5 Eylül 2008
Yurtdışında doktorlar normal doğumda ısrar ederken, bizde aynı ısrar sezaryen üzerinde oluyor. Peki her şeyi yolunda giden bir anne adayını sezaryene zorlamak etik midir? Sağlık Bakanlığı’na bu konuda giden şikáyet var mı? Faturalarıma otomatik ödeme talimatı vermek için bankaya uğradığımda müşteri temsilcim de doğum iznine ayrılmak üzereydi. Doğum yapacak olan her kadına sorulan klasik soruyu ben de sordum: "Normal mi, sezaryen mi?" O normal istiyormuş ama doktoru normal doğum yaptırmayacağını, sezaryen olursa kabul edeceğini söylemiş.
Hastane Anadolu yakasında isim değiştirerek yoluna devam eden bir hastane, doktor da o hastanenin kadın-doğum uzmanı. Doktor, normal doğum kabul etmiyormuş. Şaka gibi değil mi?
Bu sorun yeni değil. Son yıllarda anne adaylarının kafasını meşgul eden konuların başında "doğumun nasıl gerçekleşeceği" geliyor. Artık doğum yapılacak hastaneyi ve doktoru belirlemek doğum şekline göre değişiyor.
Anne adayları kurdukları kötü senaryolar yüzünden kararsız kalıyorlar. Tam teşekküllü bir hastanede başlarına gelebilecek en kötü senaryonun kurgusunu yapıyorlar. Ve bu kötü senaryo sürekli değişiyor. Bir gün normal doğum sırasında çocuğun nefes alamadığını düşünerek evham yapıyor, başka bir gün sezaryende narkoz nedeniyle bir daha uyanamayacağına kendini inandırıyor. Bu kuruntulara bir de hamilelik depresyonunu eklediğinizde evde şenlik var demektir.
Bana da ısrar edildi
Ben de hamileliğimin ilk altı ayında normal doğumu düşünüyordum. İlk altı ayımı takip eden Prof. Dr. Mustafa Bahçeci mutlaka normal doğum yapmam gerektiğini söyledi. Anadolu yakasında bir hastanede beni izlemeye devam eden doktor ise (doktorum demiyorum) sezaryende ısrar etmişti.
Bir kış günü doğum sancım başladı. Bende bir sakinlik, sormayın gitsin! Kahvaltımı yapıp hastaneye gittim. Bir-iki saat sonra artan sancılar inanılmazdı. Normal doğum gerçekten zor bir süreç. Nehir, sancıların başlamasından üç saat sonra dünyaya geldi. Doktoruma göre "şiir gibi bir doğum" yapmıştım. Bana göre ise bir daha asla yaşamak istemediğim "bir kábustu"... Doğum anı ise inanılmazdı... Kızımın ağlama sesiyle birlikte benim için yeni bir yaşam başladı.
Doğumların kaçı sezaryen
Bebeklerini sezaryenle dünyaya getiren arkadaşlarımın da yanındaydım. Narkozdan uyanma sürecinde sadece ağrılarını düşünüyorlardı. Bebeklerini kucaklarına almaları daha uzun bir zamanda gerçekleşiyordu. İlk bir hafta yardım almaları kaçınılmazdı.
Normal doğumda ağrıyı önce, sezaryende sonra yaşıyorsunuz. Son yıllarda sezaryenler randevulu yapıldığından büyük sürprizler yaşanmıyor. Bavulunuzu alıp, tatile gider gibi bebeğinizle kucaklaşmaya gidiyorsunuz. Diğerinde gece ya da gündüz doğum kesesinin yırtılmasıyla doğumun sıcak nefesini ensenizde hissediyorsunuz.
Ne yazık ki, isteyene de artık normal doğum yaptırılmıyor. Neden yurtdışında doktorlar normal doğumda ısrar ederken bizde aynı ısrar sezaryen üzerinde oluyor? Son bir yılda kaç normal doğum, kaç sezaryen gerçekleşti? Her şey yolunda giden bir anne adayını sezaryene zorlamak etik midir? Sağlık Bakanlığı’na bu konuda şikáyet var mı? Bu sorular çoğaltılabilir. Ama lütfen anne adaylarını rahat bırakın. Eğer her şey yolunda gidiyorsa, bence bırakın normal doğum yapsınlar.
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2008
Sanıyorum çocuklarımızı küçük yaşta birey olsunlar diye bilinçli yetiştirmeye çalışırken, onlara "ben" demeyi öğretirken ölçüyü fazla kaçırıyoruz. Çocuklar artık sorumlulukta en azı, sevgide en fazlasını almaya çalışıyor. Buna benim kızım da dahil. 20 yıllık arkadaşım sohbetimizde "Tek çocukta kalmayın, tek çocuk bencil olur, paylaşmayı bilmez diyorlar diye tek çocukta kalmadım. İki çocuğum var, ikisi de bencil, paylaşmayı bilmiyor. Bunun teki, ikisi, üçü olmuyor. Bence bencillik günümüz çocuklarının sorunu" dedi.
Ben tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktığımda devam etti: "Tek çocuğu olan anne-babalar çocuklarının bencil olmasından, paylaşımı öğrenememesinden korkar. Çok çocuğu olanlarsa bu sorunları yaşamayacağını zannederler. Oysa tek ya da iki-üç çocuk arasında öyle sandığın gibi büyük uçurumlar yok. Kardeşi olan çocuklar da bencil olabiliyor, oyuncağını paylaşmamak için saatlerce kavga edebiliyor. Özel okullarda 15-20 kişilik sınıflardaki çocuklar kadar, devlet okulunda 50-60 kişilik sınıflarda okuyan, kardeş sahibi çocuklar da bencil davranışlar sergiliyor."
Arkadaşımın kızı ikinci sınıfa gidiyor. Oğlan da bu yıl okula başlayacak. Ne zaman evlerini arasam arka fonda çocukların kavga seslerini duyuyorum. Çoğunlukla sohbetimiz ağlama sesinin yükselmesi ve bir kardeşin öteki kardeşinin elindeki oyuncağı almasıyla kopan çığlıkla kesiliyor.
Sanıyorum çocuklarımızı küçük yaşta birey olsunlar diye bilinçli yetiştirmeye çalışırken, onlara "ben" demeyi öğretirken ölçüyü fazla kaçırıyoruz. "Biz ezildik, başkaları için yaşadık, onlar önce kendileri için yaşasın" diyerek bu düşünceyi hem sözlerimizle hem de davranışlarımızla onlara hissettiriyoruz. Böylece çocuklar kendilerini dünyanın merkezinde hissettikleri gibi kendilerini her şeyin üstünde görüyor.
Herkes dertli
İki çocuk meselesini kafama takıp birkaç kişinin daha görüşünü aldım. İki çocuğu olan komşuma sordum, bin ah işittim. O da hemen hemen aynı düşüncede...
"Her hareketimi dikkatle izliyor ve diğeriyle olan ilişkimi kayırma olarak algılıyorlar. Kız düşüp bir yerini incittiğinde ona müdahalede geç kaldığımı iddia ediyor, ’İlke düşseydi ona hemen sarılırdın, daha çabuk koşardın’ diyor. Sevdikleri bir yemek geldiğinde birbirlerinin tabağına bakıyorlar, ’Onun köfteleri daha büyük olmuş’ diye bana küsüyorlar. Kendilerince ’en torpilli’ tabağı kapmaya çalışıyorlar. Çöp denilebilecek bir oyuncak için bile dakikalarca kavga edip sonra bir kenara atıyorlar ve bir daha ilgilenmiyorlar. Aynı oyuncağı aldığımız zaman bile biraz daha iyi görüneni almaya çalışıyorlar. İkisi de birbirine daha eskisini yutturmaya çalışıyor. ’Yemeğin en güzelini ben yiyeyim, en iyi oyuncak bana alınsın, kavgada benim tarafım tutulsun, bana daha çok hak verilsin’ diye hem bizimle hem de kardeşiyle amansız bir mücadelenin içine giriyorlar. Damla’ya bir günde 3 oyuncak alsak bile, ertesi gün İlke’ye bir oyuncak aldığımızda ’İlke’ye aldınız ama bana hiçbir şey almadınız’ diye ağlıyor. Sevdiği oyuncağı kardeşinin bulamayacağı bir yere saklayıp eskisiyle kandırmaya çalışıyor. Oğlum da iyi bir oyuncak kaptıysa ablası ne kadar yalvarırsa yalvarsın elini sürdürmüyor. Karşısına geçip onu kızdıra kızdıra oynuyor. Sevgide en fazlasını, sorumlulukta en azını almaya çalışıyorlar" diyor.
Sorumlusu bizleriz
Bana göre bencilliğin en güzel tarifi bu cümle. Sorumlulukta en azı, sevgide en fazlasını almaya çalışmak... Aslında her iki annenin söyledikleri o kadar gerçek ve o kadar hayatın içinden şeyler ki! Bizde de aynı şeyler oluyor. Nehir televizyonda sürekli olarak kendi sevdiği programları seyretmemizi istiyor. Kumanda kazara bana veya anneannesinin eline geçince "Hep sizin istediğiniz şeyler izleniyor" diye sitem ediyor. Aslında suç biraz da bizde. Bencilliklerini körüklemek için bizler taktik vermiyor muyuz?
"Öğretmene söyle seni en önde oturtsun. Serviste yerin rahat değilse hostesle konuşayım, yerini değiştirsin, sıkışma. İstersen gösteride ön planda olman için öğretmeninden rica edeyim" demiyor muyuz? Çocuğunun özel muamele görmesi için öğretmenlerin kapısını aşındıranların sayısı sizce az mı? Beslenme çantası getirmediğini gördüğü halde yemeğini arkadaşının gözünün içine baka baka yiyen çocuklar kimin çocukları acaba?
"Tek çocuk şımarık olur, bencil olur, hatta problemli olur. O yüzden sen ona bir kardeş yap da paylaşmayı öğrensin" cümlesi bana göre tarih olmuştur. Bunun teki de bir, çifti de birdir. Sorumluluğu üzerimizden atalım, çocukların bencilliklerini içtikleri suya, soludukları havaya bağlayalım, olsun bitsin.
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2008
Tüm dünyada fonksiyonel gıda olarak adlandırılan, yaşam kalitesini artırmaya yönelik ürünlere ilgi yükseliyor. Süt içerken demir de yanında bonus olarak alınıyor. Küçük yaştan itibaren çocuklara sağlıklarını korumanın yollarını öğretmek lazım.
Çevremde kim varsa hayat kalitesini artırmanın yolunu arıyor. Özellikle belli bir yaşın üzerinde anne-baba olanlarda bu arayışın daha fazla olduğunu gözlemliyorum. Çünkü erken yaşta ölmek istemiyor, çocuklarıyla beraber daha uzun yaşamak istiyorlar. Aslında ben de o grubun içinde yer alıyorum. Kim istemez uzun yıllar sağlıklı yaşamayı ve 60 yaşındayken kalp yaşının daha küçük olmasını?
Bu nedenle tüm dünyada fonksiyonel gıda olarak adlandırılan, yaşam kalitesini artırmaya yönelik ürünlere ilgi yükseliyor. Süt içerken demir, magnezyum yanında bonus olarak alınıyor. Nehir 1 yaşında inek sütüne geçtiği dönemde büyüme sütleri de yeni yeni piyasada yer etmeye çalışıyordu. Kızıma her gün en az yarım litre büyüme sütlerinden içirdim. Sonuçtan memnunum. Çünkü Nehir 2 kilo ağırlığında, 49 santimetre boyunda ortalamanın altında doğan bir bebekti. Şimdi ortalamanın üzerinde bir boya sahip. Bu gelişmeyi sadece süte bağlamıyorum ama etkisinin de büyük olduğuna inanıyorum. Kızımın gelecekte sağlıklı bir birey olması için bugünden altyapısının sağlam olmasının önemini bilen bir anne olarak arada bir check-up yaptırmak istiyorum ama Nehir’i ikna edemiyorum.
Kalp sağlığı önemli
Belki size saçma gelecek ama mesela kızımın kolesterol düzeyini, şekerini, üresinin hangi düzeyde olduğunu bilmek istiyorum. Çocukta kolesterol olur mu demeyin, oluyormuş. Hem de sonuçları bir yetişkininkinden daha tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor. Genetik yatkınlık bu tür hastalıklarda önemli. Bu nedenle küçük yaşlardan itibaren kalbi korumanın yollarını öğrenmemiz ve öğretmemiz lazım.
İki ay önce test yaptırdım, kolesterolüm 260 çıktı. Sıkı durun, kilomu söylüyorum. 49 ya da taş çatlasın 50 kilodayım. Kime söylediysem şaşırdı. Doktor ilaç verdi. 10 gün kullandım ama sonra bıraktım. Doğal yollardan düşürmek istedim. Eve bir yürüme bandı aldım. Balkondaki koltuğu atıp, yürüme bandını balkona yerleştirdim. Şimdi günde en az 20 dakika tempolu yürüyorum. Ayrıca markete uğradım. Kolesterolü düşürmeye yarayan gıdaların olduğu bölümde bayağı oyalandım. Ben bu fonksiyonel gıdalara inanıyorum. Etrafımdaki çoğu kadın bağırsak şişkinliğini gideren prebiyotik yoğurtlardan tüketiyor ve memnunlar. Kolesterolü düşürmeye yardımcı olan tek ürün ise Ülker’in Kalbim Benecol markası altında üretiliyormuş.
Bu tip gıdalara genelde temkinli yaklaşıyoruz. İyi de yapıyoruz. Bu nedenle kullanmadan önce ürünü iyice araştırdım. Hatta Ülker’in bu ürünle ilgili olan yetkilisiyle bile konuştum. Ülker Yağ Mutfak Grubu Pazarlama Müdürü Verda Duysak, fonksiyonel gıdalar içinde en hızlı büyüyen gruplardan birinin kalp sağlığı kategorisi olduğunu söyledi. Verda Duysak’a "Gerçekten Kalbim Benecol kolesterolü düşürüyor mu?" diye sordum.
Duysak, Benecol’ün etken maddesi stanolü, bu konuda yapılan klinik çalışmaları, ürünün yüksek kolesterolü etkin şekilde düşürdüğünden bahsetti. Bu konuda iddialılar; 15 gün boyunca her gün Kalbim Benecol’ün herhangi bir ürününü tükettiğinizde kolesterolünüzde yüzde 15’lik bir düşme gerçekleşiyormuş. Bu benim için önemli bir oran. Çünkü kolesterolüm 260’tan 220 civarına düşmüş olacak. Kolesterolde yüzde 10’luk bir düşüş, 40 yaşındaki bir erkek için kalp hastalığı riskini yüzde 50 azaltıyormuş.
Üç kişiden biri hasta
Kolesterol konusunda annemin yaşam tarzına bayılıyorum. Her gün erkenden kalkıp Kızkulesi’ne yürüyor. Aldığı gıdalara dikkat ettiği için de kolesterol ilacı kullanmıyor.
Kolesterolüm yüksek çıkana kadar bu tür ürünlere yan gözle bile bakmazdım. "Türk’ün aklı sonradan gelirmiş" sözü galiba doğru. Sorun çıkınca derde düşüyoruz. Oysa sağlığımızla ilgili sorun çıkmadan önlem alsak ilaçlara olan bağımlılığımız azalacak.
Kadınların erkeklere oranla yeni gelişmelere, bu tür fonksiyonel gıdalara daha sıcak baktığını biliyorum. 15 yaş üstü yetişkinlerin yüzde 79’unun kolesterol seviyesini bilmediği, her üç kişiden birinin de yüksek kolesterol problemiyle karşı karşıya oluğu bir ülkede yaşıyoruz. Aklın yolu birdir; en iyisi sorunu sorun halini almadan çözmek...
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2008
Hayatınızdaki her şeyi çocuğunuzla dip dibe yapıyorsanız, ilişkinizde bir sorun var demektir. Yaşantınızda çocuğunuza bağlı mı, bağımlı mısınız? Sorunlu bir çocuk yetiştirmek istemiyorsanız, bağımlılığınızı bağlılığa çevirmeyi öğrenmeniz gerekiyor.
Danışmanlığını yaptığım ve her pazar TRT 1’de ekrana gelen "Yaşam Sohbetleri" programında Prof. Dr. Bengi Semerci, geçtiğimiz günlerde ünlü tiyatro oyuncusu Serap Aksoy’u konuk etti. Serap Aksoy, 2 buçuk yıl önce siyasetçi olan eşi Aydın Güven Gürkan’ı, ardından köpeği Oğul’u kaybetti. Kayıplar karşısında yaşadıklarını konuşmak için Aksoy’u çağırmıştık.
Serap Aksoy, kayıp acısını neden daha fazla yaşadığını anlatırken sarsıldım. Aksoy, bağımlı bir kişiliği olduğunu, bir türlü bağımlılığını bağlılığa çeviremediğini, bu nedenle hem eşini hem de köpeğini kaybettiğinde büyük acı çektiğini söyledi. Anne olamadığı için bağlandığı, annelik duygusunu yaşadığını söylediği Oğul’un ölümüyle acısının büyüdüğünü, yas sürecinde antidepresanlardan medet umduğunu anlattı.
Onu dinlerken annemle ve Nehir’le olan ilişkim bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Aynı bağımlılık bende de var. Zaman zaman hayatımın ev ile iş arasında sıkışıp kalmasından şikayet ediyorum. "10 yıl içinde kaç kez sinemaya gittiniz?" diye sorsam, çoğunuz sayısının çokluğundan hatırlamazsınız bile. Ben bu soruya "Topu topu üç-beş kez" yanıtını verebiliyorum. Bir türlü zaman yaratıp gidemiyorum. "İnsan iki saatlik bir zaman yaratamaz mı?" diyorsunuz, haklısınız. Peki, itiraf ediyorum... Aslında kendim isteyerek gitmiyorum. Nehir’i evde bırakıp çıktığımda suçluluk duyuyorum.
Suçluluk duyuyorum
İşe gittiğimde bu suçluluk duygusu oluşmuyor, çünkü çalışma mecburiyetim var. Ama iş dışında bir yere gitmem gerektiğinde beni resmen sıtma tutuyor. Kendi kendimi yiyeceğime gitmemeyi tercih ediyorum.
Ne yazık ki, aynı durum Nehir’de de oluştu. Nehir, iki yıldır başka bir evde kalmıyor. Bu yaz dayısına gönderdim, 1 saat sonra ağlayarak geri döndü. Sinir oldum! Tam anlamıyla dip dibe bir hayat yaşıyoruz. Kızımla aramdaki ilişkinin tam tanımı; BAĞIMLILIK.
İster çocuk-anne, ister sevgili-eş ilişkisi olsun işin içinde bağımlılık varsa, o ilişki sağlıksız bir ilişkidir. Çocuk sahibi arkadaşlarımın çoğu bu konuda çok rahatlar ve ben onlara gıpta ediyorum. Haftada bir gün kız kıza dışarı çıkıp gece yarısından sonra eve dönüyorlar. Evde çocukları olmasına rağmen bunu sorun yapmıyorlar. Doğru olan zaten bu. Çünkü bağımlı çocuklar özellikle gelecekte büyük problem yaşıyor. Kızlar evlense bile annesini arıyor, erkek çocuklar ise ana kuzusu olmaktan kurtulamıyor.
Teşhisi kendiniz koyun
Anne olarak çocuğunuzla ilişkinize dönüp baktığınızda siz ne görüyorsunuz? Bağımlı mı yoksa bağlı mısınız? Öncelikle bunun tespitini yapın. Eğer bir bağımlıysanız, bir uzman yardımı alın. Yoksa acı çekersiniz. Bağlıysanız zaten sorun yok. Tebrikler, siz ideal anne-çocuk ilişkisi yaşıyorsunuz.
Çocuğuyla bağımlı bir ilişki yaşayanlar, bağımlılıktan kurtulduklarında hayatları kolaylaşıyor. Çünkü bir süre sonra evin içinde sizi gölge gibi izleyen, her şeyi birlikte yapmak isteyen bir çocuk yüzünden nefes alamadığınızı hissediyorsunuz.
Çocuğunuzu emanet edeceğiniz biri varsa, onu bırakıp gitmek istediğiniz yere gitmelisiniz. Gittim diye vicdan yapmayın. Zaman akıp gidiyor, bugün yapmak istediklerinizi beş yıl sonra yapmak istemediğinizde pişmanlık duymayın. Sonra çocuğunuzu "Ben senin yüzünden hayatımı istediğim gibi yaşayamadım" diye suçlamayın. Çünkü bağımlılık durumunu yaratan taraf çoğunlukla anneler oluyor. Yani her şey sizde başlayıp, sizde bitiyor. Çocuğunuzu bir sevgili gibi kabul edin. Dip dibe ne kadar sağlıklı bir ilişki sürdürebilir ki? Arada bir ayrılık her iki tarafa da iyi gelir.
Bağımlılık davranışları
Anne, çocuğun yaşı ne olursa olsun aynı yatağı paylaşır.
Taraflar tek başına dışarı çıkmak istemezler.
Eşlere yeteri kadar zaman ayırmazlar.
Arkadaşlarla görüşmeler sadece işle sınırlı kalır.
Sosyal hayat yok denecek kadar aza iner.
Her şeyi birlikte yapmayı tercih ederler.
Anne, çocuğunu bıraktığında vicdan azabı duyar.
Anne, çocuğu yalnız bıraktığı zamanı telafi için sürekli hediyeler alır.
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2008
Çocuklara yönelik her gün yüzlerce ürün piyasaya çıkıyor. Bu alanda gelişmeleri takip etmeye çalışan aileler, ne kadarının kendisi için yararlı olduğu konusunda tereddüt yaşıyor. İhtiyacı belirleyip ona göre hareket etmek en doğrusu.
Nehir için yaz mevsimi tembelliğin tavan yaptığı bir dönem olduğundan, tembelliği galiba bana da bulaşıyor. Masamda bir sürü kitap birikti. Aslında iyi de okuyorum ama yazma faaliyetim okuma faaliyetimin çok üzerinde olduğu için yığılma o tarafta yaşanıyor. Bu hafta sizinle çocuklar konusunda çıkan kitapları, ürünleri ve yapılan araştırma sonuçlarını paylaşmak istiyorum. Ama bir parantez açarak: Çocuklara yönelik piyasaya çıkan her ürünü takip etmeye çalışan aileler, ne kadarının kendisi için yararlı olduğu konusunda tereddüt yaşıyor. İhtiyacı belirleyip ona göre hareket etmek en doğrusu...
"Zamanımızın Küçük Prens’i" yorumu yapılan "Ağaçların Tepesinde Yükseklerde" adlı kitap Siren Yayınları’ndan çıktı. Sıra dışı bir çocuğun hayatını anlatan kitap, kaybettiği annesinin yasını tutarken elinde olmaksızın büyüyen bir çocuğun, Sebby’nin hikayesini konu alıyor. Uzun yıllar otistik çocuklarla çalışmış olan yazar Kiara Brinkman, romanında yaşamı, ölümü ve dünya işlerini algılamaya çabalayan sekiz yaşındaki Sebby’nin gözüyle olayları yorumluyor. Annelerini özleyen tüm çocuklar ve içindeki çocuğun sesini duymaya ihtiyaç duyanlar bu kitabı kaçırmasın.
Kendisi de 30 yaş üstü gebelik yaşayan Doktor Elif Ilgaz ve kadın-doğum uzmanı Doç. Dr. Arda Lembet’in yazdıkları "30’lu ve 40’lı Yaşlarda Gebelik" adlı kitap Epsilon Yayınları’ndan çıktı. Kitapta, özellikle ileri yaş gebeliği ve her gebe için riskli durumlar ile ilgili bilgi ve öneriler rahatça anlaşılabilecek bir dille sunuluyor. Eser, Türkiye’de bu konu üzerine hazırlanan ilk kitap olma özelliğini taşıyor.
Bu arada E-Bebek, Magic Park’ta anne adayları için yürüyüş dansından bebek ilkyardımına kadar birçok eğitim programını hizmete soktu. Ebeveynlere ve bebeklere SPA’dan bebek berberine, zeka akademisinden foto stüdyoya kadar birçok alanda hizmet veren Magic Park, şimdi de anne adaylarına hamileliğin 4. ayından 8. ayına kadar katılabilecekleri bir eğitim programı sunuyor. Yani E-Bebek hamileleri dans ettiriyor.
Japonya’dan çocuklara
Japonya kökenli Pigeon (İngilizce güvercin demek) annelere ve 0-3 yaş grubu bebeklere özel ürünleri ile Türkiye pazarına iddialı bir giriş yaptı. Markanın ürün gamında, biberon, emzik, ıslak mendil, göğüs pedi, likit temizleyicinin yanı sıra burun temizleyici, cımbız, biberon saklama çantası, pamuklu çubuk, diş fırçası, emniyetli tırnak makası ürünleri yer alıyor. Bu markanın geçmişinde ilginç bir hikaye var: 1957’de ultrason gibi cihazlar olmadığından, markanın kurucusu, insan ağız yapısına en uygun emziği üretebilmek için yeni doğum yapmış 250 kadından süt emmiş. 50 yıl önce deneme yoluyla başlayan araştırmalar, şimdi biberon ağızlarına ya da emziklerin ucuna mikro kamera koyma noktasıyla yapılıyor. Ama bu deneme bebeklerin ihtiyacına uygun ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmuş. Markanın peristaltik emzikleri var. Bu emzikler, bir bebeğin dil hareketleri gibi düzenli dalgalanma hareketi yapıyor. Fiyatları ise piyasadaki ürünler seviyesinde.
"Gelecek için beslenme" sloganını annelere benimseten Milupa, bebeklerin uyku alışkanlıklarını gözlemlemek amacıyla bir anket düzenledi. 14 bine yakın annenin verdiği yanıtlara göre bizim bebişler karınları tokken uyanmıyor. Anneler bebeklerini gece uyku arasında beslediğini söylüyor. Bebeklerin uyanma sebepleri arasında açlık yüzde 68 oranla birinci sırada yer alıyor. Bu nedenle uykuda bebeklerini besleyen annelerin oranı yüzde 84... Gece uykusu sırasında annelerin yüzde 23’ü biberon mamasını, yüzde 6’sı anne sütünü tercih ediyor.
Çocukları dinliyorlar
Artık markalar yeni bir ürünü piyasaya çıkarırken tüketicinin tercihlerine kulak veriyor. Hele işin içinde çocuk varsa üretici daha dikkatli adım atıyor. İsmini, paketi ve en önemlisi lezzetini çocukların benimsemesi çok önemli. Bunun en son örneğini Ülker verdi. Coco Pops’un yeni ürününün adını çocuklar belirledi. Ülker’in, Coco Pops’un web sitesi üzerinden gerçekleştirdiği kampanyaya 250 bin çocuk katıldı. Yeni ürünün ismi için oy kullanan çocukların yüzde 80’i Çokotop ismini seçti.
Özellikle alerjik çocukları olan aileler evin temizliğiyle ilgili yeni çıkan ürünleri sıkı sıkıya takip ediyor. Dyson elektrikli süpürgeleri, gözle göremediğimiz tozları da topluyormuş.
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2008
Annelerin bencil olmadıklarını, tecrübelerini eşle dostla ve yeni bebeği olanlarla paylaşmak için yanıp tutuştuğunu düşünen Özlem Ermiş Beyhan, modaya uyup bir internet sitesi açmış, adını da "annetavsiyesi.com" koymuş. Gazeteci arkadaşım Yasemin ilk annelik tecrübesini yaşıyor. Oğlu Kuzey henüz 3 aylık ve sevgili arkadaşım henüz nasıl bir dipsiz kuyuya düştüğünün farkında değil. Sadece içinde bulunduğu durumun daha ne kadar devam edeceğini merak ediyor. Açıkçası acıdığım ve umutsuzluğa düşmesini istemediğim için bir iki ay daha dişini sıkmasını, normal hayatına döneceğini söyledim ama bunları söylerken tek ayağım havadaydı.
Yasemin en kısa zamanda yüz yüze görüşmek istediğini, danışacağı onlarca konu olduğunu belirtti. Füsun tatilden döner dönmez Yasemin’e gideceğiz. Annelerin birbirlerine anlatacağı onlarca konu var. Başları sıkıştığında öncelikle doktorları değil tavsiyelerine güvenebilecekleri arkadaşlarını ararlar. Bir araya geldiklerinde de tecrübelerini büyük iştahla birbirlerine anlatırlar. Hem de en uzman haliyle. Anneler için yaşadıklarının, yaptıklarının başkası tarafından uygulandığını ve işe yaradığını bilmek büyük keyiftir.
Geçenlerde okurlarımdan biri e-postama bir mesaj gönderdi. Annelerin bencil olmadıklarını, tecrübelerini eşle dostla ve yeni bebeği olanlarla paylaşmak için yanıp tutuştuğunu düşünen Özlem Ermiş Beyhan, modaya uyup bir internet sitesi açmış, adını da "annetavsiyesi.com" koymuş.
2 yaşındaki oğlunun günlerce öksürdüğünü, aynı dönemde gazetelerde "küçük çocuklara öksürük şurubu vermeyin" yazılarının çıktığını belirten Özlem Ermiş Reyhan "Anne olan bir arkadaşım, siyah bir turpun içini oyup bal koyarak bekletmemi, bu balın çok iyi geldiğini söyledi. Doktoruma danıştım ve kullandım, öksürük pıt diye geçti. Yine bir anne, oğluma yemek yedirirken "oyalama taktiği" uygulamamı tavsiye etti. Yemek saatlerimiz işkence olmaktan çıktı. Sonra bu tavsiyelerin yazılı olmadıkları için yok olduğunu, birçok annenin bu tavsiyelere ulaşamadığı için zorluk çektiğini düşündüm ve amatör olsa da tüm annelerin girip belirli konularda tavsiyelerini yazabileceği, diğer annelerin de girip okuyabileceği bir site oluşturdum" diyor.
Önce doktor sonra tavsiye
Özlem Hanım, sitede yer alan önerilerin hiçbirinin uzman tavsiyesi olmadığının altını çiziyor. Yani bu tavsiyeleri uygulamak istiyorsanız öncelikle doktorunuza danışın. Çünkü bazen iyi niyetle yapılan tavsiyeler, uygulandıklarında istenmeyen sonuçlara neden olabiliyor.
Anne tavsiyelerinden bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum. Bir anne tuvalet eğitimini vermek için iki yanında tutma yeri olan klozet adaptörlerini şiddetle tavsiye ediyor. Tutma yeri olmayan klozet kapakları, çocukların kendilerini klozetin içine düşecek gibi hissetmelerine yol açıyormuş. Çocuklar kendilerini güvende hissetmedikleri için oturmak istemiyormuş. Ayrıca çocukların sevdiği oyuncak ya da kitabı da banyoda bulundurabilirsiniz. Küçük bir tabureye oturup çocuğunuza eşlik ederseniz en azından bir süreliğine klozette oturtmuş olursunuz. Anneler "Oturma süresini uzun tutmayın ki banyoya karşı sıkıldığı yer duygusu oluşmasın" önerisinde de bulunuyor.
Bebeğinizin gazı çıkmadığında annelerin tavsiyesine kulak verin:
"Bebeğinizin ayaklarının altına ağzınızla hooh yapıp, nefesinizle ısıtın. Göbeğine ağzınızı yapıştırıp nefesinizle ısıtın. Elinizle karnına dairesel hareketlerle masaj yapın. Bebeğinizi kucağınıza yüzü size dönük olacak şekilde alın. Göbeğini göbeğinize hafifçe bastırıp, yürüyün, zıplayın, dans edin. Alarm durumunda ise bebeğinize ılık banyo yaptırın."
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2008
Küçük çocukların gelişimi sırasında bazı şeyler törenseldir. Giyinme, masal anlatımı, belli yerde yatma gibi bir düzen olmayınca huysuzlaşırlar. Eğer ritüeller sıkıcı, kaygı verici ve yaşamı etkileyen hale geldiyse, hastalık boyutuna ulaştığını düşünebilirsiniz. Zaman zaman Nehir’in bazı davranışlarından rahatsız oluyorum. Mesela yatarken hep aynı sırayı takip ediyor. Yastığını koyarken bir düzene göre hareket ediyor. Yatak tepsisini alırken tepsinin üzerindeki çiçeklerin sağ tarafta olmasına dikkat ediyor. Uyumak için Limon’u (peluş köpeği) istiyor. Buna benzer gözüme takılan davranışlarının normal olup olmadığı konusunda kafam karışık. Çünkü takıntının bir psikolojik hastalık olduğunu biliyorum. "Acaba çocuklar için de aynı durum geçerli mi?" diye düşündüğüm bir dönemde e-postama bir üniversite hastanesinin halkla ilişkiler bölümünden "Çocuklarda takıntı normaldir" başlıklı bir bülten geldi.
Klinik Psikolog, yetişkinlerin takıntı olarak gördükleri bazı çocuk davranışlarının normal karşılanması gerektiğini belirtiyor. Bültende konuyla ilgili şu açıklama yer alıyordu:
"Bebekliğin ardından gelen ve ilk ergenlik adı verilen bu dönemde çocuklar bir taraftan yaşadıkları dünyayı kontrol etmeye bir taraftan da dünyayı anlamlandırmaya çalışırlar. Küçük çocukların hayatında büyük yeri olan ritüller -takıntılı davranışlar- bu süreçte çocukların en büyük yardımcılarıdır. Örneğin küçük çocukların bazıları hep aynı tabaktan yemek yeme konusunda diretirken, bazıları da hep aynı bardaktan su içmek ister. Aksi söz konusu olduğunda da durumu dramatik bir şekilde protesto ederler. Çocukların yaşamındaki bu takıntılı davranışlar arasında en yaygın görülenleri, hiç sıkılmaksızın aynı filmi defalarca izlemeleri, uykudan önce aynı öyküyü tekrar tekrar okutmaları gelir. Bu türden davranışlar anne-babaları fazlasıyla kaygılandırır. Anne-babaların küçük yaştaki çocuklarında gözlemledikleri ve ısrarlı şekilde tekrarlayan davranışlar dönemsel bir özellik taşır."
Kaygı artarsa sorun var demektir
Anne-babalara çocuklarının bu davranışları karşısında kaygılanmaları yerine sabırlı olmalarını öneren uzman "Çocuğunuzun ısrar ettiği tabaktan yemesi ya da ısrar ettiği bardaktan su içmesi gibi davranışlarına göz yumabilirsiniz. Böylece çocuğunuz bir şeyleri kendisinin kontrol edebildiği güvenini kazanmaya başlar. Dolayısıyla zamanla aynı tabak için ısrarcı olmaktan vazgeçebilir bile" diyor.
O zaman Nehir’in davranışlarıyla ilgili benim kaygı duymam yersiz. İnternette konuyla ilgili araştırma yapayım derken Prof. Dr. Bengi Semerci’nin "Çocuklarda takıntılar sorun olabilir" yazısına rastladım.
Prof. Dr. Bengi Semerci "Çocuklara ilişkin sorunlar çok bildiğimiz sorunlar değilse, aileler onların sorun olmadığını düşünmek istiyor. Bunu yaparken en sık kullanılan yöntem, sorunu kabul edilebilir bir nedene bağlamak oluyor" diyor. Hocanın bu konudaki görüşlerini paylaşmak istiyorum.
"Çok kaygılı, depresif bir çocuğun ağlamasının, onun çok kırılgan ve iyi kalpli olmasından kaynaklandığını söyleyen yüzlerce aile var. Oysa çoğu kez bu tip davranışlar birer takıntıdır ve takıntının tıbbi adı ’obsessif kompulsif’ bozukluktur. Tedavi edilmediği takdirde ileride sorun olabilir.
Ritüeller bir çeşit sosyalleşmeyi artırıcı, kaygıyı azaltıcı rol oynarken, kompulsiyonlar kısıtlayıcı ve sıkıntı vericidir. Eğer ritüeller sıkıcı, kaygı verici ve yaşamı etkileyen hale geldiyse, hastalık boyutuna ulaştığını düşünebilirsiniz.
Takıntı hastalığı uzun süreli takip edilmesi gereken hastalıklar arasında yer alıyor.
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2008
Küçük yaşta klasik müzikle tanışan, klasik müzik dinleyen çocukların zeka seviyeleri daha yüksek oluyor. Klasik müziği daha eğlenceli ve zevkli kılarak çocuğunuza sevdirmeniz, klasik müziğe ilgisini artırabilmeniz mümkün. Aslında bu yazının hakkı geçen haftaydı. Biraz bencillik yaptım, kitabım çıkınca önceliği ona tanıdım. Siz bu yazıyı okurken annem ve kızımla birlikte Bodrum’da olacağız. Nedense bu yıl tatili her zamankinden daha fazla hak ettiğime inanıyorum. Yoğun, yorucu ama bir o kadar da verimli bir dönem geçirdim. Yaptığım işlerde karşı tarafın memnuniyeti kadar benim kendimden memnun olmam da çok önemliydi. Galiba bizim işin en güzel tarafı elle tutulur, gözle görülür sonuçlar alabilmemiz. Suya yazı yazmıyoruz.
Suya yazı yazmayanlar sadece gazeteciler değil elbette. Örneğin, kendini müziğe adamış, küçük yaştan itibaren çocuklara müziği sevdirmek için yaratıcılıklarını ortaya koyan Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası da bu grubun içinde yer alıyor.
Onları ilk kez bir yıl önce D-Marin Turgutreis Klasik Müzik Festivali’nde dinlemiştim. İkinci kez geçen cumartesi dinleme fırsatı yakaladım. Nehir’i ve Ateş’i aldığım gibi Maslak TİM’e gittim. 1. kemancı olarak çalan romantik Hasan Gökçe büyümüştü. Eski utangaçlığı kalmamıştı.
Çocukluğumuzda bizim elimizden tutup klasik müzik konserine götüren kimse olmadığı için bu eksikliği yıllar içinde gidermeye çalıştım. Ama sonradan montaj edilen şeyler biraz eğreti duruyor. Bu nedenle Nehir’in klasik müziği sevmesini, dinlemek için çaba göstermesini istiyorum. Ateş ise klasik piyano dersi alıyor.
Sürprizlerle dolu bir konser
Maslak TİM’in büyük salonu hınca hınç doluydu. Çocuklar ağır bir konser programı beklerken büyük sürprizle karşılaştılar. Her yaştan çocuk oradaydı. Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası Şefi Rengim Gökmen yerini aldıktan sonra arkamıza yaslanıp kendimizi müziğe bırakmayı planlarken sahneye dalan Avrupa Yakası’nın çaycısı Sarp Apak, çocuklara büyük bir sürpriz yaptı. Her eser arasında sahne alan Sarp Apak, çocuklarla vals yaptı, mikrofonu onlara uzatarak fikirlerini aldı.
Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası klasik müziği daha eğlenceli ve zevkli kılarak çocuklara sevdirmek, bu yolla daha çok çocuğa ulaşarak klasik müziğe ilgiyi artırabilmek için farklı bir program hazırlamıştı. Çocukların birden çok duyusuna hitap edip, onların interaktif olarak da katılabileceği bir kurgu yaratılmıştı.
Repertuvar hiç klasik müzik dinlememiş bir kişiye bile hoş gelecek eserlerden seçilmişti. ’Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası Çocuk ve Aile’ konserleri konseptindeki ilk konserde çizgi animasyon Symfollies ile işbirliği yapılarak, ilk adım atılmış.
Çizgi film konserin bonusu
Symfollies, 52 bölümden oluşan ve her bölümü 5 dakika süren, 3 boyutlu, renkli, sözsüz, sanatsal bir çizgi film serisi... Film karakterleri bir senfoni orkestrasındaki müzik enstrümanlarından oluşuyor. Karakterler, duygu ve düşüncelerini konuşarak değil, klasik müzik aracılığıyla ifade ediyorlar. Symfollies’in ana karakterleri baba Bass (kontrabas), anne Celine (viyolonsel), oğulları Stradi (keman) ve kızları Viola (viyola). Başka bir deyişle: Yaylı Çalgılar Ailesi. Her bir bölümde, bu ailenin senfoni orkestrasının diğer üyeleriyle yaşadıkları heyecan verici, eğlenceli ve dokunaklı maceralar anlatılıyor. Söz olmadığı için çocuklar müziğe daha çok konsantre olabiliyor.
Yaşları 10-16 arasında değişen, ülkemizin çeşitli şehirlerinden seçilen bu yetenekli ’asfalt çiçeklerinin’ yeni konseptli konserlerini kaçırmamanızı öneririm. Konserden çıkarken hem kendiniz hem de çocuğunuz için iyi bir etkinlik seçimi yaptığınızı düşüneceksiniz. Lütfen beni anmayı, kulaklarımı çınlatmayı unutmayın.
Yazının Devamını Oku