8 Mayıs 2008
Bir kadın için en özel an, yani anne olduğu o ilk an çok önemli. Kimi o dakikaları hatırlarken yüzüne mutlu bir gülümseme yayılır, kimi korktuğunu söyler, kimi de hayatının anlam bulduğunu ifade eder. Siz anne olduğunuzda ne hissetmiştiniz? Gazeteciliğe birlikte başladığım, muhabirliğin ilk günlerinde adliye koridorlarında koşturduğum 20 yıllık dostum Ümran Avcı, annesini kaybetti. Acısı henüz o kadar taze ki... Yanaklarından süzülen her damla, benim yüreğime kızgın bir yağ damlası gibi düşüyor. Bu pazar Anneler Günü ve ben çok üzgünüm. Normalde arkadaşlarınızla Anneler Günü için annenize ne hediye alacağınızı konuşursunuz, fikrini sorarsanız. Dilimin ucuna bu konu gelecek, bir hata yapıp o günü hatırlatacak bir cümle sarf edeceğim diye ödüm kopuyor.
Bir tarafta kayıp acısı yaşanırken, diğer yanda anne-babalar doğan bebeklerinin mutluluğunu yaşıyor. Bir kadın için en özel an, yani anne olduğu o ilk an çok önemli. Kimi o dakikaları hatırlarken yüzüne mutlu bir gülümseme yayılır, kimi korktuğunu söyler, kimi de hayatının anlam bulduğunu ifade eder.
Anneler Günü için Nora Romi, Parents dergisi için annelerin kendi ağızlarından o ilk anı anlatmalarını istedi. Ben de o özel anları sizinle paylaşmak istedim.
İlk görüşte aşk
"Emre’yi ilk gördüğüm anı tam anlamıyla ’ilk görüşte aşk" olarak tanımlayabilirim. Bitmeyen ve her gün coşkusu artarak büyüyen bir aşk..." Emel Demirtaş
"Üstüne duygu tanımıyorum"
"Başladılar mı diye sordum kocama... ’Bitti bile’ demesiyle, kızım boyutundan beklenmeyen gür sesli ağlaması, siyah saçları ve kirpikleri, göbeğinden sarkan uzun kordonuyla aramıza karıştı. Bir bebekten çok o anda uzaylı bir yaratığa benziyordu. İçimden çıkan bu şey benim bir anda hıçkırıklara boğulmama neden oldu. Bir dakika sonra aynı şekilde oğlum yeşil örtünün ardından göründü. Onları bir battaniyeye sarıp kollarıma vermeleri beş dakikayı almıştı. Dünyada benden mutlusu yoktu." Ayşe Acar Aydın
"Yabancı gelmişti"
"Defne’yi ilk kucağıma aldığımda hem ona karşı çok büyük bir özlem duymuştum hem de çok yabancı gelmişti bana... Benim için gerçek tanışma o minik ağzı ile memeyi arayıp emmeye başlama anıdır. O an ona aşık olduğum andı." İrem Durukan
"Dünyam aydınlandı"
"Sezaryen uykusundan parmak sorarak ayılan annelerden olmadım ben. Kızımın gözlerini aradım, gözlerinin gözlerimle buluşup buluşmayacağını bekledim. Ne hemşire ne de doktor cevap verebilirdi bu soruma. Kızım gözlerini gözlerime dikip bana baktığında ilk yavrumda yaşadığımız otizm karanlığının yerini güneş pırıltılarına bıraktığını hissettim. Dünyam aydınlandı." Deniz Alptekin
"Benim mucizem"
"Gördüğün, bildiğin, duyduğun hiçbir şeyin daha mükemmel olmadığını bilirsin. Bu da benim mucizem olmalı dedim kucağıma aldığımda seni. Siyah kadife saçların, boncuk gözlerin ve minicik ellerinle..." Pelin Ulutaş
"Gözlerimi kaçırdım"
"Normal doğum yaparken o kadar acı çektim ki gözüm şöyle bir ilişti ona. Hatta gözlerimi kaçırdım... Ama ilk kucağıma aldığımda anladım, bir kadının yaşama sebebi olduğunu..." Dilek Özgen
Bir damla gözyaşı
"Dilhan’ı kucağıma ilk verdiklerinde, odada bir sessizlik oluştu. Kimseden hatta Dilhan’dan da en ufak bir çıt çıkmıyordu. Hemşire ’İşte senin güzel kızın’ dedi. Öyle dikkatli bakıyorduk ki birbirimize. Sonra bir damla gözyaşım onun koluna damladı. Ve o günden sonra herkesin pabucu dama atıldı." Dilara Eğeli
Peri kızına...
"Kızımı bir saat sonra kucağıma verdiklerinde ’Aman Allah’ım, ne kadar çirkin bir bebek!’ cümlesini aklımdan geçirdiğim için şimdi bin pişmanım. İki kilo ağırlığında, çirkin ördek yavrusunun bugün hayatıma mutluluk tozları serpen peri kızına dönüşeceğini nereden bilebilirdim! Seni seviyorum Nehirciğim." Nilüfer Kas
Yazının Devamını Oku 1 Mayıs 2008
Cinsel taciz ya da cinsel istismar tüm ebeveynlerin korkulu rüyası. Böyle bir riskin varlığı bile insanın huzurunu kaçırıyor. Ancak korkmak böyle bir tehlikeyi ortadan kaldırmaya maalesef yetmiyor. Onları bu konuda bilgilendirmemiz gerekiyor.
Akşam haberlerini ailece izliyoruz. Ekranda son birkaç günü meşgul eden konu var. Nehir bana dönüp "Anne cinsel taciz ne demek?" diye sordu. Yutkundum. 9 yaşındaki bir çocuğa 78 yaşındaki birinin 14 yaşındaki küçük bir kız çocuğuna yaptıklarını öfkeme engel olarak anlatmam gerekiyordu. "Türkiye’nin başkenti neresi?" sorusuna "Ankara" yanıtını vereceğim ses tonuyla "Tanıdığın ya da tanımadığın birilerinin senin vücudunda özel yerlere dokunması" dedim. Kızım "Çok kötü bir şey" diye tepki gösterdi. Neyse ki kızım daha fazla uzatmadı.
Cinsel taciz ya da cinsel istismar tüm ebeveynlerin korkulu rüyası. Böyle bir riskin varlığı bile insanın huzurunu kaçırıyor. Ancak korkmak böyle bir tehlikeyi ortadan kaldırmaya maalesef yetmiyor. Çocuklarımızı cinsel istismardan korumak için biz ne kadar tetikte olsak da asıl tetikte olması gereken onlar. Bu nedenle onları bu konuda bilgilendirmemiz gerekiyor.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hamit Hancı ile Dr. Çağlar Özdemir, çocuk istismarı yani çocuğa kötü muamele konusunda ailelerin nelere dikkat etmeleri gerektiğine açıklık getiriyorlar.
10 yaşın altı riskli
Cinsel çocuk istismarı, çocuğun kendisinden en az 6 yaş büyük bir kişi tarafından cinsel haz amacıyla zorla ya da ikna edilerek cinsel etkileşime maruz bırakılması olarak tanımlanıyor.
Cinsel istismara maruz kalan çocukların yaşa göre dağılımları incelendiğinde; yüzde 30’unun 2-5 yaş (henüz 17 aylık bebeğe tecavüz olayını hatırlayın), yüzde 40’ının 6-10 yaş, yüzde 30’unun ise 11 17 yaş grubunda olduğu görülüyor. Yani yüzde 70’i 10 yaşın altında. İstismarcıların yüzde 96’sı erkek, yüzde 80’i de çocuğun tanıdığı birisi.
Bu rakamlara bakıldığında insanın paranoyak olması bana göre çok normal.
Cinsel istismara uğrayan çocuklar kimi zaman yaşadıklarını aileleriyle paylaşırken kimi zaman da paylaşmıyor. Çünkü birçoğu ailesinin anlattıklarına inanmayacağından korkuyor. Kimi çocuk cinsel istismarcının tehditleri karşısında susmayı tercih ediyor. Kimi çocuk kendisine istismar yapan kişi tanıdık olduğu için koruma içgüdüsüyle susuyor ama yaptıklarını sevmiyor. Bazı çocuklar ailesine durumu nasıl anlatacağını bilemiyor. Ya da yapılan cinsel davranışların yanlış olduğunu bilmeyebiliyor. Ailesiyle cinsel konuları konuşmaktan utanıyor.
Belirtilere dikkat
Cinsel istismarın ne olduğunu, nasıl korunması gerektiğiyle ilgili bilgi vermemiz, çocuğun kendisine yapılanın doğru olmadığını fark etmesine yardımcı olabilir. Çocuğumuz böyle bir durumla (Allah korusun) karşı karşıya kaldığında söylenmesi gerektiğini öğrenirse kendisine en yakın kişiyle paylaşabilir.
Çoğunuz "Çocuğum cinsel istismara maruz kaldıysa ama söylemiyorsa nasıl anlarım?" diye merak ediyorsunuz. Cinsel istismara uğrayan çocuklarda tekrarlayıcı, rahatsız edici düşünceler, olayla ilgili kábuslar görülüyor. Uykuya dalma güçlüğü, öfke patlamaları, konsantrasyon güçlüğü, olayı anımsatan nesnelere karşı yoğun psikolojik sıkıntı, korku, olayı anımsatan yerler, kişiler, görüntüler ve konuşmalardan kaçınma, yaşına uygun olmayan cinsel davranışlar, cinsel davranışlarda artma, yaşadığı cinsel travmayı yeniden yaşama ve tekrarlama eğilimi: cinsel oyunlar oynama, erişkinleri ayartıcı davranışlarda bulunma şeklinde bir tablo ortaya çıkıyor.
Çocuk büyütmek zor iş. Cinsel istismarın bu kadar yoğun olduğu bir ortamda işimiz daha da zor. Gözümüzü açık tutacağız.
Akşam haberlerini ailece izliyoruz. Ekranda son birkaç günü meşgul eden konu var. Nehir bana dönüp "Anne cinsel taciz ne demek?" diye sordu. Yutkundum. 9 yaşındaki bir çocuğa 78 yaşındaki birinin 14 yaşındaki küçük bir kız çocuğuna yaptıklarını öfkeme engel olarak anlatmam gerekiyordu. "Türkiye’nin başkenti neresi?" sorusuna "Ankara" yanıtını vereceğim ses tonuyla "Tanıdığın ya da tanımadığın birilerinin senin vücudunda özel yerlere dokunması" dedim. Kızım "Çok kötü bir şey" diye tepki gösterdi. Neyse ki kızım daha fazla uzatmadı.
Cinsel taciz ya da cinsel istismar tüm ebeveynlerin korkulu rüyası. Böyle bir riskin varlığı bile insanın huzurunu kaçırıyor. Ancak korkmak böyle bir tehlikeyi ortadan kaldırmaya maalesef yetmiyor. Çocuklarımızı cinsel istismardan korumak için biz ne kadar tetikte olsak da asıl tetikte olması gereken onlar. Bu nedenle onları bu konuda bilgilendirmemiz gerekiyor.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hamit Hancı ile Dr. Çağlar Özdemir, çocuk istismarı yani çocuğa kötü muamele konusunda ailelerin nelere dikkat etmeleri gerektiğine açıklık getiriyorlar.
10 yaşın altı riskli
Cinsel çocuk istismarı, çocuğun kendisinden en az 6 yaş büyük bir kişi tarafından cinsel haz amacıyla zorla ya da ikna edilerek cinsel etkileşime maruz bırakılması olarak tanımlanıyor.
Cinsel istismara maruz kalan çocukların yaşa göre dağılımları incelendiğinde; yüzde 30’unun 2-5 yaş (henüz 17 aylık bebeğe tecavüz olayını hatırlayın), yüzde 40’ının 6-10 yaş, yüzde 30’unun ise 11 17 yaş grubunda olduğu görülüyor. Yani yüzde 70’i 10 yaşın altında. İstismarcıların yüzde 96’sı erkek, yüzde 80’i de çocuğun tanıdığı birisi.
Bu rakamlara bakıldığında insanın paranoyak olması bana göre çok normal.
Cinsel istismara uğrayan çocuklar kimi zaman yaşadıklarını aileleriyle paylaşırken kimi zaman da paylaşmıyor. Çünkü birçoğu ailesinin anlattıklarına inanmayacağından korkuyor. Kimi çocuk cinsel istismarcının tehditleri karşısında susmayı tercih ediyor. Kimi çocuk kendisine istismar yapan kişi tanıdık olduğu için koruma içgüdüsüyle susuyor ama yaptıklarını sevmiyor. Bazı çocuklar ailesine durumu nasıl anlatacağını bilemiyor. Ya da yapılan cinsel davranışların yanlış olduğunu bilmeyebiliyor. Ailesiyle cinsel konuları konuşmaktan utanıyor.
Belirtilere dikkat
Cinsel istismarın ne olduğunu, nasıl korunması gerektiğiyle ilgili bilgi vermemiz, çocuğun kendisine yapılanın doğru olmadığını fark etmesine yardımcı olabilir. Çocuğumuz böyle bir durumla (Allah korusun) karşı karşıya kaldığında söylenmesi gerektiğini öğrenirse kendisine en yakın kişiyle paylaşabilir.
Çoğunuz "Çocuğum cinsel istismara maruz kaldıysa ama söylemiyorsa nasıl anlarım?" diye merak ediyorsunuz. Cinsel istismara uğrayan çocuklarda tekrarlayıcı, rahatsız edici düşünceler, olayla ilgili kábuslar görülüyor. Uykuya dalma güçlüğü, öfke patlamaları, konsantrasyon güçlüğü, olayı anımsatan nesnelere karşı yoğun psikolojik sıkıntı, korku, olayı anımsatan yerler, kişiler, görüntüler ve konuşmalardan kaçınma, yaşına uygun olmayan cinsel davranışlar, cinsel davranışlarda artma, yaşadığı cinsel travmayı yeniden yaşama ve tekrarlama eğilimi: cinsel oyunlar oynama, erişkinleri ayartıcı davranışlarda bulunma şeklinde bir tablo ortaya çıkıyor.
Çocuk büyütmek zor iş. Cinsel istismarın bu kadar yoğun olduğu bir ortamda işimiz daha da zor. Gözümüzü açık tutacağız.
Yazının Devamını Oku 24 Nisan 2008
Ergenlikte boy artımı ile psikolojik durum arasında açık bir ilişki var. Yetiştirme yurtlarında yetişen çocuklar, yaşıtları gibi sağlıklı bir büyüme sürecine girmeyi başaramıyor. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, çocuk annesinin yanında büyümeli, anne yoksunluğu çekmemeli...
rken ergenlik konusunda bir kitap için Acıbadem Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Çocuk Endokrinoloji, Büyüme ve Ergenlik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz’le birlikte çalışıyoruz. Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, aynı zamanda Avrupa Çocuk Endokrin Derneği’nin de ilk Türk başkanı olma sıfatını taşıyor.
Konu ergenlik ve büyüme olunca, boy uzaması, hormonların çalışması etrafında daha çok konuşuyoruz. Atilla Hoca’ya "Ailelerin kafasına takılan bir konu da psikolojik durum ile boy uzaması arasında bir ilişkinin var olup olmadığı... Böyle bir ilişkiden söz edilebilir mi?" diye sordum.
Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz "Ergenlikte boy artımı ile psikolojik durum arasında çok açık bir ilişki vardır. Ağır psikolojik sorunlar hormonların salınımını olumsuz etkiler. Anne veya babadan herhangi birinin kaybı, evden ayrılma, ağır sınav stresi gibi durumlarda, özellikle ergenliği başlatıcı hormonlar ve büyüme hormonunda salınım yetersizliği ortaya çıkar. Bu durum boy kısalığına ve ergenliğe geç girmeye neden olur" dedi.
"Bu durumda sevgisiz ve ilgisiz çocuklar daha kısa mı kalıyor?"şeklindeki soruma verdiği yanıt canımı acıttı.
Evlat edinilen akranlarına yetişiyor
Atilla Hoca "Yuvalarda yetişen çocuklar ile ilgili bir araştırma sonucundan bahsetmek isterim. Yuva çocuklarında boy uzunluğunun akranlarından kısa olması bilinen bir durumdur. Bu çocuklarda büyüme hormonu salınımı bozuk olduğundan yeterli büyüme sağlanamaz. Yuva çocukları evlat olarak verildiklerinde boylarında artış gözlenmiş ve akranlarını yakalamışlardır. Oluşan sevgi ortamı ve stresin ortadan kalkması, hormon salgılanmasını olumlu etkileyerek boy artışının normalleşmesine neden olmuştur" örneğini verdi.
Pazar günü TRT çekiminden çıkınca Prof. Dr. Bengi Semerci’ye bu konuyu açtım. Bana Bowlby’nin araştırmasından söz etti. Bağlanma kuramının babası sayılan Bowlby, anneleri cezaevinde olan çocukların suçlu olmadığını, daha iyi şartlarda yetişmesi gerektiğini belirterek, şartları iyi olan bir merkez kuruyor. Çocuklar, annelerinden alınıp bu merkezde bakılıyor. Ancak bir süre sonra çocuklarda tuhaflıklar görülüyor. Fiziksel, zihinsel gelişmelerinde bir gerileme saptanıyor. Bu kez bir grup çocuk cezaevine annelerinin yanına gönderiliyor, bir grup merkezde tutuluyor.
Cezaevine gönderilen çocuklar kısa zamanda normale dönüyor, ancak iyi şartlarda bakılan çocuklar daha kötüye gidiyor. Buna "Anne yoksunluğu" deniyor. Araştırma, şartlar ne kadar kötü olursa olsun çocukların annelerinin yanında daha mutlu olduğunu gösteriyor.
Sevginin her derde deva olduğunu biliyordum ama bir çocuğun bedensel gelişimini bu kadar açıkça etkilediğini bilmiyordum. Gördüğünüz gibi yetiştirme yurtlarında yetişen çocuklar yaşıtları gibi sağlıklı bir büyüme sürecine girmeyi başaramıyor.
Rızkı var da sevgisi yok
Ancak, terk edilmiş çocuklar bir aile tarafından evlat edinildiklerinde, boylarında ciddi bir artış gözleniyor. Fiziksel gelişimleri kısa zamanda akranlarıyla eşit hale gelebiliyor. Bir insanın hele hele bir çocuğun başını sokacak bir yuvaya sahip olması, karnını doyurması, giyinmesi çok önemli. Bu konuda hemfikiriz. Ama ya yüreklerindeki anne yoksulluğunu ne doyurur?
Çocukları yuvaya terk etme nedeni olarak ölüm dışında hiçbir mazereti kabul edemiyorum. Sevgiyle büyütemeyeceğiniz çocukları doğurmayın. Yokluk, yoksulluk içinde de olsanız çocuklarınızı yanınızdan ayırmayın.
Bütün çocukların çocuk bayramı kutlu olsun. Ama özellikle anne yoksunluğu nedeniyle yaşıtlarıyla aynı bedensel ve zihinsel özelliklere sahip olamayan çocukların mutlu olacakları, çocuk olacakları bayramlar yaşamasını diliyor, hepsini teker teker gözlerinden öpüyorum.
Yazının Devamını Oku 17 Nisan 2008
Çocuğunu dizinin dibinden ayırmak istemeyenler, "uzakta büyük adam olacağına, yanımda küçük adam olsun" diyenler için Mümin Sekman’ın "Limitsizsiniz" kitabında yer verdiği Hint Kadim hikáyelerden birini, bir şahinin kendi kanatlarıyla uçma serüvenini anlatacağım. Her insan kendi kanatlarıyla uçma isteğiyle doğar ancak zamanla kafası "kafeslenerek" bu isteği unutturulur. Her çocuk, dozu farklı ölçeklerde de olsa kendi kanatlarıyla uçmak, kendi yapabildiğinin en iyisini göstermek için çabalar ama zamanla anne-babalar onları "eğiterek" çocuklarının bu tutkularını köreltirler. Kalile ve Dimne’ye ait bu hikáye yaptığımız yanlışları göstermesi açısından önemli.
İki şahin severek evlenmişti. Arazinin en yüksek tepesine kurdular yuvalarını. Sonra bir yavruları oldu. Sürekli onu seyrediyorlardı. Yavru şahin çok hareketliydi. Kendine çok güveniyordu. Sınırları zorlamaktan çekinmiyordu. Yavru şahin bir an önce "büyük" bir şahin olmak istiyordu. O, yükseklerde uçmak için doğmuştu. Olduğu yerde duramayanlardandı.
Tüyleri çıktıkça, "Benim de anne-babamdan eksiğim yok" diye düşünüyordu: "Onların yaptığı her şeyi ben de yapabilirim!" Sık sık soruyordu: "Baba ben ne zaman uçacağım?"
"Boşlukta kanat açmadan uçup uçamayacağını bilemezsin" demişti bir kere babası dalgınlıkla. Bu söz aklına takıldı yavru şahinin.
O da boşlukta kanat açarsa, kanatlarının anne-babasınınki kadar büyük olduğu ortaya çıkacaktı. Buna inanmıştı. Güveniyordu kendine.
Çaylaklar arasında bir şahin
O gün, her zamanki gibi anne-babası onu yuvada gizlemiş, karınlarını doyurmak ve ona yiyecek bulmak için yuvadan uzaklaşmışlardı. Onu sıkı sıkı tembihlemişlerdi: "Yuvada saklandığın yerden asla çıkma. Sakın ses çıkarma. Kanatlarını açıp kendini gösterme. Sakın uçmaya kalma, düşer ölürsün."
Oysa yapıl(a)mayacaklar listesi hiç de ona göre değildi! Sınırların ötesine uçmak, olamaz denileni denemek, kendi kanatlarına güvenmek onun "fabrika ayarlarında" vardı.
Anne-babası onu gizlemek istiyordu ama o kendini göstermek istiyordu! O an içinden kabarıp gelen bir gücün verdiği cesaretle, gizlendiği yerden çıktı. Şöyle sıkı bir gerindi, kanatlarını esnetti. Korkmuyordu, artık gizlenmeyecekti. Yuvanın kenarına gelip aşağı baktı. Dev bir uçurum görünüyordu. Gözünü kapattı, kanatlarını açtı...
Küçük şahin özgürlüğe uçtu ama maalesef kanatları hayalleri kadar güçlü değildi. Hava boşluğunda çırpınmaya başladı. Düşmeye başlayınca daha hızlı çırptı. Hayal gücü ayaklarını yerden kesmeye yetmişti ama kanat gücü onu hayallerine taşımaya yetmemişti. Anne-babasını çağırıyordu. Ama yoktular. Şu hayat ne ilginçtir. Hiç kimse kendi çabasıyla çıkmadığı yükseklikte, kendi çabasıyla kalamıyor. Bu, uçmak için doğan bir kuş olsa bile.
Yavru şahin yere düşerken, ağaç yapraklarının arasına denk gelmişti. Yapraklar onu ellerinde dolaştırırken, hem düşmenin şiddeti hafiflemiş, hem de tam o sırada yavrularına yiyecek aramak için dolaşan bir anne çaylak kuşu düşmekte olan yavrunun çıkardığı gürültüyü duymuştu.
Anne çaylak gidip, yavru şahinin düşeceği yerde durdu, bekledi, tam düşeceği sırada düşenin bir yavru olduğunu anlayıp, kanatlarını açarak onu kanatlarının üzerine aldı. Bir yırtıcı kuşun yavrusu kollarına düşmüştü. Onu öldürüp çocuklarıyla yiyebilirdi ama o farklı bir şey yaptı. Onu da diğer çocuklarıyla beraber, onlardan ayırmadan büyütmeye karar verdi. O artık çaylaklar arasında yaşayan bir şahindi! Cesur şahin, artık "çaylak" şahindi. Yavru şahin büyüdükçe, kendisinin kardeşlerinden farklı olduğunu düşünmeye başladı. Anne çaylak, ona gerçeği söylememişti, çünkü onu kaybetmekten korkuyordu.
Sınırları zorlamak
Bir insanı sevdiği için onu sınırlamak, onu kaybetmemek için onun kendisini bulmasına engel olmak... Kaç anne, baba, sevgili, karı, koca yapıyor bunu?
İçinde bir huzursuzluk ve "ait olduğum yerde değilim!" diyen bir ses vardı. Bizim özgür ve özgün ruhlu şahin kararından dönmedi ve yuvasından ayrıldı.
Kalile ve Dimne’ye göre hikáyenin sonunda, bir gün bizim şahin bir kral görür. Kral doğanıyla ava çıkmıştır. Bir kuşu yakalaması için doğanını serbest bırakır. Bizim şahin doğandan atik davranıp, ondan önce kuşu yakalar. Bunun üzerine kral himayesindeki şahinlerden birini ona gönderir, yeteneğini takdir ettiğini, gelip sarayında yaşaması için davet ettiğini söyler. Şahin daveti kabul eder ve saraylı şahin olur. Kral onu çok sever. Sarayın en gözde şahini olur.
Her şey sınırlarını zorlamakla başlamıştır. Hayal ettiğinden fazlasını hayatında görmekle devam etmiştir. Kadim Hint öyküsü böyle biter. Çocuğunuzun limitleriyle ilgili daha fazla bilgi için kişisel gelişim uzmanı Mümin Sekman’ın "Limitsizsiniz" kitabını birlikte okumanızı öneririm. Biz Nehir’le birlikte okuduk bile...
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2008
Çocukları yetiştirirken sayısız hata yapıyoruz. Çocukluk döneminde çocuğun yapması gerekenleri üstlenen ebeveyn yüzünden çocuk yetişkin olduğunda sorumluluklarını yerine getirmiyor. Çocuklara yaşam disiplini kazandırmak için bazen kötü karakter rolü oynamak gerekiyor. Geçtiğimiz hafta veli toplantımız vardı. Toplantının bitiminde İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Tamer Ergin, velilere "Eğitim ve Yaşam deneyimleri" konulu bir seminer verdi.
İnsan en çok kendi yaptığı hatalara gülüyor galiba. Tamer hoca anlattı, bizler 1,5 saat boyunca güldük. Hiç şahit oldunuz mu bilmiyorum ama bazı aileler çocukları bir hata yaptığında "Ne biçim çocuk yetiştiriyorsunuz?" diye okula çıkışır. Oysa çocuğu yetiştiren, okuldan önce ailedir. Çocuk, 0-2 yaş arasında annesinden, 4-5 yaş döneminde babasından, okul döneminde de öğretmeninden etkilenir, onu örnek alır. Tamer Hoca’ya göre 5. sınıftan sonra çocukların arkadaş sayısı azalır ama o arkadaşlar ailenin önüne geçiyor.
Çocukları yetiştirirken sayısız hata yapıyoruz. Çocukluk döneminde çocuğun yapması gerekenleri üstlenen ebeveyn yüzünden çocuk yetişkin olduğunda sorumluluklarını yerine getirmiyor. Yrd. Doç. Dr. Tamer Ergin "Ailelerle konuşurken çocuklarıyla birlikte ne yaptıklarını soruyorum. Baba ’Ben her hafta baskete götürüyorum’ diyor. Babanın bir şeyler yapmaktan algıladığı şey getirip götürmek. Çocuğa ’Babanla ne yapıyorsun?’ diyorum, ’Her akşam güreşiriz’ yanıtını alıyorum. Çocuklarda duygu deyince anneler devreye giriyor" diyor.
Çocuk ilgi ister
Çocuklara uyguladıkları test sırasında ilginç olaylarla da karşılaştıklarını anlatan Ergin, aileleri hem güldüren hem de düşündüren şu anekdotu paylaşıyor:
"Bir çocukla 1,5 saatlik dikkat testi yapıyordum. Test bitti ama çocuğun enerjisi bitmedi. Çocuğa testin bittiğini, gidebileceğini söyledim ama devam etmek istediğini belirtti. Biraz daha devam ettim. Sonra bana sarılarak ’Babama da bunları öğretir misin? Benimle hiç böyle oynamıyor’ dedi. Lütfen sponsor baba olmayalım. Sponsor babaları daha çok anneler kabulleniyor. Çocuğa ’Babanız ne yapıyor?’ diye sorduğumda anneler atılıp ’Babamız çalışıyor’ diyor. Bu noktada anneye ’Ben sizin babanızı değil eşinizi soruyorum’ diyorum. Adam herkesin babası oluyor. Ortada yok ama gölgesi yetiyor."
Çocuklar büyürken ilgi istiyor ve hak ettiklerine inandıkları ilgiyi söke söke alıyor. Tamer Hoca gibi ben de ebeveyn ile çocuk arasında yaşanması muhtemel irade savaşını kazanan yetişkin görmedim. Çocuklar her seferinde anne-babasının yumuşak karnını buluyor. Ergin, iyi bir örnek de veriyor:
"Doçent anne-baba yoğun çalışma ortamı nedeniyle çocuklarıyla çok ilgilenemiyor. Doktor oldukları için çocuk kabız olunca endişelenip, gelecekte sorun olmasın diye çocuğa yakın ilgi gösteriyorlar. 4 yaşındaki çocuk anne-babasının ilgisini fark edince gün içinde tuvaletini yapmıyor. Anne-baba ile tuvalette yarım saat sohbet edip sonra yapıyor. Çocuğu ve olayları o noktaya getirmemek lazım."
Yazmak daha önemli
Tamer Ergin, ailelerin en çok "hadi hadi" ile çocuk büyüttüklerini, dış disiplinle yetişen çocukların edilgen birer yetişkin olduklarını söylüyor. Ergin "El arabası iter gibi çocuk büyütüyorlar. Her şeyi ’mış’ gibi yapan ailelerin çocuklarının yaşamsal deneyimi de az oluyor. Anne-babasıyla birlikte kitap okuyanların kelime kapasitesi artıyor. Çocuklarınızı yazmaya teşvik edin. Yazma, okuma becerisinden daha önemlidir. Çocuk kendi deneyimlediğini yazar. Ortak yaşam alanınızı neyle doldurduğunuz çok önemli. Ailenin çocukla birlikte paylaştıkları azalınca kelime sayısı da azalıyor" yorumunu yapıyor.
Dış disiplinle büyüyen çocuklar acil durumda önemsiz ayrıntılara takılıyor. Mesela çok önemli sınavı olan bir çocuk oturup defter ve kitaplarını kaplayabiliyor. İşini son dakikaya bırakan bir öğrencinin babasına bakıyorsunuz mimar... Üç ayda bitireceği projeyi son bir haftada tamamlıyor. Çocuk babasını örnek alıyor.
Tamer Ergin, salonu dolduran velilere "Ne kadar şeyi çocuğunuzla birlikte yapıyorsunuz, ondan ne kadar kopuksunuz?" sorusunu sorup "Bugün çoraplarının yerini soran bir çocuk ileride çoraplarının yerini söyleyecek bir eş bulacaktır" uyarısını yapıyor.
Çocuğun yaşamsal deneyimi olması önemli... "Hadi"lerle yaşamını sürdüren bir çocuk ise neden hep yanlış yaptığını düşünür. Tamer Ergin, benim de çok inandığım şu cümleyle semineri bitiriyor: "Çocuklara yaşam disiplini kazandırmak için bazen kötü karakter rolü oynamak gerekiyor."
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2008
Özellikle kadınları vuran, hastaların yüzde 90’a yakınını kadınların oluşturduğu, 30-60 yaş arasında yaygın olan kronik ağrılar, yaşam enerjisini de alıp götürüyor. Kronik ağrı ve yorgunluktan şikayetçiyseniz, çözüm için Nöral Terapi ile tanışmanın tam zamanı... Çevremdeki kadınların hepsi dökülüyor. Ne uykumuzu tam alıyoruz, ne yüzde 100 performansla iş yapıyoruz, ne de günlük yaşantımızda kendimizden memnunuz. Nöroloji uzmanı Dr. Emel Gökmen’e ağrılarımdan bahsettim. İçimi rahatlatan şu cümleyi sarf etti: "Merak etme, toplumun neredeyse yüzde 80’i ağrılarından şikayetçi. Yaygın vücut ağrılarının yanı sıra baş ağrıları, sürekli yorgunluk hali, stres ve kaygı hali, uyku bozuklukları, kabızlık ve ishal, gaz şikayetleri, adet düzensizlikleri ve sancıları, mutsuzluk ve depresyon yakınmalarının neredeyse hepsine sahip yakınlarımız ve arkadaşlarımız mevcut."
Dr. Emel Gökmen, tablonun fibromyaljiyi düşündürdüğünü söyledi. Fibromyalji, her yüz kişiden ikisinde görülen, Türkiye’de 1,3 milyon kişinin muzdarip olduğu bir hastalık. Fibromyalji nedir derseniz, hepimizin ortak şikayetlerinin toplamı diye açıklayabilirim. Nedeni bir türlü belirlenemeyen yaygın ağrılar, sürekli yorgunluk, mutsuzluk, uyku bozuklukları, vücutta ağrılı hassas noktalar, eklemlerde sabah sertliği, uyuşma ve şişlik hissi, bağırsak çalışmasında bozukluk, hormonal bozuklukların eşlik edebildiği yaygın yumuşak doku romatizması.
Fibromyalji en çok kadınları vuruyor. Düşünsenize hastaların yüzde 90’yakını kadın ve özelikle 30-60 yaş arası kadınlarda yaygın. Bu grup kadınların çoğunluğu anne. Fibromyalji şikayetlerinin tümünü taşıyan bir kadının bitmeyen bir enerji isteyen annelikle baş etmede ne kadar zorlanacağını söylemeye gerek yok.
Nedeni tam bilinmiyor
Gökmen, fibromyalji nedenlerinde tam bilinmemekle birlikte stres, kaygı ve üzüntülerin öne çıktığını belirterek "Bu nedenler hastalığın doğrudan nedeni değildir. Altta otonom sinir sisteminin çalışmasında bozukluk ve buna bağlı vücutta toksin birikiminin var olduğunu da söyleyebiliriz" diyor.
Bu sıkıntılı süreçten kurtulmanın yolu var mı? Sağlıklı beslenme, egzersiz, istirahat, gevşeme teknikleri etkili olsa da en etkili yaklaşımın otonom sinir sisteminin düzenlenmesi ile sağlanabildiğini öğrendim.
Mucize yöntem Nöral Terapi sinir sistemindeki bozulmaya kaynaklık edebilecek alanları düzeltiyor. Nöral Terapi ile migren tedavimde tanışmıştım. Özellikle yoğun stres altında bulunan kadınlar gerilim tipi baş ağrısını yoğun yaşıyor. Sırt ve omuz kasları kaskatı kesiliyor. Sırtta deri altına yapılan minik iğnelerle o bölgedeki kasılmadan kurtulmuştum.
Bu arada, sorunun erişkin yaşta kadınlarda yaygın olmasının temelinde ise sezaryen ameliyatlarının sinir sistemine verdiği zarar yatıyormuş. Ülkemizde normal doğum yapan kadın sayısı artık parmakla sayılıyor.
Dr. Gökmen, sezaryen sonrası hayatı kararan çok sayıda kadın olduğunu, Nöral Terapi eğitimi almamış hekimin tüm vücuttaki ağrı ve yorgunluğu sezaryen ile ilişkilendirmediğini söylüyor. Gökmen "Çoğu kadın doğumdan sonra yaşadığı bu sıkıntıları anneliği kaldıramadığı şeklinde yorumluyor. Ne kadar istese de kolunu kaldıracak enerjiyi kendinde bulamıyor. Benzer durumdaki tüm hastalarda Nöral Terapi ile sinir hasarını düzeltiyoruz. Bunun için problemli yerdeki cilde küçük iğneler yapmak yeterli. Yapılan uygulama sinir sisteminde uyarı oluşturuyor ve o bölgedeki sinir hasarını düzeltiyor" diyor.
Nöral Terapi uygulanan fibromyalji hastaları, birkaç seanstan sonra ağrıları azaldığı, uykuları düzene girdiği, baş ağrıları geçtiği için kendini daha canlı hissetmeye başlıyor. Hastalar eviyle, işiyle ve özellikle çocukları ile istediği gibi ilgilenecek enerjiyi buluyor.
Nöral Terapi yöntemini kullanacağım. Bu sıkıntılı durumdan kurtulmak için bırakın küçük iğneleri, çuvaldıza razıyım.
NOT: Bu pazardan itibaren her pazar, saat 12.20’de TRT1’de Prof. Dr. Bengi Semerci "Yaşam Sohbetleri" programında ünlü konuklarıyla sohbet edecek. Danışmanlığını yaptığım programda hayata dair her şeyi bulabileceksiniz.
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2008
Beslenme uzmanlarına göre gebelikte 9-12 kilo alınması, sağlıklı bir hamilelik ve bebek için yeterli. Annenin gebelik döneminde aldığı kilo, bebeğin doğum kilosunu bir ölçüde etkiliyor. Bu dönemde yediklerinize dikkat etmezseniz, "anne karnında bebeğinizi rejime sokmak" zorunda kalırsınız!
amile arkadaşım "Bebeğimi rejime soktuk" deyince "Yok artık!" diye tepki gösterdim. Anne adaylarının rejimini duydum da anne karnındaki bebeğin rejim yapmasını ilk defa duyuyordum. Ayrıntıları merak ettiğim için hamileliğinin 23. haftasında olan gazeteci arkadaşım Şükran Pakkan’ı soru yağmuruna tuttum. Şükran, ayrıntılı ultrasona girdiğinde doktorunun bebeğin bulunduğu haftanın ilerisinde ve iri olduğunu söylediğini aktardı. Doktoru Şükran’ın kilo alım hızını ve bebeğin beslenmesini "hızlı" bulmuş. İlginç olan Şükran 8. haftadan itibaren diyetisyen kontrolünde yiyip içiyor.
Prof. Dr. Murat Yayla, Şükran’a "Artık özellikle bebek için diye yiyip içme. Senin yediklerin yeterli! Hatta yediklerine bundan sonra çok dikkat et, yoksa bebeğin irileşmeye devam edecek" uyarısını yapmış.
Hamileliğinin 4. ayına kadar sadece 4 kilo alan Şükran, 23. haftaya 7-8 kilo fazlayla girdi. Arkadaşım normal beslendiğini söylüyor. "Ama ortada henüz dünyaya gelmeden rejime sokulan 23 haftalık bir bebek var!" diyerek Beslenme ve Diyet uzmanı Dilara Koçak’ı aradım. Dilara Koçak, gazetecilik içgüdüsüyle konuya verdiğimiz başlığa önce çok güldü sonra aslında rejime sokulanın bebek değil annenin olduğunu, annenin kilo kontrolüyle bebeğin de kilosunun kontrol altına alınmış olacağını söyledi.
Beslenme uzmanlarına göre gebelikte 9-12 kg alınması sağlıklı bir hamilelik ve bebek için yeterli. Annenin gebelik döneminde aldığı kilo, bebeğin doğum kilosunu bir ölçüde etkiliyor. Hamilelik döneminde 14 kilo almıştım. Nehir ise 2 kilo doğdu. Ben, kendisi için kilo alan, bebeğini çok besleyemeyen anneler grubuna giriyorum. Eğer Nehir 8 aylık doğmasaydı, son ayda 1 kiloya yakın kilo alabilirdi. Annelik serüvenimin başında 45 kiloydum. Gerisini varın siz hesap edin.
Hamilelikte az kilo almak da çok matah bir şey değil. Zayıf anne gebelik döneminde 9 kilodan az kilo alırsa, çocuğun düşük doğum ağırlıklı olma riski yüksek. Aşırı kilo alan annenin çocuğunun çok kilolu doğması da her zaman gözlenen bir durum değil. Dilara Koçak, annenin aşırı kilo almasının mutlaka 24-28 haftalar arasında diyabet riski açısından takip edilmesi gerektiğinin özellikle altını çiziyor. Koçak "Gebelik döneminde 9-12 kilo ağırlık kazanımı normaldir, ancak gebeliğe fazla kilo ile başladıysanız 7-8 kilo ile gebeliği tamamlamak da mümkün olabilir. Eğer ikiz bebek bekliyorsanız, ortalama 17-22 kilo ağırlık kazanımı normaldir. Yeterli ve dengeli beslenen hamile kadınlar, eğer bilinen risklerden de (sigara ve alkol tüketimi, ilaç kullanımı) kendilerini koruyorlarsa, gebelik süresince ve doğum sırasında çok daha az problemle karşılaşıp sağlıklı bebekler dünyaya getirirler. Bu nedenle hamilelikte beslenme çok büyük önem taşır" yorumunu yapıyor.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Koçak’ın 9 aylık hamilelik sürecini yaşayan anne adaylarına önerileri var. Koçak hamilelik sürecini üç ayrı aya ayırarak her ayda uyulması gerekenleri özetledi.
Öncelikle hamilelik döneminde bebeğinizi daha "anne karnında iken rejime sokmak" ve doğumdan sonra kilo problemi yaşamak istemiyorsanız, bu önerilere kulak vermenizi öneririm.
Gebelik süresince bunlara dikkat
Alkol tüketmeyin.
Tatlandırıcı içeren ürünleri tüketmeyin.
Çiğ et, balık tüketmeyin.
Salata, sebze ve meyvelerin iyi yıkanmış olmasına dikkat edin.
Konserve tüketmeyin.
Taze sıkılmış meyve suları ve taze pişmiş sebze yemeye dikkat edin.
Haftada 1 kez kuru baklagiller, 2 kez balık, 3 kez kırmızı et, 1 kez de hindi ve tavuk tüketerek, beslenmenizde protein dengesi kurun.
İlk 3 ay
Gebeliğe fazla kilo ile başladıysanız, ilk 3 ay aldığınız kaloriyi çok fazla artırmaya gerek yok. İlk 3 ay kilo almamak sorun yaratmaz. Ancak ağırlık kaybına neden olabilecek davranışlarda bulunmak veya ağırlık kazanımını katı bir şekilde sınırlandırmak da gebelik dönemi için uygun bir davranış değil. Uygun ağırlık kazanımı bebeğin doğum ağırlığını etkiler. Eğer vücut ağırlığındaki artışı uygun olmayan şekilde sınırlandırırsanız, bebeğinizin düşük doğum ağırlığı ile doğmasına sebep olabilirsiniz. Bebeğin 2,8 kilodan düşük ağırlıkta doğması, daha fazla ağırlıkta doğan bebeklere göre, hastalıklar açısından zayıf olmasına yol açmaktadır.
İkinci üç ay
İkinci 3 ayda artan ihtiyacı karşılayabilmek için hamile kadınların günlük 300 kalorilik ek enerji alması gerekir. Özellikle gebeliğin 20. haftasından sonra vücudun gereksinimleri artar. Bebeğin hızlı büyümeye başladığı ve iştahın arttığı bir dönemdir. Endişe etmeyin, vücudunuz yağ depolamaya başlamıştır. Annede oluşmaya başlayan yağ birikimleri özellikle emzirme döneminde artan enerji ihtiyacını karşılamak ve anne sütü salınımı için gerekli enerjiyi depolamak açısından önemlidir ve metabolizmayı oluşan değişikliklere karşı korur.
Üçüncü üç ay
Kilonuz artmaya devam eder. Bu dönem, bebeğin en hızlı büyüdüğü dönemdir. Bu dönemde de iyi beslenmek önemlidir.
Yazının Devamını Oku 20 Mart 2008
"Gelecek İçin Beslenmek" programıyla sağlıklı nesiller için çalışan Milupa’nın Bebek Yemekleri Yarışması sonuçlandı. Anneler, bebekleri için yaptıkları en doğru, sağlıklı ve lezzetli yemeklerle yarıştı. Muhallebi yemeyeli uzun yıllar oldu. Ama verdiğim uzun ara, Milupa Bebek Yemekleri Yarışması’nda jüri üyesi olunca bir çırpıda kapandı. İki ay önce size bu köşeden duyurduğum Milupa Bebek Yemekleri Yarışması’nın finali geçen hafta İstanbul’da yapıldı. 15 çeşit bebek yiyeceğini mama kıvamında tadıp, değerlendiren jüriden biri de bendim. Finale kalan annelerin çoğunluğu Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden bebekleri ve eşleriyle birlikte gelmişlerdi.
Anneler mutfak önlüklerini giyip yemek hazırlarken, babalar çocuklara baktılar. Jürilik yaptığımda duygusallık ve objektifliliğimin zaman zaman birbirine karışmasından endişe duyuyorum. Kendime göre bir damak tadım var ama yine de "Acaba doğru mu değerlendirme yapıyorum?" diye yanımda oturan Prof. Dr. Benal Büyükgebiz’in değerlendirme kağıdına yan gözle bakmaktan kendimi alamadım. Prof. Dr. Büyükgebiz’le hemen hemen aynı puanları vermiş olduğumu görünce rahat bir nefes aldım.
Lezzet, kıvam, koku ve yaratıcılık kriterlerinin öne çıktığı yarışmada, 15 annenin kahvaltılar, meyveli karışımlar, çorbalar, muhallebiler ve gece lezzetleri kategorilerinde hazırladıkları yemekleri yarıştı. Kategorilerine göre birinci olan anneler eşleri ve çocuklarıyla birlikte Club Med Palmiye Kemer’de 1 hafta tatil kazandı, diğer annelere Milupa Bebek Yemekleri Seti hediye edildi.
Sağlık ön plandaydı
Yarışmanın hedefi anneleri "Gelecek İçin Beslenmek" sloganına uygun sağlıklı yemekler hazırlamalarına teşvik etmekti. Anneler de bu konuda hünerlerini sergilediler. Nehir’e yemek hazırladığım dönemde benim için sağlıklı yemek ne kadar önemliyse lezzet de aynı oranda önem taşıyordu. Bugün olsa lezzetli olsun diye yemeğine tuz veya şekeri asla koymazdım. "Benim yemediğimi çocuk nasıl yesin!" gibi yanlış bir anlayışla hareket edince tuzuydu, şekeriydi, ileriki yıllarda baharattı derken Nehir’i yetişkinlerin yemeklerine alıştırdım.
Şimdi çiğ yediği sebzeleri üzerine tuz atmadan ağzına koymuyor. Çay ya da sütünü en az 4 şeker olmadan içmiyor. Oysa çocuğa verilen ilk yiyeceklere tuz ya da şeker atılmazsa, çocuklar ne şekere ne de tuza ihtiyaç duyuyor. Eğer bebeğiniz yeni yeni çorba ve kahvaltıya geçtiyse aman ha! Gelecekteki sağlığı için hiçbir yararı olmayan bu iki maddeden durabildiğiniz kadar uzak durun.
Yarışmacı annelerin bazılarının hazırladığı yiyecekler o kadar lezzetliydi ki önümüze koysalar hepsini bitirebilirdik. Zaten anneler bize tattırdıkları yemekleri daha sonra kendi bebeklerine yedirdi. İlginç olansa iki saatten daha fazla süren yarışma süresince hiçbir bebeğin ağlama sesinin duyulmamasıydı. Ya bebekler çok sakindi ya da babalar bebekleri çok iyi oyaladı.
Sağlıklı birey olmak, sağlıklı beslenmek demek! Bebeğinizin sağlıklı birer yetişkin olmasını istiyorsanız bazı kurallara uyacaksanız!
Bebek beslenmesinde 0-3 yaş arası kritik bir dönem. Bu dönemde beslenme konusunda bebekleriniz için mümkün olan en iyi başlangıcı yapmak istiyorsanız her yemek hazırlayışınızda bu kuralları hatırlayın.
Bunları unutmayın
Bebek yemeklerine tuz ilave edilmemeli.
Bebek yemeklerine şeker de ilave edilmemeli. Şeker yerine pekmez gibi doğal tatlar, havuç gibi daha tatlı olan sebzeler ve meyveler kullanılabilir.
Yetişkinler için hazırlanmış, katkı maddesi içeren ürünler kullanılmamalı
Yemeklerde sadece sıvı yağ kullanılmalı.
İnek sütü kullanılmamalı (Pastörize sütler bu gruba dáhil). Süt kullanılması gereken yerlerde (Dünya Sağlık Örgütü inek sütü önermediği için) bebeklerin ayına uygun, içeriği anne sütüne yakınlaştırılmış, bebeğin bağışıklık sistemini destekleyen özel prebiyotikli devam sütleri tercih edilmeli.
Annelerin yaptığı bir hata da çok erken dönemde şeker içeren gıdalara başlıyor olmaları. Özellikle bisküvileri çok kullanıyorlar.
Bazı yiyecekleri vermek için zamanlama da çok önemli. Mesela bebeğe et ve yumurta sarısı 7. aydan sonra verilmeli.
8. aydan itibaren taze balık ve bakliyatlar kullanılabilir.
Bebek yemeklerinde patlıcan, çilek gibi alerjen gıdalar kullanılmamalı.
1 yaş öncesi tariflerde bal ve kepek ekmeği olmamalı. Kek, kurabiye gibi tarifler bebek tahılları ile yapılmalı.
Prebiyotik lif kaynağı olan enginar, Omega3 kaynağı olan ceviz, protein kaynağı olan bakliyatlar ile çoğunun antioksidan etkisi olan meyve ve sebzelere öncelik tanınmalı.
Yazının Devamını Oku