Oktay Ekşi

Huy aynı huy

8 Nisan 2010
BUNLARIN ağababaları zamanında siyasi bir olayı provoke edenleri, örneğin karşı partinin liderini taş yağmuruna tutanları -o zaman nedense yumurta atma bilinmiyordu- tespit etmek hiç de kolay değildi. Ama şimdi öyle değil. Herkesin cebindeki telefon bile, gerçeği saptayıp ortaya koymaya yetiyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı geçen hafta partisinin gittiği Van’da yumurta yağmuruna tutmak için bir sokakta pusu kuranlar o nedenle -kusura bakmasınlar- çok aptallık ettiler.
Attıkları yumurta, taş ve domatesle Baykal’ın kendisi yerine otobüsüne zarar verdiler ama kuyruklarını açıkta bıraktıkları için, fena yakalandılar.
Baykal’ın anlatımına göre Van Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, “Otobüsünüz o sokağa giremez o nedenle Genel Başkan yürüyerek kongre salonuna girsin” mesajını vermişler. Ama partililer ve şoför otobüsün girebileceğini söyleyince tertip yarım kalmış. Baykal yerine otobüse yumurta yağmış.
Biz eski yıllarda böyle çirkin saldırılara birkaç kez tanık olduk. Ufak tefekleri saymıyoruz. Ama örneğin 1958 Kasım ayında İsmet İnönü’nün Burdur’a yaptığı gezide, kafilemize Demokrat Parti’li militanlar yüzlerce taş attılar. 1973 seçim kampanyasında da Adalet Partisi’nin ayak takımı CHP Genel Başkanı  Bülent Ecevit’i, Isparta’da halka hitap ederken taş yağmuruna tuttu.
Keza 1960 öncesinde Ana muhalefet partisi liderinin yolunu askeri birlikle kesmek gibi, Uşak’ta ve Topkapı’da başına taş atmak gibi çirkin olaylar yaşandı. Ama bunların hiçbiri yapanlara yararlı olmadı. Sadece siyasetin seviyesini, yapanların düzeyine düşürdü.
Son olayda, iktidarda bulunan partinin Van İl Başkan Yardımcısı Aslan Yılmaz başta olmak üzere, partinin Merkez İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Cahit Kiraz, Van İl Gençlik Kolları Üniversitelerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Taha Çoban ve Van İl Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Selami Taşdemir’in resimli, video çekimli eylemleri takkeyi düşürdü, kel göründü.
Bu durumda Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’a düşen, önce parti içindeki zorbaları “disiplin kuruluna” vermek, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a, “Van’daki Emniyet teşkilatının CHP liderine yapılan saldırıyı kolaylaştırıcı bir tutumu olup olmadığının ortaya çıkartılması için talimat verdiğini” açıklamak ve “faillerin cezalandırılması için gerekli soruşturmanın başladığını” ilan etmektir.
Başbakan gerçekten “hukuk devleti”ne inanıyorsa bu dediklerimiz, yapılması zorunlu olanlardır.
Ama olayı yaşayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş’in dün gazetecilere bildirdiğine göre, söylediklerimizden vazgeçtik, Tayyip Erdoğan’dan Baykal’a, dolaylı şekilde bile bir “geçmiş olsun” mesajı gelmiş değildir.
Ama buna hayret etmek için bir sebep olduğunu sanmıyoruz.
Anımsayınız Van’daki Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’a atılan iftiralar -nitekim Yücel Aşkın tüm suçlamalardan aklandı-, çıkartılan tutuklama kararları nedeniyle ve iftiralara dayanamayıp hapishanede intihar eden Üniversite Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı yüzünden vicdan azabı duydular mı ki, şimdi o jestleri yapsınlar.
Yazının Devamını Oku

Birileri utanmalı

7 Nisan 2010
BU işin neyinin çıktığını söylemeye edebimiz izin vermiyor. Ama isterseniz “suyu çıktı” demiş olalım. Son “yakalama”larla ilgili tablodan söz ediyoruz. Ama baştan belirtelim, “yargılama süreci” hakkında yazmayacağız. Çünkü yargı ve adalet kavramlarına saygımız bize öyle yazıların büyük terbiyesizlik olduğunu söylüyor.

Daha fazlası da var ama bunlar meslektaşımız. Dilimiz dönmüyor.

Öte yanda yargı birbirine girmiş durumda. Ama sorumlusu “yargı”nın kendisi değil. “Reform” yapma bahanesiyle yargıyı birbirine düşüren ve taciz eden siyasi iktidar sorumlu.

Nitekim 59 yargıç ve savcıyı imzasız ihbar mektuplarına dayanarak ve “yasaya aykırı” usullerle bu Adalet Bakanlığı dinletti.

Hatta İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nı bile aylar boyu gizlice dinlediler.

Yazının Devamını Oku

Çok mu zor?

6 Nisan 2010
ANLAŞILAN ders almamışlar. Alsalardı 2007 seçiminden önce “Cumhurbaşkanı seçme yetkisini TBMM’den alıp doğruca seçmene aktaralım” diyerek Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile birlikte getirdikleri önerinin yasalaşmasında yaptıkları arızayı bu defa tekrarlamazlardı.

Muhteremler -herhalde iktidarda bulunmanın verdiği özgüvenle- “Her şeyi biz biliriz” demekten vazgeçemiyorlar.

Bilseler zaten mesele kalmayacak.

Oysa sözünü ettiğimiz Anayasa değişikliği sırasında tuttular “Onbirinci Cumhurbaşkanı’nın halkoyu ile seçileceğini” yasaya yazdılar. Ama yaptıkları değişiklik Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından “referanduma” götürülünce hesap karıştı.

O sırada “Cumhurbaşkanı’nı uzlaşma ile seçmeye” razı oldular. Lakin seçimden Cumhurbaşkanı’nı tek başına seçebilecek sayıda milletvekiliyle çıkınca “uzlaşı” fikrinden cayarak TBMM’de Abdullah Gül’ü seçtiler. Çünkü yaptıkları Anayasa değişikliği henüz yürürlüğe girmiş değildi.

Yazının Devamını Oku

Yemin ve uygulama

4 Nisan 2010
GEÇEN gün burada bir laf ettik. Merak eden olursa, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önemli makamlarla ilgili “tayin” yetkisini nasıl kullandığını ayrıntılarıyla yazarız dedik. Alparslan Altan isimli bürokratı, yasal kuralları dolanarak Anayasa Mahkemesi Yedek Üyeliği’ne tayin etmesini savununca, o fırsatı kendisi vermiş oldu.

Lafa önce Cumhurbaşkanı’nın göreve gelirken namusu üzerine içtiği andı anımsatarak başlamaya mecburuz. Çünkü o, Cumhurbaşkanı’nın sadece millete değil tarihe karşı da taahhütnamesidir.

Nitekim Gül de milletimize:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla (...) Anayasa’ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma (...) ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma, Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim” demişti.

Görüldüğü gibi bu yeminin yukarıya aktardığımız bölümü kendisini:

? Anayasa’ya,

? Hukukun üstünlüğüne,

? Demokrasiye,

?

Yazının Devamını Oku

Bize bu yakışır

3 Nisan 2010
NERDEYSE Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun günahını alacaktık. Çünkü ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin “Soykırımı tanıma” kararı üzerine “ABD’den yazılı güvence almadıkça Washington Büyükelçimiz Namık Tan’ı geri göndermeyeceğimizi söylediğini” sanıyorduk.

Tam da “Hangi yazılı güvenceyi aldınız da Başbakan Erdoğan Amerika’ya gidiyor?” diyecektik.

Yanlış anımsamışız. Kılıcından kan damlayan, yazdığı her harfin birebir gerçeği yansıttığını ileri süren bir gazetede çıkan habere, safdillik edip inanmışız.

Tamam, Davutoğlu sert sayılacak sözler söylemiş. Örneğin 6 Mart 2010 tarihli Radikal’de çıkan habere göre gazetecilere “Türkiye bu kararı Türk-Amerikan ilişkileri perspektifinden değerlendirecek ve atılacak her adımı gözden geçirecektir. Bu yüzden Büyükelçimiz Namık Tan’ı Ankara’ya çağırdık. Bakanlar Kurulu’nda değerlendirmeler olacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le ve gerekirse muhalefetle konuşulacak. Bu milli onur meselesi” demiş.

Gerçi bu “milli onur” meselesi çok çok üç haftada eriyiverdi ama... Olsun, yine de Davutoğlu hiç değilse daha önce aynı konuda alınmış birçok karar karşısında yaptığımız gibi “Sineye çekelim” yahut “Şimdi bir tatsızlık çıkartmayalım” demedi.

Yazının Devamını Oku

Mal meydanda

2 Nisan 2010
İYİ anımsarız... “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” sloganını önce 1957 seçim kampanyasında Demokrat Parti kullanmıştı. Sonra İsmet İnönü, 1973 Mart ayında, Cevdet Sunay’ın yerine yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmesi için kulis faaliyetinin yoğun olduğu günlerde ona benzer bir söz sarf etti. Ama farklı bir amaçla...

Cevdet Sunay, görev süresinin iki yıl uzatılması için bir yasa çıkarılmasını istiyordu. Buna ilişkin öneri Millet Meclisi’nden sonra Cumhuriyet Senatosu’nda -o dönemde parlamentomuz iki kanatlı idi- görüşülürken kürsüye gelen İsmet İnönü, Sunay’ın 7 yıl boyunca hiç de parlak bir performans ortaya koymadığına işaret ettikten sonra, (kendi kelimelerimizle aktarıyoruz) “Süreyi elbet uzatabilirsiniz ama biliniz ki 7 yıl boyunca ne yaptıysa, iki yıl boyunca da onu yapar” demişti.
Anayasa’da değişiklik yapılması, böylece yargının tam olarak siyasi iktidarın etki alanına sokulması amacıyla getirilen önerinin en çok tartışılan hükümleri bildiğiniz gibi, bugünkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini tayin yetkisini nasıl kullanacağı ile ilgili.
Cumhurbaşkanı Gül’ün dün, Anayasa değişikliği ile ilgili olarak, “Türkiye’de beğeniriz, beğenmeyiz hukuki bir çerçeve var, itiraz mekanizmaları, nihai karar mekanizmaları var. Bunlar neticeye ulaşacaktır” dediği bildiriyor.

İyi de... Pek çok insanın endişe ettiği, bizim de değinmek istediğimiz konu açık:

O görevlere Cumhuriyetin temel değerlerine düşman isimleri getirdiği zaman onun ne itiraz mercii var, ne de varılan neticeyi düzeltmek mümkün.

Yazının Devamını Oku

Önerideki tuzaklar

1 Nisan 2010
DEŞTİKÇE yeni marifetler, daha doğrusu tuzaklar ortaya çıkıyor. Biz de, “yargıda reform” yapmak gibi, “gelişmiş demokrasi” gibi, bugünkü iktidarın ağzına hiç yakışmayan kavramlardan söz edenlerin gerçek niyetlerini daha iyi görme olanağına kavuşuyoruz. Örneğin “yargı”yı konuşurken “parti kapatma” ile ilgili tuzak görülmedi.

Önce ona değinelim:

Getirilen “Anayasa değişikliği teklifi”nin “parti kapatmayı zorlaştırmayı” amaçladığı biliniyor. Bunun “demokrasiye duyulan aşk”la ilgisi olmadığı; siyasi iktidarın, anayasal sisteme uydurup kapatılmaktan kurtulma yerine Anayasa’yı kendisine uydurup kurtulmayı istediği de belli ama, anlaşılan farkına varılmayan başka bir husus varmış.

Nitekim getirilen öneri, siyasi partilere “Bundan böyle programınız, eylemleriniz devletin bağımsızlığına aykırı olabilir. İsterseniz ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü bozabilirsiniz. İnsan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı davranabilirsiniz. Sınıf veya zümre diktatörlüğünü isteyebilir, herhangi bir tür diktatörlüğü savunabilir ve yerleştirmeyi amaçlayabilirsiniz. Hatta suç işlenmesini teşvik edebilirsiniz” diyor.

Çünkü bunları parti programına veya tüzüğüne koyan, bu politikaları izleyen bir siyasi partinin “temelli kapatılacağını” emreden hükmün yürürlükten kaldırılmasını istiyor.

Yazının Devamını Oku

Dağ ne doğurdu?

31 Mart 2010
ANAYASA’da değişiklik yapılmasını öngören yasa teklifini Adalet ve Kalkınma Partisi nihayet TBMM Başkanlığı’na verdi.

Peki resmen önerilmiş olan metin ile birkaç haftadır tartışılan metin arasında önemli bir fark oldu mu? Baştan belirtelim ki bu sorunun yanıtı tek kelimeyle “Hayır”dır.

Bir başka ifadeyle siyasi iktidar, göstermelik birkaç “iyileştirici” öneri arkasına fevkalade kötü niyetli hükümler saklayarak, uzun vadeli planını uygulamaktan vazgeçmediğini net bir şekilde ortaya koymuş oldu.

Önce o “birkaç adet” olduğunu söylediğimiz maddelere değinelim:

Öneri devletin “çocuklar, yaşlılar ve engellileri korumak” amacıyla alacağı önlemlerin “eşitlik ilkesine aykırı” olduğunun ileri sürülemeyeceğini ifade ediyor.

Böyle bir hükme karşı çıkmak mümkün mü?

Tam tersine Anayasasında “sosyal” olduğunu söyleyen bir devletin bugüne kadar böyle bir düzenlemeyi yapmamış olması ayıbımızdır.

Keza, insanların “yurtdışına çıkma” özgürlüğünü, “vatandaşlık ödevini yerine getirmemek” gibi ne idüğü belirsiz bir nedenle engelleyen hüküm değiştiriliyor. Böyle bir yasağın uygulanabilmesi, o kişi hakkında “suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararı verilmiş olması” koşuluna bağlanıyor.

Çalışanların sadece bir tek sendikaya üye olmasını emreden hükmün kaldırılması, kamu sektöründeki toplu iş sözleşmesinin getirdiği gelir artışlarının emeklilere de yansıtılacağının hükme bağlanması da elbet olumlu nitelikteki öneriler.

Yazının Devamını Oku