Hem de kimin sayesinde?
Seda Sayan’ın!
Yarışmanın sıkı takipçilerinden öğrendim.
Meğer Alkan daha ilk başta Hadise ve Seda Sayan seçenekleri arasından Sayan’ı seçmiş.
İlginç ve tuhaf değil mi?
Böylece Seda Sayan uzun süredir memlekette esamesi okunmayan rock’ı yeniden dirilten en önemli figür olup çıktı.
Çünkü Alkan -finalde izlediğim kadarıyla- star enerjisine de sahip.
Naçizane bir sosyal hayat gözlemi: Çoğu kişinin aklına bile gelmedi Sevgililer Günü.
Giderek demode olması bir yana galiba Sevgililer Günü işlevini de yitiriyor.
Çünkü artık sevgili bulma derdinde değil, takılmanın peşindeyiz.
Yeni neslin olayı tümden bu.
Bizim nesle de geçti bu vaziyet.
İstanbul kadar mekanları değişim, dönüşüm geçiren başka bir şehir yok.
Bu durumdan şikayet edilebilir, “Neden böyle oluyor?” denilebilir ama bu bitmeyen dönüşüme tanıklık etmek de ilginç oluyor.
Buyurunuz son örnek:
Etiler’de önce GQ olarak açılan mekan çok geçmeden havalı bir değişim geçirip Fenix olmuştu.
Fenix o kadar başarılı oldu ki, kimse saltanatı kısa süren GQ dönemini anımsamadı bile sonradan.
Fenix asla bitmez derken, geçen ay o da bitti.
Serenay Sarıkaya’nın başına gelen de bu oldu.
Kiminle konuşsam söylediği ilk şey bu, “Neden Serenay neden?”
Şu ana dek hakkında oluşmuş cool, çalışkan, başarılı, havalı, karizmatik, pozitif, şık giyinen gibi onca zincirleme nefis algıyı iki günde tersine çevirdi Serenay:
Cem Yılmaz’ın sevgililerinden biri haline gelerek...
Yetmedi, Defne Samyeli’nin imalı ve mağdur açıklamalarıyla günler sürecek bir Dallas’ın da ortasında buldu kendini Serenay.
Aldatma polemiklerinin, “Demek ki Defne varken başlamış her şey” şeklindeki algı kuyularının içine sürüklendi.
Cem Yılmaz’a ise bir şey olmadı.
Ünlülerin sevgili bulmak için kendi dünyaları dışında bir seçenekleri yok mu Allah aşkına?
Yoksa olay basitçe bir “Ünlü, ünlünün halinden daha kolay anlar” durumu mu?
Bana kalırsa bizim ünlüler risk almayı sevmiyor.
Kendi dünyanın dışındaki çevrelere girmek, hele o farklı çevreden biriyle ilişki yaşamak risk almak çünkü.
Sonuçta ünlü ünlüyü bir noktada koruyor, kolluyor.
İki gün sonra ilişki bitince birbirlerinin hakkındaki her şeyi anlatmıyorlar.
Zalim ve zor bir dünya yani.
Nereye gidiyor olursa olsun, herkesin artık uçakta maske taktığını görmüşüm bir kere.
Gayet son dakikacı bir Türk olarak hemen edindim bir tane maske ve havalimanının yolunu tuttum.
Sabahın körü, İstanbul Havalimanı’na vardığımda kendi kendime ilk sorum: “Ee havalimanı içinde de takacak mıyım maske?”
İçeri giriyorum, güvenlikten geçiyorum, check-in yapıyorum ve o ana kadar ne yolcularda ne de çalışanlarda maske filan görmeyince ben de takmıyorum.
Pasaporttan geçtikten sonra ortalıkta dolanıyorum.
Maske takanlar her zamanki gibi sadece Uzakdoğulular...
Ve artık uçağın içindeyim.
Uçağın içinde kesinlikle maske takacağım. Kimse takmıyor olsa dahi.
Geçtiğimiz gün bir tanıdık pat diye böyle sorunca şaşırdım.
Şunu yiyorum, bunu yemiyorum filan diye geveledim ama şunu da ekledim:
“Hep dışarıda yiyorum ve galiba çoğunlukla benzer şeyler.”
Birkaç gündür dışarıda yemek yediğimiz restoranların menülerini düşünüyorum.
Şef restoranları hariç İstanbul’daki orta ya da üst segment tüm restoranların menüleri aslında aynı.
Üç aşağı beş yukarı çizgi şu şekilde:
Söyledikleri şeyler çok ilginç.
Mesela Pegasus pilotunun pisti pas geçmeyip uçağı her şeye rağmen indirmek istemesi kararının altında şu psikolojik baskının olabileceği söyleniyor:
Pisti pas geçmenin havayolu şirketine sonradan getirdiği yük...
Çünkü pisti pas geçmek ekstra yakıt, operasyonun aksaması, yolcu memnuniyetsizliği gibi zincirleme sorunları beraberinde getiriyormuş ve bu yüzden havayolu şirketleri çoğu zaman pilotlardan pas geçme kararlarıyla ilgili rapor isteyebiliyormuş.
O raporun bir baskı unsuru haline geldiğini söyleyen var.
Bu raporların eskiden istendiğini, günümüzde artık istenmediğini söyleyen de...
Ne olursa olsun, pilotlar rahatça konuşabilse kim bilir neler anlatacaklar.