Gerçi daha sonra, CHP Meclis Grubu’nun öteki Başkanvekili Hakkı Süha Okay’ın “Türkiye’de halen terörle mücadele ediliyorsa, terör dağdan şehirlere inmişse, bir af söz konusu olamaz” dediğini okuduk. Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin “partiyi bağlamadığı” dolaylı şekilde böyle ifade edildi. Keza Genel Başkan Deniz Baykal da “İnşallah o günler (af yasasının çıkartılabileceği günler) gelir, bu imkânı o zaman değerlendiririz. Ama şu sırada böyle bir şeyin (affın) ortamı yok. Yanlış sözler” dedi. Ama yine de diyoruz ki: “Siz oraya bir mim koyun.”
Şundan dolayı:
Bizim siyaset erbabı, söyleneceklerle söylenmeyecekleri ayırmalarına ve söylenecekleri uygun bir kalıba dökmelerine yarayan “ifade terbiyesi”nden mahrumdurlar. Aslında üstün bir ifade yeteneğiyle dünyaya geldiklerine inandıkları için akıllarına geleni, o sırada söylemeyi gerekli ve yeterli sayarlar.
İşin kötüsü eksiklerinin farkına varamadan bir siyasi ömrü tamamlayıp defteri kapatanların sayısı da inanılmayacak kadar çoktur.
İşte o, içeriği hâlâ bilinmeyen “açılım” konusunda nasıl hazırlıksız idiyse, belli ki “Anayasa’da değişiklik yapma” konusunda da Adalet ve Kalkınma Partisi farklı durumda değil.
Onlar “Öyle mi olsun, böyle mi?” diye eveleyip geveleyedursunlar, -nitekim önerilerini gelecek haftanın ortalarından önce açıklayamayacakları anlaşılıyor- eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ün Demokratik Sol Parti (DSP) adına hazırladığı “Anayasa değişiklikleri önerisi” ortaya çıktı bile.
Nitekim DSP’liler, kendi önerilerine destek bulabilmek için CHP’den başlayarak Meclis’te temsil edilen tüm partilerle görüşme talep etmişler.
Elimizde DSP önerisinin ana çizgileriyle ilgili bilgi var.
Yeri gelmişken altını sevinçle çizerek belirtelim:
Mutlu bir aile idik. Babam aydın bir adamdı ama dışarıda annemden utanıyormuş gibi davranırdı?
Sonra anladık ki bir erkeğin eşiyle yan yana yürümesi, onu kendisinin eşiti saydığı anlamına gelirdi. Bu ise Anadolu erkeğinin -ve özellikle Müslüman erkeğin- aile reisliği kavramına aykırıydı.
Merhum babam, 1940’larda değişti. Annem en azından görüntüde “eşit” oldu. Ama milyonlarca ailede bu gerçek hiçbir zaman değişmedi.
Tanınmış ses sanatçısı İbrahim Tatlıses’in, bundan 20 yıl kadar önce eşi Perihan Savaş’a neden şiddet uyguladığını soran gazetecilere, “O benim malım” dediği günlerden geliyoruz.
Çünkü bizim bu satırları yazdığımız dakikalarda henüz o Komite’deki görüşmeler başlamış değildi. Oysa siz bu satırları okurken
her şeyin bitmiş olması gerekiyordu.
Geçen yıl anımsarsınız, ABD’nin yeni Başkanı Barack Obama’nın İslam dünyasına çiçek atmak için ayağının tozuyla Türkiye’ye gelmesi, “Bu yıl soykırımı kabul ederler, çünkü Obama seçim kampanyasında Ermeni kökenli Amerikan seçmenlerine bu konuda çok açık söz verdi” diyenlerin aldanmasına sebep olmuştu.
Kaldı ki o tarihte zihinlerde Başbakan Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e Davos’ta -üstelik herkesin gözü önünde- ağır şekilde hakaret etmesinin zihinlerdeki anısı da çok taze idi. O nedenle ABD’deki Yahudi Lobisi’nin ve uzun süre Türkiye’nin yanında yer almış politikacıların “soykırımı tanıma” önerisine yeşil ışık yakmaları bekleniyordu.
O “biri” kimdir, bilmiyoruz ama elindeki dosyada “asli fail” görünen insanı, “kaçma ve delil karartma şüphesi bulunmadığı için” serbest bırakırken, gazetecilik faaliyetinin gereği olarak belge toplayan insanın tutuklu kalmasından vicdan azabı duymayan hangi savcı veya hâkim varsa ona yazıyoruz.
Eylemciyi gazeteci, gazeteciyi eylemci sanan kim ise ona yazıyoruz.
Hukukun temel ilkelerinden biri olan “masumiyet karinesi”ni yok sayan, o yüzden önüne gelen zanlıyı hapse atan hangi savcı ve hâkim ise ona yazıyoruz.
İfade özgürlüğünden korkan, gerçekleri yazmayı kâbus haline getiren savcı kim ise ona yazıyoruz.
Dönmüş ama perişan halde...
Demişler ki, “Siz 4 kişi gittiniz. Şimdi tek sen döndün. Ötekiler nerede? Sana böyle ne oldu?”
“Bir define yüzünden birbirimize girdik” demiş. “Sen mi çoğunu alacaksın, ben mi derken, o onu öldürdü, öteki bunu vurdu. Bir tek ben hayatta kaldım. Ben de işte bu halde geri gelebildim.”“İyi de... Define nerede?”“Defineyi” demiş, “efkâr ettiydik (aklımızdan geçirmiştik).”
Şimdi ortada Anayasa değişikliği ile ilgili öneri möneri yokken yapılan kavgalar fıkradakinden çok mu farklı sizce?