Ergenlikte boy artımı ile psikolojik durum arasında açık bir ilişki var.
Yetiştirme yurtlarında yetişen çocuklar, yaşıtları gibi sağlıklı bir büyüme sürecine girmeyi başaramıyor. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, çocuk annesinin yanında büyümeli, anne yoksunluğu çekmemeli...
rken ergenlik konusunda bir kitap için Acıbadem Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü Çocuk Endokrinoloji, Büyüme ve Ergenlik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz’le birlikte çalışıyoruz. Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, aynı zamanda Avrupa Çocuk Endokrin Derneği’nin de ilk Türk başkanı olma sıfatını taşıyor.
Konu ergenlik ve büyüme olunca, boy uzaması, hormonların çalışması etrafında daha çok konuşuyoruz. Atilla Hoca’ya "Ailelerin kafasına takılan bir konu da psikolojik durum ile boy uzaması arasında bir ilişkinin var olup olmadığı... Böyle bir ilişkiden söz edilebilir mi?" diye sordum.
Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz "Ergenlikte boy artımı ile psikolojik durum arasında çok açık bir ilişki vardır. Ağır psikolojik sorunlar hormonların salınımını olumsuz etkiler. Anne veya babadan herhangi birinin kaybı, evden ayrılma, ağır sınav stresi gibi durumlarda, özellikle ergenliği başlatıcı hormonlar ve büyüme hormonunda salınım yetersizliği ortaya çıkar. Bu durum boy kısalığına ve ergenliğe geç girmeye neden olur" dedi.
"Bu durumda sevgisiz ve ilgisiz çocuklar daha kısa mı kalıyor?"şeklindeki soruma verdiği yanıt canımı acıttı.
Evlat edinilen akranlarına yetişiyor
Atilla Hoca "Yuvalarda yetişen çocuklar ile ilgili bir araştırma sonucundan bahsetmek isterim. Yuva çocuklarında boy uzunluğunun akranlarından kısa olması bilinen bir durumdur. Bu çocuklarda büyüme hormonu salınımı bozuk olduğundan yeterli büyüme sağlanamaz. Yuva çocukları evlat olarak verildiklerinde boylarında artış gözlenmiş ve akranlarını yakalamışlardır. Oluşan sevgi ortamı ve stresin ortadan kalkması, hormon salgılanmasını olumlu etkileyerek boy artışının normalleşmesine neden olmuştur" örneğini verdi.
Pazar günü TRT çekiminden çıkınca Prof. Dr. Bengi Semerci’ye bu konuyu açtım. Bana Bowlby’nin araştırmasından söz etti. Bağlanma kuramının babası sayılan Bowlby, anneleri cezaevinde olan çocukların suçlu olmadığını, daha iyi şartlarda yetişmesi gerektiğini belirterek, şartları iyi olan bir merkez kuruyor. Çocuklar, annelerinden alınıp bu merkezde bakılıyor. Ancak bir süre sonra çocuklarda tuhaflıklar görülüyor. Fiziksel, zihinsel gelişmelerinde bir gerileme saptanıyor. Bu kez bir grup çocuk cezaevine annelerinin yanına gönderiliyor, bir grup merkezde tutuluyor.
Cezaevine gönderilen çocuklar kısa zamanda normale dönüyor, ancak iyi şartlarda bakılan çocuklar daha kötüye gidiyor. Buna "Anne yoksunluğu" deniyor. Araştırma, şartlar ne kadar kötü olursa olsun çocukların annelerinin yanında daha mutlu olduğunu gösteriyor.
Sevginin her derde deva olduğunu biliyordum ama bir çocuğun bedensel gelişimini bu kadar açıkça etkilediğini bilmiyordum. Gördüğünüz gibi yetiştirme yurtlarında yetişen çocuklar yaşıtları gibi sağlıklı bir büyüme sürecine girmeyi başaramıyor.
Rızkı var da sevgisi yok
Ancak, terk edilmiş çocuklar bir aile tarafından evlat edinildiklerinde, boylarında ciddi bir artış gözleniyor. Fiziksel gelişimleri kısa zamanda akranlarıyla eşit hale gelebiliyor. Bir insanın hele hele bir çocuğun başını sokacak bir yuvaya sahip olması, karnını doyurması, giyinmesi çok önemli. Bu konuda hemfikiriz. Ama ya yüreklerindeki anne yoksulluğunu ne doyurur?
Çocukları yuvaya terk etme nedeni olarak ölüm dışında hiçbir mazereti kabul edemiyorum. Sevgiyle büyütemeyeceğiniz çocukları doğurmayın. Yokluk, yoksulluk içinde de olsanız çocuklarınızı yanınızdan ayırmayın.
Bütün çocukların çocuk bayramı kutlu olsun. Ama özellikle anne yoksunluğu nedeniyle yaşıtlarıyla aynı bedensel ve zihinsel özelliklere sahip olamayan çocukların mutlu olacakları, çocuk olacakları bayramlar yaşamasını diliyor, hepsini teker teker gözlerinden öpüyorum.