Paylaş
Mutlu bir aile idik. Babam aydın bir adamdı ama dışarıda annemden utanıyormuş gibi davranırdı?
Sonra anladık ki bir erkeğin eşiyle yan yana yürümesi, onu kendisinin eşiti saydığı anlamına gelirdi. Bu ise Anadolu erkeğinin -ve özellikle Müslüman erkeğin- aile reisliği kavramına aykırıydı.
Merhum babam, 1940’larda değişti. Annem en azından görüntüde “eşit” oldu. Ama milyonlarca ailede bu gerçek hiçbir zaman değişmedi.
Tanınmış ses sanatçısı İbrahim Tatlıses’in, bundan 20 yıl kadar önce eşi Perihan Savaş’a neden şiddet uyguladığını soran gazetecilere, “O benim malım” dediği günlerden geliyoruz.
Dileriz Tatlıses bile “kadın”ların en az kendisi kadar “insan” olduğunu artık kabul ediyor ve kimseye “malı” gibi bakamayacağını biliyordur.
Ama Tatlıses örneğinde somutlaşan “aile içi şiddet” aslında herkesin sorunu.
Nitekim 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle dün Lütfi Kırdar Kültür Merkezi’nde İstanbul Valiliği ile Hürriyet Gazetesi’nin son üç yıldır birlikte yürüttükleri “Aile içi şiddete son” kampanyası, bu kampanyayı başlatan ve ısrarla sürdüren Hürriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı tarafından şu cümlelerle anlatıldı:
“Aile içi şiddet, kadının toplumdaki yerinin bir sonucudur. Tuhaftır, çözüme doğru ne kadar yol alsanız, yol o kadar uzuyor ve çetrefilleşiyor. Mesela evde karısını, çocuğunu döven erkek bunu en doğal hakkı olarak görüyor. Dayak yiyen kadın, kendisine ait olmayan bu suçtan dolayı utanç duyuyor. Hadi utanç duymadı, isyan etti, karakola gitti. Çok büyük bir ihtimalle karakolda ikna edilip eve yollanıyor. Evde tekrar dayak yiyor. Kimisi intihar ediyor.”
Evet, yaygın gerçek bu. O kadar yaygın ki, araştırmalara göre 2004 yılında Türkiye’de “ailelerin yüzde 34’ünde fiziksel, yüzde 53’ünde sözel şiddet yaşanıyor”du.
Bir başka araştırma “kadınların yüzde 45.8’inin balayı döneminin sonunda, yüzde 1.3’ünün ilk çocuklarına hamile iken, yüzde 9.9’unun doğumdan sonra” şiddete maruz kaldığını ortaya koyuyor.
Üçüncü bir araştırmaya, daha doğrusu bir ankete göre insanlarımızın yüzde 37.4’ü namus cinayetini onaylıyor. Keza yüzde 21.6’sı “öldürme dışında, kulak kesme, burun kesme, saç kazıma” gibi insan onuruyla asla bağdaşmayan cezaların verilebileceğini savunuyor.
Vuslat Doğan Sabancı bu ilkel ve vahşi anlayışın tasfiye edilebilmesi için önce kadınların “Hangi haklarını daha ileri götürebileceğimizi tartışalım. Kadını zihnimizde nasıl özgürleştirebiliriz, bunları düşünmemizi öneririm” diyor.
Gerçekten kadının en az kendisi kadar özgür ve kendisi kadar hak sahibi olduğunu kafasına yerleştirmeyen -içselleştirmeyen- erkekleri yontmak kolay değil.
Ama “uygar” bir toplum olacaksak başka çare yok.
Paylaş