23 Eylül 2007
HADİ Uluengin, "Dil üstünde laiklik" başlıkla yazısında şöyle diyor: "İftiharla açıklayabilirim ki, çok bilmişlerin ’uydurma’ demeye kalkıştığı o ’laikçilik’ deyiminin Türkçedeki mucidi benim." // "Güler misin, ağlar mısın, çünkücüğüme bunların karşılığı Fransızca lügatte yokmuş. N’apim yahu, benim göbeğim Voltaire lisanıyla kesilmedi. Türkçe yazıyorum." (Hürriyet, 15.09.07) "Laikçi" sözcüğüne neredeyse sadece ben karşı çıktığım için, doğal olarak, Hadi Uluengin’in yazısının muhatabı ben miyim, diye düşündüm. Ancak, bir gazete yazıcısının aynı gazetede yazan bir başkasına karşı böyle bir üslup kullanmayacağını düşünerek üstüme alınmak istemedim. Sonuç olarak, ister üstüme alınayım, ister alınmayayım, önüme çıkan bu fırsatı kullanmak zorunda olduğumu düşünüyorum.
Türkçede laikçi sözcüğünü icat eden Hadi Uluengin, laikçi’nin Fransızcada karşılığının "la¬ıcard" ya da "la¬ıciste"; laikçilik sözcüğünün karşılığının ise "la¬ıcardisme" ya da "la¬ıcisme" olduğunu ileri sürüyor. Okurlarımdan özür dileyerek, biraz "çok bilmişlik", "Voltaire’cilik" yapacağım:
* * *
La¬ıcard (Sözlükte yok): Henüz sözlüklere girmemiş, anlamı belirginleşmemiş bir yeni sözcük yani "neologisme". Bir gün konuşma ve yazı diline yerleşip anlamı kesinleşirse Fransız Akademisi tarafından sözlüklere alınır. Şu andaki anlamı: 1. "Din karşıtı tavır takınarak laikliği aşırı ölçüde savunan kimse. 2. Tanrıtanımaz (ateist)".
La¬ıciste (Sözlükte yok): 1. Laiklik öğretisinin yandaşı; 2. Kurumlara (okullara) dindışı bir karakter kazandırmak isteyen kimse.
Görüldüğü gibi, "La¬ıcard" ile "La¬ıciste" (Hadi Uluengin’in sandığı gibi) eşanlamlı değil.
La¬ıcardisme (Sözlükte yok): 1. "Din karşıtı tavır takınarak laikliği aşırı ölçüde savunmak." 2. "Tanrıtanımazlık".
La¬ıcisme (Sözlükte var): Laikleştirme; kurumlara laik bir nitelik kazandırmak isteyen öğreti (doktrin).
Gene görüldüğü gibi "la¬ıcardisme" ile "la¬ıcisme" (H.E.’nin sandığı gibi) eşanlamlı değil.
* * *
Hadi Uluengin’in uydurduğu "laikçi"nin karşılığı "la¬ıcard", "laikçilik"in karşılığı "la¬ıcardisme" ise, Cumhuriyet’in temel ilkesi laiklik hedef haline getirilmektedir. Oysa Cumhuriyet laikliği ne din ne de Allah karşıtıdır, düşmanıdır. Bu, İslamcıların, mürtecilerin 80 yıllık yalanıdır. Durup dururken, bu yalan doğrultusunda bir sözcük uydurmak, İslamcılık olmaz mı? Olur! Benim sorunum, laikçi ve laikçilik’in karşılığını Fransızca sözlüklerde bulamamaktı. Bu nedenle, bu iki sözcüğün mucidi Hadi Uluengin’e teşekkür ederim. Sayesinde internette gezen anlamlarına ulaştım ve Türkçe karşılıklarını buldum: LAİKÇİ (La¬ıcard) = Tanrıtanımaz, Allah ve din düşmanı; LAİKÇİLİK (La¬ıcardisme) = Tanrıtanımazlık, Allah ve din düşmanlığı.
Bu yazıdan sonra, "laikçi" ve "laikçilik"in Türkçe hangi anlamda kullanıldığı artık bilinecektir. Kullanmak isteyenlere hayırlı olsun. Ancak, kullananlar bu iftiranın hesabını vermek zorundadır!
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2007
BU yazının tam adı "İslamcılık Yolunda Hasan Cemal ile Şahin Alpay El Ele" olmalıydı. Çünkü Cumhuriyet’in 80 yıllık laikliğini "alaturka laiklik" aşağılamasıyla sıfatlandıran ikiliyi başka türlü nasıl ödüllendirebilirdik? Artık iyice Zaman Gazetesi yazarı olup yakın gelecekte Vakit Gazetesi yazarlığına terfi etmesi muhtemel Şahin Alpay, 4 Eylül günü "22 Temmuz ve Laiklik Sorunu" başlıklı bir yazı yayınlamıştı. Adı geçen yazıyı "Ne oldum deme ne olacağım de!" atasözünü düşünerek okumuştum. Maoculuktan İslamcılığa yolculuk, Mao’nun uzun yürüyüşünden de zahmetli olmalıydı! Hasan Cemal’in de hakkını yemeyelim, Şahin Alpay’la buluşmak için o da çok yoruldu.
MATLIK HAREKET
Hasan Cemal ile Şahin Alpay biraderlerin ortak bir kaygıları var: "Laiklik elden gidiyor mu? Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla birlikte gizli gündem sinsice uygulanacak ve Türkiye’nin İslami düzen yolculuğu hızlanacak mı?" (Hasan Cemal, Milliyet, 08.09.07) sorusuna inandırıcı bir cevap bulabilmek. Ama aslına bakarsanız, Hasan Cemal’in cümlesi ironik bir cümle, laikliğin tehlikede olmadığına, bir İslami düzen tehlikesinin bulunmadığına inanıyor. Bu nedenle bizimle dalga geçiyor.
Hasan Cemal, bizim gibi laikliğin tehlikede olduğuna, İslami düzene gidişin hızlandığına inananları mat etmek için Şahin Alpay’ın sözünü ettiğim yazısını köşesine aktarıyor.
BEĞENİLEN YORUM
Hasan Cemal tarafından onaylanan Şahin Alpay, AKP’nin Türkiye’nin laik düzeninde üç revizyon yapmayı tasarladığını düşünüyor. 1) Türban yasağı; 2) 28 Şubat kararlarının iptal edilmesi suretiyle imam-hatip mezunlarının üniversiteye alınmasının sağlanması; 3) 28 Şubat sürecinde Kuran kurslarına getirilen sınırlamaların kaldırılması.
Bu saptamalar çok doğru. Ama bunların doğru yorumlarla, doğru tepkilerle desteklenmesi gerek. Şahin Alpay’ın yazıp Hasan Cemal’in de beğendiği yorum şu:
"Mesleki ve teknik yükseköğretim mezunlarına, bu arada imam-hatip mezunlarına üniversiteye girişte ayrım uygulanmasına son verilmesi: Kuran kurslarına getirilen kısıtlamaların azaltılması ve 28 Şubat süreci öncesindeki düzenlemelere dönülmesi. Bunlardan öteye rejimle ilgili bir değişiklik olmayacaktır."
CUMHURİYETE İHANET
Yukarıdaki cümleyi birkaç kez okuyun lütfen: Amacın 28 Şubat öncesine, yani Fazilet Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına yol açan sürece geri dönmek olduğunu saptıyorlar, sonra da "Bundan öteye rejimle ilgili bir değişiklik olmayacaktır!" güvencesi veriyorlar. Cumhuriyete karşı ayıptır ve günahtır! Daha ne olsun?
Hasan Cemal ile Şahin Alpay’a bir tavsiyem var. Islah olmaları için değil, ipin ucunu daha fazla kaçırmamaları için: Cumhuriyet rejiminin ve laikliğin temeli 3 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur (Öğrenim Birliği Yasası’dır). Bu yasaya aykırı olarak imam-hatiplilere diledikleri üniversiteye girme hakkı vermek Cumhuriyet’e ihanettir ve İslamcı rejime hizmettir. Cumhuriyet’in orta direği laikliği "Alaturka laiklik" olarak tanımlayan Şahin Alpay ile onu onaylayan Hasan Cemal bu şanlı(!) yolda hızla ilerliyorlar!
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2007
MEHMET Barlas, 14 Eylül tarihli Posta Gazetesi’nde "Mehmet Barlas Mantığı"na örnek olabilecek harika bir yazı yayımladı. Ona göre, demokrasinin laikliği tehlikeye attığını düşünenler varmış ülkede. Doğrudur, ama ona demokrasi denmez. Başıbozuk, illiberal demokrasi denir. Demokrasi, laikliği tehlikeye attığı zaman kendisini de tehlikeye atar.
Oysa laikliği tehlikeye atan demokrasi değil, bizzat AKP hükümeti! Düşünceyi ifade özgürlüğüne yabancı bu mantığa göre, AB’yi eleştirmek, AB düşmanlığı anlamına geliyor!
BİRAZ KAFA YOR
Mehmet Barlas, AKP iktidarının laikliğe dönük tehdit oluşturduğunu iddia edenlerin ciddi bir problemi olduğunu ileri sürüyor. Ve, "Çünkü kimse ’bunlar ülkeyi kötü yönetiyor’ veya ’bunlar iş bilmiyor’ diyemiyor" diye yazıyor.
Gerçekte, seçmen nüfusunun yüzde 54’ü AKP’nin ülkenin iç ve dış politikasını, ekonomisini çok kötü yönettiğini düşünüyor. Ayrıca, ülkeyi iyi yönetenler ve çok iyi iş bilenler laikliği neden tehlikeye atmasınlar? Tehlikeye karşı şerbetli midir AKP?
Mehmet Barlas, gerçeği görmek istiyorsa, AKP’nin eğitimi İslamileştirmek programına, imam hatip aşkına biraz kafa yormalı; YÖK’e neden düşman, bu konuda da biraz düşünmeli. AKP’nin gündeminin şu anda en önemli maddesi, imam hatip mezunlarını üniversitelere sokacak yasal zemini hazırlamak. Amacı İslamcı kadroları yetiştirmek ve yönetime yerleştirmek. Bu nedenle, şu günlerde selülitli bacaklarla, bikini mayolarla ilgilenmez. Sosyete güzelleri ile manken camiası, beklenen büyük güne kadar plajlarda ve Boğaz’da istediğini yapabilir. Başta türban, kıçta bikini, defile yürüyüşü bile yapabilir. Sıra onlara gelinceye kadar namaz vakitlerinde otobüsleri cami önlerine çektirmek var.
KULLANILMIŞ MENDİL!
Aynı Mehmet Barlas, AKP yanaşmalığı yapan kesimlerde "kullanılmışlık" duygusunun yaygınlaşmaya başladığını yazıyor. "Ancak AK Partililerin de ’katılım’ yerine sadece ’denge hesapları’ ile kendileri gibi olmayanlara mesafeli davranmaları, bunların ’köprüyü geçene kadar’ hesabı içinde oldukları kuşkusunu hem yaratır dem de güçlendirir" diyerek, AKP ileri gelenlerini de uyarıyor. Bu uyarıyı değerlendirmek AKP’nin işi. Ancak AKP, kullanılmış mendil duygusuna kapılan zevattan korkmaz! Çünkü yeni mendil adayları var. Üstelik paketten çıkmış yeni mendil de sayılmazlar!
BU DA İKİNCİ ÖNERİM
AKP, ısmarladığı Anayasa taslağı ile tek parti iktidarı planladığını artık gizlemiyor. Bu Anayasa taslağı ile Cumhuriyet’i iğdişleştirmeyi tasarladığını da gizlemiyor. Anayasalar tarihinde benzeri görülmemiş bir girişim ile Anayasa Darbesi yapmaya hazırlanıyor. Sonuç olarak sadece laikliği değil, Cumhuriyet’i, üniter devleti de tehlikeye atıyor.
Bu nedenle, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Murat Belge, Mehmet Altan, Eser Karakaş, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Hasan Cemal, Şahin Alpay ve Orhan Pamuk gibi has ve acar demokratların AKP ile ilişkilerini gözden geçirmeleri ülkemiz için çok yararlı olur.
19 Eylül tarihli yazımda, aynı kişilerden imam hatip okulları konusundaki önerimi desteklemelerini istemiştim. Bugün ikinci bir öneri yapıyorum. İsteyenin bir yüzü kara!..
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2007
SON kez olmayacağını bilerek bir kez daha yazıyorum: İmam hatip liselerinin, bu okulların kuruluş amaçlarına uygun olarak sadece dini hizmet görevlileri yetiştirmeleri gerekir. Bu nedenle, bu okulun mezunlarının üniversitelerin herhangi bir fakültesine girme hakkı kullanmaları Anayasa’ya aykırıdır. (Madde: 42, 174: Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ilgili bölüm). Bu aykırılık AKP hükümetinin hazırlattığı Anayasa taslağında da var.
HEDEFE DÖRTNALA
Durum böyle iken: AKP iktidarı, Meslek Okulları’nı kullanarak, 28 Şubat öncesine kesin dönüş yapmak için, bu aykırılığı aşma çabalarından vazgeçmemektedir. Neden?
Çünkü Anayasa ve yasalara karşın İslamcı toplumsal değişimi gerçekleştirmek ancak mesleklerin, kurum ve kuruluşların İslamileştirilmesiyle mümkün. Laik okullarda okuyan öğrencilerle bu amaca ulaşmanın mümkün olmadığı 1924-1950 tarihleri arasındaki sonuçlardan anlaşılmaktadır. 1950-1974 yılları arasında ağır-aksak yürüyen amaç, 1974’ten itibaren, imam hatip mezunlarının üniversiteye girme hakkını elde etmesiyle birlikte dörtnala hızlanmıştır. Eğitimin ve demokrasinin demokratik olması eğitimin laik olmasına bağlı. Oysa AKP dinci eğitimi gerçekleştirmek için her türlü oyuna başvuruyor. Ve bizim yanaşma ruhlu demokratlar da yüzleri kızarmadan AKP’yi alkışlıyor!
FESAT ANAYASA’DA
Başbakan’ın talimatı ile ve onun meşrebine uygun olarak, Prof. Dr. Ergun Özbudun tarafından hazırlanan anayasa taslağının 24. maddesine eklenen bölüm bu anayasanın fesatçı ideolojisini sergilemektedir.
1982 Anayasası’nın Din ve Vicdan Hürriyeti ile ilgili 24. maddesine eklenen bölüm şöyle:
"Devlet, eğitim ve öğretim alanındaki görevlerini yerine getirirken, eğitim ve öğretimin ana ve babanın dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını isteme hakkına riayet eder." (Radikal, 13.09.07) Bu cümleyi lütfen birkaç kez okuyun. Bu cümlenin anlamı şudur: Ana babalar, bütün derslerin (tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya, yabancı dil, beden eğitimi, vb.) öğretiminde kendi dini ve felsefi inançlarını dikkate almasını isteyebilir. Yani bütün derslerde bilim değil de ana babanın dini ve felsefi inancı referans olacaktır.
Bu cümle "Din ve İnanç Hürriyeti" ile mi ilgili? O zaman, adam gibi, cümleyi doğru yazsınlar. İstidacı mantığı ile, istidacı üslubu ile yazmasınlar!
DESTEK İSTİYORUM
İmam hatip okullarının amacı, 430 sayılı ve 3 Mart 1924 tarihli Öğrenim Birliği Yasası’da saptanmıştır: "Milli Eğitim Bakanlığı’nca, yüksek din uzmanı yetiştirmek için üniversitede bir İlahiyat Fakültesi açılacak ve imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetlerin görülebilmesi için de ayrı okullar açılacaktır." (Yani imam hatip okulları açılacak!)
Türkiye’de huzurun ve demokrasinin gerçekleşmesi öğrenimin laik kalmasına, dolayısıyla imam hatip okullarının sadece imam ve hatip yetiştirmesine, ilahiyat fakültelerine öğrenci hazırlamasına bağlıdır. Bu husus Yeni Anayasa’ya mutlaka girmelidir. Öneri benden!
Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Murat Belge, Mehmet Altan, Eser Karakaş, Etyen Mahcupyan, Ali Bayramoğlu, Orhan Pamuk ve dostu Hasan Cemal gibi has ve acar demokratların önerimi desteklemelerini bekliyorum.
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2007
VAKİT Gazetesi’nin Arşiv sayfası geçenlerde arkadaşımız Yalçın Doğan’ı sürmanşet vitrinine çıkardı: "Aydın Doğan’ın Marksist eskisi yazarı, özel işletmelerdeki ibadet yerlerinden rahatsız oldu. Yalçın’ın mescit düşmanlığı!" (02.09.07) 999 = 1
Yalçın Doğan, Ankara’nın Tunalı Hilmi Caddesinde bulunan ve sahibine karşın, sahibi istemediği halde, üst katı mescit haline getirilen lokantadan söz ediyordu. Dinci baskısı karşısında Ankara lokantalarının giderek içkisizleşmeye başladığını haber veriyordu. Ve hepimiz gibi, cuma namazlarında sokaklara, caddelere taşan "Gösteri Müslümanları"ndan şikáyet ediyordu.
Ben de Yalçın Doğan’ın düşüncelerini paylaşıyorum. Çünkü laik bir ülkede herhangi bir dinin mensupları mabetleri dışındaki kamusal alanda tapınma gösterisi yaparak başkalarını baskı altında tutamaz, rahatsız edemez.
Daha önce de yazdığım gibi laik bir ülkede 999 Müslüman 1 Hıristiyandan, 1 Museviden, 1 ateistten daha fazla değildir. Müslümanlar "Nüfusunun yüzde 99,99’u Müslüman olan Türkiye" önermesine dayanarak kamusal alanları ibadet yeri haline getiremezler. Devletin güvenlik kuvvetleri bu türden girişimleri kamu düzeni adına engellemek zorundadır.
Müslümanlar sokakta namaz kılarken, Budistler aynı sokaktan dümbelek çalarak geçerlerse ne olacak? Beyoğlu’ndaki kiliselerden önde rahip ya da papaz, en önde haç, Katolik ve Ortodoksların şöyle bir dolaştıklarını düşünelim. Ortaköy ve Kuledibi sinagoglarını da unutmayalım.
SINIRA DİKKAT
Dindarlar laik bir ülkede dinlerinin ve kendilerinin saygınlığını korumak istiyorlarsa ilkin kendilerinin dinlerine saygı göstermeleri gerekir. Ülkemiz Müslümanları ne yazık ki gerekeni yapmıyorlar ve kendilerinden başka herkesin özen göstermesini istiyorlar.
Dinlerin içeriği, dogmaları kendi sınırları içinde ve bağlamında kesinlikle tartışılmaz. Özellikle laik bir ülkede dinlerin bu sınır ve bağlam içinde kalmaları gerekir. Bu sınır ve bağlam aşılırsa din ve dinler tartışılır hale gelir. Bu nedenle dindarlar, dinciler bu sınırlara çok dikkat etmelidir. Din ve dinler tartışılır hale getirilirse, o zaman başka cephelerden de bu tartışmaya katılanlar olur. Bu da dinlerin yararına olmaz. Kesinlikle!
KANSER TESTİ!
2 Eylül tarihli Vakit Gazetesi’nden birinci sayfa manşeti: "Secde kanserden koruyor. Bilim adamları, yeni yaptıkları bir bilimsel araştırmada, Allah’a secde etmenin insanı kanserden koruduğunu ortaya çıkardı."
Güya Mısırlı bir biyoloji profesörüne göre beş vakit namaz kılanlar, yedi organlarının yerle temas etmesi nedeniyle enerji boşalttıkları için kansere karşı korunuyorlarmış. Çevreciler ne diyor bu işe? Demek ki termik santralların küllerindeki radyasyon kanser yapmıyormuş. Halep orda ise arşın burada. Dünya Sağlık Örgütü’ne bir sorulsun bakalım Müslümanlar ile Hıristiyanların kansere yakalanma oranları kaça kaç?
Böyle Müslümanlar yüzünden İslam’ın işi çok zor!
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2007
YENİ DÜŞÜN Dergisi’nin Kasım 1987 sayısında "Kuyudaki Taş" başlıklı bir yazı yayımlamıştım. "Yazar Kimdir? Gazeteci Kimdir?" konusunu ele aldığım bu yazı önce "Söz ve Yazı" (Varlık, 1993) adlı kitabımda yer almıştı. Şimdi "Yazmasam Olmazdı" (Doğan Kitap, 2004. s.55) adlı kitabımda okunabilir. Bu yazıyı özellikle gazeteci kökenli "köşe yazarları"nın okumasını tavsiye ederim.
DÜNYA KİME DİYOR
Türkçede iki meslek kimliği, tutanın elinde kaldı. Birincisi, şarkıcıların, türkücülerin, dansözlerin, mankenlerin el koyduğu "sanatçı(lık)"; ikincisi ise gazetede yazı yazanların sahip çıktığı "yazar(lık)". Uygar dünya dillerinde sadece edebiyat (şiir, öykü, roman, deneme) alanında yazanlara yazar denir. İngilizcede işi iyice sağlama almak amacı ile edebiyat için yaratıcı yazarlık (creative writing) deyişi kullanılır.
Örneğin, Fransızcada gazetede yazı yazanların özel adları vardır. Başyazara "«editorialiste", makale yazana "r«edacteur", fıkra ya da köşe yazana "chroniqueur", tiyatro, müzik, sinema gibi özel konularda yazanlara "courri«eriste", eleştiriciye "critique", havadis yazana "nouvelliste", dedikodu yazana "«echitier", politika yazana "publiciste", röportajcıya "reporter" denir.
MAŞALLAH BİZDE HERKES
Maşallah bizde gazetede yazan herkese yazar deniliyor ve buna kimse itiraz etmiyor. Yirmi yıl önce bir "gazeteci-yazar" unvanı türetilmişti. Gazete yazılarını kitap halinde yayınlayanlara "gazeteci-yazar" deniliyordu. Yazımın başında sözünü ettiğim "Kuyudaki Taş" yazımı bu nedenle yazmıştım. Avrupa dillerinde "gazeteci-yazar" diye bir kavram yoktur. "Gazeteci ve yazar" vardır. Yani hem gazeteci hem de yazar özelliklerine sahip kişi: Oktay Akbal, İlhan Selçuk, Zülfü Livaneli, Ahmet Oktay, M.C.Anday, Yaşar Kemal, Mehmet Kemal, Çetin Altan...
Bizde herkes yazar. Gazetede yazı yazanlar kendilerine bir başka meslek sıfatı bulmalı. Ama buna itiraz edenler olacaktır. Oktay Akbal’ın, Yaşar Kemal’in, Zülfü Livaneli’nin sıfatını benim "yazıcı" ya da "yazman" dediğim dedikoducu («echitier) için kullanmak aymazlık değil mi? Buna karşılık, "yazarlık"ın babamın malı olmadığı söylenecektir. Ama yanlış! Hürriyet Gazetesi’ndeki yerim babamın malı değildir, Hürriyet Gazetesi’ne aittir, ama "yazar" sıfatı yüzde yüz tapulu malımdır.
HÜRRİYET’TE’YAZICI’YIM
Roland Barthes, "Essais Critiques" adlı kitabında yer alan "Ecrivain et Ecrivant" ("Yazar ve Yazman") başlıklı yazısında, edebiyatı amaçlayan yazar ile dili basit bir araç sayan yazman arasındaki kesin ayrımı ortaya koyar. Yazıcılar ve yazmanlar fazla üzülmesinler, "çok satanlar"ın büyük bir çoğunluğu yazar değil yazmandır, yazıcıdır.
Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazılarım bir yazarın («ecrivain) değil bir "r«edacteur" ya da bir "chroniqueur"ün yazılarıdır. Yani Hürriyet Gazetesi’nde "yazar" değilim, "yazıcı"yım!
"Tarih yazıcısı" oluyor da "gazete yazıcısı" neden olmasın? Herkes sıfatına razı olmalı!
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2007
POSTMODERNİZMİN saltanat döneminde insan aklı ve aydınlanma çağı nasıl da yerden yere vurulmuştu. Akıl hiçbir şeyi becerememişti. Aydınlanma insanın içini kurutmuştu. Akıl ve aydınlanma tek boyutlu insan yetiştiriyordu. Oysa her şey göreceydi (relatif idi), herkes kendince haklıydı. Küresel kapitalizmin çok hoşuna gidiyordu bu durum: Ulusal devletin kurucusu ve yaratıcısı, akıl ve aydınlanma idi. O halde vur abalıya! O zamanlar, ben, "Aklın kusurlarını akılsızlık değil daha çok akıl giderebilir" diyordum.
Postmodernizmin peygamberlerinden Jacques Derrida, hayatının sonuna doğru yaptıkları işin iş olmadığını anlamıştı. Bu nedenle, insanlığı çıkmazlarından, hastalıklarından kurtarmanın çaresinin yeni bir aydınlanma çağı olduğunu yazıyor ve aydınlara, yazarlara, sanatçılara, bilim adamlarına, üniversite hocalarına yeniden öncülük görevi veriyordu (Critical Inquiry, Winter 2007, S.285). Regis Debray’nin de Maocu aydın düşmanlığı konusunda "Aydın düşmanlığı faşizmin kendisidir" dediğini anımsıyorum.
TARAFSIZ AYDIN!
Bu girişi yazmama neden olan Cüneyt Ülsever kardeşimiz ise taraf tutmanın Türk aydınının çıkmazı olduğunu yazıyor (Hürriyet, 06.09.07). Bu noktada çok kararlı. Ama taraf tutmadan nasıl aydın olunacak? Laik Cumhuriyet tehdit altında ise aydın taraf olmamak için Laik Cumhuriyet’i savunmayacak mı? Cüneyt Ülsever, "Cumhuriyetin nitelik değiştirmesi için rejimin değişmesi gerekir. Bu da ancak Anayasa’yı değiştirerek mümkün olur" diyor.
Rejimin değişmesi için Anayasa’nın, yasaların değişmesine gerek yok. Anayasa’yı ve yasaları uygulamazsınız olur biter. AKP iktidarının yaptığı da bu. Sağcı iktidarlar, 1950’den sonra, imam hatip okullarını kuruluş amacının dışında kullanarak rejimin niteliğini tamamen değiştirmiştir. Bu sayede laik toplum, İslamcı bir toplum haline dönüşmüştür. Böyle olmasaydı, "laiklik"in bir anayasal ilke olmasına karşın, bu ülkede, otobüs yolcularının bir bölümü namaz kılmak için bindikleri otobüsü cami önünde durdurabilir miydi?
BAŞÇAVUŞUN EŞEĞİ!
Cüneyt Ülsever’e ikinci itirazım şu: Sami Selçuk, İslamcılar ve 2. Cumhuriyetçilerin icat ettiği laikçilik sözcüğü. (Bu sözcüğü 12 Eylül yazısında da kullanıyor). İngilizce, Fransızca ve Almanca’da laikçilik sözcüğünün karşılığı olan bir sözcük yok. Laikçilik’in karşılığı olarak gösterdikleri "laicisme" laiklik öğretisi (doktrini) anlamına gelir. Bu nedenle, kim ki Cumhuriyetçilere "laikçi" der, ya İslamcıdır ya da 2. Cumhuriyetçi! Karar Cüneyt Ülsever’in! Kendisine bu konuda, 25 ve 26 Eylül tarihli yazılarımı okumasını salık veririm. Ayrıca: İnsanların geçmişte ne söyledikleri, ne yazdıkları ve bunları nerede yazıp söyledikleri önemsiz ise, başçavuşun eşeği ile üniversite hocalığının, gazeteciliğin farkı kalır mı?
TAKIYI DA REDDETSİN
Üçüncü itirazıma gelince: "Hayrünnisa Hanım’ın dini inancının dışına çıkıp başını açmasını isteyenler öbür köyün bağnazlarıdır" diyor (Hürriyet, 05.09.07). Bayan Gül’ün dini inancı gereği, medeni nikáhı, Cumhuriyet’in miras hukukunu, Medeni Kanunu, ziynet ve takıyı, faizi, kredi kartını, modacıyı, kuaförü de reddetmesi gerekir. Türbanının dini inançla, düşünce özgürlüğü ile hiçbir ilişkisi yok. Onunki bir İslamcı militanın laik Cumhuriyet’i iptal etme, aciz bırakma denemesi. Bu denemede şimdilik başarılı olmuştur.
Yazının Devamını Oku 14 Eylül 2007
HÜRRİYET Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 5 Eylül günü "Bizim Mahallenin Ülküdaşları" adlı ilginç bir yazı yayınladı. Hayatım boyunca hiçbir tekkenin, hiçbir dergáhın müridi olmadığım, kimseyle ülküdaşlık yapmadığım için söz konusu yazıda üstüme alınacağım bir taraf yok. Ancak Ertuğrul Özkök’ün yazısında itiraz etmem gereken bir bölüm var: "İşte size küçük bir Türkiye ’potpurisi’. / Kimisi laik, kimisi ’mümin’, kimisi güya liberal, kimisi sözde demokrat. / Onlar ağzına geleni söyleyecek, kışkırtacak, hakaret edecek, maraza çıkaracak, işine geleni yapacak? / Size de hep dayak yemek düşecek. / Neden?
Sırf gerginlik yaratmamaya çalıştığınız için?"
* * *
İtirazım, laik sözcüğünün öteki sıfatlarla birlikte aynı bağlamda kullanılmasına. Örneğin, Mehmet Barlas "Artık laik demokratlar da var" (Posta, 10.09.07) diye yazarak Anayasal ve yasal laikliği demokrat olmamakla suçluyor. Sözcük konusunda titizlenmem bundan!
Kimileri de İslamcı iktidara elçilik ve çeşnicilik yaparken kendilerini demokrasi havarisi olarak sunuyor. Sözcük konusunda titizlenmem işte bundan!
Türkiye’de insanların kimisinin "mümin", kimisinin "güya liberal", kimisinin de "sözde demokrat" olmaları ya da olmamaları sadece kendilerini ilgilendirir. Olmalarının ya da olmamalarının yasal bir karşılığı ve yaptırımı yoktur. İnançsızlık, türlü-çeşitli liberal olmak, laçka demokrat yazılmak da suç ya da övünç nedeni değil. Ne anlama geldiklerini iyi bilmek koşuluyla sadece kişilik değerlendirirken kullanabiliriz bunları.
* * *
Ancak: Laiklik bireyin yasal ve anayasal boyutu, hakkı ve sorumluluğudur. Hiç kimse laiklik ile şeriatı yan yana ya da karşı karşıya kullanamaz. Ve kendi özel tanımını yapamaz!
Laik’in ılımlısı, jakobeni, azgını, radikali, köktencisi, fundamentalisti olmaz. Laik sadece laiktir. İmam hatip okulları normal liselerin yerine hazırlanırken, sivil liselerin yerine geçirilirken göstermemiz gereken laik tepkiyi, kim hangi hak ve yetki ile jakoben, azgın, köktenci, fundamentalist olarak tanımlayabilir? Kimse!
Çankaya’ya çıkan türbanı bireysel inancın gereği olarak sunanlara, o bireysel (dinsel) inancın sadece türbanla sınırlı olmadığını neden hatırlatmayalım, bu gerçeği neden gözlerine sokmayalım?
Anayasa, laiklik, medeni hukuk, ticaret ve borçlar hukuku, modern aile hukuku Tanrısal düzene, Kuran’a ve bireysel inanca aykırı değil mi? Elbette aykırı; öyle olmalı ve öyle kalmalı! Türbanı kendilerine bireysel inancın bayrağı yapanlar medeni nikáhı, faizi ve kredi kartını neden reddetmiyorlar, mirası neden Kuran’a göre bölüşmüyorlar? Din gibi laik düzen de bir bütündür. Birincisi öteki dünyada, ikincisi bu dünyada. Laikliği savunmamı ya da savunma tarzımı hiç kimse kışkırtma olarak tanımlayamaz, maraza çıkardığımı öne süremez. Çünkü yaptığım iş Anayasa’ya ve yasalara uygundur. Hakarete gelince: Ben kimseye hakaret etmem. Adımın önünde kullandıkları "Jakoben" sıfatı hakaret değilse, benim kullandığım "Yenimürteci" sıfatı da hakaret değildir.
Yazının Devamını Oku