POSTMODERNİZMİN saltanat döneminde insan aklı ve aydınlanma çağı nasıl da yerden yere vurulmuştu. Akıl hiçbir şeyi becerememişti. Aydınlanma insanın içini kurutmuştu. Akıl ve aydınlanma tek boyutlu insan yetiştiriyordu. Oysa her şey göreceydi (relatif idi), herkes kendince haklıydı. Küresel kapitalizmin çok hoşuna gidiyordu bu durum: Ulusal devletin kurucusu ve yaratıcısı, akıl ve aydınlanma idi. O halde vur abalıya!
O zamanlar, ben, "Aklın kusurlarını akılsızlık değil daha çok akıl giderebilir" diyordum.
Postmodernizmin peygamberlerinden Jacques Derrida, hayatının sonuna doğru yaptıkları işin iş olmadığını anlamıştı. Bu nedenle, insanlığı çıkmazlarından, hastalıklarından kurtarmanın çaresinin yeni bir aydınlanma çağı olduğunu yazıyor ve aydınlara, yazarlara, sanatçılara, bilim adamlarına, üniversite hocalarına yeniden öncülük görevi veriyordu (Critical Inquiry, Winter 2007, S.285). Regis Debray’nin de Maocu aydın düşmanlığı konusunda "Aydın düşmanlığı faşizmin kendisidir" dediğini anımsıyorum.
TARAFSIZ AYDIN!
Bu girişi yazmama neden olan Cüneyt Ülsever kardeşimiz ise taraf tutmanın Türk aydınının çıkmazı olduğunu yazıyor (Hürriyet, 06.09.07). Bu noktada çok kararlı. Ama taraf tutmadan nasıl aydın olunacak? Laik Cumhuriyet tehdit altında ise aydın taraf olmamak için Laik Cumhuriyet’i savunmayacak mı? Cüneyt Ülsever, "Cumhuriyetin nitelik değiştirmesi için rejimin değişmesi gerekir. Bu da ancak Anayasa’yı değiştirerek mümkün olur" diyor.
Rejimin değişmesi için Anayasa’nın, yasaların değişmesine gerek yok. Anayasa’yı ve yasaları uygulamazsınız olur biter. AKP iktidarının yaptığı da bu. Sağcı iktidarlar, 1950’den sonra, imam hatip okullarını kuruluş amacının dışında kullanarak rejimin niteliğini tamamen değiştirmiştir. Bu sayede laik toplum, İslamcı bir toplum haline dönüşmüştür. Böyle olmasaydı, "laiklik"in bir anayasal ilke olmasına karşın, bu ülkede, otobüs yolcularının bir bölümü namaz kılmak için bindikleri otobüsü cami önünde durdurabilir miydi?
BAŞÇAVUŞUN EŞEĞİ!
Cüneyt Ülsever’e ikinci itirazım şu: Sami Selçuk, İslamcılar ve 2. Cumhuriyetçilerin icat ettiği laikçilik sözcüğü. (Bu sözcüğü 12 Eylül yazısında da kullanıyor). İngilizce, Fransızca ve Almanca’da laikçilik sözcüğünün karşılığı olan bir sözcük yok. Laikçilik’in karşılığı olarak gösterdikleri "laicisme" laiklik öğretisi (doktrini) anlamına gelir. Bu nedenle, kim ki Cumhuriyetçilere "laikçi" der, ya İslamcıdır ya da 2. Cumhuriyetçi! Karar Cüneyt Ülsever’in! Kendisine bu konuda, 25 ve 26 Eylül tarihli yazılarımı okumasını salık veririm. Ayrıca: İnsanların geçmişte ne söyledikleri, ne yazdıkları ve bunları nerede yazıp söyledikleri önemsiz ise, başçavuşun eşeği ile üniversite hocalığının, gazeteciliğin farkı kalır mı?
TAKIYI DA REDDETSİN
Üçüncü itirazıma gelince: "Hayrünnisa Hanım’ın dini inancının dışına çıkıp başını açmasını isteyenler öbür köyün bağnazlarıdır" diyor (Hürriyet, 05.09.07). Bayan Gül’ün dini inancı gereği, medeni nikáhı, Cumhuriyet’in miras hukukunu, Medeni Kanunu, ziynet ve takıyı, faizi, kredi kartını, modacıyı, kuaförü de reddetmesi gerekir. Türbanının dini inançla, düşünce özgürlüğü ile hiçbir ilişkisi yok. Onunki bir İslamcı militanın laik Cumhuriyet’i iptal etme, aciz bırakma denemesi. Bu denemede şimdilik başarılı olmuştur.