İlk ikisi, “Var Böyle Tipler” ismiyle bilinen sosyal medya fenomeni çift Kıvanç ve Beril Talu.
100 milyon liraya yakın bir vurgun yaparak kayıplara karışan çifte tepkiler çığ gibi büyüyordu ki Polat olayı patladı...
Onlar okyanus ya da nehir kenarında, dolandırıp kaçmanın keyfiyle gezinirken şimdi de unutulmanın mutluluğuyla ikinci kadehlerini sipariş ediyorlardır muhtemelen.
Bir de Metin Akpınar tabii ki...
E kolay değil.
Her hafta yeni bir çocuğu olduğu ortaya çıkıyordu Akpınar’ın.
Tam üzerine gidiliyordu ki kamuoyu, Polatlar onun haberlerini çok alt sıralara attı. Artık hiç konuşulmuyor hiç tartışılmıyor.
Tuğba Ekinci (bir kere ismini yazacağım) “2. Sayfa” programına katıldı. Eşi Bilal Hancı’nın kendisini aldatırken görüntülerini yayınlayan Esin Çepni de vardı masada...
Aldatılan o kadına demediği lafı bırakmadı...
“Oh olsun” dedi.
“Kocan o senin, sahip çıkacaksın” dedi.
“Bu adamın ekmeğini yedin, şimdi ekmeğiyle oynadın” dedi.
“Adam bunları hak etmiyor” dedi.
Şaka değil gerçek! “Sus” dedi kısaca.
Sümen altı et aldatılmanı.
“Zahide Yetiş’ten kadınlara mutluluk tavsiyesi” başlığıyla okudum o haberi.
Demiş ki Zahide Yetiş: “Kızlar! Mutlu olmak istiyorsanız ya sizden bir adım önde bir adam bulacaksınız ya da bir adım gerisinde durabileceğiniz birisiyle olacaksınız.”
Birçok kişi itiraz edebilir bu fikre.
Yani öndeyse kadın neden geri çeksin ki kendini diyebilirsiniz.
Ama günümüz dünyasında, kadın önde olursa (bu her konu için geçerli) erkekler içlerinde bir baskı, gizlice bir ezilme hissi, sessizce bir boğulma duygusu yaşıyorlar.
Bu da içeride patlamak üzere olan bir volkan yaratıyor.
Sonrasında türlü türlü şiddetler çıkıyor ortaya.
Cumhuriyetimizin 100. yılını yarın kutlayacağız. Ne mutlu bize ki 100 yıllık Cumhuriyetin çocuklarıyız hepimiz.
Ne mutlu bize ki Mutafa Kemal Atatürk gibi hep bizimle yaşayan bir öndere sahibiz.
Bu duygularla 100’ncü yıl için bazı sanatçılarımız marş besteledi.
Dün hepsini dinleme fırsatı buldum. Tarkan, Kenan Doğulu, Soner Arıca, Norm Ender, Kıraç, Ege...
Daha ismini unuttuklarım varsa özür dilerim.
Ve bir şey için daha özür dilerim ki, hiçbir marş beni ayağa kaldırmadı.
Bir şey eksik.
Öyle ufak tefek bir mevzu değil çünkü bu.
Çift, evlerine gelen bakıcıyı bile dolandırmış.
Pes vallahi...
Duyduğuma göre bir süre daha Türkiye’de kalacakmış Talu çifti. Ama Dilan Polat olayından çok etkilenip, başlarına bela olacaklarını düşünmüşler.
Sonra da apar topar kaçmaya karar vermişler.
Taluların dolandırıcılık sisteminde güven esas...
Yani para aldıklarına önce fazlasını muhakkak ödüyorlar.
Ödüyorlar ki güven kazanıp sonrasında daha fazlasını istesinler. Lüks hayatlarıyla, maddi durumlarıyla çevrelerinin gözünü boyadılar.
Zamanın meşhur dolandırıcısı Selçuk Parsadan’ı hatırlarsınız. Adamın müthiş bir ‘yeteneği’ vardı...
O dönem, “Nasıl başarıyorsun bunu, nasıl ikna ediyorsun da dolandırıyorsun insanları” diye soranlara, “Hayat satıyorum”, “Dolandırdığım insanlara lüksü vadediyorum” yanıtını vermişti.
E psikolojide muhakkak karşılığı vardır, lüks vadedilen bu insanlar da parayı vermekten çekinmiyor çünkü kafalarında ulaşacakları o son nokta oluyor hep.
İşte bu dönemin Parsadan’ı Kıvanç Talu yani ‘Var Böyle Tipler’ de aynı şeyi yaptı.
Instagram’da yaptığı tiplemelerle meşhur olmuştu zamanında.
Aslında keyifliydi de çektiği videolar.
Kıvanç Talu ve eşi, arkadaşlarının bazılarına kredi çektirmiş, bazılarına “Şu kadar para verin birkaç ay sonra 2-3 katını kazanacaksınız” demiş...
O araştırmaya göre, kısa boylu olanlar ‘psikopat’ olmaya daha yatkınmış.
Önce komik geldi. Çünkü aklıma sosyal medyada sık sık ‘gif’i yapılan fotoğraftaki bu ufak kız geldi. E haliyle bu fotoğrafla karşıma çıkan araştırmaya pek güvenemem.
Sonra Kemal Sunal’ın meşhur “küçük enişte” repliğini düşündüm.
Hani “Tutmayın küçük enişteyi” diyordu ya, onu işte.
Dedim evet...
‘Her insanın hatası olur üzerine gitmeyin’ diyorlar.
‘Sanatçılar da hata yapar’ diyorlar.
‘O önemli bir isim ayıp ediyorsunuz’ diyorlar.
Kardeşim!
Sanatçı diye, önemli biri diye kayıralım mı...
Onu geçtim, zaten Metin Akpınar’ı taşlamak değil burada amaç.
Ben Akpınar’ı yuhlayalım, taşlayalım, sokağa çıkamaz hale getirelim demiyorum.
Çoğu kişi dillendiremiyor ama kafalarındaki soruyu biliyorum, o da şu: