Ömür Kurt

Hayat bir öğretmendir, kitaplar da öyle…

8 Ağustos 2018
Sizi Ahu G. Karagülle ile tanıştırmak istiyorum. Hayat dolu biri o... Çocuklara hayran! Anaokulu öğretmeniyken çocukların hayatında ters giden bir şeyler görmüş ve onlar için masallar yazmaya karar vermiş. Çocuklar o kitapları hem okusun hem düşlesin hem de yaşasın diye... Yani iyilik için kitap yazanlardan biri o! İçten, sözcüklerle düşünen, kendini başkalarının yerine koyarak düşünebilen biri... Yeni kitapları Doğan Egmont Yayınlarından çıktı. Ahu G. Karagülle ile buluştuk, hem çocuk kitaplarını hem de çocukları konuştuk.

'Deniz ve Ben' kitabında bir kızın öyküsünü anlatıyorsun. O kız sen misin?

Eylül karakteri yıllar içerisinde hayatıma girmiş, bana insanların nasıl sevgi dolu bir potansiyelle dünyaya geldiklerini defalarca göstermiş olan tüm öğrencilerim ve tüm çocuklar. Kitapta Anadolu insanını bir çocuğun zihninde görüyoruz. İyiliği, yardımlaşmayı, sevgiyi… Ancak son zamanlarda çok korkunç olaylarla da karşılaşıyoruz. Herkes “Eyvah! Toplumumuz bozuldu” diye yakınıyor.

Ahu. G. Karagülle

Bu kitapta olanı mı yoksa olmasını istediğini mi yazdın?

Zaman zaman çocukların dünyasında da olumsuzluklara, çatışmalara rastlanmasına rağmen bizi ‘Eyvah!’ dedirtecek noktalara getiren olaylar yetişkinlerin dünyasında yaşanıyor. Ve maalesef yetişkinlerin davranışlarının acıları çocuklara kalıyor. Çocuklar her zaman ‘muhteşem’ kelimesiyle eşdeğer bir potansiyelle dünyaya geliyorlar. Bence mesele onların doğuştan getirdikleri bu potansiyeli bozmadan büyüyebilmelerine destek olabilmek.

Kitaptaki Eylül karakteri sadece kendini değil, çevreyi, hayvanları hatta tarihi de dedesinden öğreniyor. Hayatta her zaman bir rol modelimiz var mı sence?

Dede karakteri Eylül’ün hayatındaki öğrenme unsurlarından sadece bir tanesi. Çoğumuzun hayatında güzelliklere vesile olan, dokunuşları sayesinde bize katkı sağlayan insanlar vardır diye düşünüyorum. Bazen bu katkı dedemiz, öğretmenimiz vasıtasıyla gelirken bazen evimizde beslediğimiz bir ev hayvanımız vasıtasıyla bile olabilir.

Yazının Devamını Oku

Futbolcunun makbulü altın kalpli olanıdır

4 Ağustos 2018
Futbolun altın kalpli çocukları onlar… Örneğin Ronaldo’nun dövmesi yok, çünkü kan kanseri olan çocuklara 6 ayda bir kan veriyor, Filistinli çocuklara her yıl 1 milyon Euro bağışlıyor. Messi Arjantin’de her yıl 1000 çocuğu okutuyor. Mohamad Salah, Mısır’daki doğduğu fakir kasabanın altyapısı için bağışlarda bulunuyor. CNN TÜRK Spor Gündemi sunucusu Uğur Önver ile buluştuk, ‘Futbolun Yıldızları’ serisinin yeni kitabı ‘Mo, Mo Salah, Mohamad Salah’yı konuştuk.

Öncelikle sizi tanıyalım…

25 yıldır spor spikeriyim. Ailem gurbetçiydi. İlkokulu Almanya’da okudum, aynı zamanda futbol oynadım. Sonra Türkiye’ye döndük, ama gözlerimde bir sorun çıktı ve futbol oynamayı bırakmak zorunda kaldım. Ortaokulu Türkiye’de okudum, ama burada okula başladığımda doğru düzgün Türkçe bile bilmiyordum. Lise ve üniversiteyi de burada okudum ama sonra yine Almanya’ya gittim ve orada da Alman Dili ve Edebiyatı Tiyatro Bilimleri okudum. Ancak aklım hep spordaydı. Tekrar Türkiye’ye geldim ve spor spikerliği yapmaya başladım.

Bir dakika! Çok karışık bir hikâye! Aslında biraz da kitaptaki Mohamad Salah hikâyesine benziyor… 

Evet, benziyor. Pek çocuğumuz hayatlarımızı mücadele içinde geçiriyoruz. Ancak tutkularımız varsa başarabiliyoruz.

Peki, Futbolun Yıldızları serisini yazmak nereden aklınıza geldi?

Biz futbola sadece futbol olarak bakıyoruz, ama her futbolcunun ardında hüzün dolu bir öykü var. O öyküleri öğrendikten sonra ‘Futbolun Yıldızları’ serisini yazmaya, çocuk ve gençlerle buluşturmaya karar verdim. Çünkü çocukların televizyonda izlediği futbol yıldızları aslında birer rol model! Örneğin Messi’nin kemiklerinin büyüyememe sorunu vardı ve doktor ona “Senin boyun asla 1.50’yi geçemeyecek” demişti, ama o dünyanın en büyük futbolcularından biri oldu. Ronaldo çok yoksul bir aileden geliyordu, kalbi delikti ve doktoru “Futbol oynayamazsın” demişti. Franck Ribéry’nın 2 yaşındayken bir kazada yüzü paramparça olmuştu, çocukluğu boyunca onunla “Frankenştayn” diye dalga geçtiler. O da çok fakir ve 18 yaşına kadar inşaatlarda amelelik yapan bir çocuk, ama o da dünyaca ünlü bir futbolcuya dönüştü. Aynı şekilde Mesut Özil… O da göçmen bir ailenin çocuğu olarak uluslararası bir futbolcuya dönüşüyor.


Yazının Devamını Oku

Aile albümlerinden sosyal medya albümlerine...

3 Ağustos 2018
Eskiden ‘aile albümlerimiz’ vardı. Onları sadece bizim için özel olan kişiler görebilirdi. Şimdi ise ‘sosyal medya albümlerimiz’ var. Artık en ‘özel’ anlarımız bile kamuya açıldı!

Sosyal medya çok büyük tartışmaların döndüğü bir alan artık. Herkes görüşünü oradan yazıyor, ‘dünyaya’ oradan sesleniyor, sevgisini de coşkusunu da hüznünü de oradan paylaşıyor. Üstelik hiç tanımadığı insanlarla…

Çocuktum. Eve misafirlerimiz geldiğinde eski fotoğraflarımızı görmek isterdi. Albümleri çekmeceden çıkartırdık. Her bir fotoğraf özenle yerleştirilmişti albüme. Uzun uzun bakılırdı fotoğraflara, üzerinde tek tek konuşularak. Sadece ‘özel’ kişiler görebilirdi onları… Çünkü içlerinde çok özel aile fotoğrafları olurdu.

Şimdi ‘sosyal medya albümlerimiz’ var, her anımızı sınırsızca ‘paylaş’tığımız! Fotoğrafın ‘özel’ olup olmadığına bakmadan peşi sıra yayımladığımız… En mahrem anlarımızı bile hiç tanımadığımız binlerce kişiye gösterdiğimiz...

Sadece kendi fotoğraflarımız mı?
Elbette hayır! Çocuklarımızın -bile- en mahrem fotoğraflarını hiçbir kaygı taşımadan sosyal medyada yayımlıyoruz. Oysaki hiç silinmeden kalacaklar internet âleminde… Siz silseniz de izler silinmiyor aslında!

Geçtiğimiz aylarda hem Fransa’da hem de İtalya’da çocukların sosyal medyadaki mahremiyetini koruyan yasalar çıktı. Artık hiçbir anne veya baba “O benim çocuğum istediğimi yaparım” diyemeyecek! Tam bu noktada ‘blogger anneler’  konusu da tekrar masaya yatırıldı. Onlar için ‘anneliği’ bir mesleğe dönüştürdükleri, çocukları üzerinden para kazandıkları, çocukluğu ‘kullandıkları’ gibi oldukça ağır suçlamalar var. Bu, sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde ciddi bir tartışma alanı buluyor kendine. Çocukların ruh sağlığının ne yönde etkilendiğini zaman gösterecek, ama çok yakında daha pek çok çocuğun annesine veya babasına dava açtığını göreceğiz.

Örneğin İtalya'da 16 yaşındaki oğlunun fotoğrafını isteği dışında sosyal medyada paylaşan bir anneye oğlu tarafından dava açıldı. Anne davayı kaybetti. Kararında 16 yaşındaki çocuğu haklı bulan mahkeme annenin bir kez daha benzer paylaşımda bulunması halinde 10 bin Euro para cezasına çarptırılacağı uyarısında bulundu. Eğer sosyal medyada ne paylaştığımıza dikkat etmezsek gelecekte bu ve benzeri kararları daha çok göreceğiz! Bu nedenle albümlerimizi yeniden ‘özel’leştirmemizin zamanıdır.

Yazının Devamını Oku

Hastalıktan nefes bile alamıyordu, ödüllü jimnastikçi oldu

28 Temmuz 2018
Sizi Rüzgâr Naz Bozkurt ile tanıştıralım. Henüz 7 yaşında, çok çalışkan ve hayat dolu bir çocuk! Ona gıpta ederek bakabilirsiniz, çünkü imkânsızı başardı. Erken doğumla dünyaya geldi, 3 yaşına kadar ileri derecede alerjik nöbetler geçirdi, ama yılmadı. Doktor tavsiyesiyle başladığı jimnastik sayesinde hem hastalığını yendi hem de Türkiye’ye uluslararası başarılar getirdi. Rüzgâr Naz ile bir araya geldik ve macerasını konuştuk.

Kendinden biraz bahseder misin bize?

Ritmik jimnastik sporcusuyum. İlkokul ikinci sınıfa gidiyorum ve Antalya’da yaşıyorum. Ancak çok yakında Ankara’ya taşınacağız. Çünkü bu sporda daha da ilerlemem gerekiyor ve kulüplerle çalışmalar yürütmek istiyorum. Bu nedenle başkentte olmam gerekiyor. Jimnastiği çok seviyorum. Jimnastik benim hayatım.

Hastalığına dair neler hatırlıyorsun?

Açıkçası pek bir şey hatırlamıyorum. Üç yaşıma kadar çok büyük alerji krizleri geçirmişim. Ancak jimnastik sporuna başladıktan sonra hayatımın gittikçe kolaylaştığını söyleyebilirim.

Jimnastik maceran nasıl başladı peki?

Alerjilerim olduğu için nefes bile alamıyordum, doktor önerince annem de beni jimnastiğe yazdırdı. Denemeye ilk gittiğim gün biraz ürktüm ama sonra çok sevdim. Zor bir spordu, ama çalıştıkça bedenim daha da esnedi ve en zor hareketler bile kolaylaşmaya başladı.

Yazının Devamını Oku

'Ürkütücüler’e karşı önyargılı olmayın

21 Temmuz 2018
Günümüz çocukları fantastik ve korku temaları içeren kitaplara bayılıyor, ancak bu türlerde yayımlanan yerli kitap sayısı oldukça az. Anne babalar da çocukları olumsuz etkileyebileceği gerekçesiyle bu tür kitaplara karşı mesafeli... Peki, çocuklar korku edebiyatından mahrum mu kalmalı? Elbette ki hayır. Çünkü çocuklar fantastik ve korku kitaplarından da en az diğer kitaplardan öğrendiği kadar çok şey öğrenir, öğrenirken de eğlenir.

İşte bir örnek: Türkiye’de fantastik çocuk edebiyatına gönül vermiş isimlerden biri olan Göktuğ Canbaba’nın son kitabı ‘Ürkütücüler’ çocukları bambaşka bir dünyanın yaratıklarıyla tanıştırıyor. Üstelik bu yaratıklarla insanlar arasında imkânsız gibi görünen bağlar kuruluyor. Kitap, önyargılarla örülü dünyamıza bir çıkış kapısı aralıyor ve birbirini tanımanın, empati kurmanın önemini öne çıkartıyor. Hem çocuklar sevecek hem de anne babalar…

Yayınevi: Doğan Egmont
Yazar: Göktuğ Canbaba
Tür: Fantastik
Sayfa: 172
Fiyatı: 16 TL

GÜVENLİ OYUNCAK NASIL ANLAŞILIR?

Yazının Devamını Oku

Bu okul sadece alerjili çocuklar için

14 Temmuz 2018
Türkiye’nin ilk alerjik çocuklar anaokulu Kartal Yakacık’ta ‘Mevhibe İnönü Çocuk Gelişim Merkezi’ adıyla hizmete açıldı. Peki, bu okul nasıl hizmet veriyor, kimleri kapsıyor? Okulun danışmanlığını üstlenen Alerji ile Yaşam Derneği Başkanı Özlem Ceylan ile konuştuk.

Öncelikle sizi biraz tanıyalım…

Ben doğma büyüme alerjik bir bireyim. Çocukluk yaşlarımda besin alerjim vardı. Üç kez şiddetli alerjik nöbet geçirdim. Alerjinin ne olduğunu bilerek büyüdüm. 2010 yılında bir çocuğum oldu. O da alerjik bir birey olarak doğdu ve bebeklik yılları çok zor geçti. Şu an 8 yaşında ama hâlâ ileri derecede besin alerjisi var. Hastalığının adı ‘eozinofilik özofajit’miş. Söylemesi zor, yaşaması daha zor! Bir gün kendime ‘alerjik anne’ diye bir sayfa açtım. Benim gibi yüzlerce anne olduğunu gördüm. 2016’da ise Türkiye’nin ilk ve tek alerji hastaları derneği olan Alerji ile Yaşam Derneği’ni kurduk. Hekim dernekleri vardı ama hasta haklarının savunuculuğunu yapan bir dernek yoktu. Bizim derneğimiz ilk oldu.

Peki, okul açma fikri nasıl ortaya çıktı?

Önce internet ortamında Atopi Okulu’nu açtık. Atopik dermatit (egzama) ve alerjilerle ilgili bilgiler veren bu e-okul sayesinde ailelerle iletişimimiz arttı. Dernek çatısı altında seminerler vermeye başladık. Sonra ailelerin alerjiler konusunda bilinçsiz olduğunu gördük. Türkiye’deki bütün çocuk alerji ve çocuk Gastroenteroloji uzmanlarının listesini yaptık. Aileleri oturdukları il ve ilçeye göre doktorlara yönlendirdik. Böylece alerji sorunu yaşayan aileler kendisine en yakın hangi doktora gidebileceğini gördü. Sonra bir gün, çocuğu ileri derecede alerjik olan bir anne çocuğu hiçbir okuldan kabul edilmeyince Kartal Belediyesi’ne başvurup oradan yardım istedi. Kartal Belediye Başkanı Altınok Öz çocuklar konusunda çok hassas bir insan. Bizi aradı ve alerjili çocuklar için bir anaokulu açılması için işbirliği önerdi.

Alerji ile Yaşam Derneği Başkanı Özlem Ceylan

Okulu diğer okullardan ayıran özellikleri neler?

Yazının Devamını Oku

Cinsiyetçi söylemlerinizi çocukların zihninden çekin!

7 Temmuz 2018
Son zamanlarda artan çocuk istismarı ve çocuk kayıpları hepimizi derinden yaraladı. Kendimizi gözden geçirmeye, yeniden sorgulamaya, neleri eksik yaptığımızı araştırmaya başladık. Kimimiz çözümü ağır cezalarda arıyor, kimimiz aşırı güvenlik önlemleri istiyor. Peki, bunlar gerçekten çözüm getirir mi? Aslında hayır! İşe temelden başlamak gerekir. Yani sözcüklerimizden… Tarihten günümüze, dilimize ve zihnimize yerleşmiş bazı kalıpları kırmamız ve düşünce biçimimizi de gözden geçirmemiz gerekiyor. Cinsiyetçi söylemler dilimizi ve düşünce yapımızı ele geçirmişken sorunlarımızı çözmemiz imkânsız. Bu nedenle önce dilimizi bu tehlikeli söylemlerden arındırmalıyız.

Daha çocukken zihnimize kazınan sözcükler var. Örneğin; kadın kısmı, kız başına, kadın başına, kız almak, kız vermek, kızlık zarı, kız oğlan kız, insanoğlu, bilim adamı, kadın polis… Tabii bunların yanında bir de hakaret içeren cümleler var: Kalıbının adamı ol, kız gibi ağlama, adam ol, erkeklik sende kalsın, sözünün eri ol, erkek sözü mü, onu adamdan saymam, yuvayı dişi kuş yapar, kızını dövmeyen dizini döver, temizlik kadın işidir…

İşte bunlar gibi daha pek çok sözcük kalıbını çocukların zihnine işliyoruz milletçe! Bu cümlelerle büyüyen çocuk, erkek cinsiyetinin ‘güçlü, buyurgan, korumacı’ olduğunu zihnine kaydederken; kadın cinsiyetinin de ‘pasif, korunmaya muhtaç, istismar edilebilir’ olduğu düşüncelerini zihnine işliyor. İşte bu nedenle çocukları, yani geleceğimizi korumak istiyorsak öncelikle dilimizi cinsiyetçi söylemlerden temizlemeli, erkek egemen düşünce yapısını onlara sözcüklerle dayatmaktan vazgeçmeliyiz.

CİNSİYETÇİ SÖYLEMLERİN ÜZERİNE 'KIRMIZI ÇİZGİ' ÇEKİLECEK

Hürriyet Gazetesi, Vodafone işbirliğiyle muhteşem bir projeyi hayata geçirdi. Medyadaki cinsiyetçi söylemlere son vermek için yepyeni bir dijital teknoloji geliştirdi. Bu proje ile Hürriyet’te herhangi bir cinsiyetçi söylem olursa, o söylemin üzeri ‘kırmızı çizgi’ ile çizilecek ve bu konuda farkındalık oluşturulacak.

CİNSİYETÇİ SÖYLEM TABLOSU

Yanlış

Yazının Devamını Oku

Çocuk istismarının çözümü idam değil ‘vicdan hapsi’dir

4 Temmuz 2018
Dünyada çocuklara bayram hediye etmiş olan ilk toplum biziz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, yeryüzünün ilk ve tek çocuk bayramıdır.

Dünyada çocuk haklarıyla ilgili bir bildiriyi dünyaya ilk haykıran toplumuz. 1930'lu yıllarda Nakiye Elgün öğretmen Taksim Cumhuriyet Meydanında çocuklarla birlikte dünyanın ilk çocuk hakları bildirisini okudu ve eylem yaptı. Bugün herkesin bildiği Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi bile taa 1989'da imzalanabildi.

Atalarımız yürekli ve vicdanlı insanlardı. Kurtuluş Savaşı sonrasında art arda çocuk yetimhaneleri kurdular, çocukları ırgatlıktan kurtarıp okullara aldılar. Eski insanlar için çocukları korumak vatanı korumaktı çünkü... Şimdiki insanlar ise birer canavara dönüştü. Neden mi böyle oldu? Çünkü özümüze sırt çevirdik. Barbarlık çağlarına özendik!

Bugün çocukları koruyamıyorsak baş sorumlusu siyasilerdir. Benim 'promosyon toplum' olarak adlandırdığım bir süreci yaşıyoruz ve sonucunda 'dilenci-avcı-toplayıcı' topluma dönüştürüldük. Yani zaman ileri giderken insanlar da geri gitti! İlk kurbanlarımız da en masum olanlarımız çocuklar ve hayvanlar oldu.

Yeniden uygar, vicdanlı ve sevgiyi yüreğinde taşıyan bir toplum olmamız için 'kuruluş ayarları'na, yani Cumhuriyet kurucu felsefesine dönmemiz şart. Yoksa daha çok acılar göreceğiz ve geleceğin çocukları bizleri lanetle anacak!

İDAM ÇÖZÜM DEĞİL!

Çocuk istismarı vakaları ve çocuk ölümleri her geçen gün artıyor! İstismarın önlenmesi için ise toplumun farklı kesimlerinden ‘idam’ sesleri yükseliyor. Peki, idam bu sorunu çözer mi?

İdam öylesine tehlikeli bir güç ki, bugün ‘suçlu’ diye öldürülen pek çok insanın sonradan aslında ‘suçsuz’ olduğunun anlaşıldığı olaylar hukuk dosyalarında bir hayli yer kaplıyor. Merhum Başbakan

Yazının Devamını Oku