Mesela gündemde bir Ece Erken mevzusu var.
Ne olup bittiğini tam takip edememişim aslında (yazıklar bana!).
Her şeyi en başından okumak zorunda kaldım.
Neyse ki sadece 15 saniye sürdü.
Meğer olay çok tipik bir vakaymış:
Kahramanımız 15 yıllık evli ve iki çocuk babası bir erkek.
◊ YENİ İKRAM
Herkes yanında spreyli dezenfektan taşıyor. Önceki gün bir kafede otururken gördüm. İnsanlar birbirine kolonya ikram eder gibi spreyli dezenfektanından ikram ediyordu.
◊ KAHVE FİNCANINI BİLE...
Dün şunları yaparken buldum kendimi: Garson kahvemi getirdikten sonra fincanın tutma yerini ne olur ne olmaz diye dezenfektanla sildim. Taksiden indikten sonra da ellerimi bin kez spreyledim.
◊ OYSA GEÇEN HAFTA...
Neyse ki tokalaşmayı, öpüşmeyi bıraktık. Oysa daha geçen hafta tüm mekanlarda öpüşen, tokalaşan o kadar çok insan görüyordum ki... Hatta öpüşmek üzere bana doğru gelenleri geri çevirdiğimde bozulan bile oluyordu ya da “Aman boşver” diyerek zorla gelip sarılan... Ülkemizdeki ilk vakanın açıklanmasıyla bu hafta durum değişti.
Şimdi herkes birbirine karşı mesafeli.
Bu yıl üçüncü kez düzenlenecek zirvenin önemini şöyle anlatayım: Artık dünyada turizmin en yüksek pay bırakan kollarından biri gastronomi. Önceden bir ülkeye gidildiğinde gezip görülecek yerler ön plandaydı. Ama artık ondan çok daha değerli bir şey var: Özgün yeme-içme rotaları.
Özellikle yüksek gelire sahip turist, bu rotalar için kilometrelerce yol tepmeyi göze alıyor, asla üşenmiyor.
Ya da iş toplantısı için bir ülkeye gidiliyor diyelim.
Peşine mutlaka birkaç yeme-içme rotası da ekleniyor.
Türkiye’nin de bu alanda daha çok ön plana çıkması, planlı hareket etmesi gerekiyor. İşte bu zirve bu nedenle iyi bir adım.
Peki TURYİD’in düzenlediği zirveye bu yıl hangi konuşmacılar geliyor?
Zihin açıcı konuşmalar yapacak isimlerden bazıları şöyle:
Konuşmayı izledim. Gayet yararlı bilgiler içeriyor.
Mesela detaylı bir şekilde ellerin nasıl yıkanacağını anlatıyorlar.
Konuşmanın bir yerinde su ve sabun bulamıyorsanız, kolonyayla ellerinizi ovuşturabilirsiniz deniliyor.
Ama şunu eklemeyi unutuyorlar:
Sadece yüzde 80-90 arasında alkol içeren kolonyalar virüse karşı etkili.
Onun dışındakiler etkili değil...
En iyi 8 Mart reklamı
Site içinde ev bulmakta çok zorlanıyorum, kesin bilgi.
Bu hafta bu ikinci deneyimim.
Girişteki görevliler öyle bir tarif ediyor ki geldiğiniz kişinin apartmanını, otomatiğe bağlamışlar:
“Abi buradan dümdüz çık, Mimoza bloklarını geç, sonra Gardenya blokları çıkacak karşına, orada yol çatallaşıyor, sola sap ve karşında Yasemin bloklarını bulacaksın.”
Bu tariflere çoğu zaman boş boş bakıyorum tabii.
Tüm blokları birbirine karıştırdığım için site içinde dönüp durmam da cabası.
Nurgül’ün evine giderken de aynı şey oldu.
Çünkü bir YouTube kanalına koronavirüsle ilgili gayet iç rahatlatan ve herkesin anlayabileceği türden açıklamalar yapmıştı.
Konuşması akıcıydı, rahattı ve dikkat çekiciydi.
Herkes o videoyu gönderiyordu birbirine. Ben de o sayede keşfettim Oytun Erbaş’ı. Sonra deyim yerindeyse bir ‘koronastar’ oldu Oytun Erbaş. Sürekli bu konuda yeni demeçler vermeye başladı.
Gördüğü müthiş ilgi sonrası bu kez sevenleri kadar sevmeyenleri de oluştu.
Ekşi Sözlük’te şu anda hakkında yazılmış 81 tane ‘entry’ var mesela.
Bazısı “Bayılıyorum, adam haklı beyler” diyor. Bazısı da “Yeni şovmenimiz, verdiği tüm bilgiler yanlış” diye yerden yere vuruyor Erbaş’ı. Ortası yok yani.
Son olarak doktorlar da
Hep filmlere odaklanıyoruz ama kitapları göz ardı ediyoruz.
En popüler örnek:
Koronavirüs çıktığından beri herkesin dilinde o kitap var.
Gerilim romanı yazarı Dean Koontz’un tam 39 yıl önce yazdığı “Karanlığın Gözleri” kitabı.
Koontz kitabının bir bölümünde, Çin’in Wuhan kentindeki bir laboratuvarda biyolojik silah olarak geliştirilen bir virüsten bahsediyor.
Virüsün adını da koyuyor: Wuhan-400!
Koontz’un kitabında bu virüsün bulaştığı herkes 24 saatte ölüyor.
Her şey bir anda anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz...
Bugünlerde herkesin halet-i ruhiyesi bu çok eski Sezen Aksu şarkısındaki gibi.
Her gün kötü haberler duyuyoruz.
WhatsApp grupları bu haberlerle vızır vızır çalışıyor.
Neye üzüleceğimizi şaşırmış bir haldeyiz.
Bu klişeyi hiç sevmiyorum ama doğru galiba: