Tüketiciler, ‘evimin, aracımın değeri arttı, sigorta zararımın tamamını karşılar mı?’ diye endişe duyuyor ve ne yapacağını bilmiyor. Sigortacılar ise, ‘kıymetlerin değerleri arttı, eksik hasar almayın, tedbirinizi alın’ diye peşi sıra uyarılarda bulunuyor. Konuyu biraz açayım.
Enflasyon ve dövizdeki artış nedeniyle başta konut ve araç olmak üzere tüm kıymetlerde ciddi bir artış var. Geçen sene 600-700 bin lira olan konutun değeri bugün en az 1 milyon lira. Geçen sene 250-300 bin lira olan bir aracın değeri şimdi 600-700 bin lira. Geçen sene atölyede üretim için kullanılan makinenin değeri 1 milyon lira iken bugün 2 milyon liraya aynı makineyi alamıyorsunuz. Hal böyle olunca işin sigorta boyutunda ciddi sıkıntı ortaya çıkıyor; çıkmaya da başladı.
Eminim birileri, ‘ne var canım sigorta yerine yenisini koyar’ diyecektir. O öyle değil işte. Sigorta, geçen sene poliçeyi yaptırdığınız dönemdeki değer üzerinden size ödeme yapar, bugünkü değeri ödemez. Neden? Sigorta şirketi poliçeyi yaptırdığınız dönemdeki ve poliçede yazan değer üzerinden prim aldı da ondan. Daha açık şöyle anlatayım. Maalesef, bugün sigortalılar, olası bir olayda, eksik hasar alma durumu ile karşı karşıya. Bu durum tüm sigortalar için mi geçerli? Tek tek anlatayım.
KONUTTA SORUN BÜYÜK
Mesela konut sigortaları. Sigorta poliçenizde konutunuzun sigorta bedeli yazar. Poliçeyi geçen senenin ekim ayında yaptırdınız. O zaman konutunuzun değeri 500 bin liraydı ve sigorta şirketi buna uygun bir prim belirledi. Enflasyon nedeniyle şimdi konutunuzun değeri bir milyon lira. Olası bir afette ya da bir başka nedenden dolayı konutunuz zarar görürse sigorta şirketi size 500 bin lira öder. Az hasar da olsa yine 500 bin lira üzerinden hesap yapıp, öder. Yani, konutunuzun yarı değerini alırsınız. Özellikle banka kredisi ile alınan konutlarda bu durum ciddi sorun. Aynısı konuttaki eşyalarınız için de geçerli. Poliçeyi yaptırdığınız dönemde eşyalarınızın değeri 100 bin liraysa ve bu bedel üzerinden sigorta yaptırdıysanız; bugün o eşyaları 200 bin liraya alamazsınız, ama sigorta şirketi size 100 bin lira öder.
KASKODA DURUM FARKLI
Araç sigortalarında durum biraz daha farklı. Kaskoda, sigorta poliçesinde aracın bedeli yazmaz. Aracınız zarar görürse sigorta şirketi o gün piyasada aracınızın rayiç bedeli neyse onu öder. Anlayacağınız kasko sigortasında eksik hasar diye bir durum söz konusu değil. Trafik sigortasında ise teminat limitleri devlet tarafından belirlendiğinden yapacak bir şey yok. Ancak burada sorun başka. Araç bedelleri ciddi arttığından, olası bir kazada, başkasının size vereceği zararı karşılamada trafik sigortasının teminat limiti yeterli gelmeyeceğinden aracınıza kasko yaptırmalısınız. Aynı şekilde sizin başkalarına vereceğiniz zararı karşılamada trafik sigortanız yeterli gelmeyeceğinden ek olarak isteğe bağlı mali sorumluluk sigortasını yaptırmanız gerekiyor. Gerekiyor ki, karşı taraf, trafik sigortanızın karşılamadığı tutarı sizden talep ettiğinde -ki, mutlaka edecektir- mahkemelerle uğraşmayın.
ENFLASYON KORUMASI ALIN
Biraz da kamunun finansal sigortaların yaygınlaşmasını istemesi üzerine, yavaş yavaş sigorta şirketleri bu alana girmeye başladı. Peki, nedir kefalet sigortası? En basit haliyle bankaların verdikleri teminat mektubu yerine geçiyor. Reel sektör şirketleri, bankadan teminat mektubu almak yerine sigorta şirketinden kefalet sigortası yaptırıyor, sigorta şirketi kefil oluyor.
Dedim ya, kamu bu alanın gelişmesini istiyor. Bu çerçevede de yakın tarihte iki önemli düzenleme yapıldı. Biri, kamu ihalelerine katılacak firmaların banka teminat mektubu yerine kefalet sigortası sunmalarına, kefalet sigortasının banka teminat mektubu yerine geçmesine imkan tanındı. İkincisi ise elektronik ihalelerde de kefalet sigortasının kullanımına izin verildi. Böylece sigorta şirketleri 700 milyar liralık teminat mektubu pazarında bankacılara rakip oldu. Düzenlemeler sonrası da özellikle de inşaat, altyapı ve enerji alanlarında, kamu ihalelerinde kefalet sigortası yoğun olarak kullanılmaya başlandı.
ENERJİ İHALESİNDE KULLANILDI
Ancak kefalet sigortasının gündem olmasının asıl nedeni başka. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’de ilk defa ve en yüksek kefalet hasarı ödendi. Hasarı ödeyen şirket Quick Sigorta, kefalet senedinin nakde çevrildiği şirket ise Yılmaz Elektrik. Ödenen hasar tutarı ise 130 milyon lira. Konuyu biraz açayım. Türkiye’nin en büyük enerji dağıtım şirketlerinin altyapı yatırımlarının müteahhitliğini yapan ve enerji altyapılarında yüzde 40’ın üzerinde payı olan Yılmaz Elektrik, 2021 yılında Ouick Sigorta’dan kefalet sigortası yaptırıp, ihalelere katıldı ve ihaleleri kazandı. İhale kapsamında da Quick Sigorta, Yılmaz Elektrik’in, 28 ayrı projesi için toplamda 130 milyon TL kefalet sigortası düzenledi. Ancak, bu yılın şubat ayında Yılmaz Elektrik, enerji dağıtım şirketleri ile sorun yaşayınca; enerji dağıtım şirketlerinden oluşan enerji grubu kefalet sigortasının nakde çevrilmesi için Quick Sigorta’nın kapısını çaldı. Sigorta şirketi aynı gün gelen talebi değerlendirdi ve 130 milyon lirayı nakde çevirerek, enerji grubuna ödedi. Kamuoyuna yansıdığı şekliyle de Yılmazlar Elektrik’in, katıldığı ihaleler için hem bankalardan teminat mektubu hem de başka sigorta şirketlerinden de kefalet sigortaları bulunuyor ve şirket şubat ayında konkordato ilan etti.
ÖDENEN EN YÜKSEK TAZMİNAT
Bence bu konuda önemli iki husus var. Birincisi, ödenen 130 milyon liralık tazminat, kefalet sigortalarında ödenen en yüksek hasar. İkincisi, sigorta şirketleri, kefalet sigortası işine girip de bankalara rakip olduklarında kimi kesimlerin, ‘sigorta şirketleri bu işin altında kalkamaz, bu kadar yüksek tutarlarda nakit akışını yönetemez’ iddialarının çürümüş olması. Peki, 130 milyon lirayı kim ödedi? İşin ilginç yanı da burası. Quick Sigorta, verdiği kefalet sigortaları için yurtdışındaki reasürans şirketlerinden kendine sigorta koruması satın aldı. Ödenen bu 130 milyon liralık kefalet hasarının çok büyük kısmını Avrupalı ve Amerikalı reasürans şirketleri ödedi.
UKRAYNA’nın, limanlarını korumak için döşediği ve fırtına nedeniyle çıpalarından kurtulan mayınlar önce İstanbul Boğazı’nda ardından da İğneada açıklarında tespit edildi ve imha edildi. Mayınların Türk karasularına ulaşması ile birlikte de bir taraftan alarma geçilirken diğer taraftan da tüm tekne sahipleri serseri mayınlara karşı uyarıldı. Bu durum bazı tartışmaları ve soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Bu tartışmaların başında da serseri mayınların teknelere verecekleri zararların sigortadan karşılanıp, karşılanamayacağı geliyor. Kimi kesimler, ‘mümkün değil sigorta karşılamaz’ diyor, kimi kesimler de, ‘sigorta varsa ödemek zorunda’ tezini savunuyor.
KARADENİZ SAVAŞ BÖLGESİ
Mayın zararı sigortadan karşılanır mı, karşılanmaz mı sorusunun cevabına geçmeden önce; Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın deniz sigortacılığında geldiği son noktayı değerlendireyim. Detayları, Türk P&I Sigorta Genel Müdürü aynı zamanda da kaptan olan Ufuk Teker’den aldım. Karadeniz’in neredeyse tamamı savaş bölgesi ilan edilmiş durumda. Peki, bu ne anlama geliyor? Bu bölgelere sigortada savaş teminatı verilmiyor, olası bir hasar durumunda sigorta zararı karşılamıyor. Savaş teminatı verilmediği için de gemiler Karadeniz’e çıkamıyor, sefer yapamıyor. İstisnai durum var mı? Var; mesela Ukrayna karasuları için sigortacılar hiçbir şart altında sigorta teminatı vermezken, Rusya suları için savaş teminatı veriliyor ancak astronomik fiyatlarda sigorta yapılıyor ki, bu da, ‘sigorta vermiyoruz’ demekle eşdeğer.
Yine Ufuk Teker’den öğrendiğime göre Ukrayna limanlarında 94 yabancı uyruklu gemi bulunuyor ve bu gemilerin 26 tanesi Türk sahipli... Sigorta bulunamadığından da bu gemiler limanlardan ayrılamıyor. Gemilerin tamamı da yük taşıyan kargo gemileri. Özetle, Karadeniz savaş bölgesi ilan edildiğinden, sigortalar tamamen durmuş durumda ve yük taşıyan gemiler hareket edemiyor.
SERSERİ MAYINLARIN SAYISI BELİRSİZ
Gelelim, serseri mayın konusuna. Mayınlar kimin, nereden geliyor tartışması sürerken kısa adı SOHOD olan Türk Deniz Kuvvetleri Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi’nin 18 Mart tarihli bildirisi aslında bu tartışmalara açıklık getiriyor. Bildiride; Odessa, Ochakov, Chernomorsk, Yuzhnyy limanları açıklarına mayın döküldüğünün rapor edildiği, mayınların donanımlarından koparak sürüklenen mayın haline gelebileceği ve seyir tehlikesi yaratabileceği belirtiliyor. Aynı bildiride, “Bu sebeple bölgede bulunan ve seyir tehlikesi yapan tüm gemilerin sürüklenen mayınlara karşı keskin gözcülük tesis etmeleri önemlidir” deniyor.
Bu mayınlar neden döşenmiş, neden sürükleniyor? Bu soruları da Ufuk Teker’e sordum. Teker, Ukrayna’nın, limanlarını korumak için hem karasularına hem de nehir ağızlarına mayın döşediğini, döşerken de alelacele döşendiğini ve eski tip mayınlar olduğunu söylüyor. Bu şekilde 420 adet mayın olduğunu ve bu mayınların bazılarının fırtına nedeniyle çıpalarından kurtularak sürüklendiğini belirten Teker, serseri mayınların sayısının belirsiz olduğunu da kaydediyor. Teker, bu mayınların İstanbul Boğazı’na doğru sürüklendiğini ve ulaşmalarının 22 gün sürdüğünü, ilk gelen mayınların bu süreden biraz daha erken Boğaz’a ulaştığını da sözlerine ekliyor.
SİGORTA
Bu rakam, sadece geçen yıl için aktarılan tutar. Son 5 yılda ise sigortacılar, SGK’ya, 7 milyar liranın üzerine prim aktarımı gerçekleştirdi. Peki, sigortacılar bu parayı neden SGK’ya aktarıyor? 10 yıl önce yapılan bir düzenleme ile trafik kazalarında yaralananların tüm tedavi giderlerini SGK’nın karşılamasına ve sigorta şirketlerinin de trafik sigortasından aldıkları primin yüzde 10’unu SGK’ya aktarmasına karar verildi.
Böylece 10 yıl önce sigorta şirketlerinin trafik sigortasından kaynaklı sağlık gideri ödeme sorumluluğu ortadan kalktı. Bundan kimin haberi var? Toplumun büyük bir çoğunluğunun haberi olmadığı belli ki, halen, trafik kazası geçirenler sigorta şirketlerine tedavi giderlerinin karşılanması için başvuruyor. Sigorta şirketleri de haklı olarak, ‘bizim sorumluluğumuz yok SGK’ya başvurun’ diyor.
TEDAVİNİN TAMAMI ÖDENMİYOR
Peki, trafik kazalarında tedavi giderlerinin sigorta şirketlerinden alınıp SGK’ya devredilmesi iyi mi oldu? Tartışılır. Şöyle ki, trafik kazası geçirdiniz, özel, kamu; hangi hastaneye giderseniz gidin; acil durumda tüm tedavi giderleri SGK tarafından karşılanıyor. Buraya kadar sorun yok. Ancak tedaviniz özel, üniversite ya da branş hastanesinde devam ediyorsa ve herhangi bir sosyal güvenlik sistemine bağlıysanız ya da Genel Sağlık Sigortası kapsamındaysanız SGK, sağlık giderlerini Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) üzerinden ödüyor. Yani, tedavinizin belirli bir miktarını karşılıyor, üzerini cebinizden ödemek durumunda kalıyorsunuz. Aynısı tedavinin bir parçası olan protez, suni uzuv gibi durumlar için de geçerli. Bunları da SGK, SUT üzerinden karşılıyor, üzerini vatandaş cebinden ödemek zorunda kalıyor. Herhangi bir sosyal güvenlik çatısı altında değilseniz, Genel Sağlık Sigortası kapsamında da değilseniz acil dışındaki tüm giderleri cebinizden ödemek zorundasınız.
KAZALARDA SORUMLULUK KİMDE?
Oysa, 10 yıl öncesine kadar, trafik kazalarında sigorta şirketlerinin sorumluluğu varken, kamu, özel hastane ayrımı yapılmadan, SUT olmadan, geçici iş göremezlik, bakıcı gideri, protez gibi giderler de dahil tüm tedavi masrafları, trafik sigortasının tedavi teminatı kapsamında ödeniyordu. Bu yüzden trafik kazalarında tedavi giderlerinin sigorta şirketlerinden alınıp SGK’ya devredilmesinin iyi bir uygulama olup olmadığı tartışılır diyorum. Tartışıldığı kesin ki, SGK’dan tedavi giderlerinin tamamını alamamış, sonrasında sigorta şirketine başvurmuş ama oradan da ‘sorumluluk bizde değil SGK’da’ cevabı almış ve sağlık giderini cebinden ödemek zorunda kalmış kaza mağdurları hem mahkemelere hem de Sigorta Tahkim Komisyonu’na şikayette bulunuyor ve şikayette bulununların sayısı da öyle az değil.
İşin daha da ilginci, 10 yıldır sigorta şirketleri, trafik sigortası primlerini SGK’ya aktarırken SUT üzerinden hesap yapıp da aktarmıyor. Burada da akla şöyle bir soru takılıyor; SGK, sigortacılardan aldığı paranın ne kadarını trafik kazalarında tedavi gideri olarak ödüyor? Özetle, 10 yıldır trafik sigortası yaptıran sürücüler, trafik kazası geçirenlerin tedavilerini ödedikleri primlerden karşılıyor.
Şunu hemen belirteyim, 2022 yılında emekli olmak avantajlı. Neden avantajlı olduğunu anlatacağım ama önce yine en çok merak edilen konuya, emekli maaşının nasıl hesaplandığına kısaca değineyim.
Emekli maaşı, karmaşık bir formülle hesaplanıyor. En basit haliyle anlatayım. 4/A’lı, yani işçi statüsünde veya halk arasında bilinen adıyla SSK’lı olarak çalışanlarda ilk sigortalı olduğu tarihe göre emeklilik maaşı farklı hesaplanıyor. Burada da 2000 yılı öncesi, 2000-2008 arası ve 2008 sonrası olmak üzere üç farklı tarih var. Çalışanın sosyal güvenlik için ödediği prim gün sayısı, aylık ortalama kazanç, enflasyon, büyüme hızı gibi faktörler emekli aylığının belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Maaş hesabı yapılırken de kat sayı, aylık bağlama oranı, gösterge rakamı gibi formüller kullanılıyor.
AYLIK BAĞLAMA ORANI
Basit haliyle; ortalama aylık kazancın, prim gün sayısına göre hesaplanan aylık bağlama oranı ile çarpılması sonucu emekli aylığı tutarı belirleniyor. Ortalama aylık kazanç da dönemsel tüketici enflasyonuna göre hesaplanıyor ve büyüme hızı üzerine ekleniyor. Güncellenmiş aylık kazanç ile aylık bağlama oranının çarpımı sonucu emekli maaşı belirleniyor, bu maaş da geçmiş enflasyon oranında artırılıyor. Enflasyon artışında da ocak-haziran ve temmuz-aralık dönemlerindeki 6 aylık enflasyon etkili oluyor.
2000 yılı öncesi sigorta girişi olanların gösterge rakamı için çalışanın yıllık ortalama kazancı hesaplanıyor. Aylık bağlama oranının yüzde 60’ı, katsayı için de 12000 alınıyor. Buna uygulanan formül ile (Gösterge rakamı x Aylık bağlama oranı x Katsayı = Emekli maaşı) maaş belirleniyor.
MAAŞ HESAPLAMA FORMÜLÜ
2000-2008 arası ilk sigorta girişi olanlarda ise hesap değişiyor ve gösterge rakamı yerine güncelleme katsayısı kullanılıyor; emekli olunacak tarihten bir önceki yılın büyüme rakamları ve enflasyonu (TÜFE) hesaba katılıyor. Bu dönemde çalışanın 2000-2008 yıllarındaki sahip olduğu kazançları güncellenerek ortalaması alınıyor. Burada da aylık bağlama oranı da ilk 10 yıl için yüzde 3.5, sonraki 5000 gün için yüzde 2, sonraki 9000 prim gün için de yüzde 1.5 aylık bağlama oranı uygulanıyor. 2000-2008 arası sigortalı olanlara da (Güncelleme Katsayısı x Aylık Bağlama Oranı= Emekli maaşı) formülü uygulanıyor. Peki, 2008 sonrası sigortalı olanların maaş hesaplamasına. 2008 yılından sonra sigortalı olanlarda yine emekli maaşı formülü değişiyor ve aylık kazancın ortalamasına, güncelleme katsayısına, TÜFE oranına bakılıp hesaplama yapılıyor. Güncelleme katsayısı emekli olunacak tarihten bir önceki yılın TÜFE oranı yüzde 30 olarak alıyor ve büyüme hızına göre belirleniyor. Aylık bağlama oranı yüzde 40 oranından hesaplanıyor ve 7000 günden fazla yatırılan primler için her yıl bağlama oranı yüzde 2 artırılıyor.
MAAŞLARDA
Cevap: Prim gün sayıları emekliliğe imkan vermeyenler ile emekli olamayanlar primlerini iade alabilir. Buna da toptan ödeme denir. Yaşınız prim iadesi almaya uygun. 1600 günlük priminizi iade alabilirsiniz. Bunun için SGK’ya müracaat etmeniz gerekiyor.
3600 EK GÖSTERGEDEN YARARLANIRSINIZ
Soru: 1998 yılında 2200 gösterge ile Türk Hava Yolları’ndan birin dördüncü (1/4) derecesinden emekli oldum. Makine yüksek teknikeriyim. Yeni çıkacak olan 3600 ek göstergeden yararlanabilir miyim? Yusuf A.
Cevap: 3600 ek gösterge konusunda çalışmalar sürüyor, ancak kesinleşmiş bir durum yok. 3600 ek göstergenin öğretmen, hemşire, din görevlisi, polis ve yönetici konumunda olan memurları ve bu pozisyondan emekli olanları kapsayacakken diğer meslek gruplarını da kapsaması gündemde ama yine de kesinleşmiş değil. Eğer, ek gösterge imkanı, tüm meslek gruplarını kapsayacak şekilde çıkarsa bu haktan sizde yararlanırsınız. Bu durumda da emekli maaşınızda artış olacaktır ancak ikramiye farkı alamazsınız.
STAJ KONUSU GÜNDEMDE DEĞİL
Soru: 1972 doğumluyum, 1987 yılında stajdan dolayı sigorta başlangıcım var. SGK prim gün sayım 8000, çalışmaya devam ediyorum. Staj süresini emeklilikten saydırabilir miyim? Bu konuda yeni bir düzenleme var mı? Daha erken yaşta emekli olabilir miyim Tuncay K.
Cevap: Staj süreleri emeklilikten sayılmıyor. Staja başladığınız tarih emeklilik yaşınızı etkilemez. Emeklilik priminin ilk yattığı tarih önemli, çünkü bu tarihe göre prim gün sayınız, çalışma yılınız ve emeklilik yaşınız geçerli olacak. Staj konusunda da herhangi bir düzenleme gündemde yok.
SİGORTALILIK ÖNCESİ DOĞUM BORÇLANILMAZ
Söylenene göre de bu durum bankanın yatırım bölümü ile mevduat bölümü arasındaki yazılım hatasından kaynaklanıyor. Kardeşler paranın çok küçük bir bölümünü -ki, bu rakamın da 250-300 bin lira olduğu söyleniyor- harcayıp yakayı ele veriyorlar. Olay hukuka yansımış durumda ve ‘bu iş nasıl oldu’ sorusunun cevabı zamanla ortaya çıkacaktır.
Konu gündeme geldiğinde de kimi çevrelerde ‘banka giden parayı sigortadan alabilecek?’ tartışması başladı. Hatta kimi çevreler, taştırmaya bile gerek olmadan, ‘nasıl olsa banka sigortadan zararını alır’ demeye bile başladı. Gerçekten de bankanın kurtaramadığı parayı sigorta öder mi? Bir adım daha ileri gidip, soruyu şöyle de sorabiliriz; 16 milyar liranın tamamı gitseydi banka sigortadan bu parayı alabilir miydi?
BANKADAKİ PARA SİGORTALI
Eminim, ‘sigorta ile bu işin ne alakası var?’ diyeceksiniz. Çok alakası var. Nasıl ki her şeyin sigortası varsa bankalardaki paraların da sigortası var. Öyle ki, bankaların kasaları sigortalanıyor, zırhlı araçlarla transfer edilen paralar sigortalanıyor ve Samsun’da yaşanan olay da sigorta kapsamında. Sigortanın adı da ‘bankers blanket bond’. Buna finansal risk sigortası da diyebiliriz. İstisnasız tüm bankalar; kötü niyetli hareketler, uzaktan erişimle yapılabilecek hırsızlıklar, suiistimal, banka personelinin parayı çalması ya da kendi zimmetine geçirmesi, sahtecilik, organize olaylar sonucu uğrayacakları kayıplara karşı bu sigortayı yaptırıyor. Türkiye’den bu sigorta teminatı bulunmadığından yurtdışına sigorta ettiriliyor. Hatırlayın, geçmişte de yine bankalarımızdan birinde, Samsun’daki olaya benzemese de bir suiistimal olayı yaşanmıştı ve rakam da büyüktü; sigorta şirketleri, bankanın kaybını karşılamışlardı.
SAMSUN’DA YAŞANAN OLAY
Peki, Samsun’da yaşanan olay sigorta kapsamında mı? Evet, sigorta kapsamında. Bankanın kaybını sigorta mı karşılayacak? Rakam büyük olsaydı, sigorta karşılardı. Banka, 16 milyar liranın çoğunu kurtardı, geri sadece 250-300 bin liralık bir kayıp oluştu. Sigortanın içeriğine göre -ki, bankers blanket bond sigorta poliçeleri çok özel poliçelerdir, gizlilik üzerine yapılır ve poliçede birçok şart bulunur- banka sigortadan bu parayı alabilir. Ancak şunu da belirtmekte fayda var, bu poliçelerde genelde bir muafiyet tutarı vardır. Yeni, belirli bir miktara kadar kaybı banka kendi kasasından karşılar, bu miktarın üzerinde olan tutarı sigortadan alır. Söylenenlere göre de 250-300 bin liralık kayıp, muafiyet kapsamına giriyor. Dolayısıyla sigortadan karşılanmama ihtimali yüksek. Bu nasıl belli olacak? Finansal risk sigortası yurtdışındaki sigorta şirketleri tarafından yapıldığından, yaşanan bu gibi olaylarda, yine yurtdışından uzman eksperler gelir ve olayda bankanın hatası var mı yok mu diye detaylı inceler. İnceleme sonucuna göre de sigorta tazminatı öder.
KONUNUN BİR BAŞKA BOYUTU
Geçen sene, pandemi nedeniyle kurultay dijital ortamda yapıldı. Bu sene ise 23-26 Mart tarihleri arasında fiziki olarak, Antalya’da, gerçekleştiriliyor. Toplantıya ben de katılacağım, hatta cuma günü kurultaydaki bir toplantının da moderatörlüğünü yapacağım. Sağlıkta Ortak Çözüm Kurultayı’na bu sene iki önemli konu damgasını vuracağı benziyor. Biri sağlıkta insan gücü, diğeri ise sağlıkta dijitalleşme. Dijitalleşme öyle bir konu ki, yakın gelecekte, hastaneler olacak mı, olmayacak mı tartışmasına kadar gidiyor. Nitekim geçtiğimiz ay sağlık kurumlarının uzun zamandır beklediği uzaktan sağlık hizmeti verebilmelerine imkan tanıyan düzenleme de yapıldı ve uzaktan sağlık hizmetinin sınırları çizildi. Kurultay öncesi, OHSAD Başkanı Dr. Reşat Bahat ile sohbet ettik. Bahat, sağlıkta, dijitalleşme konusunda Türkiye’nin, dünyanın en iyi ülkelerinden biri olduğunu vurguluyor. Sağlık Bakanlığı ile İngiltere arasındaki işbirliği toplantısında bürokratların Türkiye’deki sisteme hayran kaldıklarını hatırlatan Bahat, “Sağlık Bakanlığı’nın sistemine, e-nabız uygulamasına, özel hastanelerle kurulan dijital altyapıya adeta hayran kaldılar. Bir de dijital sisteme çok uyumlu bir personel yapımız var. Bunu daha da ileri götürmek gerekiyor. Uzaktan sağlık hizmetine yönelik düzenleme de bu noktada önemli” diyor.
SAĞLIKTA PLAN BÜYÜK
Reşat Bahat, hastanelerin bugünkü şekliyle olmayacağını, biçim değiştireceğini ve 10 yıl sonra hastanelerin verdikleri hizmetlerin yüzde 40’ını dijital ortamda vereceğini söylüyor. Sağlık hizmetlerinin önemli bir kısmının da yine dijital ortamda yurtdışına verileceğini belirten Bahat, “Biz işimizi iyi yapamazsak, vatandaşımız bu hizmetin yüzde 40’ını yurtdışından alıyor olacak. Şimdiden plan büyük ve şimdiden konuşmamız lazım” diyor. Reşat Bahat, hastanelerin artık bugünkü halinden uzaklaşması gerektiğine de değiniyor ve şunları söylüyor: “Vatandaşlar basit sağlık problemleri için hastanelere gitmek zorunda değil. Hastaneler ve doktorlar birer sosyalleşme aracı da değil. Bunlara ihtiyacı olanların ulaşması lazım. Mesela başka değişiklikler de olacak. Bazı uzmanlık alanları muhtemelen çok evrilecek. Bu kadar patoloğa belki ihtiyacımız kalmayacak. Bu kadar biyokimyacıya, dahiliyeciye ihtiyacımız kalmayacak ama bu arkadaşlarımız da başka alanlarda olacak ya da kendi alanlarında çok daha farklı yetkinlikler geliştirecekler. Her şeyden önce yeni insan kaynağının mutlaka bu sisteme katılması lazım.”
TAZMİNAT SORUNU
Son günlerin en çok tartışılan konusu da sağlıkta insan kaynağı. Reşat Bahat ile bu konuda da sohbet ettik ki, Sağlık Kurultayı’nın ana başlık konularından biri de bu. Tüm sağlık sistemi ve özellikle pandemide oluşan sağlık yükü bir milyon sağlık çalışanı ile yürütüldü ve yürütülmeye devam ediyor. Bahat, bu sayının çok az olduğunu savunuyor ve en az 2.5 milyona çıkması gerektiğini vurgulayarak, “Türkiye sağlıkta problemlerini gayri safi milli hasılanın sadece yüzde 4.2’sini ilaç dahil sağlığa yatırım yaparak çözüyor. Buralarda tehlikeler ve tehditler var” diyor. Konu sağlık çalışanı olunca, Reşat Bahat önemli bir noktaya, belki de bugüne kadar pek de gündeme gelmeyen bir noktaya değiniyor. O da, hekimlerin ödemek durumda oldukları tazminatlar. Hekimlerin ve sağlık çalışanların son dönemde çok büyük tazminatlar ödemeye başladıklarını ifade eden Bahat, şunları söylüyor: “Öyle ki, hekimlerimiz, meslek hayatları boyunca kazandığı paranın çok daha fazlasını bir tek hatayla, hekim hatası bile olmayan konularda tazminat olarak ödemek zorunda kaldı ya da işlerini bu korku ile yapmaya başladı. Bu tazminatlar Avrupa’nın birçok ülkesinde yok, olanlarda da kamu tarafından finanse ediliyor. Türkiye’de de böyle bir model, en azından kamu hastanelerinde tartışılmaya başlandı.”