Neymiş, varlık fonu kuran ülkeler tasarruf fazlası olan ülkelermiş, bizim ise tasarruf açığımız varmış. Doğru. Varlık fonu olan ülkelerin çoğu enerji ihracatçısıymış, biz ise ithalatçıymışız. Bu da doğru. Ödemeler dengesi fazla veren, döviz rezervine sahip ülkeler varlık fonuna sahip olabilirmiş; bizim ise cari açığımız varmış ve döviz rezervimiz kendi kendine ancak yetermiş. Bu da tamam. Teoride hepsi doğru ama tasarruf açığımız var diye, enerji ihracatçısıyız diye, yeterli döviz rezervine sahip değiliz diye varlık fonu kurmayacak mıyız?
160 MİLYAR DOLARI KÜÇÜMSEMEYİN
Konunun artık, ‘niye kurduk, ne gereği vardı’ tarafını geçelim, Varlık Fonu ne yapacak, asıl ona bakalım. Nitekim Türkiye Varlık Fonu (TVF), kurduğu internet sitesinde ne yapacağını, hangi amaçla kurulduğunu anlattı; haberlere de konu oldu. Kamu varlıklarında değer artışı sağlamaktan ekonomideki büyümeye katkıda bulunmaya, sermaye piyasalarına derinlik kazandırmaktan büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmeye kadar; Fon’a birçok misyon yüklenmiş ya da kendi üstlenmiş. Bunlar hedeftir, gerçekleştirilir gerçekleştirilmez, bunu zaman gösterir; ama TVF’nin amaçları arasında, Türkiye’ye daha fazla yatırımcı ilgisi çekme konusu var ki, bence asıl önemli olan da bu.
Neden mi? Basit şekliyle anlatayım. Mesela Katar’ın en büyük varlık fonu Brezilya’da, Ukrayna’da tarım arazileri satın alıyor. Norveç’in varlık fonu, otomotivden bilişime, gıdadan enerjiye kadar dünyanın en büyük 10 şirketinden hisse satın alıp, yatırım yapıyor. Tamam, bu fonların varlıkları 300-500 hatta 800 milyar dolar gibi çok büyük rakamlar. Elbette Türkiye Varlık Fonu ile mukayese edilmez ama dev şirketlerin devri ile birlikte TVF’nin de aktif büyüklüğü 160 milyar dolara ulaştı.
BİZİM FONUMUZUN NEYİ EKSİK!
Peki, bizim temel sorunumuz ne? Türkiye algısını güçlendirmek, yatırım yapılabilir ülke konumuna gelmek ve yabancı yatırımcıları çekmek. Ne mi, demek istiyorum? Mesela, Türkiye Varlık Fonu, gidip; Google’dan, Microsoft’tan, dünyanın büyük petrol devlerinin bir-ikisinden, yine dünyanın gıda devi bir-iki şirketten hisse satın alıp, ortak olsa, fena mı olur diyorum? Bir anda Türkiye algısı ve yabancı sermayenin bakışı değişmez mi? Ya da TVF, Avrupa’nın en büyük turizm şirketine yatırım yapsa, Türkiye’nin turizmdeki algısının ne olacağını varın siz düşünü.
Hatta bir adım daha öteye gideyim. Eminim kimi okuyucular, ‘amma da abarttın artık’ diyecektir ama neden olmasın... Dünyaca ünlü alışveriş sitesi Amazon’un kurucusu, üç yıl önce Amerika’nın en önemli gazetelerinden Washington Post’u, 250 milyon dolara satın aldı. Bizim Varlık Fonu’muz da dünyanın sayılı gazetelerinden birine yatırım yapsa, yabancı yatırımcının algısı değişmez mi? Bak o zaman, Fitch’in not değerlendirmesi kimsenin umurunda olmaz. İşte bu yüzden TVF’nin amaçları arasındaki ‘Türkiye’ye daha fazla yatırımcı ilgisi çekme’ konusu bana göre; içerideki yatırımları desteklemesinden, sermaye piyasalarına derinlik kazandırmasından çok daha önemli.
MAHKEMELERİ her yıl 450 bine yakın davadan kurtaracak, çalışanların da 2 yıl beklemeden bir ay içinde haklarını alabileceği düzenleme referandum sonrası Meclis’e geliyor. Konunun detayına geçmeden önce bir-iki çarpıcı rakam vereyim. Sadece geçen yıl, işçi-işveren uyuşmazlıklarından dolayı mahkemelerde 650 binden fazla dava dosyası açıldı. Bir önceki sene ise bu sayı 450 binler civarındaydı. Uyuşmazlıklarda başı, kıdem tazminatı çekerken; fazla mesai, haksız yere işten çıkarma, yıllık izin gibi konular da diğer dava konuları oldu. Bir bilgiyi daha paylaşayım. İşçi-işveren anlaşmazlıkları nedeniyle açılan davalar da en az 1,5 yıl sürüyor, temyiz falan derken bu süre, 2 yıla kadar çıkıyor. Demek ki, neymiş? İşçi ile işveren arasındaki uyuşmazlıklar her sene artıyor ve açılan davalar da en az iki yıl sürüyor. Hal böyle olunca da işçi tarafı mağdur duruma düşüyor.
ARABULUCU ZORUNLU
Gelelim, sorunun çözümüne. Yeni hazırlanan İş Kanunu Tasarısı ile işçi ile işveren arasındaki uyuşmazlıklara hem çabuk hem de kolay çözüm getiriliyor. Böylece mahkemeler her yıl 450 bin dava yükünden kurtulacak; daha da önemlisi yeni düzenleme ile çalışanlar en geç bir ay içinde hakkını alabilecek. Tasarıya göre, uyuşmazlık halinde mahkemeden önce arabuluculuk sistemine başvurulacak. Aslında uyuşmazlıklarda arabuluculuk, 2016’nın Haziran ayında yapılan düzenleme ile uygulamaya girdi ama taraflar, uyuşmazlığı arabulucuya taşımada serbest bırakıldı. Yeni İş Kanunu Tasarısı ise zorunlu kılıyor.
Şöyle ki; çalışansanız ve işveren, kıdem tazminatı ödemiyor ya da eksik ödüyorsa, hemen mahkemeye başvurup, dava yoluna gidemeyeceksiniz; önce arabulucuya müracaat edeceksiniz. Yani, yasa çıktığında işçi ile işveren arasındaki uyuşmazlıklarda arabulucuya gitmek zorunlu olacak. Şimdi soracaksınız, ‘tüm uyuşmazlıklar için mi?’ diye. Bugün en çok davaya konu olan; ücret, fazla mesai, kıdem ve ihbar tazminatı, hafta tatili, yıllık izin süresi ve ücretleri gibi alacak davaları için arabuluculuk sistemi zorunlu hale gelecek.
3 HAFTADA ÇÖZÜLECEK
Aynı zamanda işe iade davaları için de mahkemelerden önce arabulucuya gidilecek. Arabulucu ise kendisine yapılan başvuruyu üç hafta içinde çözmek zorunda. Şunu da belirtmekte fayda var; işçi ve işveren arasındaki uyuşmazlığı arabulucu da çözemiyorsa; arabulucu bu durumu tutanak altına alacak ve taraflar isterlerse hukuk yoluna başvuracak. Yani, arabuluculuk sistemi, tarafların dava yolunu kapatmıyor. Halen uygulanmak olan ancak zorunlu olmayan arabuluculuk sistemi hakkında da kısa bilgi vereyim. Toplam arabulucu sayısı 11 bin 368 ve 59 arabuluculuk bürosu bulunuyor. Bugüne kadar arabuluculuk sistemine toplam 9 bine yakın başvuru olmuş ve bunların yüzde 87’si işçi-işveren uyuşmazlıklarından kaynaklı. Arabuluculuk uygulamalarının toplam parasal değeri ise 732,4 milyar liraya yaklaştı. Yeni İş Kanunu yasalaştığında hem arabulucu hem de arabuluculuk bürosu sayısı da artırılacak. İş Kanunu tasarısının ise referandum sonrası Meclis’in gündemine gelmesi bekleniyor.
ARABULUCULUK SİSTEMİ NASIL ÇALIŞACAK?
- İşçi ile işveren arasında ücret, fazla mesai, kıdem ve ihbar tazminatı, hafta tatili, yıllık izin süresi ve ücretleri gibi konularda çıkacak uyuşmazlıklarda zorunlu olarak önce arabulucuya gidilecek.
BİREYSEL Emeklilik Sistemi’ne (BES) otomatik katılımda cayma oranı yüzde 54’e çıktı. 45 yaş altı tüm çalışanların BES’e girmesine imkan tanıyan otomatik katılım uygulaması 1 Ocak’ta, 1.000 ve üzeri çalışanı olan işletmelerden başladı. Şubat ortasında da bu işletmelerde, 45 yaş altı çalışanların hepsi işverenleri tarafından otomatik BES’e dahil edildi. Sonuç; 1 milyon 811 bin çalışan girdi ve 1 Mart itibariyle de bu kişilerin yüzde 54’ü, yani 974 bin 862’si, cayma hakkını kullanarak, sistemden çıktı. Şu bir gerçek ki, yüzde 54’lük çıkış oranı, çok ciddi bir rakam. Neden sistemden çıkılıyor, kalınması için neler yapılması lazım; bunlar ayrı tartışma konusu ve önümüzdeki yazılarımda değinirim. Şimdi, otomatik katılıma hem girenler hem de çıkanlarla ilgili bazı bilgileri sizlerle paylaşayım.
YÜKSEK MAAŞLILAR ÇIKIYOR
Öncelikle sisteme girenlerin kimler olduğu hakkında bilgi vereyim. 1000 ve üzeri çalışanı olan işletmelerde sisteme girenlerin yüzde 70’inin maaşlarından BES için aylık 55 lira ile 200 lira arasında kesinti yapılmış. Kesinti oranının brüt ücret üzerinden yüzde 3 olduğu hesaba katıldığında, demek ki, girenlerin yüzde 70’i, 2 bin lira ile 6500 lira arasında brüt maaş alıyor.
Girenlerin yüzde 9’u ise, yani 162 bini, asgari ücretle çalışanlar. Otomatik BES’e dahil olanların yaşlarına bakıldığında ise yüzde 48’i, 25-34 yaş arasındaki kişilerden oluşuyor. 35-44 yaş arası kişilerin sayısı ise 616 bin 874 ki, bu da girenlerin yüzde 34’ünü oluşturuyor. Gelelim, sistemden kimlerin çıktığına ki, işte asıl ilginç tablo burası. Hani dedik ya, 974 bin 862’si, cayma hakkını kullanarak, ayrılmış diye; bunların 299 bine yakınının mevcutta BES’i bulunuyor. Bu da şu anlama geliyor, cayanların yüzde 31’i önceden bireysel emekliliğe girmiş ve tasarruf ediyor ki, çıkış nedenleri de zaten bu. Ama şu da var, 676 bine yakın kişi de hiçbir şekilde tasarruf etmediği halde sistemden ayrılmış.
836 BİN KİŞİ TASARRUFA BAŞLADI
Cayanların büyük bir çoğunluğu, maaşlarından BES için aylık 200 lira ve üzeri kesinti yapılan kişiler. Yüksek maaş alanlar çıkmışlar ki, bu kesimde cayma oranı yüzde 72’lerde. Asgari ücretle çalışanların ise sadece yüzde 45’i cayma hakkını kullanarak, sistemden ayrılmış. İlginçlik bu kadarla da bitmiyor. Otomatik BES başlamadan önce özellikle 25 yaş altı genç kişilerin sistemden daha çok çıkacağı tahmin ediliyordu. Öyle olmadı. 25-44 yaş arası olanların yüzde 60’a yakını ayrılmış, 25 yaş altı olanların çoğunluğu da çıkmamış. Şunu da belirtmekte fayda var.
Otomatik BES’e girenlerin yarısı çıkmış ve çıkış oranı çok yüksek ama bugün geldiğimiz noktada 836 bini de sistemde kalmış ve tasarruf etmeye başlamış. Hem de bu 836 binin 160 bini, daha önceden BES’i olan ve tasarruf eden kişiler. Ne mi demek istiyorum? Otomatik katılım sayesinde 1.8 milyon kişi bireysel emeklilik sistemi ile tanıştı ve bunların yüzde 46’sı da bu sayede tasarrufa başladı. Ve mevcut BES’teki 6.7 milyon kişinin üzerine otomatik katılımdaki 836 bin kişiyi de eklediğimizde; 7.5 milyonun üzerinde kişi, bugün tasarruf ediyor demektir. Bence konuya biraz da bu açıdan bakmalı ve nisan ayında 250 ve üzeri çalışanı olan işletmeler ile birlikte 4 milyona yakın kişinin sisteme dahil edileceği göz önüne alındığında, bu kişileri sistemde tutmak için şimdiden bazı düzenlemelere odaklanmalı.
GEÇEN hafta Meclis’te kabul edilerek, yasalaşan Torba Kanun, kurumlara vergi indirimi, yabancılara konut alımında sağlanan avantajlar, genel sağlık sigortası priminin 53 liraya düşürülmesi gibi konularla gündeme geldi ama yasa ile önemli bir düzenleme daha yapıldı. Sigortasız ya da kaçak işçi çalıştıran işverene af getirildi. Hem de öyle bir af ki, çok sayıda çalışanı olan işyerlerine milyonlarca liralık destek sağlanıyor.
Konunun detayına geçmeden önce kısa bir bilgi vereyim. Malum, çalışanlarını sigortalı gösterip, primlerini zamanında ödeyen ve sahte sigortalı (eşini, çocuğunu, akrabasını sigortalı gösteren) çalıştırmayan işverenler, bazı teşvik ve desteklerden yararlanıyor. Bunların başında da yüzde 5 prim desteği geliyor. İşveren hissesinin 5 puanlık kısmı, Hazine tarafından ödeniyor. Amaç, hem sigortasız işçi çalıştırmanın önüne geçmek hem de kurallara uyan işverenleri desteklemek.
CEZASI AĞIRDI
Bugüne kadar da sigortasız işçi çalıştırmanın ya da sahte sigortalı göstermenin cezası da büyüktü. Birincisi, idari para cezası ama ondan daha da önemlisi, ister şikayet nedeniyle isterse de sigorta müfettişlerinin rutin incelemesi sonucu olsun; işyerinde bir kişinin bile sigortasız çalıştığı tespit edilsin işveren, hemen bir yıl süreyle tüm teşvik ve desteklerden mahrum bırakılıyordu.
Bu yaptırım, belki 10-15 kişi çalıştıran için önemli olmayabilir ama 3-5 bin kişinin çalıştığı işyerleri için çok önemli. Şöyle ki, kaba bir hesapla, her ay çalışanları için bir milyon lira prim ödeyen işveren açısından yüzde 5 indirim; aylık 50 bin lira, yıllık da 600 bin lira destek anlamına geliyor. Mevcut uygulamada bir kişinin bile sigortasız olduğu tespit edilse o işyeri, yıllık 600 bin liralık destekten mahrum kalıyordu.
NASIL YARARLANILACAK?
İşte geçen hafta yasalaşan Torba Kanun ile bu uygulama değişti. Artık, kayıt dışı işçi çalıştıran işverenlere, uzun süreli prim teşvik cezası uygulanmayacak. Mahkeme kararıyla ya da yapılan denetimlerde sigortasız veya sahte sigortalı çalıştırdığı tespit edilen işveren, ilk bir ay prim teşvikinden yararlanamayacak. Böylece, Kanunla, bir yıllık mahrumiyet cezası, bir aya indirildi. Ancak işveren, 3 yıl içinde sigortasız işçi çalıştırmaya devam ederse, her bir tespit için 1 yıl süreyle teşvikten faydalanamayacak.
Tabii aftan yararlanmanın da bir sınırı var. Çalıştırılan sigortasız işçi sayısı 5 kişiden fazla olmayacak, işyerindeki toplam sigortalı sayısının yüzde 1’ini de aşmayacak. Yani, ‘kusura bakmayın atlamışız’ deyip de 15-20 kişiyi sigortalı çalıştıran işverenler bu aftan yararlanamayacak. Yeni düzenleme 1 Nisan’da uygulamaya girecek.
Sigorta sektöründe düzenleme ve denetleme yapan, yani sigortacılığın bağlı olduğu Hazine Müsteşarlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanı ve Başkan Yardımcısı Mehmet Şimşek. Nasıl bitirdi? 17 Şubat’ta, NTV televizyonunda yaptığı açıklamayla.
MEHMET ŞİMŞEK AÇIKLADI
Peki, ne dedi, Mehmet Şimşek? Açıklamalarını aynen sizlerle paylaşıyorum ki, orasını cımbızlamışsın, burasını kırpmışsın, kendine göre yontmuşsun denmesin:
“Trafik primlerinin düşmediği algısı yanlış bir algıdır. Son bir yılda, ortalama yüzde 9 civarında enflasyon var. Primlerin artmamış olması, reel olarak düşmesi anlamına gelir. İkinci olarak primlerde de düşüş var, yüzde 10 civarı. Dolayısıyla toplamda yüzde 20 civarında primlerde düşüş var. Geçen senenin nisan-mayıs aylarında bu konuları konuşurken, buna benzer düşüşü sektör taahhüt etmişti ve biz de öngörmüştük. Bu sektörde çok oyuncu var ve rekabet var. Vatandaşımızın çok iyi piyasa araştırması yapması lazım. Biz, bu konuyu kolaylaştırdık. Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi var, bunun da bir internet sayfası var. Giriyorsunuz oraya, aracınızın niteliklerini, özelliklerini yazıyorsunuz ve teklif alıyorsunuz. Bu teklifler arasında büyük farklar vardı. Hatta çok abartanları bile biz, idari cezalandırdık. Teklif vermek istemediği için, iş yapmak istemediği için cezalandırdık. Ama bu yükümlülük. Diğer branşlardan kazanacaksınız, bundan kaçacaksınız, olmaz. Biz dedik ki, bu sektördeyseniz, teklif de vereceksiniz. Teklif ortalamanın birkaç katı üzerindeyse idari cezalar verdik. Aslında görevimizi yapıyoruz. Yasal düzenleme yaptık, öngörülebilirliği artırdık. Primlerin düşmediği algısı gerçekçi değil.”
KİME, NE MESAJ VERDİ?
Bu açıklamanın üzerinde söylenecek bir şey var mı? Artık, yok. Bence bu açıklamanın doğurduğu birkaç sonuç var. Bir; kamu, 2016’nın nisan ayında yaptığı yasal düzenleme sonrası, sigorta şirketlerinden beklediği ve istediği fiyat indirimini aldı. İki; devletin, fiyatlara müdahale etmesi, hatta primleri belirlemesi yönünde çağrıda bulunanlara, kamu müdahalesi olmayacağı net bir şekilde ortaya kondu. Üç; ‘sigortacılar keyfi hareket ediyor’ eleştirisi yapanlara da başta yasal düzenleme olmak üzere tüketici lehine her türlü önlemin alındığı, yüksek fiyat vererek, trafik sigortası satan şirketlerin cezalandırıldığı mesajı da verildi.
FİYAT YÜZDE 20 DÜŞTÜ
Son olarak, merak edenler için şu bilgiyi de vereyim. Şimşek’in, açıklamasında değindiği, geçen senenin nisan-mayıs aylarında ortalama (tüm sürücülerin trafik sigortasına ödediği fiyatın ortalaması) trafik sigortası primi 683 liraydı. Bu yılın şubat ayında ise ortalama fiyat, 614 lira. Demek ki, 9 ayda fiyat, yüzde 11.23 düşmüş. 2016’nın sonunda, yani aralık ayında ise prim, 614 liraydı. Yüzde 9’luk enflasyon oranında zam yapılmış olsaydı, şubat ayında fiyatın 674.71 liraya çıkması gerekirdi. Oysa yüzde 9’luk enflasyon zammı yapılmadı, geçen seneden bu yana da yüzde 11.23 indirim uygulandı ve trafik sigortasının fiyatı yüzde 20.23 düştü. İşte, Şimşek’in, “yüzde 20 primlerde düşüş” var dediği hesap da bu.
Haksız da değiller, sicil affı yaklaşık 12 milyon kişiyi ilgilendiriyor ki, bunların 2 milyona yakını da küçük ve orta boy işletme sahibi. Bu aftan kimlerin, nasıl yararlanacağı konusunu anlatayım ama peşin peşin söyleyeyim, çok da olumlu bir tablo çizmeyeceğim.
27 TEMMUZ SON GÜN
Sicil affıyla ilgili düzenleme, 27 Ocak’ta, Resmi Gazetede yayımlanan Torba Kanun ile resmen başladı. Aftan; geçmişte bireysel ya da ticari kredisini ve taksitlerini ödemeyen, çeki karşılıksız çıkan, senedi protesto olan, kredi kartı borçlarını ödemeyen ve bunlardan dolayı da finans kuruluşları tarafından ‘kara listeye’ alınan tüm kişi ve kurumlar yararlanabilecek.
Tek şart ise, düzenlemenin yürürlüğe girdiği 27 Ocak tarihinden itibaren 6 ay içinde, borcun tamamının ödenmesi ya da yeniden yapılandırılması. Daha açık şöyle anlatayım. Geçmişte, bankadan kredi kullandınız ama ödemediniz veya da kredi kartı ile harcama yaptınız ödeyemediniz; 27 Temmuz 2017 tarihine kadar borçlu olduğunuz bankaya gidip, borcunuzun tamamını ödeyeceksiniz.
‘Benim o kadar param yok, olsa zaten öderim’ diyorsanız da bankaya gidip, borcunuzu yeniden yapılandırıp, taksitlere böldüreceksiniz. Malum bazı bankalar bu tür alacakları varlık yönetim şirketlerine devrediyorlar, sizin borcunuz da devrolmuşsa, bu sefer varlık yönetim şirketi ile masaya oturup, anlaşacaksınız. Borcunuzun tamamını ödediğinizde ya da yeniden yapılandırdığınızda sicil affından yararlanmış olacaksınız. Üç gün ile bir ay içinde de sisteme, borcunuzu ödediğiniz ya da yapılandırdığınızın kaydı geçmiş olacak. Ama siz yine de bankadan bu işlemi yaptığınıza dair bir belge almayı ihmal etmeyin.
FAZLA UMUTLANMAYIN
Gelelim asıl konuya. Yani okuyucuların ‘sicil affından yararlandıktan sonra bankalardan kredi alabilir miyim, kart kullanabilir miyim?’ sorusunun cevabına. İşte burası belirsiz. 27 Ocak’ta uygulamaya giren kanun özetle, şöyle diyor: Borçluların, Bankalar Birliği Risk Merkezi nezdinde tutulan kayıtları (borcun ödenmediğine dair kayıt kastediliyor) borcun ödenmesi ya da yeniden yapılandırılması halinde; bu kişilerle yapılan finansal işlemlerde kredi kuruluşları ve finansal kuruluşlar tarafından dikkate alınmayabilir. Altını çizeyim, ‘dikkate alınmaz’ demiyor, ‘dikkate alınmayabilir’ diyor. Yani sicil affının uygulanıp uygulanmayacağı konusu, bankaların tercihine bırakılmış. İsterse sicilinizi temiz görüp, kredi ya da çek defteri verebilir; istemezse vermez.
Açıkça söyleyeyim, bu kayıtlar bankaların elinde. Geçmişte borcunu ödemeyen kişi ya da kuruluş olarak kayıtlarda yer aldığınız ve sicil affı adı altında çıkan kanun da bu konuyu finans kuruluşlarının inisiyatifine bıraktığı müddetçe fazla umutlanmayın derim.
1- Kimler, Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında?
Nüfusun tamamı zorunlu GSS kapsamında sağlık hizmeti alıyor. Çalışan ve emekliler Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) bağlı olduklarından bakmakla yükümlü oldukları kişilerle birlikte GSS kapsamında devletin sunduğu sağlık hizmetinden yararlanıyor.
2- Çalışmayanlar nasıl sağlık hizmeti alıyor?
Gelir testi yaptırıyor, gelirlerine göre GSS için aylık prim ödeyerek, hem kendileri hem de bakmakla yükümlü oldukları kişiler sağlık hizmeti alabiliyor.
3- Çalışmayanlar ne kadar prim ödüyor?
Gelir testine göre 2017 için aylık geliri 592 liranın altında olanlar GSS için prim ödemiyor, devlet karşılıyor. Geliri; 592 lira ile 1.777,5 lira arasında olanlar 71 lira, 1777,5 lira ile 3.554 lira arasında olanlar 213 lira ve geliri 3.554 liranın üzerinde olanlar 426 lira ödüyor.
4- Gelir testine göre primler nasıl belirleniyor?
Prim, aynı konutta yaşan kişilerin gelir ve giderine göre belirleniyor. Gider düşüldükten sonraki tutar o konuttaki kişi sayısına bölünerek, aylık gelir tespit ediliyor ve GSS primi belirleniyor.
Öncelikle belirteyim, gelecek yazılarımda Varlık Fonu konusuna detaylı değineceğim ama şimdilik şu kadarını söyleyeyim, bence çok doğru bir uygulama ve böyle bir fon kurulmasında geç bile kalındı. Eğer iyi yönetilir, kuruluş amacına da hizmet ederse hem ekonomiye hem de Türkiye’ye yabancı sermaye gelmesine büyük katkısı olur.
TEKNİK OLARAK DA MÜMKÜN DEĞİL
Gelelim, emeklilik fonlarının Varlık Fonu’na devredilip, devredilmeyeceğine. Hemen söyleyeyim, böyle bir şey söz konusu bile değil. Ne Hazine’nin, ne Maliye’nin, ne ekonomi yönetiminin, kısaca kimsenin gündeminde böyle bir konu yok. Kaldı ki, emeklilik fonları bir şirket ya da şirket hissesi olmadığından, ‘fonların devri’ diye bir şey teknik olarak da mümkün değil.
Şöyle anlatayım: Bireysel emeklilik sisteminde milyonlarca kişinin birikimleri, emeklilik şirketlerinin kurduğu onlarca fonda, portföy yönetim şirketleri tarafından yönetiliyor. Bu fonların için de yatırım enstrümanı olarak; hisse senedi var, faiz var, döviz var, hazine bonosu var, devlet tahvili var, gayrimenkul yatırım ortaklığı senetleri var. Var da var yani. Ortada devrolacak bir yapı yok. Eğer ki, otomatik katılıma yönelik fonlar da dahil tüm emeklilik fonları, tek bir şirket tarafından yönetilseydi –ki, otomatik katılım uygulaması başlamadan önce böyle bir düşünce vardı ama kabul görmedi- o zaman belki, bu fonların yönetimi Varlık Fonu’na verilebilirdi.
DÜZENLEMEDE NE YAZIYOR?
Şimdi birileri diyecek ki, ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz, bu söylenti nereden çıktı’. Nereden çıktığını bilemem ama ben size ateşin ne olduğunu söyleyeyim. 23 Aralık 2016 tarihinde, ‘Otomatik Katılımda İlk Yıl Getiriniz Garanti’ başlıklı yazımda da bu konuya değindim. Otomatik katılıma yönelik yapılan düzenlemede, çalışanların birikimlerinin hangi fonlarda değerlendirileceği de yer aldı. Sisteme giren her çalışanın ilk yıl birikimleri başlangıç fonunda değerlenecek, bir yıldan sonra ise birikimler standart fonlara aktarılacak. Bu standart fonların yatırım yapacağı alanlar da yine düzenlemede belirtilmiş. Düzenlemede yazan maddeyi aynen sizlerle de paylaşıyorum: “Standart fonun asgari yüzde 10’u, Türkiye Varlık Fonu’nda veya altyapı projelerine yatırım amacıyla kurulmuş şirketlerin ihraç ettiği sermaye piyasası araçlarında yatırıma yönlendirilir.” İşte, ateş dediğim bu. Daha açık bir anlatımla; Varlık Fonu, bir fon kurabilir, portföy şirketleri de eğer isterlerse, çalışanların birikimlerini bu fona yatırabilir. Ne kadarını yatırabilir? Ancak yüzde 10’unu; o kadar, daha fazlasını değil.
Buradan da anlaşılacağı üzere Varlık Fonu’nun işlevi, menkul kıymet ihraç etmek, fon kurmak ve bu fona yatırım yapılmasını sağlamak. Yoksa söylendiği gibi emeklilik fonlarını devralmak değil. Eğer, Varlık Fonu, başarılı ve getirisi yüksek bir fon kurarsa neden yatırım yapılmasın?
Diyeceğim o ki, ‘emeklilik birikimleri Varlık Fonu’na devrolacakmış, otomatik katılım yıllar önce kurulan sonra da hiç olan fonlara dönecek’ gibi bir endişeye gerek yok. Çünkü ortada böyle bir şey yok.