Kitabı yazma amacınız neydi?
Şirin Seçkin: Zamanının çoğunu çocuklar ve aileleriyle geçiren, onlara yardım etmeye çalışan kişiler olarak çocukların sağlık ve esenlik içinde büyütülmesine katkıda bulunmak istedik.
Gökhan Oral: Şimdiye dek yazılan kitapların neredeyse tamamı ebeveynlerin, özellikle de annelerin ne yapıp yapmayacağını anlatıyordu. Açıkçası anne-babalara empatik bir yaklaşım neredeyse hiçbir kitapta yoktu. Bu kitap bu ihtiyacı karşılama amacı taşıyor.
Bebeğin psikolojisi mi olur?
Şirin Seçkin:
Neden şimdiki anne babalar çocuklarını prens veya prenses gibi görüyorlar?
Günümüz anne babaları genel olarak çok koruyucu tutum sergileme eğilimdeler. Bunda değişen ve gelişen dünyanın teknolojinin de etkisi var. Çoğu anne baba internetten nasıl anne baba olacağını ya da çocuğuna nasıl davranacağını öğrenmeye çalışıyor. Çoğu zaman yanlış akademik alt yapıdan yoksun kirli bilgileri sorgulamadan uygulamaya çalışan anne babalar çocuklarına prens/prenses gibi davranmayı dayatan yaklaşımı da olumlu karşılayabiliyorlar. Diğer yandan da çocukken gerçekleştiremediklerini kendi çocuklarının yapabilmesini istiyorlar. Küçükken çok istemiş ama piyano çalamamış, çocuğunun çalmasını istiyor veya çocukken imkânsızlıklar sonucu kısıtlı kalan hayatına karşılık çocuğunu bolluk içinde yetiştirmeye çalışıyorlar…
Peki, bu tutum çocuklarda neye sebep olur?
Dünyanın kendi etraflarında döndüğünü düşünüp, diğer insanların da kendileri gibi ‘mükemmel’ olmasını beklerler. Ancak beklentileri gerçekleşmediğinde büyük hayal kırıklığı yaşarlar. Evlerinde gördükleri ilgi ve alakayı okulda, sokakta veya aile dışı sosyal ortamlarda göremediklerinde psikolojik ve duygusal açıdan olumsuz etkilenip kendilerini kötü hissedebilirler.
Anne babaların çocukları fazla pohpohlaması, onlara tozpembe bir dünya sunma yarışı doğru mu?
Hayır, değil. Çocuklarının her istediklerini yapmak onları hayatlarının merkezinde tutmak, onların gerçek yaşama uyumlarında sorun yaşamalarına neden olabilir. Bencil sadece kendi isteklerinin yapılmasını isteyen aksi durumda uyum sorunu yaşayan ve yaşatan bireyler olma riskleri vardır. İçinde yaşayacakları toplumun gerçeklerine uyum sağlayacak şekilde davranışlarını düzenlemeyi erken yaşta öğrenmeleri ve bunu anne babalarından öğrenmeleri son derece önemlidir. Her çocuk özeldir ancak kendi yeterlilikleri kendine özgü özellikleriyle olumlanarak hayata hazırlanmalıdır. Mükemmeliyetçi bir yaklaşımdan ya da kusursuz olmaları gerektiği izleniminden çocuklar uzak tutulmalıdır.
Çocuklar, aileler arasında da bir çekişme konusu. Herkes kendi çocuğunu övüyor. Bu nelere sebep oluyor?
Kitabın çıkış noktası neydi?
Birkaç çıkış noktam var: Yalnızlık, yabancılaşma, çarpık şehirleşme ve o çarpık şehirlerin bize ettikleri... Üstelik bundan mağdur olan da sadece biz insanlar değiliz. Öyle bir an geliyor ki bir karacayla bir yabandomuzu sürüsü de aynı yabancılaşmayı yaşıyor tıpkı biz insanlar gibi. Dolayısıyla bu kitapta hem bütün bunlara itiraz ediyorum hem de yaşanan yalnızlığın ve yabancılaşmanın sadece insanlara ait olmadığını anlatmaya çalışıyorum.
Çocuk kitaplarında ana karakterin yaşlı biri olması pek az rastlanan bir şey...
Yaşlılığı ve çocukluğu birbirine bir hayli benzetiyorum. Çocuk ya da genç olan okurun yaşlı bir roman karakteriyle de özdeşlik kurabileceğini düşünüyorum. Bu kitapta da kendinden başkasına alan tanımayan zihniyetlerin verdiği hasarı 85.5 yaşındaki bir kadının gözünden görüyoruz. Bir yanıyla çocukluğuyla hesaplaşan bir kadın bu ‘yaşlı kız’...
“Toplumun görünmez elleri, toplumda farklı olanın etrafında bir daire çizer” diyorsunuz. Ne demek bu?
Bu benim hayattaki en temel meselelerimden biri. Biz farklılıklara saygı duymuyoruz, onları ötekileştiriyoruz. Farklı olan ne varsa, onun etrafına hemen bir çember çiziyoruz ve “Bak bu farklı!” diye işaret ediyoruz. Örneğin; İstanbul’da romanın karakteri yaşlı kız Mualla, kalabalığın içinde, bedenin izin verdiği hızda yürümek istese yürüyemez. Çünkü şehir çok hızlı ve ayak uyduramayana öfke duyuluyor.
Karne notları düşük geldiyse ne yapacaklar?
Anne babalar duygusal tepkilerden uzak durmalı! Eğer karne notları düşük geldiyse bunun sebebini sorgulamalılar. Çünkü burada ‘sonuç’ değil ‘neden’ önemlidir. Çocuğun notlarının kötü gelmesinin kaynağına inilebilirse çözüm de kolayca ortaya çıkacaktır. Sorunu çocuk özelinde düşünmek ve anlamlandırmak gerek. Derslere yeteri kadar çalışmama, çalışma ortamının kötülüğü, okulun yetersizliği veya çocuğun odaklanma sorunları gibi sebeplere dikkat edilmeli. Bazen yapılması gereken sadece çocukla sınırlı değildir. Okulda veya öğretmende bir sorun varsa, ailenin uygun bir şekilde devreye girmesi ve sorunu çözmesi gerekir. Bazı çocuklar öğrenme sorunları, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, duygusal ve davranışsal sorunlar yüzünden başarısız olabilir. Bu sorunların erken tespiti, akademik başarı üzerine olumlu etkiler yapar. Özellikle küçük çocuklarda, işitme ve görme ile ilgili bir sorun olmadığından emin olmak da çok önemlidir.
Peki, ya eğer notlar yüksek geldiyse?
Kesinlikle abartısız bir şekilde karşılanmalı. Karnesi çok iyi diye onu hediyelere boğmak ve tebrik yağmuruna tutmak doğru değil. Karne zamanlarında en sık yapılan yanlışların başında, çocuğun okul başarısını arkadaşları veya kardeşleri ile kıyaslamak geliyor. Bu durum çocuğu ileri götürmez, aksine onun hevesini azaltır. Bu nedenle anne-babanın söyleyeceği her söz çocuğu yüreklendirmeli ve ikinci dönem çocukta, derslerini düzeltme isteği uyandıracak şekilde olmalıdır.
Yarıyıl tatilinde ödev verilmeli mi?
Ağır olmayan, eğlenceli ve çocukların sosyal yönlerini kuvvetlendirecek ödevler verilebilir. Örneğin tatilde ziyaret edebilecekleri bir yer hakkında kompozisyon yazmak gibi…
Çocuklara yalnızca uyumadan önce kitap okumak doğru mu?
Hayır, değil. Kitap okuma alışkanlığının temelinde iki koşul vardır: Biri okuma sabrı, diğeri ise okuma zevki. ‘Okuma kültürü’ denilen bu iki alışkanlık da ailede ve okulda kazanılır. Dolayısıyla kitap okumayı sınırlı bir uykuya geçiş aracı olarak yorumlamak yeterli değildir. Çünkü kitap okumak bir ilgidir ve bu ilginin, yani alışkanlığın geliştirilmesi için süreklilik kazanması gerekir.
Nasıl?
Çocuğa sadece uykuya giderken kitap okunuyorsa ve bu ‘mevzi bir eyleme’ dönüştüyse çocuğun uykusu getirir, ancak bunu bütün güne yaydığımız takdirde getirmez. Bir bebeğe uyumadan önce ‘uykusu gelsin diye’ kitap okunmasında hiçbir sakınca yoktur, ama yaş ilerledikçe durum değişmeli, kitap okumak ‘uykuya geçiş süreci’nin dışına çıkmalıdır. Çocuğun gündüz oyunla veya diğer etkinliklerle birlikte kitap okuması da teşvik edilmelidir. Burada önemli olan şey çocuğun kitap okuma ilgisini geliştirmektir. Okuma ilgisinin gerçekleştirilmesi için ise olayı uykuya bağlı bir etkinlik şeklinde düşünmemek gerekiyor. Çünkü kitap zihin gücünün bir gübresidir. İnsanı diğer canlılardan ayıran bir etkinliktir bu. Dolayısıyla anne babanın ve öğretmenin amacı, çocuğa okuma alışkanlığı kazandırmak olmalıdır.
Peki, çocuklara bu alışkanlık nasıl kazandırılır?
Ergenlik nedir?
Ergenlik fiziksel, cinsel, ruhsal ve sosyal gelişim sürecidir. Genellikle hızlı fiziksel değişimlerle başlar ve psikolojik ve sosyal olgunlaşma ile sürer. Ciddi bir süreçtir. Çocuklar bağımsızlığını ve sosyal üretkenliğini bu süreçte kazanır, ama çok da belirli olmayan bir zaman diliminde sona erer. Yani ergenliğin başlangıç yaşı gibi bitiş yaşı da ülkeye, sosyal çevreye göre değişebilir. Ergenliğin üç dönemi vardır. Erken ergenlik 12-14 yaş, orta ergenlik 15-17 yaş geç ergenlik ise 18-21 yaşları arasında gerçekleşir.
Günümüz çocukları neden erken ergenlik yaşıyor?
Ergenlik fiziksel değişimlerle başlayan bir süreçtir, ancak beslenme koşulları ve çevresel etkenler çocuktaki fiziksel değişimlerin erken ya da geç başlamasına sebep olabilir. Önce beden yağlanması, sonra tüylenme ve en son olarak da mensturasyon ya da boşalma süreci gerçekleşir. Ruhsal süreçler bu fiziksel değişime, çevrenin tutumuna, ailenin tutumuna bağlı olarak değişir. Dolayısıyla erken ergenlik fiziksel değişimlerle belirlenir. Çoğunlukla yanlış beslenme ve hareketsizlik sonucu oluşan obesiteden kaynaklanır. Bu durum da hormonal etkilere bağlıdır. Eğer kız çocuklarında 8, erkek çocuklarında ise 9 yaşından önce ergenliğe özgü fiziksel değişimler (meme dokusu gelişimi, tüylenme, adet kanaması vb.) başlarsa ‘erken ergenlikten’ söz edebiliriz.
8-9 yaşındaki bir çocuğun öfkesi onun ergenliğe girdiğine kanıt mıdır?
Ailelere bağırarak yanıt vermek, itiraz etmek ve diğer davranış sorunları ergenlikle değil, sınır koyma problemleri ile ilişkilidir. Doğru sınır konulan, aile ilişkileri dengede tutulan durumlarda, bu davranış sorunlarının büyük bir kısmı ergenlikte dahi görülmez. Bu çok önemli bir nokta! Yani çocuğunun erken ergenliğe girmesinden endişelenen aileler, öncelikle çocuğunda ergenliğe özgü fiziksel değişimlerin başlayıp başlamadığına bakmalı.
Hediye paketleri hazırlayın
Evde çocuklarla beraber hediye paketleri hazırlamak hem çok eğlenceli hem de eğitici. Sevdiklerinize aldığınız hediyeleri birbirinden renkli hediye paketleriyle süsleyip armağan edilmeye hazır hale getirin. Çocuklar bayılacak bu işe.
Evde oyun ne de zevkli
Çocuklar için oyun olmazsa olmazdır. Hem kendinizi hem de çocuğunuzu mutlu etmek istiyorsanız yılbaşını oyuna ayırın. Kutu oyunları, geleneksel ev oyunları veya yaratıcı drama hem sizi hem de çocukları çok eğlendirecek.
Yılbaşı yemeğini beraber hazırlayın
Çocuklara mutfakta bir şans daha verin. Her ne kadar yavaş hareket ediyor olsalar da onlar mutfağa bayılır. Beraber yemek hazırlayın, güzel bir yılbaşı sofrası kurun. Nasıl da tadı çıkacak, göreceksiniz.
Nereden çıktı müzede tiyatro fikri?
Ben mekân tiyatrosuyla ilk kez 2012’de New York’ta öğrenciyken karşılaştım. Bir oyun izledim ve büyülendim. Daha sonra aynı oyunu altı kez daha izledim, ama her seferinde farklı bir deneyimle ayrıldım oradan. Türkiye’ye döndüğümde, İstanbul Oyuncak Müzesi’nde de mekân tiyatrosu yapmayı hayal etmeye başladım.
Nasıl?
Müzelerin görevi sadece eser sergilemek değildir. Bugün dünyada gerçek anlamıyla sanat etkinliklerinin gerçekleştiği mekânlar müzelerdir. Söyleşiler, atölye çalışmaları, oyunlar var artık müzelerde… Babam Sunay Akın da İstanbul Oyuncak Müzesi’ni tasarlarken Sahne Tasarım Sanatçısı Ayhan Doğan’dan destek almış. Dolayısıyla müze 2005 yılında kurulurken bir sahne gibi tasarlanmış. Biz de yıllar sonra bundan yararlandık ve yaşanmış hikâyeleri, müzedeki oyuncakları da kullanarak bir tiyatro oyununa dönüştürdük.
Neler var oyunda?
Oyunun adı olan Helikon, bilim ve sanat tanrısı Apollon ile birlikte yaşayan Musaları, yani ilham perilerini ifade ediyor. Bu yarı tanrılar bizim oyunumuzda, hava karardıktan sonra zamanı bükerek ziyaretçileri müzedeki oyuncakların öykülerini anlatmaya götürüyor. Yani 1950’lili yıllara… Seyirciler koltuklarından kalkıyor ve dokuz ayrı gösteriyi müzenin içindeki odalarda dolaşarak izliyor. Örneğin 14 yaşındaki Barkın Aydın uzay oyuncaklarının tarihinin anlatıldığı bölümü canlandırıyor, Mehmet Erbil tarihi bir Eyüp oyuncakçısını oynuyor. Bir bölümde pandomim performansı var başka bir bölümde müzik, bir başka bölümde dans…