ÇEYİZ-KONUT HESABI
Bunları niye anlattım; Merkez Bankası’nın, ‘Bireysel Tasarrufları Teşvik Edici Düzenlemeler Ne Kadar Etkili?’ başlıklı bir araştırması yayımlandı. Araştırmayı, Merkez Bankası Uzmanı Egemen Eroğlu ve Uzman Yardımcısı Merve Demirbaş Özbekler yapmış. Kamu destekli çeyiz, konut hesapları, otomatik BES ve altına dayalı menkul kıymet ihraçlarının hem mukayesesini yapmışlar hem de ülke tasarrufuna katkısını tespit etmişler. Bazı satır başlarını sizinle de paylaşayım. Konut hesabı da, çeyiz hesabı da 2016 yılında uygulamaya girdi. Konut ve çeyiz hesabı nedir, nasıl açılır konularına girmeyeceğim. TL olarak açılan bu hesaplara devlet katkısı oranı, birikim süresi ile orantılı olarak yüzde 10’dan başlıyor ve birikimin yüzde 25’ine kadar çıkıyor. Anlaşılacağı üzere bu üç sistemin ortak özelliği de devlet katkısı olması.
Araştırmaya göre, çeyiz ve konut hesabı bulunan kişi sayısı 36 bin ki, bunun 22 bin civarı çeyiz hesabı, kalan da konut hesabı sahipleri. Her iki hesapta toplam birikim ise 175 milyon TL düzeyinde. 2018 yılı aralık ayı itibarıyla konut hesaplarında 106 milyon TL, çeyiz hesaplarında ise 69 milyon TL birikim sağlanmış. Katılımcı başına ortalama birikim, çeyiz hesaplarında 3 bin TL, konut hesaplarında 7 bin TL seviyesinde.
İŞTE BES FARKI
Gelelim, otomatik BES’e. Araştırmada, otomatik katılımlı bireysel emeklilik sistemi, OKBES olarak adlandırılıyor. Yine araştırmaya göre; OKBES’te kalmayı tercih eden çalışan sayısının 2018 yılı Aralık ayı itibarıyla 5 milyon iken, sistem kapsamında oluşan fon tutarının 4,6 milyar TL seviyesinde olduğu belirtilerek; 2019 yılı Ocak ayında dahil edilecek çalışanlarla birlikte BES’te kalmayı tercih eden katılımcı sayısının 6-6,5 milyona ulaşabileceğine değiniliyor. Ve OKBES’in, cari açığın azaltılması ile emeklilikteki refah düzeyinin artırılmasını amaçlayan BES’e; orta vadede önemli katkı sağlayacağına araştırmada yer veriliyor. Araştırmanın en çarpıcı sonucu ise, 2016 yılının ikinci çeyreğinden itibaren tasarrufların artırılmasına yönelik politikaların katkısıyla otomatik katılımlı BES ile 4,6 milyar TL, altına dayalı menkul kıymet yatırımları ile 1,3 milyar TL, çeyiz ve konut hesapları ile 175 milyon TL olmak üzere yaklaşık 6,1 milyar TL tutarında tasarrufun ekonomiye kazandırılmış olması.
Özetle, üç sistem de 2 sene önce başlamış, konut ve çeyiz hesabındaki katılımcı sayısı 36 bin, birikim tutarı da 175 milyon lira olmuş ama otomatik BES’te bugün gelinen nokta, 5.2 milyon çalışan, 5.2 milyar fon tutarı. Gönüllü BES’i de hesaba katarsak bugün ülkede, 12 milyon kişi BES sayesinde tasarruf ediyor ve kişilerin toplam fon birikimi 100 milyar liraya yaklaşmış durumda. BES’i eleştirenlere ve ‘ne işe yarıyor’ diyenlere duyurulur.
SİGORTA primlerinin iadesi, okuyucuların merak ettiği konuların başında geliyor. Kimileri, emekli olamadığından, yatırdığı primleri geri alıp alamayacağını soruyor, kimileri primlerini geri almak istediğini belirtiyor, kimileri de fazla ödediği primlerin iade edilip edilmeyeceğini merak ediyor.
Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) prim iadesi talep edilebilir, SGK da prim iadesi yapabilir. Tabii bunun belli şartları var. Öncelikle şunu belirteyim, ‘10 yıl prim ödedim, geri almak istiyorum’ diye bir şey söz konusu değil. Çünkü sosyal güvenlik mevzuatı, çalışanların istediği zaman primlerini iade almalarına imkan tanımıyor. Belirttiğim gibi, prim iadesi için belli şartların oluşması gerekiyor. Birincisi, emeklilikle ilgili. Emekli olamayanlar primlerini iade alabilir ki, buna toptan ödeme deniyor. Malum, emeklilik için üç şartın yerine getirilmesi gerekiyor; belirli bir yaşı tamamlamak, belirli bir süre SGK’ya prim ödemiş olmak ve belirli süre sigortalı çalışmak. Bu üç şartı yerine getiren emekli olabiliyor ve emekli aylığı almaya hak kazanıyor.
Yaş şartı yerine getirilse bile ödenen primler emekli olmaya imkan sağlamıyorsa, bu durumda prim iadesi alınabilir. Yani, emeklilik yaşını doldurdunuz, ancak ödediğiniz primler emekli olmanıza yetmiyorsa; SGK’dan primlerinizin iadesini isteyebilir, toplu ödeme alabilirsiniz. Örneğin, 25 yıl çalışması, 5975 gün prim ödemesi ve 58 yaşında emekli olması gereken bir işçi, emeklilik yaşını doldurmuş olmasına rağmen prim gün sayısı 3000 ise; emeklilik için 8 yıl daha çalışması gerekeceğinden, prim iadesi talep edebilir, SGK’dan da toplu ödeme alabilir. Yeri gelmişken belirteyim, emeklilik yaşınızı doldurmadıysanız prim gün sayınız ne olursa olsun prim iadesi alamazsınız. Neden? Çünkü yaş şartını yerine getirmemiş oluyorsunuz da ondan. Toplu ödeme imkanından sadece primi emekli olmaya yetmeyenler yararlanabiliyor.
EŞ, ÇOCUKLAR DA ALABİLİR
Peki, prim iadesi nasıl yapılacak? Öncelikle, prim iadesi için SGK’ya müracaat edilmesi ve toptan ödemenin talep edilmesi gerekiyor. SSK’lı olanlar ve memurlar kendi adlarına yatırılan, yani işçi payı adı altında yatırılan primleri iade alabilir. Bağ-Kurlular ise ödedikleri malullük, yaşlılık, ölüm sigortası primlerinin tamamını alabilir. Eski yıllara ait primler ise SGK tarafından her yılın gerçekleşen güncelleme katsayısı ile güncellenerek tespit edilip, toptan olarak ödenir.
Prim iadesinden vefat eden sigortalının eşi ve çocukları da yararlanabiliyor. Vefat eden SSK’lı ya da Bağ-Kurlu, gerekli şartları sağlayamadığından emeklilik hakkını elde edemiyorsa, haliyle geride kalanlara da dul ve yetim aylığı bağlanamayacağından; geride kalanlar, SGK’ya başvurup, prim iadesi talibinde bulunabilir ve toplu ödeme alabilirler.
KİMLER PRİM İADESİ ALABİLİR
İSTANBUL Kartal’da çöken bina, ardından riskli binaların tespit edilip boşaltılması, kentsel dönüşümde yeni yol haritasının belirlenmesi ve müteahhitlere yönelik yeni düzenlemeler yapılması ile birlikte şu sıralar bina tamamlama sigortası sıkça konuşulur oldu. Bu konuda yasal düzenleme de yapıldı. Özetleyecek olursam; yükleniciler yani müteahhitler, bina yapım bedelinin yüzde 10’unu teminat olarak ortaya koyacak ya da zorunlu olarak bina tamamlama sigortası yaptıracak. Bu da şu anlama geliyor, kentsel dönüşüm kapsamında iş alan firmalar, ruhsat öncesinde bina tamamlama sigortası yaptıracak ya da belirlenen diğer teminat ve şartları yerine getirecek. Bundan sonra da artık maketten satış dönemi kapanacak. Nitekim Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum da hemen hemen her platformda bina tamamlama sigortasının önemine dikkat çekip, sigortanın yaygınlaşması gerektiğinin altını çiziyor.
SİGORTACIYA AĞIR SORUMLULUK
Deprem, riskli binalar, kentsel dönüşümün aciliyeti gibi konulara girmeyeceğim ama doğrudur; bina tamamlama sigortası kentsel dönüşüm için önemli. Doğrudur, bina tamamlama sigortası ile Fikirtepe’de yaşananlar gibi tüketici mağduriyetinin önüne geçilebilir, inşaatlar da yarım kalmaz. Ama bir sorun var; mevcut haliyle bina tamamlama sigortası uygulanmaz, uygulanamıyor da zaten. Ne sigorta şirketleri bu sigortayı yapmak istiyor ne de müteahhitler yaptırmak istiyor. Neden? Belki yeni düzenleme ile maketten konut satışına son verilmesi sigortanın yapılabilirliğine imkan tanısa da asıl sorun başka. Bina tamamlama sigortasının içeriği özetle şöyle: Kentsel dönüşüm kapsamında iş alan firmalar ruhsat almadan önce proje için bina tamamlama sigortası yaptıracak; inşaat süresi boyunca müteahhit iflas eder ya da düştüğü mali sorunlar nedeniyle konutu tüketiciye teslim edemezse devreye sigorta şirketi girecek ve ya tüketiciye ödediği tüm bedeli ödeyecek ya da inşaatın tamamlanmasını sağlayarak, tüketiciye evini verecek.
Bu da sigorta şirketine önce müteahhidi mali açıdan inceleme ardından da inşaat süresi boyunda hem müteahhidi hem de inşaatı denetleme gibi ağır bir sorumluluk getiriyor. Sigortacılar da bu sorumluluğu üstlenmek istemiyor. Çünkü işin içinde alınan krediler nedeniyle banka var, inşaat işi var, tüketici var. Tabii burada sigortacıların asli işinin inşaatçılık olmadığını da hesaba katmak gerekiyor. Haklı olarak sigortacılar hem böyle bir yükün altına girmekten hem de yurtdışından bina tamamlama sigortasına teminat bulamamaktan korkuyor.
MÜTEAHHİT YAPTIRMAK İSTEMİYOR
Bu işin sigortacı boyutu. Müteahhit tarafına gelince, sigorta şirketinin bu kadar ağır sorumluluk içinde; inşaat şirketini, mali yapısından tutun da projesine kadar incelemesi ve risk değerlendirmesi yapması müteahhidin de işine gelmez, gelmiyor da. Çünkü müteahhit açısından hem sigorta şirketinin inceleme sonrası olur vermemesi hem de maliyeti artıracak ek tedbirler talep etmesi sorun. Kabul etmek lazım ki, sigorta şirketinin her önüne geleni sigortalaması beklenemez; hele ki, bazı inşaat şirketlerinin iflas ettiği, bazılarının kaçarak geride binlerce mağdur bırakması gibi yaşanmışlıklar varken.
Şunu da belirteyim, bina tamamlama sigortası dünyada uygulanan bir sistem. Uygulamalarında da bizdeki gibi ya tüketicinin ödediği para yasal faizi ile birlikte sigorta şirketi tarafından geri ödeniyor ya da sigorta şirketi binayı tamamlayıp, tüketiciye teslim ediyor. Konut teslim etmek ise tercih edilen bir yöntem değil, genellikle dünya uygulamalarında tüketiciye para ödeniyor.
Yaptırabilirsiniz; adı da tamamlayıcı sağlık. Özellikle geçen senenin sonundan itibaren sağlık sigortasındaki fiyat artışından –ki, hem maliyet artışından hem de sağlık enflasyonunun yüksekliğinden dolayı bildiğimiz klasik sağlık sigortalarının fiyatları yüzde 20-3 arasında arttı- şikayet edenlere tamamlayıcı sağlık sigortasına geçmelerini tavsiye ediyorum. Hele de büyük şehirlerde özel hastanelerin yoğun olduğu bölgelerde oturanlar için şiddetle tavsiye ediyorum. Anadolu’da zaten sorun yok; tüm özel hastanelerin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile anlaşması olduğundan tamamlayıcı sağlık hepsinde geçiyor.
Nitekim son bir-iki yıldır da bu sigortaya talep artıyor. Tamamlayıcı sigorta yaptıranların sayısı bir milyonu geçmiş durumda. Öyle ki, büyük şirketler bile çalışanına yıllardır hak olarak verdiği sağlık sigortası paketlerini değiştirip tamamlayıcı sigortaya geçmeye başladı. İşin ilginci Anadolu’daki illerdeki vatandaşlar da ilgi gösteriyor. Geçenlerde bir sigorta şirketinin yöneticisi ile konuşuyorum, Van’da, tamamlayıcı sağlık poliçesi için yoğun talep aldıklarını söyleyip, şaşkınlığını ifade ediyor.
AİLE ÜYELERİ DE YARARLANABİLİR
Peki, nedir tamamlayıcı sağlık sigortası? Sigorta, SGK ile anlaşmalı özel hastanelerde kullanılıyor ki, artık SGK ile anlaşması olmayan hastane sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Büyük şehirlerin dışında ise tüm hastaneler SGK ile anlaşmalı. Tamamlayıcı sağlık sigortası yaptırabilmek için tek şart, sigortalı olmak gerekiyor. İşçi, memur, Bağ-Kurlu; yani, sosyal güvenlik kapsamında olanlar yaptırabiliyor. Bu kişiler, bakmakla yükümlü olduğu eş ve çocukları için de ayrı prim ödeyerek sigorta yaptırabilir. Yaş sınırı var mı? Bazı okuyucular soruyor, ‘75 yaşındayım, tamamlayıcı sağlık yaptırabilir miyim?’ diye. Sınır var; 65 yaş.
Gelelim, tamamlayıcı sigortanın nasıl kullanılacağına. SGK ile anlaşmalı özel hastanelerin ayakta ve yatarak tedavilerde talep edeceği her türlü fark ücretini sigorta karşılıyor. Bir anlamda SGK’nın sizin için ödediğinin üzerine tamamlıyor ki, adı da bu nedenle tamamlayıcı sağlık. Örneğin, rahatsızlandınız ve tedavi için semtinizdeki SGK ile anlaşmalı özel hastaneye gittiniz. Kontrolleriniz, tetkikleriniz yapıldı hastane, 700 lira fatura çıkardı. SGK da bunun 400 lirasını karşıladı. Tamamlayıcı sağlık sigortasınız varsa kalan 300 lirasını sigorta karşılayacak, hastaneden para ödemeden çıkacaksınız. Sigorta; tüm ameliyatları, suni uzuv operasyonlarını, evde bakım hizmetlerini, hatta belli şartlarda doğumu bile kapsıyor. Daha açık bir anlatımla; özel sağlık sigortasının kapsamı neyse, tamamlayıcı sağlığın da kapsamı aynı. Tek fark birinde tüm hastanelere gidebilirsiniz, tamamlayıcıda sadece SGK ile anlaşmalı hastanelere gidebilirsiniz.
ÜÇ KİŞİLİK AİLE İÇİN 2.500 LİRA
Peki, aralarında büyük fark yoksa neden fiyatı daha uygun? Sağlık giderinin bir kısmını SGK karşılıyor, sadece üzerine sigorta tamamlıyor da ondan. Özel sağlık sigortasında tüm tedavi giderini sigorta şirketi ödediğinden, fiyatı daha pahalı. Yukarıdaki örnekten gidersek, özel sağlıkta 700 liralık faturanın tamamını sigorta şirketi öderken, tamamlayıcı sağlıkta sigorta şirketinin kasasından sadece 300 lira çıkıyor.
Hazır lafı açılmışken fiyat konusunda biraz daha bilgi vereyim. Özellikle son bir yıl içinde emeklilik şirketlerinin de tamamlayıcı sağlık sigortası satmaya başlaması ile piyasada rekabet arttı. Tabi bu da vatandaşa yaradı
İşçi statüsünde yani SSK’lı çalışanlar da, memurlar da, Bağ-Kur’lular da emekliliklerini soruyor. Şöyle bir baktım, yüzlerce soru birikmiş. Hepsine tek tek cevap vermem mümkün değil. SSK’lı çalışanlara yönelik genel bir toplama yaptım ve kadın ve erkek çalışanların işe giriş tarihine, ödediği prim gün sayısına ve yaş şartına göre ne zaman emekli olacağını tablo haline getirdim. Tabloya bakarak, ne zaman ve hangi şartlarda emekli olacağınızı kolayca bulabilirsiniz. İleriki yazılarımda memur ve Bağ-Kurlu’lar için de benzer bir tablo hazırlayacağım.
EMEKLİLİK İÇİN 3 ŞART
Genel olarak emeklilik için gerekli şartlara değinecek olursam; belirli bir süre sigortalı olmak -ki, burada işe giriş tarihi önemli ve bu süre kadın çalışan ile erkek çalışana göre değişiyor-, yine belirli süre Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) prim ödenmiş olmak ve gerekli yaşı doldurmuş olmak gerekiyor. Emeklilik için bu üç koşul şart. Bunlardan biri bile eksik olsa, emekli olunamıyor. Prim gün sayısını doldursanız bile yaşınız tutmuyorsa emekli olamazsınız. Aynı şekilde prim sayısı dolmuş olsa bile yaşınız tutmuyorsa emekli olamıyorsunuz, yaşı bekliyorsunuz.
Tüm bu emeklilik şartları da sosyal güvenlik alanında yapılan düzenleme ve değişikliklere göre farklılık gösteriyor; emeklilik yaşı ve doldurulması gereken prim gün sayıları da değişiyor. 1999 yılında yapılan düzenleme ile bu yıldan önce işe girenlere, işe başlama tarihine göre kademeli emeklilik hakkı tanındı. 1999 ile 2008 arasında sigortalı olanlara da kadın çalışanlar için 58 yaş, erkek çalışanlar için de 60 yaş şartı getirildi. 2008 yılında emeklilik şartlarında bir değişikliğe daha gidildi ve ilk kez sigortalı olanlar için kademeli emeklilik, 7200 prim gün sayısı şartı getirildi.
KADIN ÇALIŞANLARIN DURUMU
Daha açık bir anlatımla, 1999’da yapılan düzenleme ile emeklilik şartları ağırlaştırıldı. Erkek çalışanlarda 1999’un eylül ayından sonra işe girenler için 7200 prim gün şartı ve 60 yaş şartı aranmaya başlandı. Emeklilik şartlarına kadın çalışanlar açısından bakacak olursak da; eylül 1999 öncesi, bu tarihle nisan 2008 arası ve 2008’in nisan ayından sonrası olmak üzere yine üç temel dönem var. 1999 öncesi işe girenler; 5000 ila 5975 gün arasında değişen prim ödeme gün sayısına ve 38 ila 56 arasında değişen yaşa göre emekli olabilirken; 1999’dan sonra işe başlayanlar ise 58 yaşında emekliliğe hak kazanıyor.
Göstermesinler; önce bir konuşalım, tartışalım. Bahsedeceğim konu, yedek parça; özellikle de hasarlı araçlarda kullanılan yedek parçalar. Şimdi, birileri diyecektir ki, ‘alt tarafı parça işte, bahis edilecek konu mu?’. O kadar basit değil. Basit denilen yedek parçanın, cari açıktan tutun da kasko ve trafik sigortalarındaki fiyat artışına kadar etkisi var. Yedek parça, bugün de dahil yıllardır otomotivciler, sigortacılar, tüketici arasında tartışma konusudur. Özellikle geçen senenin son çeyreğinde dövizdeki artıştan dolayı bu tartışma daha da alevlendi. Adım adım gidelim.
Hasarlı araçların tamiri olmak üzere bakım ve onarımda kullanılan yedek parça, 7 milyar liranın üzerinde bir pazar. Bu pazarın yüzde 85’ini sigortacılar finanse ediyor. Yani, sigortalı olup da hasar gören araçların onarımı için sigortacılar, yedek parçaya 6 milyar liraya yakın para ödüyor. İster orijinal olsun, ister eşdeğer, yedek parçaların yüzde 80’e yakını da ithal ediliyor.
YEDEK PARÇA DEYİP GEÇMEYİN
Peki, orijinal parça ne, eşdeğer parça ne? Ortalama bir araçta 6 bine yakın parça bulunuyor; bunun yüzde 15’ini otomotiv üreticisi kendi üretiyor, kalanı da anlaşma yoluyla, patentli dışarıya ürettiriyor, kendi logosunu basıyor. Buna orijinal parça deniyor. Orijinal parçanın aynısının üretilip, akredite kurumlar tarafından test edilip onaylanan parçalara da eşdeğer parça deniyor. Orijinal parça da eşdeğer parça da hemen hemen aynı üreticiler tarafından üretilip, pazara sunuluyor. Biri otomotiv şirketinin patentiyle ve logosuyla diğeri ise akredite kurumlarının testi ve onayıyla üretiliyor. Tek fark var; misal, orijinal parça 100 liraysa, eşdeğer parça 50-60 lira. Üstelik bu eşdeğer parçaların yüzde 80’ini de ithal ediliyor.
Şimdi; 7 milyar liralık pazardan bahsediyoruz ya, bunun yüzde 80’ini döviz ödenerek ithal ediliyor ya, ithalatın çoğunluğu da eşdeğer parça ya, pazarın yüzde 85’ini de sigortacılar finanse ediyor ya; işte, sigortacılar da diyor ki, ithal etmeyelim, eşdeğer parça Türkiye’de üretilsin, biz de yerli ve milli üretilen parçaları kullanalım. Haksızlar mı? Birincisi, kimse aracın motor ya da emniyetle ilgili kısımlarında eşdeğer parça kullanılsın istemiyor; zaten de kullanılmıyor da. Ama karoser grubu denilen tampon, çamurluk, aydınlatma gibi parçalarda –ki, bunlar sigorta sektörünün en çok kullandığı ve en fazla para ödenen parçalar- neden eşdeğer parça kullanılmasın? Zaten bu parçalar eşdeğer olarak yurtdışından ithal ediliyor.
EMRE ÖZPEYNİRCİ NE DİYECEK?
İkincisi, en basit hesapla yedek parça için 600 milyon dolara yakın para ödeyip, ithalat yapıyoruz. Hal böyle olunca da geçen senenin sonlarında yaşanan döviz kurundaki yükselişlerin maliyeti de yüksek oluyor. Bu da tüketiciye fiyat artışı olarak yansıyor. İşin ilginç tarafı daha var. Biz bu parçaları Türkiye’de üretebiliriz, üretiyoruz da. İthal ettiğimiz parçaların bazıları Türkiye’de üretiliyor, ihraç ediliyor, sonra yurtdışından bize geliyor. Böyle de bir durum var.
Diyeceğim o ki; yedek parçada dışa bağımlılığı azaltıp, cari açığı düşürme imkanı varken, yerli üretim yapabiliyorken, 100 liralık bir parçaya 50 lira ödemek varken, ürettiğimiz parçayı test edip, onaylayacak sistemimiz ve kurumlarımız da varken, neden bu konuyu tartışmayalım. Neden el birliği ile yerli ve milli eşdeğer parça üretimini teşvik edip, desteklemeyelim. Sonuçta ülke meselesi. Şunu da belirteyim; otomotiv konusu Hürriyet yazarı Emre Özpeynirci’nin
AİLE, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) ortaklaşa düzenlediği “İstihdam Seferberliği 2019” programı kapsamında yeni istihdam paketi açıklandı. Hedef, 2019’da, 2.5 milyon yeni istihdam yaratmak. Peki, yeni istihdam teşvikinden kim, nasıl yararlanacak?
Yeni teşvik kapsamında, işverenlerin, nisan ayı sonuna kadar sağlayacağı her ilave istihdam için 3 ay boyunca, hem çalışanın asgari ücrete kadar ücretini hem de tüm prim ve vergileri devlet karşılayacak. Üç aydan sonra izleyen 9 ay boyunca da çalışanın prim ve vergilerini devlet ödemeye devam edecek. Örneğin, işveren, mart ayında işe yeni birisini aldı; mart-nisan-mayıs aylarında çalışanın asgari ücret kadar maaşını, tüm vergi ve primlerini devlet karşılayacak, geri kalan 9 ay boyunca işveren çalışanın ücretini cepten ödeyecek ama vergi ve primleri yine devlet karşılayacak. Nisan ayında işe yeni bir çalışan alınırsa, nisan-mayıs-haziran aylarında ücret, prim ve vergiler devletten olacak, temmuz ayından itibaren 9 ay boyunca da işçinin prim ve vergilerini devlet ödemeye devam edecek.
9 AY İSTİHDAM ZORUNLU
Tabii, bu teşvikten yararlanmanın bazı şartları var. Çalışan açısından bakarsak; birincisi İŞKUR’a kayıtlı işsiz olması ve işe alındığı aydan önceki 3 ayda 10 günden fazla sigortalılığının bulunmaması gerekiyor. İşveren açısından ise birincisi, yeni istihdam yaratması yani, işe yeni
birini alması gerekiyor. İkincisi, 2018 yılında, istihdam açısından en düşük ayda çalıştırdığı eleman sayının üzerine çıkması, ayrıca yine 2018 yılında toplam istihdam ortalamasının da üzerinde işçe alması gerekiyor. Şöyle anlatayım: Diyelim ki, 2018 yılında toplam 50 kişi çalıştırdınız, yeni teşvikten yararlanmak için 51’inci kişiyi işe almanız gerekiyor. İşin özü, Nisan sonuna kadar ilave istihdam yaratmanız gerekiyor ki, aldığınız işçinin maaşını devlet karşılasın. Bir şart daha var, teşvikten yararlanıp da aldığınız her yeni işçiyi, 9 ay boyunca işten çıkartamayacaksınız. Bir anlamda 9 aylık istihdam taahhüdü vereceksiniz.
NİSAN SONRASI NE OLACAK?
45 yaş altı tüm çalışanların, işverenleri tarafından Bireysel Emeklilik Sistemine (BES) girişini sağlayan otomatik katılım uygulaması 2017’nin Ocak ayında başladı. Otomatik BES, işverenler açısında zorunlu; yani, kanun gereği tüm işverenler, 45 yaş altı çalışanlarını zorunlu olarak sisteme dahil etmek ve çalışanların maaşından bireysel emeklilik katkı payını kesip, anlaştığı emeklilik şirketine aktarmak zorunda. Bu kapsamda da 2017’nin başında, 1000 ve üzeri çalışanı olan şirketlerin sisteme girişi ile uygulama başladı ve 2018’in Temmuz ayına kadar sırasıyla 100 ila 1000 çalışanı olan işletmelerdeki 11 milyona yakın çalışan, işverenleri tarafından sisteme dahil edildi. Bu tarihe kadar işverenlerden sisteme girişlerle ilgili pek sorun yaşanmadı.
45 BİN İŞLETME, 2 MİLYON ÇALIŞAN
Geçen yılın temmuzunda ise 10-49 arası çalışanı olan 130 bin işyerindeki, 4 milyon kişinin girmesi gerekiyordu. Sadece 85 bin şirketten, 2 milyon çalışan sisteme dahil oldu; 45 bine yakın şirkette çalışan 2 milyon kişi ise işverenleri tarafından otomatik BES’e alınmadı. Daha açık bir anlatımla 45 bin işveren zorunlu olan uygulamayı yerine getirmedi.
Hazır yeri gelmişken, yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverenlere uygulanacak yaptırıma da değineyim. Kanun, çalışanın BES katkı payını işçi alacağı niteliğinde imtiyazlı alacak olarak görüyor ve işverene, otomatik BES’e dahil etmediği her bir çalışan için 100 lira para cezası kesilmesini öngörüyor. Bu yaptırımı uygulayacak makam ise Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı. Bu kadarla da sınırlı değil; kanun, çalışanın maaşından zamanında kesinti yapılıp, emeklilik şirketine aktarılmaması veya geç aktartılması halinde çalışanın uğrayacağı tasarruf kaybını da işverenin telafi edeceğine hükmediyor.
İŞVERENE UYGULANACAK CEZA
2018’nin sonlarında, çalışanlarını sisteme dahil etmeyen 45 bin işverene, cezanın nasıl ve ne şekilde uygulanacağı tartışılırken; Hazine ve Maliye Bakanlığı, 27 Aralık 2018’de, bir yönetmelik yayımladı ve yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverenlere 2 ay süre tanıdı. Yönetmeliğe göre, bu süre içinde işverenler, çalışanların ücretlerinden BES kesintisi yaparak, emeklilik şirketine aktarmaları halinde hem çalışanlar otomatik BES’e dahil olmuş sayılacak hem de işverenlere herhangi bir cezai yaptırım uygulanmayacak. İşte bu süre 28 Şubat’ta doluyor. Bu 45 bin işveren, 28 Şubat’a kadar çalışanlarını otomatik BES’e dahil etti, etti; etmedi, yukarıda belirttiğim cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalacak. Altını çizeyim, hemen bugün olmasa bile yarın öbür gün bu ceza uygulanacaktır.
Şunu da belirteyim, 2019 Ocak ayında, 5-9 çalışanı olan 400 bin küçük işletmedeki 2 milyon çalışanın şu sıralar otomatik BES’e girişi yapılıyor. Daha doğrusu yapılması gerekiyor. Şubat sonu, en geç martın ilk haftasına kadar işverenlerin çalışanlarını sisteme sokması ve maaşlardan yapılan kesintileri emeklilik şirketlerine aktarması gerekiyor. Beklenti, Geçen temmuzda olduğu gibi burada da 150 bine yakın işverenin ve bu şirketlerde çalışan 600 bin kişinin otomatik BES’e girmeyeceği yönünde. Açıkça söyleyeyim, bu ay sonuna kadar çalışanını sisteme sokmayan işverenler için 2 aylık af süresi de yok. En geç mart başında sisteme girdiler girdiler; yoksa aynı cezai yaptırım bu işverenlere de uygulanacak.