Osteomalazi ilk zamanlarında çok sinsi ilerleyen bir hastalıktır. İlerleyen dönemlerde kemiklere verdiği hasar sonucu vücut normal hareket seyrinden gittikçe uzaklaşmaya başlar. Bu yüzden hastalığın en başında daha bölgesel olan ağrılar zaman ilerledikçe genel vücut ağrıları şeklinde ortaya çıkar, eylemlerde kısıtlılık durumu başlar, erken yorulma ve halsizlik gibi belirtiler ortaya çıkar.
Kişiler arasında farklı şiddetlerde ortaya çıkan bir hastalık olan osteomalazi başlıca menopoz ve yaşlılık gibi durumlarda ortaya çıkar. Daha sonra bazı çevresel faktörler, kişinin bünyesinin durumu ve ailevi yatkınlık ya da kullanılan bazı ilaçlar (heparin, steroid vb.) risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda osteomalazi hastalığı seyri esnasında yaş grupları arasında da farklılıklar gösterir.
Belirtileri ve tedavi yöntemleri neler?
Hastalığın en sık görülen belirtileri arasında kemiklerin çabuk kırılması, şiddetli eklem ağrıları, zorlayıcı kemik ağrıları ve güçsüzlüğe bağlı oluşan yorgunluk ve halsizlik sayılabilir.
Ayak burkulmalarının %15-20 civarı spora bağlı olarak meydana gelmektedir. Bunların temelini düşmek, zıpladıktan ya da dönme hareketinden sonra bileğe aşırı şekilde yüklenmek, düz olmayan yüzeyde veya pürüzlü engebeli bir zeminde egzersiz yapmak gibi durumlar oluşturur. Ayak burkulmasına sebep olan risk faktörleri arasında özellikle basketbol, futbol gibi spor dalları, özgeçmişinde bulunan bir bilek burkulma öyküsü, zayıf ayak bileği bulunur.
Ayak bileği kanaması sonrası oluşan ödem ve kanamaya bağlı şişlik oluşur. Şişlikle birlikte ağrı da kendini gösterir. Hasta bileğinde hassasiyet hisseder. Ayak bileğinde harekette sınırlılık, ayak bileğinde gevşeklik ve morarma belirtilerde görülebilir. Ayak bileği burkulmasını 3 ana evre olarak sınıflandırırız. Evre 1’de bağlarda kopma değil de esneme olur ve bağın çevresinde ödem meydana gelir. Evre 2’de bağlar kısmi yırtılır ve bilek gevşek hal alır. Evre 3’te ise bağlar tamamen yırtılır ve kendiliğinden geçmeyeceği için tedavisi cerrahi olabilir. Eğer ayak burkulması hafife alınıp tedavi edilmezse kronik ayak bileği ağrısı, bilek instabilitesi, eklemde artrit gibi komplikasyonlar gelişebilir.
Tedavide amacımız şişlik ve ağrıyı azaltmak, bileğin stabilizasyonunu sağlayıp eski fonksiyonlarına dönmeyi sağlamaktır. İstirahat ayak burkulmalarının her evresinde kesinlikle gereklidir. Buz ile soğuk uygulanması iltihabı azaltarak iyileşmeyi hızlandırır ve şişliğin inmesine yardımcı olur. Ama buz uygularken çıplak tene uygularsak deriye zarar verme ihtimalimiz var o yüzden bandaj ya da bir havlu üstünden buz uygulanması önerilir. Saat başı 15-20 dakika uygulanmak tavsiye edilir. Bandaj uygulanması şişliğin artmaması için yararlıdır ama çok sıkı bağlanıp dolaşımın kesilmemesine dikkat edilmelidir.
İstirahatteyken ya da yatarken kalp seviyesinin üstüne ayağın çıkarılması yerçekiminden dolayı kan akımının oraya azalmasını ve ödem oluşumunu azaltmasını sağlar. Koltuk değneği de gereklidir çünkü ayak burkulması yaşayan hastalarımız üstüne bastığında hem bağlara zarar vereceğinden hem de çok ağrı yaşayacaklarından kol değneği yardımı almak faydalıdır. İleri durumlarda alçı, cerrahi tedavi tercih edilebilir. Tedavide egzersiz bileğin eski stabilizasyonuna ve fonksiyonuna dönmesi için çok önemlidir. Ayak bileği burkulması durumunda fizik tedavi ve rehabilitasyon veya ortopedi uzmanına gözükmeniz kesinlikle en önemli olan kısımdır.
Egzersiz ve spor yapmadan önce ısınmak, kötü yüzeylerde yürürken-koşarken-zıplarken dikkat etmek, topuklu ayakkabı giymekten kaçınmak, erken safhalardaysa ayakkabıyı bandajla giymek, erken dönemde spor yaparken bileklik ile spor yapmak ayak bileği burkulmasını önlemekte çok önemlidir. Denge alıştırmaları yapmak da çok faydalıdır.
Omurganın en temel görevlerinden biri olan dik durmak dışında içinde barındırdığı omurilik sayesinde kollar, eller ve bacaklara beyinden bu uzuvlara gönderilen bilgileri taşır. Omurgada yaşanabilecek her sorun ise hayatımızı önemli ölçüde etkileyecektir.
Günümüzde kişiler tarafından yaşanan sırt ve bel ağrıları toplumda yüksek oranda gözlemlenmektedir. Bu sırt ve bel ağrıları da omurgadan kaynaklanabilmektedir. Günlük hayatı etkileyebilecek ölçüde bel ve sırt ağrılarına sebep olabilen omurga problemlerinden biri de omurga eğriliğidir. Toplumda omurga eğriliği yaklaşık yüzde 4 oranında görülmekle beraber kız çocuklarında erkek çocuklara göre 10 kata kadar daha fazla görülebilmektedir. Genellikle omurga eğriliğinin temel nedeni bilinmemektedir. Doğuştan olabileceği gibi kişinin doğuştan gelen genetik bir hastalığına eşlik de ediyor olabilir veya sonradan çevresel nedenlerle de oluşabilir. Bazen bu omurga eğriliği hiçbir belirti vermeyebilir. Bazen de sırt ve bel ağrısına ek olarak eğriliğin derecesine bağlı olarak kişilerde yürüme bozukluğu, eğik duruş, vücut görünümünün simetrik olmayışı ve solunum bozuklukları da bu eğriliğe eşlik edebilmektedir.
Omurga eğriliğinden şüphelenilen hastalarda öncelikle röntgen filmi çekilmelidir ve eğriliğin derecesi belirlenmelidir. 10 derece altı eğrilikler hafiftir ve hastalar belirli aralıklarla muayene edilmelidir. 20-40 derece eğrilikler orta seviyedir ve genellikle bu derece eğrilikler ergenlik döneminde görülebilir. 40 derece ve üstü dereceler ise ağır durumda hastalardır ve hastanın yaşamı bu eğrilikten önemli ölçüde etkilenebilmektedir. Hastanın verdiği belirtiler mutlaka bu eğrilik derecelerine bağlı olarak değişecektir. Zamanla bu belirlenen dereceler tedavi almazsa genellikle ilerleyebilir veya küçük bir ihtimal dahilinde olsa da belirlenen derece normal omurga derecesine geri gelebilmektedir. Kişinin eğriliğinin ilerlemesi veya gerilemesi durumu kişinin kendi genetik özelliklerine bağlı olabilmekle beraber kişinin tükettiği besinlere, yaptığı mesleğe, günlük fiziksel aktivitelerine, alkol ve sigara gibi bedeni iyi veya kötü etkileyebilecek her türlü faktöre bağlı olabilmektedir.
Kişilerde omurga eğriliği saptandıktan sonra belirlenen omurga eğriliği derecesine bağlı olarak hafif ve orta dereceli hastalarda genellikle izlem ve sürekli takiplerle beraber hastalar belirli zaman aralıklarında mutlaka muayeneye çağrılacaktır. Ek olarak egzersiz ve özel rehabilitasyon uygulamaları da hasta ile yapılabilmektedir. Ancak omurga eğriliğinin yaşamı ve günlük aktiviteleri yüksek derecede etkilediği ağır olgularda cerrahi olarak bu omurga eğriliğini düzeltme yapılabilmektedir.
Omurga eğriliği tedavisinde yapılacak egzersizlerden hastalar yüksek oranda fayda görmektedir. Egzersizler sayesinde eğriliğin derecesinin ilerlemesi engellenebilmektedir. Hastalar mutlaka bir gözetmen eşliğinde doğru ve dikkatli bir biçimde istikrarlı olarak egzersiz tedavilerini sürdürmelilerdir. Egzersiz dışında kişiye normal günlük hayatta dik durmasını sağlayacak bir korse verilebilmektedir ancak bu korsenin etkileri hala günümüzde tartışma konusudur. Yapılacak ameliyatlar ise kişinin eğrilik derecesine bağlı yapılmaktadır ancak kişinin psikolojik ve sosyal yaşamı düşünülerek ameliyat kararının verilmesi önemlidir.
Ağrılar dışında bu hastalığa ishal ve yorgunluk gibi çok çeşitli belirti ve bulgular eşlik etmektedir. Hastalığı ilerlemiş veya tedavi alamamış kişilerde göz iltihabı ile göz yapısında bulunan beyaz alanın zamanla kahverengi ve kırmızı alanlara dönüşmesi veya ilerleyen zamanlarda hasta kişide kamburluk meydana gelebilmektedir.
Bu hastalığın genetik olarak aktarıldığı bilinmektedir ancak hastalığın ortaya çıkmasında çevresel etkiler de rol oynamaktadır. Bu hastalarda yapılan çalışmalarda HLA-B27 adındaki genin hastalık üzerinde etkili olduğu öğrenilmiştir. Bu hastalığa genetik yatkınlığı olan kişilerde hayatlarının genellikle erken dönemlerinde omurgalarında bulunan kemikleri birbirini bağlayan dokularda iltihaplanma sonucu sürtünmeye bağlı hareket kaybı sonucu hastalık kendini göstermeye başlar. Aynı zamanda vücudun diğer eklemlerinde de bunun gibi iltihaplanmalar sonucu ağrı ve şişlikler olabileceği bilinmektedir. Örnek verecek olursak diz kapağına bakıldığı zaman bir dizin diğer dize göre belirgin farklılık olacak şekilde büyük ve kırmızı olabileceği gözlemlenebilmektedir. Eğer bahsedilen sürtünmeler sonucu hastalığın ilerleyen evrelerinde de bu durum devam edecek olursa kişide omurga kırılmaları ve bu omurga kırıklarına bağlı sinir sıkışmaları gözlemlenebilir.
Bu hastalar belirli şikayetlerle doktora geldiği zaman doktor tarafından kişiye yapılan muayene sonucu ve kişiye uygulanacak görüntüleme tekniklerinden edinilecek bilgiler eşliğinde kişiye bu hastalığın var olduğu belirlenir. Bu kişilerde görüntüleme tekniklerinden biri olan manyetik rezonanslı görüntüleme tekniği hastalığın belirlenmesinde oldukça faydalı bir yöntemdir.
Bu hastalığın öncelikli tedavisi hastada görülen ağrı ve şişliği gidermek olacaktır. Kişiler yaşamı etkileyen bu derece şiddetli olan ağrılardan kurtulmak isteyecektir. Ancak ne yazık ki bu hastalığın kesin tedavisi olmadığı için günümüzde olabildiğince kişilerin hayat kalitesini arttırmaya yönelik tedaviler verilmesi amaçlanmalıdır. İlaç tedavisi dışında bireylerin hareketlerini geliştirmeye ve olabildiğince esnemeye yönelik egzersizler yapılabilmektedir. Bu hastalıkta herhangi bir cerrahi tedavi yöntemi ise uygulanmamaktadır.
Tedavi süresince hasta kişiye önemli sorumluluklar düşmektedir. Hastalar olabildiğince verilen egzersizleri uygulamalılar ve kişiler uzun süre hareketsiz kalmaktan kaçınmalıdırlar. Kişiler sert eklemlere ve ağrılı alanlara sıcak havlu uygulamaları gibi sıcak baskı uygulayarak bu belirtilerden bir süreliğine uzaklaşabilirler. Ayrıca hastalar sıcak su banyosunun iyi geldiğini belirtmektedirler. Şiş ve iltihaplı bölgelere ise buz torbaları belirli süre uygulanabilir. Ayrıca bu kişiler sigaradan kesinlikle uzak kalmalıdırlar. Bu hastalığa sahip kişiler üzerine sigara etkisi hastalığa sahip olmayan kişilerden daha fazla nefes alış verişini zorlaştırmaktadır.
Bel bölgesinde bulunan her ağrıyı bel ağrısının tıptaki karşılığı olan ‘lumbago’ çerçevesinde bakarız. Bunun belli bir sebebi olmadığı gibi çok fazla sebebi vardır. Ağrının ise sabit bir nitelendirmesi yoktur ani küt başlangıçlı olabileceği gibi yavaş ve yayılımcı bir şekilde de başlayabilir. Çoğunlukla ağır bir nesne kaldırma, ani hareketler yapma gibi bel kaslarını zorlama sonucu oluşur ama sadece bununla kalmaz; enfeksiyonlar, omurilik kanseri, fıtık, omur diski yırtılmaları, böbrek hastalıkları gibi çok fazla sebebi bulunabilir.
Bel bölgesinin görevi destek, hareket ve altında kalan organ ve dokularını korumaktır. Bu yüzden bulunduğu konum itibari ile çok zengin bir yapının içindedir. Bel ağrısı bu lokalizasyonda bulunan omur kemiklerinden, buradan geçen sinirlerden, omur arasındaki disklerin hasarından, altında bulunan organlardan, kaslardan ya da ciltten kaynaklanıyor olabilir.
Bel ağrısı en çok kimlerde görülür?
En çok 45-55 yaşları arasında görülen bel ağrısı yani lumbago, kadın ve erkeklerde eşit oranda ortaya çıkmaktadır. 60 yaşın üzerinde ise kadınlarda bel ağrısı öne geçmektedir. Aşırı kilo alımı, gebelik, uzun süre ayakta durmayı gerektiren durumlar, uzun süre yüksek topuklu ayakkabı giyme ve her iki bacakta uzunluk farkı bel ağrısı nedenleri olarak sayılabilir. Bazı meslekler de buna neden olabilir; uzun yol sürücüleri, titreşimli toprak burgu makinesi kullananlar, aşırı ağır yük kaldıranlar, uzun süre tabure ve sandalyede oturmayı gerektiren meslek grubu çalışanları…
Bel ağrısı ile bel fıtığı nasıl ayırt edilebilir?
Toplumumuzda bel ağrısı yaşayan insanların çoğu bunu fıtık hastalığına yorar. Bel ağrılarının çok az bir kısmı fıtık nedenlidir. Bel fıtığında hissedilen ağrı yavaş yavaş gelişen, yaygın, batıcı, hareketle artan, istirahatle azalan, belde ve etkilenen sinir kökünün anatomik dağılımına uygun olarak bacağa yayılan bir ağrı olarak tanımlanabilir. Fıtıktaki bel ağrısı öne eğilme veya arkaya dönme gibi ters bir hareket sonrası ani olarak başlayabilir. En küçük bir hareketle şiddetlenip, kilitlenme veya bel tutulmasına yol açabilir. Oturmakla, ayakta durmakla, öksürmekle, ıkınmakla artar. Bazen bel fıtığı, bel ağrısı ile değil, basılan sinir köküne bağlı olarak topuk ağrısı, bacakta uyuşma, karıncalanma, güçsüzlük gibi şikâyetler ile belirgin hale gelir.
Bel ağrısı tedavisi nasıl olur?
Bel ağrınız varsa kesinlikle uzmana görünmeniz şart. Bel ağrısının tedavisi altta yatan sebebe dayalı olabilir, cerrahi tedavi olabilir, ilaç ve egzersizle de tedavi edilebilir. İstirahat kesinlikle önerilir ama istirahatın nasıl yapılacağı çok önemlidir. Doğru istirahat 5-15 gün yeterli. Mümkünse daha kısa, ağrısız pozisyonda yatmalı, yatak sert olmalı, ideal yatış sırtüstü ve en az ağrılı pozisyonda istirahat edilmeli.
Omuriliğin başlangıç kısmı olan botun omurları, omuriliğinin en hareketli kısmıdır. Bu yüzden altta yatan bir tıbbi ya da oluşan mekanik bir neden bu ağrıyı oluşturabilir. Boyun ağrıları akut gelişebilir yani ani başlayıp kısa sürede sona erebilir. Bu yüzden hasta ağrı geçti diye önemsemez ama alışkanlığını da değiştirmeyeceği için tekrarlanabilir ve hatta uzun süreçli bir hal bile alabilir. Kronik ağrılar arasında 2. sırada yer alan boyun ağrısı kadınlarda daha sık görülür. En çok 50 yaş civarında artan boyun ağrısı toplumumuzun 1/3’ünde görülmektedir.
Boyun ağrısı nedenleri nelerdir?
Ağrı sıklıkla mekanik ve kas iskelet sistemi kaynaklıdır ama nedenlerine bir göz atalım. Boyun travmaları ve yaralanmalar oldukça görülen bir sebeptir özellikle trafik kazalarından sonra olsun olmasın kazazedeye boyunu sabitlenir öyle sedyeye taşınır çünkü boyun çok önemli bir vücut bölümüdür içinden hayatla bağdaşlaşan damar belli felçlere yol açabilecek sinirler bulunmaktadır. Mekanik bir darbeye ya da harekete bağlı sinir sıkışması da oluşmuş olabilir. Boyundaki disklerin yırtılmalarına veya aşınmalarına bağlı, zamanla omur kemiklerinde çıkıntıların oluşmasıyla eklemlerde yapısal bozukluklara yol açan boyun kireçlenmesi de bunun büyük bir nedendir. Ağır fiziksel aktiviteden sonra veya ani bir harekete bağlı kas gerilmeleri meydana gelip ondan dolayı da boyun ağrısı oluşmuş olabilir. Zorlamalar, kaza veya yaşlanmanın bir sonucu olarak meydana gelen omur disklerinde meydana gelen bozulmalar sonucu oluşan boyun fıtığı da ağrıya neden olan kronik yani uzun süreli ve devamlı bir ağrı sebebidir. Bazı hastalıklar da boyun ağrısına neden olabilir başta romatizmal hastalıklar yer alır. Bunların yanında unutulmaması gereken bir neden de psikolojik faktörlerdir.
Boyun ağrısının birçok çeşidi vardır. Genel ağrı genellikle boyunun bir bölgesindedir. Keskin olmayan sürekli, künt devamlı bir ağrı olarak tanımlanır. Boyunun yapısından dolayı içinde oluşmuş bir hasar sonucu sinirler damarlar da etkilenmiş olabilir. O zaman bunlara bağlı uyuşukluk, karıncalanma, hissizlik güçsüzlük de olabilir. Bazen kas gerilmelerine bağlı baş ağrıları da oluşabilir. Boyun tutulmasındaki ağrı ise özellikle başımızı hareket ettirirken artan ağrı ve zorluk olarak kendini gösterir.
Boyun ağrısını hafifletmek için ne yapılabilir?
Boyun ağrımızı kendi kendimize azaltabilecek bazı yöntemler bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi dinlenmedir. Dinlenme kasların ve tendonlarının kendilerini iyileşmesi için onlara süre vermektedir ama tabii ki dinlenirken boynumuzu olduğunca sabit ve ters hareketlere sokmadan dinlenmemiz lazım. Diğer önerilerden biri ise şişliği ve ağrıyı azaltmak için buz uygulanmasıdır. Şişlik azaldıktan sonra çok olmamakla beraber ısı uygulaması yapılabilir. Buz ve ısı uygulamasından sona masaj uygulanabilir. Masaj uygulaması kaslarda gerginliği ve ağrıyı azaltır. Tabii ki bunun devam etmemesi için duruşumuzu düzeltmek, yaşam alışkanlıklarımızı değiştirmek elzemdir. Aksi takdirde kendini sürekli tekrarlayan ve gidişatı daha kötüye giden bir ağrı veya sakatlıklara dönüşür.
Bazı önerilerimiz olacaktır tabii. Kesinlikle ağır cisimler kaldırmamalıyız. Ağırlığı iki elinize eşit bir şekilde bölün. Boynunuzu dik tutun, aynı pozisyonda tutmayın. Yüksek yastıklar tercih etmeyin, gerekirse boynunuza uygun özel yastıklar kullanın. Masa başı bir işiniz varsa masada çok uzun zaman aynı pozisyonda kalmayın yaklasık45 dakikada bir pozisyon değiştirin.
Bu bozukluk genelde eklemlerde bariz etkisini göstermekle beraber akciğer, cilt, gözler, kalp ve dolaşım sisteminde de etki gösterir. Çok soğuk veya sıcak havanın bu hastalığa neden olduğu kanısı doğru değildir çünkü bu hastalık otoimmum dediğimiz kendi hücrelerini yabancı olarak algılayarak oluşan bir durumdur. Yani bağışıklık sistemimizde oluşan bir hatanın sonucudur. Normalde bağışıklık sistemi normal çalışan bir bireyin vücudu dışarıdan gelen yabancıya karşı savunma üretir ama bu hastalıkta vücut normal çalışmaz ve en çok eklemlere ve kalp gibi iç organlara saldırır. Kan hücrelerinin eklem boşluğuna saldırarak orda bir hasar ortaya çıkartır ve ardından eklemlerde şişlikler oluşur.
Kimlerde görülür?
Her yaşta görülebilmekle birlikte en çok 20-50 yaşları arasında başlar. Kadınlarda görülme sıklığı 2-3 kat daha fazladır. İklimsel özellikler RA’in oluşmasını ya da görülme sıklığını etkilememektedir. Yani hastalığa tutulmada sıcak ya da soğuk bölgede oturuyor olmanın, nemli veya kuru ortamlarda bulunmanın farkı yoktur. İklimsel faktörler muhtemelen hastalığın görülme sıklığını etkilememektedir. Ancak hastalığa bağlı şikayetlerin daha fazla ya da daha az duyulmasını etkileyebilir. Örneğin bölgesel sıcak uygulama şiş eklemlerdeki şikayetleri arttırabilirken soğuk uygulama, tam tersine azaltabilir.
Enfeksiyonların iltihaplı romatizmaya yol açtığı görüşü pek çok hekim tarafından savunulmaktadır ama bu görüş bir kanıta daha dayandırılmamıştır. Bu hastalık bulaşıcı değildir, çocuklara geçmez ama bu hastalığa neden olabilecek vücut genleri çocuğa aktarılırsa çocuk bu hastalığa yatkın olabilir.
Oluşumunda risk faktörleri nelerdir?
Kadın olmak özellikle 55 yaşın altında ise büyük bir risk faktörüdür. Çünkü bu hastalıkta görülme sıklığı en fazla bu grupta yer alır. Sigara içmek yine riski çok arttıran bir faktördür. Çevre faktörleri ile ilişkisi çok anlaşılmamışsa bile asbest, bazı maddelerin risk faktörü olduğu gözlemlenmiştir. Hamile kalmayı düşünen kadınlarda eğer bu hastalık varsa kesinlikle sıkı bir takiple gebeliklerini sürdürmelerini öneriyoruz.
İltihaplı romatizma nasıl ayırt edilir?
Bu romatizma türünü diğer romatizmalardan ayırmak önemlidir. Romatoid artriti ayırmanın önemli bir yolu eklem tutulumunun özelliğidir. Örneğin, romatoid artrit el bileğini ve pek çok el küçük eklemlerini etkiler. Genellikle tırnaklara yakın eklemleri etkilemez. Osteroartrit yani kireçlenme olarak nitelendirdiğimiz sık bir türü tam tersi olarak elin daha çok tırnağa yakın eklemlerini tutar. Romatoid artritde en çok tutulan eklemler dirsekler, omuz, boyun, çene, kalça, diz, ayak bilekleri ve ayak parmak eklemleridir. Romatoid artritte omurga eklemleri genellikle tutulmaz. Bazen boyun omurları tutularak ense ve boyun ağrısı yapabilir. Romatoid artritli bir insanda eklemler genellikle her iki taraf eklemi tutulma eğilimindedir (her iki dirsek veya her iki omuz tutulması gibi). Yani sağ diz şişmişse çoğunlukla sol elin parmak eklemleri de buna eşlik edecektir. Şişen eklemlerin yerleri ve bazı kan testleri romatizmal artriti yani iltihaplanma romatizmasını, romatizmal hastalıklardan ayırt etmede temel rol oynar.
Kan vücut dokularımıza, organlarımıza ihtiyacı oldukları besini ve oksijeni götürüp karbondioksiti uzaklaştırmaya yarar. Beyine giden kanın aniden azalması veya kesilmesiyle beyin hücrelerimiz besinsiz ve oksijensiz kalır ve hücrelerimiz zarar görmeye, ölmeye başlar. Bunu takiben tabii ki beynimizin zarar gören hücrelerin yönettiği vücut fonksiyonları da durur ya da bozukluk gösterir. Örneğin beynin sağ lobuna inen inme sonucu vücudumuzun sol tarafında bozukluklar çıkar. İnmenin belirtilerini tanımaksa bu konumda çok yararlıdır.
İnme belirtileri nelerdir?
F(face:yüz), A(arms:kollar), S(speech:konuşma), T(time:zaman). Ani olarak gelişen ağızda kayma, kol ve/veya bacaklarda güçsüzlük, konuşma bozukluğu, denge kaybı, bir veya iki gözde görme kaybı hastanın inme geçirdiğini düşündürür. Böyle bir durumda derhal 112 aranmalıdır.
İnme için risk faktörleri nelerdir?
Hipertansiyon, sigara ve yüksek kolesterol inmenin en önemli risk faktörleridir. Halkımız ise bu yüzden büyük bir risk grubudur. Çünkü araştırmalara göre toplumun yarısı yaklaşık bu 3 faktörden birine sahip… Tabii bazı hastalıklar inme riskini arttırmaktadır. Bunların başında bahsettiğimiz gibi hipertansiyon hastalıkları bulunmaktadır. Bunların dışında diyabet hastaları, yüksek kolesterol, atrial fibrilasyon gibi kalp ritim bozuklukları da riski attırmaktadır. Bunlarla kalmıyor, yaşam tarzımız bile riski tek başına çok arttırmaktadır. Sigara kullanmak, hareketsiz yaşam, obezite veya kilo fazlalığı ve yanlış beslenme alışkanlıklarımızı engellersek riski büyük bir ölçüde azaltmış oluruz. Yaş da tabii ki bir risk faktörü. İnme geçiren hastaların ¾’ü 60 yaş civarındadır. 60 yaş sonrası her 10 yılda risk 2 katına çıkar.
Cinsiyette ise durum şöyledir; 55 yaş üzeri erkeklerde kadınlara göre daha yaygın görülür. Yaş ilerledikçe inme oranı kadınlarda artar. Daha önce geçirilmiş inme öyküsü olan hastalarımızın ise tekrar inmeyle karşılaşma riskleri artmaktadır.
İnme tedavisi nasıl yapılır?
İnmenin tedavisi acil tedavidir yani mümkün olan en kısa sürede yapılmalıdır. Beyin damarı tıkandığında, beyin dokusunda hasar oluşmaya başlar. Bu hasar bekledikçe daha da genişler. Tıkanan damar büyük olduğunda ve süre uzadığında beyin hasarı artar. Bir an önce damarın açılması ise tüm bunları engelleyerek beyin dokusunda oluşan hasarın genişlemesinin önüne geçer. Beyin dokusunda, inme nedeniyle oluşan hasarı, ne kadar kısıtlı tutabilirsek o derece erken ve hızlı düzelme sağlayabiliriz. Bu nedenle, inme söz konusu olduğunda hızlı tedavi erken ve hızlı düzelme demektir. Bu yüzden anlatılan belirtileri fark ettiğinizde direkt hastaneye başvurmanız hayati anlamda çok önemlidir.