuyor.Bir kılıf da bulunuyor zaten...‘Dün hiç uyumadım da...’‘Yorgunluktan...’‘Sporu ihmal ettim...’‘Saçlardaki kırların yaşla bir ilgisi yok ki.’Zaten sözünü ettiğim şey fiziksel yaşlanma değil. ‘Kimse kendini yaşlı hissetmiyor’ demek istiyorum. Ama etraf habire kafanıza kakıyor bunu. Durmadan hatırlatıyor.İnsan hayatını mevsimlere bölmüşler. O mevsimlere uygun davranmanızı istiyorlar. Sonbaharda ilkbaharı yaşamaya kalkarsanız uyarıyorlar. ‘Hop! Dur bakalım!’ demiyorlar belki ama bir şekilde hissettiriyorlar çizginin dışına çıktığınızı.Oysa 65 yaşında Barbi’li tokayla saçlarınızı toplamak isteyebilirsiniz...45 yaşında üniversiteye başlamak...70 yaşında kıpkırmızı bir manto giymek...50 yaşında doğurmak...Ama isteyemezsiniz.Tuhaf kaçar. Alay konusu olursunuz. Gazetelere geçersiniz.Her yaşa göre biçilmiş roller vardır. Alternatif roller icat etmeye kalkarsanız ‘deli’ gözüyle bakarlar. Uçuk, çılgın, çatlak...Aslında herkes uçuk, çılgın ve çatlaktır biraz. Ama toplumu hiçe saymak cesaret ister. Çoğumuzda yok o. Artık kahverengi çağınızdaysanız çingene pembesini unutacaksınız.İstemeseniz de çizilmiş yoldan yürüyeceksiniz.Yaşınızın gerektirdiği durumları yaşamak zorundasınız.‘40’ından sonra azanı teneşir paklar’ denmiş, düşünün artık.‘Azmak’tan kastettikleri şey de ‘azmak’ olsa hakikaten... Áşık olmaya da ‘azmak’ diyorlar.Her neyse bastıracaksınız 40’tan sonra...Gündeminizde artık durmuş oturmuşluk var.Diyeceğim aslında yaşlanmıyoruz, yaşlandırılıyoruz.Yazılmamış kurallarla, sözlerle, bakışlarla... Zorla, mecburen...Kime ne faydası olduğunu bir anlasam bu ‘yaşının bilincinde olma hali’nin...Hayır, isteyen yaşlansın, bir itirazım yok. Ama bırakalım istemeyen yaşlanmasın.MIŞ-MUŞİtalya’da yayınlanan Libero Gazetesi, ‘Türkiye’nin AB’ye alınmaması için bir gerekçe daha ortaya çıktı: Türkler hayvan adlarında etnik temizlik yapıyor’ demiş.E, biz de kaşınmıyor değiliz tabii.Türkiye balık yemiyormuş.Balığın da kebabını yapacaklar ki yiyelim.Nuri Alço, ‘Ben ağırbaşlı bir tecavüzcüydüm’ demiş.Daha beter yani... Umulmadık taşın baş yarması gibi.
Yazının Devamını Oku

Tespit Bakanlığı

20 Mart 2005
<B>ZATEN </B>mühim olan tespit etmek... Gerçi bir hususta tespitte bulunduktan sonra bununla ilgili çareler üreten ülkeler de yok değil ama onlarınki işgüzarlık oluyor. Tespiti yapıp orada duracaksınız!

Nitekim bizimkilerin yaptığı budur.

Bayındırlık Bakanı Ergezen açıkladı biliyorsunuz...

‘Kırsal kesimdeki bir ilde 5.9-6.3 büyüklüğündeki bir depremde binaların yüzde 72’sinin yıkılacağını belirledik. Fakat panik olmasın diye ilin adını açıklamıyoruz.’

Çok iyi yapıyorsunuz. Yani olursa bu kadar olur...

Zaten gerisi sizin göreviniz de değil. Sizinki Tespit Bakanlığı. Bir nevi kahve falı gibi bir şey.

‘3 vadeye kadar bir deprem görünüyor. Hanenizde yıkıntı var.’

Bu kadar. Falı bakan durumu tespit eder, gerisine karışmaz. Bu Tespit Bakanlığı işte kahve falına tekabül ediyor.

Gerisi için bir tane Önlem Bakanlığı olacak ki... Lakin yok. Tesis edilmemiş, ne yapacaksınız... O zaman haliyle işin o kısmı Allah’a havale ediliyor.

Tespit bizden, önlem Allah’tan!

Yuvarlanıp gidiyoruz çok şükür!

Diyeceksiniz ki, ‘Önlemden vazgeçtik, ilin adını söylesinler herkes başının çaresine baksın’.

Söylemezler.

Çünkü bizim ‘Yöneticimiz uyuyor mu!?’ ekolünden gelme olduğumuzu biliyorlar. Yani çare bakma işi yine onlara kalacak. E, ne diye başlarını belaya soksunlar?

‘O zaman bakan hiç açmasaydı ağzını... Söyledikleri bir işe yaramadıktan sonra...’ diyebilirsiniz.

Bakın buna hiçbir itirazım olmaz.

* * *

Fakat her şey bir yana, yine de bir ilerleme kaydettiğimizi kabul edelim.

Eskiden hiçbirimizin haberi olmazdı olacak olan depremden... Şimdi hiç olmazsa bakan biliyor.

Bir de şunu söylemeden geçmemek lazım:

Tespitten sonra önlemin alındığı durumlar da oluyor.

Misal, Başbakanımız abartılı haberlerden halkın da şikáyetçi olduğunu tespit etti; önlem olarak 1 Nisan’dan itibaren gazetecileri hapse atacaklar.

‘Yiğidi öldür, hakkını yeme’ demişler, yiyemezdim doğrusu!..

MIŞ-MUŞ

Sağlıklı Yaşamanın Genetiği konulu araştırmada 90 yaşını aştıkları için incelenen Türkler uzun yıllar sigara içmiş, spor ve diyet de yapmamış.

‘Türklere bir şey olmaz’ diyenlerle boşuna dalga geçmişiz demek.

Doğa Bekleriz, ‘En seksi manken benim’ demiş.

‘Seksi manken’ konusunda zaten bir sıkıntımız yok çok şükür de ‘iyi manken’ kıtlığımız var.

Şişmanlık ilacını Türkiye üretecekmiş.

Korkarım şişmanlığın bir kader olduğunu kabul etmek durumundayız.
Yazının Devamını Oku

Vallahi dikkat ediyorum anne!

19 Mart 2005
Kardeşim dedi ki: <B>‘Paranoyalarını yazsana... Çok komik.’<br><br></B>Ne? Komik mi?<br><br>Vay be! İçimin kan ağladığı dakikalarda halime kıs kıs gülünüyor demek!

Teessüf ederim!

Gülen güledursun, geçenlerde bir psikiyatr ‘Biraz paranoya iyidir, tehlikelerden korur insanı’ gibi bir şeyler diyordu televizyonda.

Fakat ‘biraz’ın ne kadar olduğu önemli tabii, bunun farkındayım.

Ben birini anlatayım, siz karar verin, dozunda mıdır, değil midir...

Mesela iğne olmam gerekiyor... İğneci eve geliyor, iğneyi yapıp gidiyor. Ve ben, her seferinde ilacın tamamını zerk etmediğini düşünüyorum.

‘Neden?’ diyor evdekiler... ‘Adam ne yapacak enjektörün içindeki senden artan iki damla ilacı?’

‘Eve götürüp içecek mi?’

‘Ya da bi koşu gidip başkasının kalçasına mı saplayacak iğneyi?’

Bu sorularla elbet mantıksız bir durum çıkıyor ortaya.

Fakat misal, acelesi olduğundan ilaç tam bitmeden çekmiş olamaz mı iğneyi?

Ya da nedenini bilmediğim bir sebepten bana garezi olduğu için iyileşmemi istemiyor olamaz mı?

Olamazmış.

Aman Allah’ım!

Bunlar daima kazıklanmaya, aldatılmaya mahkûm!

İnsanlara bu kadar güvenmek... Her şey müstahaktır bizimkilere!



*



Zaten doğum esnasında karıştırıldığım hususunda da şüphem var. Aynı gün kimbilir kaç kadın doğum yaptı aynı hastanede...

Kim ‘Türkiye’de olmaz öyle şey’ diyebilir?

Dikkatsizlikten insanlar ölüp giderken benim karışmış olmam çok mu tuhaftır sorarım size? Ve tabii bütün bebeklerin.

Fakat tıpkı babama benziyorum neyse ki. Kardeşim de bana benziyor falan filan... Bu ihtimali böylece bertaraf etmiş oluyoruz.

Ama iğne konusunda ısrarlıyım. Kardeşimi de ikna ettim sonunda. Başımda bekleyip bakıyor enjektör boşaldı mı boşalmadı mı...

Şimdi ben paranoyak mıyım?

Paranoyak olsam kardeşime de güvenmem, onun kontrol etmesini kontrol edecek birini daha koyarım kaba etimin başına... Bir bakmışsınız iğnecinin arkasında bir kuyruk. ‘Son ütücü’ gibi ‘Son kontrolcü.’

*



Peki size daha önce apartmanın önüne park etmiş arabaların radyo antenlerine bakıp da bizi dinlemekte olan ajanların kapıya dizildiğini düşündüğümü anlatmış mıydım?

Ya faks sinyalinin aslında bana karşı yapılan bir düdük öttürme hadisesi olduğunu düşünüp boşlukla kavga ettiğimi?

Fakat bunlar sayılmaz. Teknolojiyle birbirimize yabancı olmamızdan kaynaklanan şeyler daha ziyade.

Ama oturduğum restoranda diğer masalardakilerden neredeyse ‘iyi hal káğıdı’ isteyecek kadar şüphecilikte ileri gittiğimi kabul ediyorum yine de. Gerçi buna da bir mazeretim var. Büyükleriniz okula, şuraya buraya giderken arkanızdan ‘Dikkat et evladım!’ diye seslenmedi mi hiç? Ben bunu biraz fazla ciddiye aldım sadece. Her şeye dikkat ediyorum. Budur yani.

MIŞ-MUŞ

1 Nisan’da yürürlüğe girecek olan yeni TCK’da kele kel demek bile suç sayılacakmış.

Daha ne istiyoruz, hükümet neşelenelim diye 1 Nisan şakasını ömrümüze yayıyor.

Kadının geni tutarsızmış.Bundan böyle mazeretimiz var hiç olmazsa.

Eli sopalı öğretmene ceza geliyormuş.

Yeni TCK’yla ‘sopa’ daha ileri yaşlara erteleniyor.

Uzan’ın adası kaçak çıkmış.Yakında ‘Uzanlar diye birileri yokmuş aslında, ortada gezenler sahteymiş’ derlerse hiç şaşırmam.

Türkiye’nin ‘yolsuzluk algısı’ zayıf çıkmış.

Fakat aynı konudaki ‘Allah vergisi’ durumumuz tartışılamaz!
Yazının Devamını Oku

Erkek, utangaç kadın seviyor

17 Mart 2005
<B>İKİ </B>erkek okurumdan iki ayrı e-mail geldi geçenlerde. İkisi de kızları anlatıyor. Anlattıkları taban tabana zıt olmasına rağmen neticede aynı kapıya çıkan bir husus var. Kızların bilmesi gereken. Bari duyurayım dedim. Biri diyor ki: ‘Günümüz kadınının bir farkı var eskilerden... Hak ve özgürlükler, kadının statüsü vb. değişikliklerden kaynaklanan farklar değil sözünü etmeye çalıştığım... Kadınlar artık vahşi, saldırgan, duyarsız. Ruh çürümesi kadınlarda daha fazla. Ben kız arkadaşlarımın ‘Gelsene, bu akşam canım çekti seni, bi güzel d.....z’ bayağılığındaki konuşmalarından, tanıştırdığım erkek arkadaşlarıma fütursuzca kur yapmalarından sıkıldım ve bunaldım.’

Gelelim ötekine...

O da diyor ki: ‘Zaman zaman beraber olduğum bir Rus kadın var. Hiçbir yasak ve kısıtlama getirmiyor sevişmelerimize. Rahat, kendini kasmıyor, her türlü değişikliğe açık, aktif, şu bu... Ama buna rağmen bizim kızların utangaçlığı, kendilerini bir türlü bırakmamaları, sevişmenin her bir aşaması için bana büyük mücadeleler verdirmeleri daha çok hoşuma gidiyor.’

Gördüğünüz gibi birbirinden tamamen farklı ‘günümüz kadını portresi’ çizilmiş. Biri adeta ‘porno kanalları ekolü’nden gelme, öteki ‘annemin margarini’nden... Türkiye bu konuda da ‘mozaik’ demek.

Fakat erkek kısmında bir farklılık gözlemlenemiyor. Gerçi iki kişiyle genelleme yapılamaz ama erkekler utangaç kadın seviyor galiba.

Duydunuz mu kızlar?

Aldınız mı dersinizi?

Siz belki de sırf erkeğin hoşuna gitsin diye, hatta utana sıkıla, çağdaş olmayı bu zannettiğiniz için içinizdeki kırmızı noktalı kanala ayarlıyorsunuz görüntüyü. Utana sıkıla diyorum; çünkü anneleriniz babalarınızla soyunmadan sevişiyor hálá. Sizler evrimi beklemeden mutasyona uğradınız diyeceğim ama o bile bu kadar çabuk olmaz.

Her neyse, ite kaka da olsa vardığınız nokta erkeklerin hoşuna gitmiyor işte! Zira o zaman ne oluyor biliyor musunuz, kale kendilerine sunulmuş oluyor. Oysa onlar savaşarak almak istiyorlar kaleyi. Ne yapsınlar, genlerinde var savaşçılık. Türkiye’de dedesi savaşmamış bir kişi bulamazsınız. Buralara kadar yansıyor demek...

‘Zafer sorhoşluğu’ denen bir şey var. Bunu yaşatacaksınız erkek kısmına anlaşılan...

Durum bu.

‘Senin fikrin ne?’ diye sorarsanız... İsteyen yakaladığını kapı arkasında öpsün, isteyen elini vermek için bile karşısındakine kök söktürsün!

Herkes kendisine uygun olanı seçsin! Kimse ötekini berikine dönüştürmeye uğraşmasın!

Diyorum.

MIŞ-MUŞ

Gül, ‘Dayak imajımızı vurdu’ demiş.

Buna da şükür, hiç düşmeyebilirdi de jeton...

Mumcu, ANAP’ta muhalefetini de yaratmış.

Muhalefet her yerde bolca var da en olması gereken yerde, Meclis’te yok bir tek.

Yeni TCK’da basın özgürlüğüne 25 tehdit varmış.

Yaşam kalitesi açısından en iyi 50 kent listesinde Türkiye yokmuş.

Sevgili Fatih Altaylı, ne zaman adam oluruz?

‘Habire yasaklar getiren yasalar çıkaracağımıza o listeye bir kentimizi olsun sokmayı başarırsak’ di mi?
Yazının Devamını Oku