Danışma Kurulu’nun önerdiği küratörü İKSV yönetimi tercih etmeyince kurul istifa etmiş, hemen ardından o kurulun üyelerinden biri olan Iwona Blazwick İKSV tarafından yeni küratör olarak belirlenmişti.
Çok geçmeden İKSV yoğun bir eleştiri bombardımanına tutulmuş, tartışmaların ardı arkası kesilmemişti.
Cansu Çamlıbel, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner ile bir röportaj yapmış.
Taner’in yapılan eleştirilere karşı söyledikleri uzun süredir duyduğum en yapıcı cümleler.
“Kişiler gibi kurumlar da hata yapabilir” diyor Taner ve şöyle devam ediyor:
“Şimdi İKSV olarak, bu süreçte bize geri bildirim veren herkese, gelin buyurun, siz de el atın, bazı şeyleri beraber değiştirelim diyoruz.”
Taner’in karşı çıktığı ve dikkat çektiği bir mesele daha var; iptal kültürü.
Asıl itirazının bu konu olduğunu söylüyor Görgün Taner:
Kıvanç Tatlıtuğ’la Beren Saat’in Aşk-ı Memnu’dan yıllar sonra bir araya geldiği filmin galası önce New York’ta yapıldı.
Farah Zeynep Abdullah’la Boran Kuzum’lu yeni versiyon Aşk-ı Memnu’nun, namı diğer “Bihter”in galası ise İstanbul’da.
Ve her iki galadan geriye kalan şimdilik tek şey kıyafetler.
Farah Zeynep Abdullah’ın Maison Margiela marka elbisesi aslında gayet nefisti.
Tek bir sorun vardı, o da elbisenin “Bihter”in galasına hiç uygun olmaması.
Çünkü gala davetiyesinde kıyafet kodu özellikle not düşülmüştü: 1920’ler...
Hatta galaya tam gidecektim, ama üstüm başım gayet günümüz olduğu için ve bu kıyafet kuralını uygulamak son dakika hayli zor olduğundan elbette vazgeçtim.
Ama görünen o ki, oynadığı filmin galasındaki kıyafet kuralından ya Farah Zeynep Abdullah’ın
Dilan Polat olayından sonra hepsinden peş peşe haberdar olmaya başladık.
Çoğunun izlediği çizgi de aynı, hiç değişmiyor.
İlk kural:
O eski halinden eser kalmaması gerekiyor.
Malum, estetik ameliyat artık marketten iki ekmek bir yumurta almak kadar kolay karar alınan ve hızlıca uygulanan bir şey.
Parayı bastırınca yüzüne sağdan soldan girişip kesip biçiyorlar. “Yeni bir ben”e kavuştuktan sonra bu fenomenlerin ikinci adımı tabii ki en marka, en lüks kıyafetleri, takıları ve arabaları edinmek.
Daha sonra bu lüks objelerle her dakika, her saniye poz vermek.
Üçüncü adım ise
İlki, Sevdaliza’nın “Nothing Lasts Forever” isimli yeni teklisi ve onun videosu.
Öncelikle videoda şık ve aynı zamanda eleştirel bir hile var.
Dikkatli seyredince anlaşılıyor.
Videoda görünen vücut geliştirme sporcularının bedenleri ile yüzleri arasında bir fark var. Çünkü aslında bedenlerin üzerine oturtulan tüm yüzler “deepfake” teknolojisi ürünü.
O yüzlerin hepsi de ünlü:
Biri Julia Fox, diğeri Madonna, ötekiler ise Grimes ve Ferg.
Hepsinin onayıyla kendi yüzleri kaslı sporcuların yüzlerine yerleştirilmiş.
Videonun yönetmeni
Çalışmalarından bazıları New York’taki MoMa ve Londra’daki Victoria & Albert Müzesi’nde sergilenen Urquiola’nın tasarımını yaptığı en yeni mekânlar arasında Vicenza’daki mücevher müzesi Museo del Gioiello, Barselona’daki Mandarin Oriental, Berlin’deki Hotel Das Stue ve Milano’daki Hotel Four Seasons Spa yer alıyor.
Patricia’nın şimdiye kadar tasarım yaptığı markaları sıralamak ise çok havalı:
Agape, Alessi, Axor-Hansgrohe, Baccarat, Boffi, Budri, De Padova, Driade, Flos, Gan, Georg Jensen, Glas Italia, Haworth, Kartell, Kvadrat, Listone Giordano, Louis Vuitton, Moroso, Mutina, Rosenthal ve Verywood.
Patricia Urquiola’yla yaptığım mini röportaja son günlerin en popüler konusu yapay zekâ ile başlıyorum.
“Yapay zekâyla birlikte yeni bir döneme giriyoruz. Bir tasarımcı ve mimar gözüyle sizce dünya nereye evriliyor?” diye sorduğum Patricia bu konuda iyimser:
“Teknolojinin gelişimi konusunda kötü bir fikre sahip değilim. Aksine işlerimde çok kullanıyorum.
Ayrıca sanal evrenin mimarlık ve tasarım dünyasına açtığı fırsatları çok merak ediyorum. Bu konuları müşteriler ve meslektaşlarımla stüdyomda sürekli konuşuyoruz. Yapay zekânın bizim yerimize geçmek yerine, tamamlayıcı bir araç olarak tasarlandığında en iyi performansı göstereceğini düşünüyorum. Sonuçta zekâmız ve becerilerimiz çok farklı. Esas mesele dijital araçları nasıl kullanacağımızı bilmek değil, bunlara nasıl uyum sağlayabileceğimizi düşünmek. Ya da tam tersi...”
Urla’yı Urla yapan mekânlar birer birer yıldız aldı: Od Urla, Teruar ve Vino Locale.
Bu üç mekân ve onların peşinden gelen diğer mekânlar Urla’nın gastronomik olarak öne çıkmasında büyük rol oynadı.
Halihazırda yeme-içme meraklısı yerli turist Urla’daki bu restoranlara gidiyordu, ama şimdi bu bölge yabancıların da radarına girecek.
Bu gerçekten çok önemli bir şey...
Michelin’in İstanbul restoranlarında ise sürpriz yok.
Yıldızı olanlar konumunu korumaya devam etti:
Araka, Nicole, Mikla, Neolokal ve Fatih Tutak’ın Turk isimli restoranı.
Lucca’nın “Visiting Chefs” serisi kapsamındaki yemeği “Naru” markasıyla gerçekleştiren Arıkan ve Kanzık’ın yeme-içme macerasının başlangıcı Dereköy Lokantası.
Bodrum’a gidenlerin pek uğrak yeri olmayan Dereköy’de açılan bu ilk restoranın hemen yanı başında bir de dekorasyon dükkânı vardı, Leleg Living.
Kulaktan kulağa duyulan restoranı ilk keşfe gittiğimiz o yaz akşamını gayet net anımsıyorum.
Mütevazı ve kendi halindeki Dereköy’ü görünce şaşırmış ve çok sevmiştik.
Sade bir stil üzerine oturtulan Dereköy Lokantası’nı da öyle...
Bir sonraki yaz sezonunda Arıkan ve Kanzık, bu kez Demirbükü’ndeki Mesa’nın plajında Naru’yu açtı. Naru, Dereköy Lokantası’ndan farklıydı.
“Kasmayan fine-dining” olarak tanımlanan Naru, gündüzleri aynı zamanda plaj hizmeti de veriyordu.
Kesin olan şey bu vaziyetlerin bir karakter, bir öz olduğu.
Ya görgüsüzlüğe meyillisinizdir ya da değil. Ama galiba o eski mütevazı, görgülü haller de yavaş yavaş mazi raflarına kaldırılıyor.
En son yıllarını oyunculuğa vermiş bir ismin, Zerrin Sümer’in, bir TV programında söylediklerini dinledim.
Sümer 22 yıllık sevgilisiyle 8 ay önce evlenmiş.
Kimsenin de bundan haberi olmamış.
“Çünkü ben bunları söylemem” diyordu Sümer.
Diyeceksiniz ki, “Mutlu bir haber, neden söylememiş ki?”
Belki çok yakınlarıyla paylaşmıştır ama herkesle paylaşıyor olmayı gereksiz ve anlamsız bulmuştur. Çünkü