Aklımızda ‘kilim’ kod adıyla kalsın bu düşünce.
Ne zaman kendimizi başkalarıyla karşılaştıracak olsak, kendisini hatırlatsın.
Şöyle ki...
İnsan oldu olalı kendisini başkasıyla, benzeriyle karşılaştırdı.
“Onun nesi fazla?” sorusu hep “Benim neyim eksik”e döndü.
“Komşunun bahçesi hep daha yeşil” derler ya, başkasındakilere bakarak, kendi haline hayıflanırsın.
Onların daha çok şeyi, daha fazla arkadaşı, macerası, seveni, şusu busu olur.
Başkaları nasıl yapmışsa yapmış, senden iyi olmuştur bir şekilde.
Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sağlığı iyi olsun.
Kalbi ritmini çalsın.
Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun.
Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın.
Ciğerlerinden nefes, bacaklarından güç eksik olmasın.
Sevdikleriyle yan yana olsun.
Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın.
Lafları birbirleriyle başlasın.
Hani pek görmediğiniz ama kalbinizde yerli yerinde duran insanlar vardır ya, onlardandılar.
Zeynep’i çocukluğundan tanıyorum.
Rıza abinin, yüzünü kendine benzettiği ama cıvıl cıvıl ruhunu ellerinde tutamadığı, sözle her şeyi anlatabilen kızı.
Barış’la bir kez çalışmıştık.
Benim kara yatmış gibi bir fotoğrafımı çekmişti.
O fotoğrafa baktığımda, içimde Barış’ın gördüğü o sakin, huzurlu, uslu kızı görüyorum.
“Bak bu ceket tam senlik” dedim. “Benim ceketim var” dedi.
Sonra Melih’le yolda yürürken bunu anlatınca, “Hüseyin (Çağlayan) de böyle” dedi. Ona “Şu ayakkabılar çok güzel, sana çok yakışır” demiş.
Hüseyin de “Benim ayakkabım var” demiş.
Influencer’ların, instagram’da tiktok’ta üzerimize boca ettiği yüzlerce çanta, krem, ayakkabı varken, bu sadelikten bakabilmek hayata büyük bir güç gibi geldi bana.
Sürekli başkasında olanı ya da yeni olanı istemek ve almaya çalışmak mı, yoksa “Bende var” diyerek o enerjiyi hayatta başka şeylere vermek mi?
Bence ikincisi. Ferah, güvenli, yeterli.
Size yetersizliklerle dolu biri mi daha çekici geliyor, yoksa yeterlilik hissiyle dolu biri mi? Ben hep ikincilere tutuldum.
Birinciler Aslan Kral filmindeki sırtlanlar gibi.
Yürüdün mü? Yol aldın mı?
Hüzünlerden de geçtin mi?
Yoruldun mu, daraldın mı?
Güzellerden de
seçtin mi?
Kırdığın tüm kalpler hâlâ yaran mı?
Her şey biraz kader, kısmet, yalan mı?
Bir adım sonrası belirsiz, ip sallantılı, rüzgar her daim yüzünde, hava çoğu zaman ısıran bir 5 derece.
Bastığın zemin oynak, bir sonraki zorluk kapıda.
Sen ağaçların tepesinde oradan oraya geçmeye çalışırken, hayatı gördüm.
Tuttuğun ipler sağlam, nefes alıp adım atarsan akıyor köprüler, soğuk olsa da güneş var ve yüzünden öpüyor seni, düşersen seni tutacak kilitli bir ipin var, onun varlığıyla değil ama kendine inancınla ilerlersen kolay da bir yandan.
Aşağıdan bakınca, yukarısı çok yüksekti. Çok sallantılıydı. Ürkütücüydü ve yalnızdın.
Yukarıdan bakınca, ben küçüktüm sana, ağaçlar büyüktü ve oyun oynuyordun.
İnsan çocuğuna güvenip, rahat bırakmalı diye düşündüm sen Tarzan gibi o çınardan diğerine kayarken havada.
İnsanın çocukluğunda, yanında kimsenin olmadığı, zorluklarla baş etme zamanları olmalı.
Biz ise, açtık tabii her şeyden önce.
Bir de tehlike altındaydık sürekli. Ölmek an meselesiydi. Evet ağaçlardan meyve kopardık, evet avlandık, ateşi bulduk pişirdik falan ama bir huzurla uyuyamadık pek.
Karanlıkta bir hışırtı, her an sırtımızda bir aslan pençesine dönüşebilirdi.
Yan yana durmanın, grupla hareket etmenin verdiği bir güç vardı elbette.
Çocuklara beraber baktık. Birimiz avdayken, öbürümüz kaldık.
Birimiz yokken, diğerimiz vardık. Yine de tekin değildi dünyada yaşam.
Henüz yan sokaktaki süpermarkete gidip de alacağımız, soğuk dolaplarda bizi bekleyen yiyecekler ve su yoktu.
Hayat konuları bizim masada başka, yandaki masada başka mıdır, gündem nedir, dedikodu nedir, dert nedir, hep merak ederim.
Yanımdan geçen arabada da bunu merak ederim. Yaz akşamları geçtiğim sokaklardaki evlerin balkonlarında da...
İçeri gidip ne getirirler çayın yanına?
Rakıysa da, ne çalar arkada?
Bu restoranlarda sevmediğim, sevemediğim bir tür masa var.
Susturucu takılmış kadınlar ve çocuklar ve ‘her şeyi bilen’ susmayan erkekler masası.
Susmayı bırak, bağıra çağıra bütün odayı kendilerini öven konuşmaları ve komik olmayan esprileriyle kaplayan bu erkek topluluğu, bana çekilmez gelir. Kadınlar bir köşede sinmiş. Yüzleri önlerindeki tabaklara düşmüş.
Aslında bir araya gelseler neler kaynatırlar da, suları soğuktur o sırada. Kabloları koparılmış gibidirler.