Paylaş
Hayat konuları bizim masada başka, yandaki masada başka mıdır, gündem nedir, dedikodu nedir, dert nedir, hep merak ederim.
Yanımdan geçen arabada da bunu merak ederim. Yaz akşamları geçtiğim sokaklardaki evlerin balkonlarında da...
İçeri gidip ne getirirler çayın yanına?
Rakıysa da, ne çalar arkada?
Bu restoranlarda sevmediğim, sevemediğim bir tür masa var.
Susturucu takılmış kadınlar ve çocuklar ve ‘her şeyi bilen’ susmayan erkekler masası.
Susmayı bırak, bağıra çağıra bütün odayı kendilerini öven konuşmaları ve komik olmayan esprileriyle kaplayan bu erkek topluluğu, bana çekilmez gelir. Kadınlar bir köşede sinmiş. Yüzleri önlerindeki tabaklara düşmüş.
Aslında bir araya gelseler neler kaynatırlar da, suları soğuktur o sırada. Kabloları koparılmış gibidirler.
Sessizce yemeklerini yiyip, gereken yerlerde katılıyor, ayıp olmasın diye sırıtıyor ama aslında bu sirk gösterisinin bir an evvel bitmesini bekliyorlardır.
Böyle masalardaki erkekler ne dese doğrudur. Neye gülse komiktir. Seçimleri kusursuzdur. Şarap seçimleri, kadın seçimleri, seyahat seçimleri, destekledikleri dünya görüşü, parayı çıkardıkları kuyu, giyindikleri dükkan...
Kadınlar ve çocuklarsa, sanki evde sıkılmasınlar diye (sanki burası evden eğlenceli) bu masaya sürüklenmiştir.
Ya da bazen genç ve güzel küçük kadınlar eşlik eder bu masalara. Onlar da sessizce otururlar, zira dekorun bir parçası olarak oradadırlar.
Böyle anlarda aklıma birden Virginia Woolf, Sylvia Plath, Simone de Beauvoir veya Susan Sontag gelir.
Ama ilk Rebecca Solnit gelir.
Onun ‘mansplaining’ diye kısaltılmış, ‘erkek benden iyi bildiğini varsayıyor, bırakalım o anlatsın her şeyi’ kavramı gelir.
‘Man’ (erkek) ve ‘explain’ (açıklama) kelimelerinin birleşmiş halidir.
Erkeklerin, kendi uzmanlık alanları olsun olmasın, her konu hakkında, karşılarındaki kadına açıklama yapması. Daha iyi bilen, aydınlanmış olan yerden konuşması.
Bunu babalardan tutun da, abiler, kocalar, tanıdıklar, dostlar, komşular herkes yapar.
Kadını edilgen kılan, susturucu takan, boynunu eğen bir kasırga gibidir bu kavram.
Bu masalarda, bir kadın bebek emzirmekten bile bahsedecek olsa, mansplaining kurbanı olur.
Bir erkek çıkagelir ve ona bebek emzirmenin aslında nasıl bir şey olduğunu tane tane anlatır.
Kadın bile şaşar buna!
Biz kadınlar, hayatımız boyunca oturduğumuz çoğu sofrada bu ‘mansplaining’ makamını dinleriz.
Tatlı tatlı bu makama eşlik eder, masalardan kalktığımızda ruhumuzun midesine asit yapan bu açıklamaları bünyemizden bir an evvel atmanın yollarına bakarız. İyi ki, Buket Uzuner’in bize hatırlattığı ‘kız neşesi’ vardır da, kendimizi toparlamamız uzun sürmez.
Keşke bu masaların her birinde, kendi gündemini bağıra çağıra masanın ortasına bırakan, dediklerinden emin bir kız olsa, hem de tüm neşesiyle.
Paylaş