Yaklaşık olarak 1000 canlı doğumda 2-3 sıklığında görülmektedir. Hastalığın oluş mekanizması tam bilinmese de çok farklı faktör Serebral Palsi oluşmasında suçlu tutulmaktadır.
Neden olan faktörler nelerdir?
Doğum öncesi dönemde annenin geçirdiği hastalıklar, çeşitli kromozomal bozukluklar, enfeksiyonlar; doğum sırasında zorlanma, prematürlük, oksijen ihtiyacının karşılanamamasına bağlı oluşan hipoksi durumu; doğum sonrasında yenidoğan sarılığı, nöbet geçirme, kafa travması alma, zehirlenme gibi durumlar sonucu Serebral Palsi oluşur.
Serebral Palsi hastalığının belirtileri nelerdir?
Serebral Palsi belirtileri çok farklı şekilde ve görünümde karşımıza çıkmaktadır. Vücudun herhangi bir tarafında hareket bozukluğu olması, çok sert kasların bulunması, aşırı fazla veya hiç olmayan refleksler, istemsiz hareketlerin olması, denge problemlerinin bulunması bu hastalıkta görülebilir. Bu durumlara aşırı salya akıtma, yutma ve emme problemleri, konuşmada zorluk çekme, gaitada tutmada problem yaşama gibi sorunlar da eklenebilir. Serebral Palsi olan çocuklarda görme ve işitme engeli, öğrenme bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite, konuşma yoluyla iletişim kuramama gibi problemler de görülebilir.
Hastalık 2 farklı yöne doğru ilerleyebilen bir hastalıktır. Yani hem ilerleyebilir hem gerileyebilir. Çocuk büyüdükçe merkezi sinir sistemi (yani beyin, beyincik, omurilik soğanı) de büyür ve gelişir, semptomlar bu gelişime bağlı olarak azalabilir ya da tam tersi gelişme geriliği belirginleşir. İlerlediği ya da gerilediği durumu çocuğun 3-6 yaşındaki gelişimine bakılarak anlaşılır. Eğer bulgularda düzelme olursa Serebral Palsi geriliyor demektir, eğer bulgularda gerileme olmuyor ve çocuğun gelişimsel problemleri hala devam ediyorsa çocuk Serebral Palsi hastasıdır. Bu yüzden tedavi yapılacak zaman çok erken olmuyor. Çocuğun durumuna göre 4-5 yaşlarında ancak tedavi kararı verilebiliyor.
Tedavi yöntemleri nelerdir?
Serebral Palsi’nin tam bir tedavisi yoktur. Tedavinin mantığı çocuğu gelişimsel olarak geliştirmekten geçer. Erken tanı konması ve tedaviye erken başlanması dönemsel olarak kazanabileceği gelişimsel durumlarda çok faydalı olup sonradan zorlanmasını engellemektedir. Ancak tedavi kesin değildir ve kısa bir süreci kapsamaz. Çok uzun soluklu tedaviler yapılır. Tedavi döneminde fizik tedavi uzmanı, fizyoterapist, çocuk gelişim uzmanı, konuşma terapisti ve ailenin ekip olarak çalışması gerekmektedir. Tüm yaklaşımlar bir arada sağlanmalıdır. Rehabilitasyonun en önemli ayağı olan fizyoterapi uygulamalarının içinde egzersiz, robotik tedaviler, hidroterapi ve ergoterapi ana yapı taşlarıdır. Egzersiz uygulamaları çocuğun fonksiyonel durumuna göre başını tutmayı, oturmayı, ayakta durmayı, yürümeyi destekleyecek şekilde çeşitli teknikler kullanılarak fizyoterapistler tarafından çocuğa özel uygulanmaktadır.
Gebelik esnasında kas ve iskelet sisteminde meydana gelen ve gebenin ağrı yaşamasına yol açan birçok durum vardır. Bunlardan en sık olanlar: bel ağrıları, karpal tünel sendromu (el bileği kısmında sinir sıkışması ile oluşan ellerde uyuşma ve ağrı), kondromalazi patella, sırt ağrıları, dequervein tenosinoviti, bacak kramplarıdır.
Meydana gelen kas ve iskelet sistemindeki fizyolojik değişimlerle ağrıya yol açan ve en sık karşılaşılan durum bel ağrısıdır. Bel ağrısı gebeliğin bir parçası olarak görülmektedir. Yaklaşık olarak tüm gebeliklerin yarısında bel ağrısı oluşur. Bel ağrılarının gebelikte oluşmasında birden fazla neden rol oynamaktadır. Gebeliğin başlarında bel ağrılarından hormonal değişimler sorumlu tutulurken, ilerleyen dönemlerde bebeğin büyümesine bağlı olarak ağırlık artışı sonucu ağrıların oluştuğu ve gebenin yaşamını etkilediği düşünülmektedir. İlerleyen gebelik evrelerinde büyüyen karın çevresi ve karın etrafına binen yükün artması ile omurlar arasındaki bağlar gevşiyor. Gevşeme sonucunda sinir sıkışması durumu görülür ve bu durumda gebede bel ağrıları oluşur. Aynı zamanda gebelikte yapılan ağır kaldırma, uygunsuz pozisyonlarda uyuma gibi durumlarda bel ağrılarına yol açabilir.
Gebelikte görülen kas – iskelet sistemini etkileyen diğer bir durum da karpal tünel sendromudur. Karpal tünel sendromu olan bir gebe el ve el bileğinde ağrı şikayeti ile doktora başvurabilir. Genelde geceleri görülen uyuşma, karıncalanma ve ağrı ile giden sendromdur. Yine aynı karpal tünel sendromu gibi olan ve dequervain tenosinoviti olarak adlandırılan hastalık da gebelerde çok sık görülen kas-iskelet problemlerindendir. Bu durumda da el bileğinin dış kısmında ağrı görülmektedir. Bu örneklerin dışında birçok durum gebelikteki fziyolojik değişimlere bağlı olarak ağrı yapabilir.
Ağrıların önlenmesinde esas olarak egzersiz yapmak çok önemlidir. Egzersizler gebelik ayına ve gebenin durumuna göre planlanmalıdır. Gebeliğin 4. ayından sonra sırtüstü egzersiz yapmaktan kaçınılmalıdır. Egzersiz dışında gebe kadın aşırı kilo almaktan kaçınmalıdır çünkü aşırı kilo ile vücudun zaten ön kısma kayan ağırlık merkezi sonucu oluşan ağrılar şiddetlenebilir. Bu durumda hamilelikten önce ideal kiloda olmak ve hamilelik içerisinde kabul edilebilir sınırlarda kilo almak ve bu kiloyu kontrol altında tutmak çok önemlidir.
Gebenin ağrılarını azaltmak için ozzlo adı verilen kama şeklindeki yastıklar kullanılabilir. Özellikle gece ağrılarında çok faydalı olabilir. Karpal tünel sendromu için el bileğini sabitleyen bandajlar veya ateller kullanmak ağrıların dindirilmesinde işe yarayabilir.
Bütün tedavi uygulamalarına rağmen gebelerde fizik tedaviye ihtiyaç durumu olabilir. Fizik tedavide gebelerin ağrılarını azaltmak amacıyla çeşitli yöntemler kullanılır, bunlar: yüzeysel soğuk/sıcak uygulama, TENS (transkutanöz elektriksel sinir stimülasyonu), akupunktur.
Yüzeysel sıcak ve soğuk uygulamaları lokal olarak ağrıyan bölgeye yapılabilir ancak karın ve uterus kısmı soğuktan korunmalıdır. TENS uygulaması ise gebelikte riski tam olarak bilinmemekle birlikte sinirleri uyararak ağrının azaltılmasını sağlayan ve titreşimler yollayan bir fizik tedavi uygulamasıdır. Akupunktur ile gebelikte görülen bel ve pelvis ağrılarının öne geçilir ve bunun ne annede ne de bebekte bir yan etkisi vardır. Bunlar dışında ağrıların giderilmesi için cerrahi ve ilaç tedavileri de yapılabilir ancak anne ve bebek için en risksiz olan egzersiz ve fizik tedavi uygulamalarıdır.
Öncelikle sağlıkçılar aşılanırken dünyada görülmemiş bir hız ile ilk parti aşıları bitirmek üzereyiz. Birden fazla firmanın benzer zamanlarda aşı çıkarması ile tartışmalar da beraberinde geldi.
Özellikle Amerika ve Avrupa’da farklı aşılar kullanılırken Asya ülkelerinde Rus ve Çin aşıları kullanılıyor. O halde gelin biz de aşılar ile ilgili detaylı bir bilgilendirme yapalım, doğru bilinen yanlışları konuşalım.
Aşılar hangi teknikler ile üretiliyor?
CoronaVac aşısının üretiminde eski bir teknik olan inaktif virüs tekniği kullanıldı.
İnaktif virüs tekniğinde virüsün enfekte etme özelliği yok ediliyor. Enfekte etme özelliği olmayan virüs kişiye enjekte ediliyor, sonucunda vücudun hastalığa bağışıklık kazanması bekleniyor.
Bu teknik dünyada yaygın olarak kullanılan suçiçeği, kuduz Hepatit B gibi birçok aşının üretiminde kullanılıyor.
Moderna ve BioNTech yeni bir yöntem olan mRNA tekniğiyle üretildi. Bu aşıların tekniği farklı. Koronavirüsün genetik kodunun kısmen vücuda enjekte edilmesi yoluyla bağışıklık yaratılıyor. Bu genetik kod laboratuvarlarda üretiliyor.
Bu aşıların üretimi daha kolay. Kısa sürede yüksek sayılarda üretilebilirken, eski teknoloji kullanılan CoronaVac'ın üretim süreci daha uzun. Üretimi için tavuk yumurtası kullanılması gerekiyor.
Eklemlerin doğal yapısında her kemiğin ucunda kauçuk bir yapıya benzeyen kıkırdak diye bir yapı bulunur. Bu yapı kemiklerin zarar görmeden, kaygan yumuşak bir yapı oluşturup rahat hareket etmesini sağlar. Osteoartrit yani kireçlenmede ise bu yapı aşınarak ya da kırılarak yapısı bozulur. Bu bozukluk ağrıya yol açar ve eklem bölgelerinde şişlik ve rahat hareket edememe gibi fonksiyonel hareketlerde aksamaya, probleme yol açar. Bu aradaki yastık gibi ev gören kıkırdak yapısı hastalığın ileri evrelerine çok aşınırsa kemikte sürtünmeye bağlı parçalanmalar olacak ve bu eklem bölgesinde bir iltihabi bir yangı başlatır bu durum kıkırdakların ve eklem yapısının daha fazla hasara maruz kalmasına neden olur. Bu yüzden hastalığın ilerlemeden tedaviye başlanmasına önem gösterilmelidir. Dediğimiz gibi eklem rahatsızlıkların en sık görülen durumu osteoartrit yani kireçlenmedir. Yaş ilerledikçe ve özellikle 65 yaş üstü bireylerde oldukça sık rastlanan bu durum yaşlılarda kendini en çok gösterir.
Kireçlenme vücudun kendi kendine onaramadığı bir durum olmakla beraber birçok nedenden dolayı olabilir. Genetik ve yaşın ilerlemesi bu durumun en büyük nedenlerindendir. 50 yaşı geçmiş bireylerde daha sık görülmeye başlarken 65 yaş üstü en büyük risk grubudur. Obezite de bu duruma yol açan çok büyük ve önemli bir faktör olarak yer almaktadır. Fazladan kilo kalça ve diz eklemlerinde baskıya neden olur ve oradaki yapıyı zorlayarak yukarıda anlattığımız kireçlenme durumuna neden olur ayrıca fazla yağ dokusunun salgıladığı birtakım sitokin adı verdiğimiz maddeler ile baskı uygulamayacak parmak eklemlerinde de kireçlenmeye neden olduğu gözlenmiştir. Tabi ki yalanmalar veya darbeler de kireçlenmeye neden olabilir. Hareketsiz yaşam da osteoatite yol açabilir. Masa başı işlerde özellikle çalışanlar bu duruma dikkat edip en azından bir spora yönelmelerini tavsiye ederiz ama hareketsiz yaşam gibi aynı zamanda çok hareketli yaşam veya fitness sporu gibi çok eğilip kalkmayı gerektiren sporlar veya durumlar a aşırı zorlamaya bağlı aşınıma neden olacak ve kireçlenmeye neden olabilir.
Kireçlenme belirtilerinde eklemde sertlik ve ağrı en göze çapan belirtilerdendir. Sabah uyandığımızda özellikle eklemimiz sert ve iri gelebilir, hareketsizlik anında veya hareket anında da ağrı kendini gösterebilir. Tabi ki belirtiler hastalığın şiddetine göre değişir. Bazen eklemlerimizde ayrı bir kemik yumrusu gibi bir şey hissedebiliriz onu kemikte aşınmaya bağlı oluşan kemik parçacıkları meydana getirmiş olabilir. Kalça eklemindeki kireçlenme bazen uyluk ve dizde ağrı hissedilmesine yol açabilir. Kireçlenme meydana gelen eklemlerde özellikle diz ekleminde gıcırdamaya benze sesler ortaya çıkabilir. Eklem kenarında şişme, ağrı, hassasiyet, kızarıklık görülebilir, ayak parmaklarında varsa eğer kireçlenme en şiddetli başparmaktaki büyük eklemde kendini gösterir.
Tedavisinde kireçlenmeyi tamamen düzeltme gibi bir seçeneğimiz yoktur. Hastalığı hafifletmek ve geriye götüme amaçlanır. Hafif bir kireçlenme söz konusu ise egzersizlerle tedavi verilebilir ama ileri bir kireçlenmesi varsa ilaçlarla birlikte fizyoterapist eşliğinde egzersiz önerilir. Bazı durumlarda cerrahi bile gerekebilir.
Bu hastalık için altın değerinde bir söz vardır. “Çocuğunuzu öptüğünüzde tuz tadı geliyorsa ciddi bir hastalık olabilir” sözü ile kistik fibrozise için kolay bir farkındalık oluşturur. Kistik fibrozis mukus, ter gibi salgı yapan hücreleri etkiler. Normalde akışkan ve kaygan olan bu sıvılar kistik fibroziste koyu bir kıvam alırlar. Koyu bir kıvam olan bu sıvılar normaldeki gibi akışkan olmadıkları için salgılandıkları kanal ya da organları tıkarlar. Kistik fibrozis özellikle akciğerde ve pankreasta, ince bağırsakta ve karaciğerdeki kanalları, yolları tıkayarak ve cinsel organların sıvılarını etkileyerek kendini gösterir. Bir gendeki mutasyona bağlı oluşan kalıtsal ve genetik bir hastalıktır. Kistik fibrozis özellikle solunum ve sindirim sistemini etkileyen hayati tehlike yaratabilen çok önemli ve önem gösterilmesi gereken bir hastalıktır. Kistik fibrozisin kesin bir tedavisi yoktur ama etkilenen vücut sıvılarını seyreltmeye, balgamı atmayı kolaylaştırmayı ve arttırmaya yönelik tedaviler, ilaçlar ve iyi beslenme yaşam kalitesini arttırmak için önerilir.
Kistik fibrozis dediğimiz gibi genetik bir hastalıktır. Kuzey Avrupa ve Türkiye’de en sık karşılaşılan kalıtsal hastalıktır. Anne ve babanın hastalığa sahip olmasına gerek kalmadan gizli taşıyıcı olarak da çocuğa hastalık genini aktarabilirler. Buna çekinik kalıtım diyoruz. Bu yüzden bebeklerde tarama yapılırken dikkat edilmesini şiddetli bir şekilde öneriyoruz.
Akciğerdeki hava yollarını ve alveolleri tıkayarak akciğerin içine dışına hava taşıyan yolları tıkayarak solunum belirtileri ortaya çıkarır. Kistik fibrozisli hastalarının akciğer enfeksiyonuyla hayatları boyunca karşılaşma ihtimalleri çok artar. Bu hastalarımızda hırıltılı solunum, nefes almada zorluk, devamlı balgamlı öksürük, burun tıkanıklığı görülür. Sindirim sistemi belirtilerinde ise pankreastan salgılanan sindirim enzimlerinin ince bağırsağa gidemediği için besinler tam parçalanamaz, sindirilemez ve emilemez. Buna bağlı kötü kokulu ve yağlı dışkı, bebeklerde besinlerin tam emilmemesine bağlı büyüme ve gelişme geriliği, karın ağrıları ve şişlik dolayısıyla iştahta azalma ve kabızlık görülebilir. Ciddi kabızlığa bağlı anüs dediğimiz makatta yıpranmalara ve halk dilinde makat sarkması denilen rektal prolapsus görülebilir. Ayrıca iyi sindirilemediği için bu hastalarda A, D, E, K vitamin eksikliği ve mineral iyon eksikliği görülür. Bu hastaların parmaklarında çomaklaşma görülebilir. Kistik fibozisli salgı yapan vücut hücrelerine saldırırken hücre içinden bazı iyonların hücre dışına çıkmasına izin vermez ve buna bağlı suda hücre dışına çıkamaz. Terimiz hem bu hastaların çok klor salgılamasından hem de bu suyun az olmasından kaynaklı tuz ve yoğun olarak atılır. Bu insanların ciltlerinde daima bir tuz tadı vardır. O yüzden anneler, babalar yenidoğan çocuklarını öptüklerinde tuz tadı alıyorlarsa kistik fibrozisten şüphelenip doktora başvurmalıdırlar. Yağlı dışkı ve yüksek klor tanıda yardımcı olan parametrelerdendir.
Ülkemizde yenidoğanlara kistik fibrozis taraması uygulanmaktadır. Bu sayede erken tanı ve tedavi olanağı elimize geçmektedir. Bu tarama testlerinde ITR denilen İmmunoreaktif Tripsinojen düzeylerine bakılır. Bu tarama testi yenidoğanlara yapılır. Eğer bebeğimize doğmadan bakılması gerekirse, CVS ve Amniosentez yolu ile bu hastalık tanısına yönlenir. İlerleyen yaşlardaki tanı da ise DNA analizi, buun epitelinin incelenmesi, dışkıdaki yağ ölçümü, sindim sistemi enzim ölçümleri, terdeki klor düzeyine bakılıp fizik muayene ve öykü ile tanıya gidilir. Tedavi de ise kesin bir çözüm yoktur. Hastamızın bu durumla yaşamayı daha kolay hale getirmesi için sindirim sistemi ve solunum sistemi tedavilerine gidilir. Balgam atmayı artırmak, yoğun salgı sıvılarını seyreltmek, egzersiz, iyi beslenme ve ilaçlar kullanılır. Bu hastaların fizik tedaviye de ihtiyaç duydukları için fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanlarına gitmeleri gerekmektedir.
Menisküs yapısı genç yaşlarda daha sağlam olduğu için ileri yaşlarda çok ağır olmayan travmalara bağlı gelişebilir ama gençlerde menüsküs yırtığının oluşabilmesi için ciddi bir travma yaşanması lazım. Menisküs yırtılmaları ani hareketlere bağlı; dönme, zıplama, kötü bir postürde dizi bükme, ağır kilolar kaldırıldığında, dizi döndürmeyen aktivitelerde gelişebilir. Futbol, basketbol gibi yere düşmenin çok olduğu sporlarda voleybol tenis gibi ani dönüş hareketlerinin yer aldığı sporlarda da sık görülmektedir. Dediğimiz gibi ağır bir fiziki olay sonucu oluşan travmatik yırtılmalar daha çok gençlerde görünürken, zamanla oluşan hasara bağlı veyahut sadece zamanla menisküs yapılarının zayıflamasına bağlı oluşan dejeneratif dediğimiz yırtılmalar ise yaşlılarda kendini göstermektedir.
Travmatik yırtılmalar 10-40 yaşları arasında sık görülürken zamana bağlı dejeneratif yırtılmalar ise 50 yaşından sonra sık görülmektedir. 65 yaş üstünde oluşan menisküs yırtıklarının %40’ında dejeneratif menüsküs yırtılmaları gelişir. Menisküs yırtılmalarının tedavisi yırtığın yerine, tipine, derecesine ve kişinin sosyal aktiflik durumuna göre belirlenir. En sık ağır travmatik darbeler sonucu gençlerde meydana gelir. Bundan ayrıca longuitidinal, horizontal, dejeneratif olmak üzere daha farklı çeşitleri de bulunmaktadır.
Menisküs yırtığının en büyük belirtisi ağrıdır. Ağrı en başta şiddetli olmayabilir. Hatta spor esnasında yırtılma gerçekleşen kişilerin bazıları bu durumdan sonra hissetmeyip devam bile edebilirler ama yırtılma sonrası eklem sıvısı dağılıp şişlik oluştuktan sonra ağrı oluşmaya başlar. Doktora şişlik, ağrı, kilitlenme şikayetleri ile gelinir genelde. Kalkma, oturma gibi hareketlerde klick sesi gelmesi de şikayetleden biridir. Dizde hareket kısıtlılığı da oluşur.
Menisküs yırtıklarının kendi kendine iyileşme durumu yırtığın oluştuğu konuma göre meydana gelir. Menisküsün 3 bölgesi vardır. Kanlanan kırmızı bölge, menisküsün kenar yırtıkları olan kısmi kanlanan kırmızı-beyaz bölge ve kanlanması olmayan beyaz bölge. Kanlanması olan kırmızı bölge kendi kendine iyileşme şansı en yüksek olan ve iyileştikten sona da eskiye dönüşü en iyi olan bölgedir. Kırmızı beyaz bölge olan menisküsün kenar yırtıkları ise bazen kendi kendine iyileşebileceği gibi genellikle destekleyici tedaviler alır. Beyaz bölge ise kanlanması olmadığı için kendi kendine iyileşme görülmez cerrahi tedavi gerektirir. Menisküs yırtıklarının tedavisi yırtığın yapısı, tipi, derecesi, uzunluğu yeri, hastanın aktivite durumu, sosyal durumu göze alınarak belirlenir. Ameliyatsız tedavide istirahat çok önemlidir. Buz tedavisi ve bandaj da uygulanan tedavilerdir. Dizi yüksek bir yere koymak ve istirahat şişliği azaltmak için önemlidir. Ameliyat sonrası veya ameliyatsız tedavide, fizik tedavi, dizin eski gücünü kazanmasında çok önemlidir. Yukarıda anlattığımız durumlar oluştuğunda hasta fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı veya ortopedi uzmanına görünmelidir.
Tendon denen kaslarımız ile kemikler arasındaki yani kas eklem ilişkisini yaratan yapıda meydana gelen bir iltihabi bozukluk sonucu ortaya çıkan oldukça ağrılı bir durumdur. Tendonlarımız eklemin üstündeki sinovyum denen kaygan zarda hareket eder. Bu zarda bir aşınma, zedelenme gibi bir durum olduğu zaman bu tendonda bir iltihaplı hasar ortaya çıkar ve bu iltihabi eklem kas ilişkisin olduğu yapı çalıştırıldığı zaman kasılı bir halde kilitlene bilmektedir. Tetik parmak en çok baş parmakta görülür.
Genellikle bir hareketin çok sık yapılmasından kaynaklanır
İşçiler, çiftçiler, enstrüman çalan insanlar aynı parmak hareketini daha çok tekrarladıkları için bu meslek gruplarında sık görülür. Daha çok 40 yaş üstünde görülürken kadınlarda daha sık görülür. Diyabet, romatoid artrit ve gut hastalıklarında tetik parmak oluşabilir.
Tetik parmak bir elin bütün parmaklarında görülebilir veya sadece bir parmakta da görülebilir. İki elde aynı anda da görülebilir. Bu durum hangi tendonların işlevini yerine getirilmesine bağlıdır. Ama belirtileri çoğu kişide aynıdır.
Bu belirtiler ise şunlardır: Sabah parmakların kilitli bir halde uyanılması, parmaklar hareket ettirilince tak diye bir ses gelebilir, avuç içi hassasiyet ve tabii ki de parmakların kilitli hale gelmesi veya hareketinin zorlaşması tetik parmak kişinin elinde oldukça hissettiren bir ağrıya neden olur. Parmağın olduğu eklemlerde şişlik de görülebilir.
Teşhisi için bir tetkike gerek duyulmaz. Öykü ve fizik muayene ile tanı konulur. Tedavisi ise ameliyat gerektiren ve ameliyat gerektirmeyen olmak üzere iki kısımda ele alınır. Ameliyat gerekmediğini düşünüyorsak bazı tedavi önerileri bulunmaktadır.
Parmağın sabit kalmasını sağlamak, dış darbelerden korumak ve bölgeye kan akımını sağlamak için atel kullanımı; ağrı ve şişliğin azalması için günde 2-3 kez 10-15 dakika buz uygulamak; tabii ki istirahat; buz uygulama soğuk tedavisi iken tam tersi olarak sıcak uygulamak da tendonların gevşemesine ve daha rahat çalışmasını sağlar. Parmakları en iyi hareket ettirecek olan eli yumruk haline sıkıp açmak çok faydalı bir egzersizdir. Bunu gün içinde elimizden geldiğince yapmaya çalışırsak iyileşmemiz için iyi olur. Egzersiz yapmadan önce sıcak suya elimizi koymak hareketi daha rahat yapmamıza fayda sağlayacaktır. Avuç içinden parmaklara doğru bir masaj uygulaması da oldukça faydalıdır. Tetik parmak rahatsızlığından şüphelenenler bir fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanına görünmelidir.
Tetik parmak hastalığından korunmak için günlük yaşantımızda bazı noktalara dikkat etmeliyiz. Aşırı hızlı klavye kullanımından kaçınılmalı, akıllı telefonla uzun zaman geçirilmemelidir. Özellikle yukarıda da bahsettiğimiz riskli gruplar gün içinde parmaklarını dinlendirmelidir. Ağrı hissedildiğinde buz uygulaması tavsiye edilir. Tetik parmak en fazla baş parmakta görüleceği için baş parmağı çok yormamaya önem gösterilmelidir. Mesela telefon çift elle kullanılmalıdır.
Boyun tutulmasının en sık nedeni kas gerilmesidir. En çok ‘musculus levator skapula’ kasımızda meydana gelen sakatlıklar sonucu ortaya çıkar. Bu kas kafamızın girişindeki servikal omurgasını omuz ile birleştirir. Bu kası uyaran sinirlerde oluşan bir durumdan dolayı da boyun tutulması gerçekleşebilir.
Boyun tutulmasında birey yana veya arkaya bakmak isterken boynunu döndürmekte zorlanır ve vücudunu çevirerek bakmak zorunda kalır. En büyük belirtisi bu duruma neden olan ağrıdır.
Hissedilen bu ağrının belli bir tarifi yoktur. Keskin, genel veya yayılan bir ağrı olarak tarif edilebilir. Bu ağrı türlerini biraz anlatmak gerekirse;
Keskin ağrı: Belli bir noktaya batarmışçasına hissedilen ağrı türüdür.
Genel ağrı: Bu ağrı türünde ise noktasal olarak bir yer tarif edememekle beraber bölgesel bir tarif söz konusudur.
Yayılan ağrı: Sakatlığın olduğu bölgedeki sinirin uyardığı bölgelerde de hissedilir. Örneğin boyuna, omuza ve kollarda ağrı hissediliyorsa bu doğal bir durumdur. Boyun tutulmasından kaynaklanıyor olabilir. Sinirden kaynaklanan ağrı daha çok yanma tarzı bir şikayet yaratır.
Boyundaki kaslardaki gerilmelere bağlı kafa kasları da bundan etkilenir ve boyun tutulmalarında baş ağrısı meydana gelir.
Boyun tutulmalarının en sık nedeni kas burkulmaları ve gerilmeleridir. Özellikle buna en hassas olan boyun ile omuz arasında yan arka tarafta bulunan levator skapula kasında en sık görülür. Bu burkulma ve gerilmelere neden olan etmenleri ise şöyle sayabiliriz;