İşverenler de belgesi olmayanı işe alamayacak, geçici de olsa çalıştıramayacak. Meslek okulları ile üniversitelerin teknik eğitim veren bölümlerinden mezun olanlar ise kapsam dışı tutuldu.
40 meslekte, mesleki yeterlilik belgesi zorunluluğu resmen başladı. Yaklaşık 150 bin çalışan mesleki yeterlilik belgesi olmadan artık tehlikeli işlerde çalışamayacak, işverenler tarafından da çalıştırılamayacak. 2015’in Mayıs ayında İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda yeni bir düzenlemeye gidilerek, ‘tehlikeli’ ve ‘çok tehlikeli’ işlerde, 40 meslek için yeterlilik belgesi zorunluluğu getirildi. İşletmelere de yeni düzenlemeye uyum sağlamaları için bir yıllık geçiş süre tanındı. Bu süre, 2016’nın Mayıs ayında doldu. Ancak bir taraftan belgeli eleman sayısının azlığı, diğer taraftan uygulamadaki bazı zorluklar nedeniyle çalışanların ve işverenlerin sorun yaşaması için uygulama 2017’nin başına ertelendi. Bu süre 1 Ocak itibariyle doldu ve 40 meslekte, mesleki yeterlilik belgesi zorunluluğu başladı.
YENİ MESLEKLER SIRADA
Artık aralarında inşaat boyacısı, duvarcı, çelik kaynakçısının da olduğu inşaat, otomotiv, enerji ve metal sektörlerinde 40 meslekte; belgelendirme kuruluşları tarafından açılan sınavlara katılarak, belge almamış olanlar çalışamayacak. İşverenler de belgesi olmayanı işe alamayacak, geçici de olsa çalıştıramayacak.
Şunu da belirteyim; 2016’nın Mart ayında yayımlanan bir tebliğle belgesiz çalışamayacak olanlara aralarında asansör bakım onarımcısı, asansör montajcısı, CNC programcısı, metal saç işlemecilerin de olduğu 8 yeni meslek daha eklendi. Böylece 48 meslek için yeterlilik belgesi zorunluluğu getirildi. Bu 8 meslekteki zorunluluk ise 25 Mart’ta başlayacak. Önümüzdeki dönemde bu mesleklere yenileri de eklenecek ve 106 meslekte belge aranacak. Kısa zaman sonra da tüm tehlikeli meslekler kapsam altına alınacak.
HEP diyordum, trafik sigortasında süren fiyat tartışmasının sonuçları ağır olacak diye; maalesef beklenen oldu ve zorunlu olmasına rağmen trafikte sigortasız araç sayısı yüzde 30’a kadar yükseldi. TÜİK’in son açıkladığı verilere göre 2016’nın kasım ayında trafikteki toplam araç sayısı 21 milyonun biraz üzerinde. Aynı dönemde trafik sigortası yaptıran araç sayısı 14.7 milyon. Sigortasız araç sayısı ise 6.2 milyon ki, bu da araçların yüzde 30’unun sigortasız trafikte dolaştığı anlamına geliyor. Rakamlara bakıldığında da son üç yılda, sigortasız araç sayısının yüzde 26’dan, yüzde 30’a çıktığı görülüyor. Aralık verileri açıklandığında bu oranın biraz daha artması bekleniyor.
TOPLUMSAL SORUN OLUR
Kimilerine bu artış pek bir şey ifade etmeyebilir. O zaman şöyle anlatayım. Trafik sigortası, sürücülerin, trafikte başkalarına verecekleri hem bedeni (ölüm, sakatlık) hem de maddi zararlara karşı yaptırılıyor. Kusurlu ya da kusursuz hiç fark etmez, sürücü, bir ya da birkaç kişinin ölümüne neden olursa, ölenlerin yakınları mağdur olmasın diye trafik sigortası var. O nedenle zorunlu; o nedenle de sigortanın yaptırılmaması diye bir durum söz konusu değil. Ne mi, demek istiyorum? Normal şartlarda trafikte sigortasız araç olmaması gerekirken, aksine sayı artıyor; yüzde 30’lara kadar da çıkmış durumda diyorum ve ekliyorum, bu bir felaket. Neden mi? Olası kazalarda hem ölenlerin yakınları mağdur olacak hem de sigortasız 6.2 milyon sürücünün başı yanacak. Yanacak, çünkü milyonlarca lira tazminatı cepten ödemek zorunda kalacak.
Peki, neden bu hale gelindi? Son iki yılda trafik sigortası primlerindeki yüzde 80, hatta yüzde 100’e varan artışlar ve bu artışa tüketicinin sigorta yaptırmayarak gösterdiği tepki başlıca neden ama bana göre sadece bu da değil. Nitekim 2016’nın ortalarından itibaren trafik primleri düşüyor. Geçen senenin mart, nisan, mayıs aylarında ortalama fiyat 680 liralardayken, aralık ayında 620 liraya kadar geriledi. Yüzde 10’luk bir düşüş söz konusu ki, kimi şirketlerin indirimi yüzde 15’lerin de üzerinde. Evet, trafikte eski 150-200 liralık fiyatlar yok, olmayacak da.
MOTOSİKLETLER SİGORTASIZ
Bana göre sigortasız araç sayısının artmasının bir nedeni de bazı kesimlerin, sürekli olarak trafik priminin yüksekliğini gündeme getirip, fiyatların eski seviyelere ineceği yönünde bir algı yaratması. Öyle ki, bu kesimler, kimi zaman ‘devlet fiyata müdahale etsin’ çağrısında bulunuyor, kimi zaman da sigorta şirketlerine, ‘fiyatı yarı yarıya indirim’ baskısı yapıyor. Hal böyle olunca da bazı sürücüler, fiyatı yüksek bulup, tepki olsun diye sigortayı yaptırmıyor; bazıları da ‘fiyatlar nasıl olsa düşecek, yüksek prim ödemeyeyim, düşsün öyle yaptırırım’ diyerek, yaptırmıyor. Sonuç, bugün 6.2 milyon sürücü sigortasız trafikte dolaşıyor.
Gelelim, sigorta yaptırmayanların kim olduğuna. 2016 Kasım ayı itibariyle 11.2 milyon otomobilden, 1 milyon 175 bini sigortasız. Otomobillerde sigortasızlık oranı yüzde 10’lar seviyesinde. Sigortasızlık oranı en yüksek kesim ise motosikletler. 3 milyon motosikletten 2 milyonunun sigortası yok. Yani, motosikletlerin yüzde 67’si trafikte sigortasız dolaşıyor. Sigortasızlığın yaygın olduğu bir diğer kesim ise otobüsler; 220.4 bin otobüsten 61 bini, yani yüzde 28’e yakını sigortasız. Aynı şekilde minibüslerde de sigortasızlık oranı yüzde 22’lere yakın.
Geçen cuma, yine bu sayfada, ‘40 bin çalışan otomatik BES’e girdi’ başlıklı haberde konuyu detaylı anlattık. Özet geçeyim. 1 Ocak’ta, bireysel emeklilik sistemine otomatik katılım, bin ve üzeri çalışanı olan işletmelerden başladı. Bu işletmelerden bazıları maaşları peşin ödüyor. Hal böyle olunca da 1 Ocak’ta, maaşını peşin alanlar, BES’e girdi ki, yaklaşık bu sayı 40 bin kişi. Doğru, girenlerin büyük bir çoğunluğu cayma hakkını kullanarak, sistemden ayrıldı. Nitekim haberimizde de girenlerin yüzde 60’a yakınının ayrıldığını ve 40 bin kişiden, 20 bininin sistemde kaldığını yazdık. Şimdilerde ise bu sayı 18 binlere kadar düştü.
BES’E OTOMATİK KATILIM
Açıkça söyleyeyim, bu tabloya bakıp da enseyi karartmamak lazım. Öncelikle, aybaşında 40 bin kişinin sisteme girmesi, bunların yarısının da çıkmış olması, otomatik katılımın hal ve gidişatı hakkında yorum yapmak için yeterli bir kriter değil. Bir kere bu kişilerin büyük bir çoğunluğu banka çalışanı ve bunların, yıllardır süregelen işveren katkılı grup emeklilik sözleşmeleri (bir şirkette işverenlerin çalışanları adına katkı payı ödediği emeklilik planları) var. Yani, bu kişilerin çoğunluğu uzun süredir bireysel emeklilik sisteminde ve işveren katkılı emeklilik planları; mevcut BES’ten, hatta otomatik katılımdan bile daha avantajlı. O yüzden otomatik katılımdan çıkmaları bir kriter olmadığı gibi, buna bakıp da, ‘bu kadar kişi çıktığına göre vardır bir bildikleri’ demenin de bir anlamı yok.
HENÜZ ÇOK ERKEN
Önemli olan, maaşlarını ocak sonunda alıp da sisteme dahil olacak kişiler ki, bunların sayısı 1.5 milyona yakın. Bana göre bu da otomatik katılım hakkında yorumda bulunmak için yeterli değil. Asıl 1 Nisan’da, 250 ve üzeri çalışan şirketler ile kamu kurumları otomatik katılıma girecek. Bu da yaklaşık 4-5 milyon kişi anlamına geliyor. İşin rengi işte o zaman belli olacak.
Daha açık bir anlatımla, ‘bu işin yürümeyeceği baştan belliydi’ ya da ‘aylardır otomatik katılımı anlatıyorsun, bak, giren çıkıyor işte, demek ki senin söylediğin gibi değilmiş’ demek için çok erken. Dedim ya, enseyi karartmamak lazım. Bunu, emeklilik şirketi için de söylüyorum. Hele bir mayıs başını bekleyelim, o zaman şapkayı koyar önümüze düşünürüz.
Bunların bir kısmı çalışanların yüzünü güldürürken, bir kısmı da üzecek.
2016’nın son günü, 6.5 milyon kişinin merak beklediği asgari ücret açıklandı ve yüzde 8 artışla 2017’de, net 1.404 liraya, brüt de 1.777.5 liraya çıktı. Asgari ücret sadece, 6.5 milyon kişinin alacağı maaş anlamına gelmiyor.
Sosyal güvenlik açısından birçok ücret buna göre belirleniyor ve asgari ücret arttıkça bu ücretler de artıyor. Neler mi?
İşsizlik maaşından Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından uygulanan para cezalarına, genel sağlık sigortasına ödenen primden borçlanmaya kadar tüm ücretler de asgari ücrete paralel değişti.
Önce, o yazıdan bir alıntı yapayım, sonra Sefer’in, bıraktığı yerden hem devam edeyim hem de konuya farklı bir bakış açısı getireyim. “Banka-kredi-müşteri üçgeninde hayat sigortası işi pek de yasal düzenlemelere uygun şekilde işlemiyor. Bankaların önemli bölümü, kredilerde önce hayat sigortasını, ek olarak da diğer sigortaları otomatik yapıp, poliçeleri imzalatıyor. Yasal düzenlemelerde, kredi sözleşmelerinde ‘hayat sigortası yaptırmanın tercih’ olduğu belirtilmesine rağmen vatandaşın bu konuda bilgisi yok. Yeteri kadar bilgilendirme, şeffaflık olmayınca iddiaların arkası da kesilmiyor.”
Tespitinde haklı mı? Haklı. Bankalar, konuttan taşıta, bireysele kadar tüm kredilerde zorunluymuş gibi hayat sigortasını yapıyor mu? Yapıyor. Hangi bankadan kredi kullanıyorsanız, o banka, ‘sigortayı benden yaptıracaksın’ diyor mu? Diyor. Hatta, ‘benden yaptırmazsam krediyi vermem ya da faizi yüksek tutarım’ da diyor mu? Onu da diyor. Peki, hayat sigortası zorunlu mu? Değil. Tüketici ister yaptırır, ister yaptırmaz; illa da şartsa, başka bir şirketten yaptırıp, bankaya verebilir. Kanun böyle diyor. Buraya kadar tamam.
122 BİN KİŞİNİN BORCU ÖDENDİ
Ama işin bir de başka boyutu var. Bankalar, mesela, konut kredisinde hem ipotek koyup hem de hayat sigortası yaptığı zaman, kendini katmerli güvenceye alıyormuş gibi gözüküyor ama işin aslı sigorta, bankadan çok tüketiciyi koruyor. Nasıl mı? Bir örnekle anlatayım. Klasik olacak ama doğrusu da bu. 60 ay vadeli, 200 bin liralık konut kredisi kullandınız ve ailenizle birlikte satın aldığınız konutta yaşıyorsunuz. Bir yıl sonra vefat ettiniz. Sigorta yapılmamışsa borç, ailenize kalacak. İpotek olduğu için de banka, ‘ya borcu ödeyin ya da satıyorum’ diyecek. Ailenin ödeme gücü varsa sorun yok. Ama ya yoksa. Devamını anladınız, siz.
Oysa sigorta yaptırılmışsa, sigorta şirketi bankaya borcu ödüyor; aileniz borçla harçla uğraşmıyor, evde de oturmaya devam ediyor. Velev ki, ailenin ödeme gücü var; 3-4 bin liralık sigorta primi için, yüz küsur bin liralık borcu yıllarca ödemeye değer mi?
Nitekim son iki yılda, sigortacılar, kredi kullanıp da vefat eden 122 bin kişi için bankalara 1 milyar liranın üzerinde kredi borcu ödedi. Böylece 122 bin kişinin varisleri borçtan kurtuldu.
VATANDAŞIN TERCİHİNE BIRAKILMALI MI?
Gelelim, hayat sigortasının zorunlu olmadığı ya da vatandaşın, istediği şirketten sigorta yaptırabileceği konularında bilgilendirilmesi gerektiğine. Sonuna kadar katılıyorum. Ama bugün, 200 bin liralık konut kredisi alacak, yıllarca her ay ciddi taksit ödeyecek, haliyle bunun üzerine bir kuruşluk daha ek maliyete katlanma gücü ve tahammülü olmayan vatandaşı, ‘bak bir de hayat sigortası var, maliyeti 2-3 bin lira ama vefat edersen ailen dara düşmez, ister yaptır, ister yaptırma’ diye bilgilendirmenin faydası olur mu, tartışılır. Geçmiş deneyimlerden faydası olmadığı da görüldü, vatandaşın tercihine bırakıldığında çoğunluk yaptırmadı. Son olarak şunu söyleyeyim, biliyorum çoğu kişinin hoşuna gitmeyecek ama bu konu, ‘sigorta ek maliyet getiriyor’ diye basite indirgenecek bir konu değil; doğurduğu sonuçlar açısından sosyal bir konu, özellikle de konut kredisi gibi işlerde.
Gelen soru ve yorumlara dikkat ettim de ortada ciddi bir kararsız kesim var. Bunlar, mevcutta bireysel emekliliği olup da 1 Ocak’tan itibaren bir de işverenleri tarafından otomatik olarak sisteme dahil edilecek kişiler.
Kimileri, ‘benim zaten iki ayrı şirketten bireysel emekliliğim var, hepsine birden ödeme yapamam’ deyip, otomatik katılımdan hemen çıkmak istediğini söylüyor; kimileri, mevcut bireysel emekliliğin mi yoksa otomatik katılımın mı daha cazip olduğunu soruyor. Kimileri, mevcut BES’ini iptal edip, otomatik katılımla yola devam etmek istiyor. Çoğunluk okuyucum ise bir öneride bulunmamı istiyor. Açıkça söyleyeyim, mevcut BES’i iptal ettirmek ya da otomatik katılımdan çıkmak kişilerin kendi vereceği bir karar. Bu konuda ne yorumda bulunursam, bağlayıcı olur. Sonuçta bu; kişilerin emekliliklerine, yani geleceklerine yönelik bir karar. Biliyorum bu cevap sizi tatmin etmedi. Öyle ki, kimi okuyucular, ‘neden bir öneride bulunmuyorsun’ diye de eleştiriyorlar.
ÖDEMELERİNİZİ AZALTABİLİRSİNİZ
Peki, elimden geldiğince önerilerde bulunmaya çalışayım. Öncelikle şunu belirteyim, bireysel emeklilik sisteminden, otomatik katılıma aktarım yapma ya da transfer olma hakkı tanınmadı. O nedenle mevcut BES’inizden çıkarsanız geçmişe yönelik tüm haklarınız silineceğinden mevcut bireysel emekliliğinizi iptal ettirmenizi önermem. 1 Ocak’ta başlayan otomatik katılımın ciddi avantajları olduğundan, yeni sistemden çıkmanızı da önermem.
Eminim şimdi, ‘ona da öde, buna da öde, nerede bu bolluk, kaç para maaş alıyoruz ki’ diyeceksiniz. Haklısınız. O nedenle birkaç öneride bulunayım. Hatta madde madde yazayım.
Mevcut BES’e ödediğiniz aylık katkı payını azaltabilirsiniz. Böylece mevcut BES’iniz devam eder, geçmişten gelen devlet katkısı hakkınızı ve emeklilik süresini de kaybetmezsiniz. Otomatik katılıma da girerek hem devletin hem de sistemin sunduğu cazip haklardan yararlanırsınız. Diyelim ki, mevcut BES’e, aylık 200 lira yatırıyorsunuz; otomatik katılıma girdiğinizde de maaşınızdan aylık 100 lira kesilecek. ‘Her ay 300 lira ödeyecek gücüm yok’ diyorsanız; mevcut BES ödemenizi 100 liraya indirirsiniz. Böylece 100 lira ona 100 lira otomatik katılıma, eskisi gibi yine 200 lira ödemeye devam edebilirsiniz. Açıkçası ben bu alternatifi öneriyorum. Mevcutta iki ayrı BES’iniz varsa, aynı uygulamayı yapabilirsiniz.
ARA VEREBİLİRSİNİZ
Mevcut BES’inize katı payı ödemeyi durdurup, ara verebilirsiniz ya da dondurabilirsiniz. İstediğiniz kadar da ara verebilirsiniz. Tabi birikiminizden bazı kesintiler yapılacaktır. Eğer mevcut BES’inizde geçirdiğiniz süre 5 yıldan az ise birikiminizden hem fon işletim gideri hem de şirket yönetim gideri kesintisi devam edecektir. Süreniz 5 yıldan fazla ile sadece fon işletim gideri kesintisi yapılacaktır.
Anlatayım ama önce bir tespitte bulanacağım. Farkında mısınız, son dönemde reel sektörü, kredi sistemine kilitledik. Ekonomideki daralmayı aşmak için açıklanan paketlere bakın, söylemlere dikkat edin; hepsi, düşük faizli, uzun vadeli kredi kullanımına dayalı. Kredi imkanı yaratalım da kullanan işini mi büyütür, borcunu mu çevirir çok da önemli değil. Peki, böyle bir iştah var mı? Görünürde yok. Kimse, yeni finansman modellerinden ya da finansal çözümlerden bahsetmiyor.
PİYASALARDAKİ DARALMA
Gelelim, okuyucuların sorusuna. Aslında bahsedeceğim konu, bir anlamda yeni finansman modeli ve şu günlerde de revaçta. Örnekle anlatayım: Tekstil, otomotiv, teknoloji ya da perakende alanında büyük bir şirketsiniz; hem yurtiçine hem de yurtdışına satış yapıyorsunuz ve onlarca tedarikçi –ki, tedarikçilerin çoğunluğu KOBİ dediğimiz küçük, orta boy işletmelerdir- ile çalışıyorsunuz. Piyasanın daraldığı ve finansman erişiminde sıkıntıların yaşandığı şu günlerde, birkaç büyük tedarikçinizin sıkıntıya girdiğini düşünün. Malum, KOBİ’lerin, finansmana erişimi büyük şirketler gibi kolay ve ucuz maliyetli de değil. Ne mi demek istiyorum? Birkaç tedarikçinizin sorun yaşaması sizin için de büyük sorun diyorum. Refleks olarak ilk yapacağınız, ödemeyi kısmak ki, bu tedarikçinizi daha da zora sokmaktan başka bir işe yaramaz.
TEDARİK FİNANSMANI REVAÇTA
Peki, çözüm ne? Alıcı, yani büyük şirket, tedarikçileri ile birlikte yanlarına bir finans şirketini de –ki, bugün bu soruna finansal çözümü faktoring şirketleri sunuyor- alarak masaya oturuyor. Finansman modelini kullanan alıcı, tedarikçilerini de sisteme yönlendiriyor. Tedarikçi KOBİ’ler, alıcıya sundukları vadeli mal ve hizmet bedelini faktoring şirketine devrediyor; böylece kendine finansman sağlıyor. Alıcı şirket ise vade uzatma imkanı elde ediyor. Daha açık bir anlatımla alıcı, peşin alım avantajıyla vadeli alım yapıyor, tedarikçi vadeyi beklemeden parasını faktoringten peşin alıyor. İşte bu modelin adı, tedarik zinciri finansmanı. Özellikle geniş tedarik zincirine sahip, tedarikçilerinin finansal açıdan güçlü olmasını isteyen alıcılar, son dönemde bu yöntemi kullanıyor.
Neden? Büyük şirketler hem kendi kredibilitelerini kullanarak, finansman erişimi kısıtlı tedarikçilerine yani, KOBİ’lere, uygun finansman koşulları sağlayarak, onları destekliyor hem de iş akışlarını sürekli hale getiriyor, üretimi garanti altına alıyor. Başka bir deyişler, büyükler, küçüklere sponsor oluyor. Günlerdir bahsettiğim konu, tam da bu. İşletmeleri krediye mahkum edip de sonradan sürekli ticari borçların yapılandırılmasından bahsetmek yerine, başta KOBİ’ler olmak üzere reel sektöre finansal çözümler sunmak önemli.
ÖNCE SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin ocak zamlı maaşlarını ardından da memur emeklilerinin kıdemine, derecesine ve mesleklerine göre zamlı maaşlarını açıkladık. Beş günlük yazı dizisi içinde okuyuculardan gelen sorulara da elimizden geldiğince cevap verdik. Bu süre içinde kimi okuyucular ölüm aylığı alanların zamlı maaşlarını da açıklamamızı istedi. Bu konuya da değinelim. Tablolarda ölüm aylığı hissesine göre ocak zamlı maaşlarını detaylı bulabilirsiniz.
HESABINDAKİ YANLIŞ
Ama bu konuya geçmeden önce, sürekli olarak okuyucuların sorduğu ve kafa karışıklığına neden olan ek ödeme konusuna bir kere daha değineyim. Kısaca anlatayım. Ocak zammını asıl maaşınız üzerinden alıyorsunuz, bunun üzerine de ek ödeme ekleniyor ve elinize geçecek rakamı buluyorsunuz. Tabi sağlık gibi kesintileriniz varsa, elinize geçen rakam değişecektir. Örneğin, memur emeklisisiniz ve geçen Aralık ayında elinize 2000 lira geçti. Aslında sizin maaşınız 1923.1 lira; 76.92 lira ise ek ödemeniz. Dolayısıyla Ocak 2017’de yüzde 3’lük zammı, 1923.1 lira üzerinden alacaksınız ki, o da 57.69 lira ediyor. Böylece ocak ayında zamlı maaşınız 1980.6 lira olacak. Bunun da üzerine yüzde 4 ek ödemeniz eklenecek, elinize 2059.82 lira geçecek. Ama yok, siz, aralık ayındaki 2000 lira maaşınız üzerine yüzde 3 zam koyup, onun da üzerine yüzde 4 ek ödemeyi eklerseniz; ocakta elinize geçecek parayı 2142.4 lira olarak bulursunuz ki, bu yanlış bir hesap olur. İşte kafa karışıklığı buradan kaynaklanıyor.
TEK ÇOCUĞUN ZAMLI MAAŞI
Gelelim, ölüm aylıklarına. Ocak zammı ile birlikte en düşük ölüm aylığı 247.15 liraya; en yüksek ölüm aylığı ise 3015 liraya yükseliyor. Yine ocak zammı ile birlikte bir veya iki kişiye bağlanan ölüm aylıkları da arttı. Örneğin, aylık alan tek eşin yeni zamlı maaşı 1126 lirayı buluyor. Aylık alan tek çocuğun ocak zammı ile birlikte aylığı da yine 1126 liraya çıkıyor.