ORHAN PAMUK OKUYANA SALLAMAK NEDEN
Herkes herkesi eleştirebilir. Bakınız Posta’dan Oya Çınar’a röportaj veren Kıraç da Orhan Pamuk’u eleştirmiş: “Yazdıkları zırva, Türkçe’yi yanlış kullanıyor.”
Buraya kadar tamam, hatta bize ne. Ama Orhan Pamuk okuyanlara sallamak neden?
Şöyle demiş, yeni albüm çıkardığı için konuşulma derdinde olduğu apaçık olan Kıraç:
“Bu tip isimlere kıymet verenler kendilerini bu ülkeye ait hissetmeyen, kendi ülkesine, insanına tepeden bakan, hiçbir şey bilmeyen, neo liberal, ukala, tuhaf bir kesim.”
İyi ama biri de kalkıp Kıraç dinleyenleri benzer şekilde aşağılasa, ezik bulsa, onlara çöp poşeti gibi davransa acaba hoş olur muydu? Olmazdı tabii.
O zaman ne diyoruz: Üreteni eleştir, ama onu takip edenlere bir zahmet karışma.
MALDİVLER KLİBİNİN DEVAMI GELİR Mİ ACABA?
“Neden?” diye düşündüm, bulduğum yanıt şuydu:
Film aslında özetle “Evinize, gezegeniniz Dünya’ya geri dönün” diyor, “Uzak diyarları merak edip fethetme çabanızdan vazgeçin”.
Oysa bu tür bilimkurgu filmlerinden beklentimiz sorularımıza bir şekilde cevap olması.
Ya da yeni sorular sordurması...
Interstellar öyleydi mesela.
Yeni bir şey sunuyordu, sorulara yanıt oluyordu, ayrıca kafa karıştırıcı yeni sorular ortaya atıyordu.
◊ 5.8’lik depreme bir arkadaşımla öğle yemeği yerken yakalandım.
Bomonti’deki koca gökdelenler arasındaki Kozmonot’taydık.
Çok panik olmadım, hatta fazla sakindim.
Gece gerçekleşen 4.3’lük artçıda ise tam aksine daha çok endişelenip tırstım.
Yani çevremde kalabalık varken korkmadım ama yalnızken korku tavan yaptı!
◊ 5.8’lik depremin ardından trafiğe
çıktım ve tabii bunun büyük bir hata olduğunu fark ettim. Trafik kilitti.
Çılgın ve marjinal olduğunu sandığımız İstanbul’a fersah fersah uzak bir taşra toprağında, kendi halindeki bir sünnet düğününde piste (!) çıkıp sanatını icra etmiş lokal twerk dansçısının şok şok görüntüleri...
En az iklim aktivisti Greta’nın konuşması kadar paylaşa paylaşa suyu çıkan ve nihayetinde -beklendiği üzere- bir suç duyurusuyla taçlandırılan, Star Wars’un meşhur bar sahnesi kadar fantastik o görüntülere ucundan kıyısından tüyünden mutlaka denk gelmişsinizdir.
Ne yalan söylemeli, ben ilk izlediğimde Zeki Demirkubuz’un insanın içini acıdan kıya kıya mahveden “Kader”inin bir tür hiper gerçekçi devam filmi zannettim.
Çünkü Demirkubuz efekti için her şey vardı o görüntülerde:
Lokal twerk dansçısının yer yer göbek dansına meyleden ama sonra hızla Rihannalaşıp fenalaşan halleri...
Dansçı poposunu sallayarak kendinden geçerken düğün sunucusunun “Bir alkış alabilir miyim?” diyerek ahaliyi saf bir şekilde gaza getirme isteği...
Konserler her gün dolup taşıyor.
Gidenler memnun, coşup eğleniyor.
Yorumlar, “Mekanın esas sahibi Tarkan’dır” şeklinde/seviyesinde...
Geçtiğimiz günlerde Instagram’dan naklen izledim konseri.
Neredeyse açılışından kapanışına kadar.
Ön sıralarda oturan protokol sağ olsun, konsere gitmeye pek gerek kalmıyor artık.
Hatta bazı yerlerde yer sofrası dahi var.
Sahnedeki DJ ise sanki bir akrabanın düğünündeymişiz gibi meşhur pop klasiğimiz Firuze’yi çalıyor.
Oysa Firuze’yi çalan bildiğimiz ünlü DJ Valeron, kilimli etkinliğin sahibi ise Mykonos’un ünlü mekanı Scorpios...
İki gece boyunca Soho House’da organizasyon yaparak bir Mykonos çıkarması yaptı Scorpios.
İlk gece otel kısmındaki balo salonunu etnik bohem çabalarla mini bir Scorpios’a çevirdi.
Aslında teras için planlanan bu etkinlik yağmur nedeniyle balo salonuna indirilmişti.
“Keşke her şeye rağmen terasta kalsaydı” dedirten türdendi...
◊ Yasak aşkın dayanılmaz çekiciliği yüzünden...
◊ O soğuk, acımasız, hırslı, aşırı mantıklı Firdevs karakterinin şahaneliği
yüzünden...
◊ Final bölümünde sesi titreyerek
“Beni, beni, Bihter’ini...” diyen Beren Saat’i ve karşısında manasız bir çaresizlikle durup ağlayan, oyunculuğu o zamanlar pek fena olan Kıvanç Tatlıtuğ’u izlemenin sonsuz zevki yüzünden...
◊ Behlül’ün bir türlü cesaret edemeyip Bihter’i seçemeyişine seyircinin her seferinde kızmayı sevmesi yüzünden...
◊ Bihter’in yaşadığı aşkın bedelini paşa paşa ödeyişine ve “Alırım başımı efeler gibi hey!” dercesine öteki dünyaya doğru gidişine üzülmenin üstüne çıkabilecek bir Türk dizisi henüz yapılamadığından...
GERÇEKTEN O MU?
◊ Yeni başladığım bir mini dizi var, The Loudest Voice.
Fox News kanalının kurucusu, Amerikan medyasının bir dönem en önemli figürlerinden biri olmuş Roger Ailes’ın kariyerinden bir kesiti anlatıyor.
Dizi, kanalın kurulduğu 1995’te başlıyor ve Ailes hakkındaki cinsel taciz ve mobbing iddialarının patladığı 2016’ya dek sürdürüyor hikayesini.
Başroldeki Russell Crowe müthiş.
İlk başta tanıyamadım, “Gerçekten o mu?” diye sayıkladım.
Çünkü Crowe fiziğinden yürüyüşüne tam anlamıyla Roger Ailes olmuş.