Nihat Hatipoğlu

Beni sorarlarsa ben onlara yakınım!

12 Aralık 2008
VARLIKTAN bu yana insanın en çok merak ettiği husus yüce Allah’tır. Onun için O’nu tanımaya çalışır. Yüce Allah’tan hem korkar hem de O’nu sever. İbadeti O’nun adına yapar. Gizli ve açık her halde O’nu anar. Kendini káh yüce yaratıcıya yakın káh uzak hisseder. Bazen Allah’ın zatını düşünmeye yeltenmeye çalışır, başarılı olamaz. Çünkü O’nun zatını, niteliğini düşünebilmek mümkün değildir. Ziya Paşa’nın dediği gibi "bu akıl terazisi bu kadar ağırlığı çekemez." O zaman O’nun zatını değil de sıfatlarını, yarattığı káinatı düşünerek O’na varmaya çabalar. Tefekkür bu anlamda ibadettir. Yüce Allah kulunun bu çabasını bildiği içindir ki elimize ciddi bir imkán verir. O’na ulaşabilmek, O’nun rızasını kazanmak için bir kapı açar. Şöyle buyurur: "Kullarım Beni sana sorarlarsa, şüphesiz ben yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim." (Bakara, 186)

Ne kadar sıcak bir ayet "İnni karibun şüphesiz ben yakınım." Beni uzaklarda arasınlar. Şah damarlarından daha yakınım. Sağa, sola, yukarıya, arkaya bakmasınlar, Ben her yerdeyim. Bensiz yer yok ki! Bensizlik düşünülünce ben, sen, yer ve varlık yok olur. İşte ondan O’na sığınma, yoklukta varlığı bulma, yoklukta yoku bulmak, tövbeden de tövbe etmek, günahı itirafı da günah saymak bu ayetin tahlilinin sonucu olsa gerek.

Denir ki genç balıklar bir gün bir araya gelirler. Denir ki, bizim su olmadan yaşayamayacağımızı söylerler. Ama bu su nerde! Neden suyu göremiyoruz, bilge balığa gidelim belki bize suyu gösterir, görmediğimizi bize gösterir. Giderlerse bilge balık onları dinler. Sonra gülümser ve şöyle der: Etrafınızda sudan başka bir şey yok ki! Size ne göstereceğim.

Bize yakın olan O yüce Zata dua ile yönelmek zamanıdır bugünler. Kurbanların etinin ve kanının değil, iyi niyetlerin yüce Allah’a yükseldiği zamanlardır bu günler. İşte bu günlerde yakarışlar çoğalmalıdır.

Hz. Peygamberin "üzüntü anlarında" okuduğu şu duayla Allah’a yönelelim: "Allah’tan başka ilah yoktur. Uludur, yumuşaktır. Allah’tan başka ilah yoktur. Ulu arşın Rabbidir. Allah’tan başka ilah yoktur. Göklerin Rabbidir ve kıymetli arşın Rabbidir." (Buhari, Daavad, 6345)

"Şiddetli bir işle"
karşılaştığında dua ettiği gibi dua edelim.

"Ya Hayyu ya kayyum. Birahmetike esteğisu. Ey gerçek hayat sahibi (hep var olan) ve her şeyi ayakta tutan Allah’ın. Rahmetinden medet umarım." (Tirmizi, Daavad, 3524)

"Sıkıntıya Düştüğünde" dua ettiği gibi dua edelim

"Allah’ın Rahmetini umarım. Beni göz açıp yumacak kadar da olsa bile nefsime bırakma. Bütün işlerimi düzelt. Senden başka ilah yoktur." (Ebu Davud, edeb, 5090)

"Çözülemeyecek bir işle" karşılaştığı zaman yalvardığı gibi yalvaralım:

"Ben senin kulunum. Bir erkek ve kadın kulunun çocuğuyum. Senin avucundayım, iradem senin elindedir. Hükmün bende geçerli, benim için kararın adildir. Kendine verdiğin, yahut bir kitapla indirdiğin, yahut halkından bir kimseye öğrettiğin veya gayb ilminde kendi yanında sakladığın her isminle senden isterim. Bu şekilde Kur’an-ı gönlüme nur, kalbime bahar edesin; Onunla sıkıntımı kaldırasın, kederimi gideresin.

Sonra "Derin bir teslimiyetle" Rabbe yöneldiğinde yakardığı gibi yakaralım:

"Allah’tan başka ilah yoktur. Birdir. Ortağı yoktur. Mülk de O’nundur, Hamd da O’nundur. Öldürür ve diriltir. O, ölmeyen diridir. Hayat O’nun elindedir. O’nun her şeye gücü yeter." (Tirmizi, Daavad 3428 İbn Mace Tiarat, 2235)

Bayram ertesi bugün. Bayramda safları sıklaştırdık. Bayram namazında ayrıyı gayriyi unuttuk. Tek bir sese ezana yöneldik. Kalbimizle düşündük, tek kıbleye, Kábe’ye yöneldik. Dinimiz ortaktı, kıblemizde, bize hayat veren de, bize ölümü yaratan da aynı Rabbimiz.

O’nun yarattığı vücutla, O’nun yarattığı káinatta yaşamaya, O’nun yarattığı oksijeni soluklamaya mahkûmuz. Biz ne kadar büyüsek, ne kadar büyüklensek de kuluz. O ise Efendimiz, sahibimiz, Rabbimiz. Bari bunu unutmayalım.

SORALIM ÖĞRENELİM

Ben şöyle duydum. Alak suresi okunur ve sonra şekere üflenirse kişi sevdiğiyle barışır. Bu doğru mudur?

(Cihan Yücedağ İZMİT)

Alak suresini okumak tabii ki güzel bir şeydir. Ama Kuran ayetleri bu niyetle kullanılmaz. Sevdiğinizle barışmak için bire bir görüşün ve dua ediniz.

Dini yönden kötü olan bir komşum vardı. Cenazesinde bulunup yardımcı oldum. Yanlış mı yaptım?

(Salim Unlu KONYA)

Dinimize göre Müslüman olsun olmasın bütün insanlar saygıdeğerdir. (İsra, 70) Hayatta da ölümünden sonra da saygı duyulur. Peygamberimizin bir Yahudi’nin cenazesinin önünden ayağa kalktığı ve "O bir insandır" buyurduğu bilinir. (Buhari, Cenaiz 50; Nesai Cenaiz, 45-47) Bu nedenle de ne tür insan olursa olsun komşumuzun cenazesine katılmamız doğru olandır.

Kurban aldım ama kesemedim, ertesi günü döneceğim (bayram sonrası) bu kurbanı ne yapmalıyım?

(Ali Nalin MUŞ)

Kurban Bayramı’nda kesmediğiniz hayvanınızı sonradan bir fakire verin, tüm olarak (kesmeden) hibe ediniz, o da kessin.

Domuz etinin haram olduğunu Kuran mı söylüyor?

(Onur SEVMEN İZMİR)

Evet Maide suresinin (5. sure)3. ayetinde domuz etinin haram olduğu belirtilir. Ayeti kerimede leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına, boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş hayvanlar size haram kılındı buyrulmuştur.
Yazının Devamını Oku

Bayram öncesi kendimizle hesaplaşalım

5 Aralık 2008
İSLAM álemi Kurban Bayramı’nı kutluyor. Bayram sevinç günleri, bayram tenkitlerin, kavga ve sıkıntıların erteleneceği günlerdir. Bayramda küsler bile barışır. Bayramda "kem söz" söyleyerek bile cevap verilmez. Ama ben bu bayram yazımda kendimizi sorgulamayı düşünüyorum. "Bize bayram gelmiş de ele bayram gelmemişse bu bayramı içimize sindirmeye hakkımız var mı?" diye sorarak başlamak istiyorum. Sonra dilerseniz beraberce şu üç konuyu seslice düşünelim. 1- Terör ve İslam álemi: Amerika’daki 11 Eylül olaylarından sonra Hindistan’da da benzeri olaylar meydana geldi. Dünyanın birçok yerinde İslam adına ucu bucağı karanlık yığınla olay meydana geliyor. Bilin ki İslam adına Müslümanların dünyanın değişik yörelerinde uğradıkları zulüm ve baskıya reaksiyon olarak terör eylemlerine girişiyorlar. En azından iddiaları bu. Kim bunları planlıyor, kim bunları pazarlıyor, kimden talimat alıyorlar bütün bunlar şüpheli, bütün bunlar belirsiz. Peki, bu olaylardan kim zarar görüyor; şüphesiz Müslümanlar. Dünya medyası İslam’ı, onun şerefli kitabını ve peygamberini terörle beraber anmaya başlıyor. Başka din mensuplarının cinayetlerini görmezden gelenler, herhangi bir Müslüman’ın hatasını, terörünü, günahını şahsına değil dinine yüklüyor. Haklı mı; tabii ki değil, ama bu yapılıyor. Tabii ki yapacak, zaten beklentisi bu. Bu noktada onları değil kendimizi kınamalıyız. Dünyanın herhangi bir yöresinde Müslümanlara uygulanan ayrımcılığın veya zulmün hesabı terörle sorulmaz. Bilimle, siyasetle caydırıcı ülke olunarak, birlikte hareket ederek, ülkece zengin ve güçlü olunarak, lobi faaliyetleri gösterilerek zulme ve ayrımcılığa tavır konulabilir. Dünya artık bu dilden anlıyor.

İslam álemi ise bugünkü haliyle bunu sağlayacak durumda değil. Bu olgunlukta değil. İç çekişmeler, basit siyasi manevralar bizleri üçüncü dünya ülkelerinin safına itmektedir. İçlerinde maraz taşıyan yığınla toplum dünya liderliğine soyunurken, bizler İslam’ı gölgelemekle meşgulüz.

2- İlahiyatçılar ve dini temsil sorunu: Günümüzde bazı ilahiyatçı meslektaşlarımız, dini takdim veya temsilde halkın çok gerisine düşmüşlerdir. Halkın tümüne ulaşabilme noktasında başarısız olmaktalar. Halkla aynı dili konuşmamaktalar. Halbuki dini bozmadan, sulandırmadan, deforme etmeden, aslına sadık kalarak yeni açılımlar yapılabilir. Ne yazık ki, hazımsızlıklar, çekememezlikler, belli bir ekolü ve eğilimi, din anlayışımızı hákim kılma gayretleri bu çalışmaları başarısız kılıyor. Sorumluluklar kendilerini "la yüs’el" (sorgulanamaz) kabul etmekteler. Bu nedenle de şahısları ve şahsiyetleri toplum nezdinde itibarsızdır. Görünen saygınlık ise makamlarına sadece.

Diğer yandan bir kısmımız dini magazinleştirdik. Basit konulara kilitlendik, tartışılacak yığınla dini anlama konusu varken... Halka helal ve haramı takdim edenlerin daha temkinli olması gerekir. Kullandığı her kelimenin günün birinde ilahi mahkemede sorgulanacağını bilmesi gerekir. Sözün ve kalemin emanet olduğunu hatırlaması gerekir.

3- Müslüman halklar: Onlar da, kendisini insanlığın teknik ve bilim yarışında geride bırakan idarecilerine ve ilim adamlarına kırgınlar. İslam ülkelerinin neden hep yoksulluğun, basit kavgaların bir arenası haline getirildiğinin hesabını soruyorlar, sormalılar da. 1950’li yıllarda mezbelelik halinde olan bazı Batı ülkeleri bugün dünyanın lideri haline gelmiş de, biz hálá kaldırım taşlarını söküp yeniden takmakla meşgulsek tabii ki sormalı ve sorgulamalılar. Bizim neyimiz eksik, neden bilimsel çalışmalarda dünyanın önünde değiliz. İlk emri "Oku" olan bir Kuran’ın talebeleri, hayat kitabını böyle tersinden mi okumalılar? Neden yoksul olsunlar? Neden diğer ülkelere girişlerde pasaport çilesi (!) yaşasınlar? Neden terörist muamelesi görsünler? Neden İslam ülkesi denilince her biri basit bir meseleye ve görüntüye kilitlenmiş çaresiz ve uydu ülkeler akla gelsin. Üniversitelerimiz neden bilimsel çalışmaların, keşfin öncüsü değil? Neden literatüre giren bilim adamımız az? Neden? Bütün bunlar İbni Sina’ların, Mimar Sinan’ların, Ali Kuşçu’ların, Cabir et-Tusi’lerin, Farabi’lerin, Piri Reis’lerin evlatlarına bunlar reva mıdır! Evladına en doğal sağlık, eğitim ve insanca yaşayabilme standardını sağlayamayan hükümetlerine, sorumlulara, idarecilere, Müslüman halk sitem yüklüdür. Faturayı bir döneme kesmeden toptan bütün geçmişe sitem yüklüdür. Evet, iki gün sonra camilerde "teşrik tekbirleri" başlayacak farz namazların ardından: "Allahu Ekber Allahu Ekber. La İlahe İllallahu vallahu ekber. Allahu Ekber ve lillahi’l hamd - En büyük Allah’tır. En büyük Allah’tır. O’ndan başka İlah yoktur. Allah büyüktür. Hamd sadece O’na yapılır."

* * *

İnsanlığın ezeli ve ebedi amentüsünü söyleyebilme becerisini gösteren Müslümanlar, inanıyorum ki bir gün insanlığın bilimsel amentüsü olan çalışma, istikrar, ilerleme ve başarılı olmanın şifrelerini de çözecektir. Çünkü İlahi vahiy "ve en leyse li’l insani illa masea" (insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır) diyerek aslında başarının şifresini yüzyıllar öncesinde kulağımıza fısıldamıştı ama hani nerede işiten veya dinleyen! Hani nerede dinlediğini anlayan ve hani nerede "kim var dendiğinde sağa sola bakmadan ben varım diyecek" yürekliler, hani nerede.

Hepinizin bayramını kutluyorum. Ve kurbanlıklarınıza en güzel şekilde muamele etmenizi, ona bir misafir gibi bakmanızı temenni ediyorum.

SORALIM  ÖĞRENELİM

Büyükbaş hayvana 4 kişi ortak olabilir mi?

Ali Aydın MANİSA

Büyükbaş hayvana 1’den 7 kişiye kadar ortak olunabilir. Bu sayının tek veya çift olması önemli değil, yani 2 kişi de 5 kişi de olabilir.

Kurbanlar bayıltılarak kesilebilir mi?

Mina Çanıl İTALYA

Hayvana en az acı verecek yöntem neyse o yol tercih edilebilir. Önemli olan şok verilmiş veya bayıltılmış hayvanın bu yolla ölmemesidir. Hayvanın kesim yoluyla son nefesini vermesi gerekir.

Kurban kesmesem, parasını fakire versem olur mu?

Ali Haydar Uzun SİVAS

Kurban kesmemiş olursunuz. Ama fakire yardım yapmış olursunuz. Kurban görevini ancak kurbanı yerine getirmekle ödemiş olursunuz.

Kurban namazı kılmazsam kurbanım kabul olmaz mı?

Saadet Demir KARS

Kılınan namaz, şükür namazıdır. Yani bu görevi yerine getirebildiği için şükür anlamında kılınır. Bu namazın kılınmaması kurbana zarar vermez.

Yazının Devamını Oku

Peygamberimiz veda haccını nasıl yaptı

28 Kasım 2008
HİCRET’in 10. yılıydı. Gönlü doğduğu şehir Mekke’deydi. Hac yapacaktı. Mekke onun için binlerce acı ve tatlı hatıralarla doluydu. Hiç unutmadığı eşi Hz. Hatice Mekke’deydi, orada gömülmüştü. Cennetül Mualla Mezarlığı’nda. Oradan zorla çıkarılmıştı. Çıkarılırken Mekke’den, dönmüş ve şöyle buyurmuştu yaşlı gözlerle: Mekke seni seviyorum. Vallahi beni buradan zorla çıkarmasalardı, ben buradan çıkmayacaktım.

Şimdi hac ibadeti için arkadaşlarıyla Mekke yolundaydı. O’nun hacca gideceğini duyan binlerce insan Medine’ye akıyordu. O’nun yanında olmak istiyorlardı. Hareketten önce insanlara hitap etti, haccın nasıl yapılacağını anlattı. Medine’de öğle namazını kıldı, ihramın sünneti niyetiyle gusül abdestini alıp tarandı, güzel kokular sürdü, sonra ihramını giyindi. Rulhuleyfe (ebyar-ı áli) denilen giriş kapısına mikat sınırına geldi. Arkasında muhteşem bir kafile vardı. İki rekat ihram namazı kıldı, sonra niyetini getirip telbiye getirdi. "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk; Buyur ey Rabbim buyur. Emrine hazırım. Buyur ey Allah’ım! Senin ortağın yoktur. Buyur Rabbim! Şüphesiz hamd ve nimet senindir. Mülk de senindir. Senin ortağın yoktur."

On binlerce insan O’nunla beraberdi. Yolculuk boyunca "Allah’ım! Senden rızanı ve cenneti istiyorum. Gazabından ve ateşinden sana sığınıyorum" duasını tekrar ediyordu. Bu yolculuğun vefatından önceki son uzun yolculuk olduğunu sanki biliyordu. Tatlı bir hüzün vardı yüzünde. Vefat etmiş çocuklarını düşünüyordu bekli de. Hz. Hamza, Hz. Mus’ab gibi şehitleri hatırlıyordu. Yaşı 63 civarındaydı. Hafif bir yorgunluğun izleri görünüyordu mütevazı yürüyüşünde. Saç ve sakalında 20’ye yakın beyaz saç vardı. Herkesle tek tek ilgileniyordu, kimsenin kalbini kırmıyordu. Kábe’yi görünce telbiyeye son verdi. Tekbir getirdi. "Benu Şeybe" denilen kapıdan girdi Kábe avlusuna. "Allah’ım! Bu evin şeref ve azametini arttır. Allah’ım selamet esenlik kaynağı sensin" diyordu.

Hacer-i esvedden başlayarak Kábe etrafında 7 defalık tavafı yaptı. Tavaftan sonra Makam-ı İbrahim’im arkasında geçip iki rekát tavaf namazı kıldı. Birinci rekátta Fatiha’dan sonra "Káfirun" suresini, ikinci rekátta Fatiha’dan sonra "İhlás" suresini okudu. Zemzem kuyusuna geldi. Orada zemzem içti. Hacer-i Esved ile Kábe kapısı arasında kalan bölgede (Mültezemde) ellerini, yüzünü duvara dayayıp dua ettiler. Artık Mekke’de bütün sahabe mültezeme dayanıp dua ediyordu. O ne yaparsa, muhteşem sahabe aynı şeyi yapıyordu. Adım adım O’nu takip ediyorlardı. Gözler O’nun üzerindeydi. Tertemiz yüzüne bakıyorlardı. O’nunla göz göze geliyorlardı. Gördüğü herkese tebessüm ediyorlardı. Kucaklaşmak için gelen kimseyi geri çevirmiyordu. Bir ara yol açmak için güçlü kollarını kullanan Hz. Ömer’i gördüğünde ikaz ediyordu. "Hayır Ömer, öyle değil. Sen güçlü bir adamsın, insanları itme." Her an sürekli cemaat çoğalıyordu.

O, şimdi "safa" tepesindeydi. Dua ediyordu. Oradan "Merve" denilen tepeciğe yürüdü. Sürekli bakara suresinin 158. ayetini okuyordu. Sonra Mina’ya hareket etti. Perşembe sabahı arife gününden bir gün önce Mina’ya geldi. Hz. Bilal güneşin hararetinden Peygamberimizi korumak için elindeki perdeyle onu gölgelemeye çabalıyordu. Cuma günü zilhicce ayının 9. günü Arafat’a girdi. Arafat’taki (zilhiccenin 9. günü) duruşu (vakfeyi) kaçıran haccı kaçırmış olur. Haccı iptal olur. (Hac yılın her ayında olabilir diyenler maalesef bu incelikleri düşünmeden rahat fetva verebilmekteler.)

O gün öğleden sonraydı. Devesinin üzerine oturdu. Böylece yüksek bir mekanda, herkesin görebildiği bir noktada yüz bini aşkın bir cemaate hitap etti. İnsan haklarıyla ilgili bir manifesto sayılacak o muhteşem konuşması daha sonraki yıllarda "Veda Hutbesi" olarak anılacaktır. Kan davalarını kaldırıyordu. Kadınların erkekler üzerindeki haklarından bahsediyordu. Cahiliye dönemine ait bütün gelenekleri yok sayıyordu. Yüz bin insan pür dikkat O’nu dinliyordu. Gözlerde yaş vardı, kalpte hüzün. Çünkü bunun bir veda olduğunu fark ediyorlardı. Zaten konuşmanın sonunda, "Bir daha sizinle burada buluşacak mıyım bilemiyorum" buyurarak ayrılığa dikkat çekiyordu.

Hitabesinin sonunda, "Mahşerde beni size soracaklar. Ben peygamberlik görevini yerine getirdim mi? Size bütün bunları ilettim mi, ne diyeceksiniz, bu soruya ne cevap vereceksiniz?" Arafat Meydanı bir anda inledi. Yüz bin insan "İlettin, tebliğ ettin" diyordu. Ellerini ve sağ elinin şahadet parmağını kaldırıp gökleri işaret etti. "Ya Rabbi şahit ol" buyurdu. Sonra akşam Müzdelife’ye geçecek, oradan Mina’ya, oradan da Mekke’ye geçip bayramın birinci günü farz olan tavafı yapacaktır.

Şu anda hacda bulunan bütün din kardeşlerimize peygamberimizin haccına uygun bir hac yapmalarını Allah nasip etsin.

SORALIM ÖĞRENELİM

Ankara’da evim var. Yozgat’a gideceğim bayramda. Bu durumda Kurban kesmek zorunda mıyım?

Salih Uzun-ANKARA

Bayram sabahı sabahtan önce Yozgat’a gider de bayramın son günü akşamdan sonra Ankara’ya dönerseniz kurban kesmeniz gerekmez. Yani kurban size vacip olmaz, seferi sayılırsınız. Ancak bayram namazında Ankara’da olursanız kurban kesmeniz gerekir. Bununla beraber seferi de olsanız kurban kesmeniz sevaptır.

Kurbanı kilo başı belli bir parayla alabilir miyim?

Barış Utku İZMİR

Fiyat belli olur, hayvan da belli olursa hayvanı kesmeden veya kestikten sonra tartıp satın alabilirsiniz. Bu durumda belirsizlik olmamalı yani alıcı, satıcı, fiyat ve hayvan belli olmalıdır.

Kredi kartıyla taksitlendirip kurban alabilir miyim?

Niyazi Atol-MANİSA

Evet. Herhangi bir malı peşin veya kredili olarak (tercihinizi belirledikten sonra) satın alabilirsiniz.

Annem hacca gitti. Arafat vakfesini yapmazsa (hastalanırsa) haccı sıkıntıya girer mi?

Satı Altun-NORVEÇ

Peygamberimiz hac arifedir buyurur. Bu nedenle de Arafat’ta bütün gün boyu hiç bulunmamış olanın haccı geçersiz olur. Yeniden hacca gelmesi lazım.
Yazının Devamını Oku

Sadece kelime-i şahadet yeter mi?

21 Kasım 2008
KELİME-i şahadet getiren herkesi Müslüman kabul ederiz. Bunu belgelemek için de nüfus kimliğimizde "Dini" hanesine "İslam" yazdırırız. Peki, bunlar yeterli midir Müslüman sayılmak için? Evet, yeterlidir, yeterlidir de gerçek ve sadık bir mümin sayılabilmek için başka şeyler de gerekir.

İşte bu yazıda Kuran-ı Kerim penceresinden müminin bazı özelliklerini sayacağız. Ta ki kendisini terazinin bir kefesine, Kuran’ın kurallarını da diğer kefeye koyup değerlendirebilsin. Başkasının onayına gerek kalmadan "ahlak ve tavırlar" açısından nasıl bir mümin olduğumuza kendimiz şahadet etmiş oluruz böylece.

* * *

1- Müslüman affetmeyi sever. Öfkesine hákim olur. Öfkesini yutar. İnsanların kabahatini görmezden gelir (Ali İmran, 134). Bu tavrıyla da Yüce Allah’ın mağfiretini arzular (Nur, 22).

2- Müslüman boş sözden ve hareketlerden uzak kalır. Doğru olan da bu değil mi? Dünya ve ahirette fayda sağlamayacak söz, tavır ve hareketlerin ne faydası olabilir ki (Müminun, 3).

3- Müslüman, cahillerin sataşmasına muhatap olunca selam selametle der ve geçer (Furkan, 63). Cevap vermeye yeltenmez, sataşmalardan etkilenmez. Potaya girmez.

4- Müslüman, Allah’a verdiği sözünde durur (Azhab, 23). Gayrimüslimle bile bir anlaşma yaparsa anlaşmasına ihanet etmez. Sözüne ve ahdinde sadıktır.

5- Müslüman, ölçülü bir sesle konuşur. Alçak bir sesle hitap eder. Vakur insana yakışan bir hitapla hitabede bulunur (Lokman, 19).

6- Müslüman kötülüğe kötülükle değil, iyilikle muamele eder. Affetmeyi sever. Kötülüklere güzellikle karşılık vermek bir fazilettir (Fussilet, 34).

7- Müslüman diğer Müslümanları kardeş olarak kabul eder. Müminler ancak kardeş olabilirler (Hucurat, 10). Bir Müslüman diğeriyle alay etmez. Küçük görmez. Aşağılamaz, ona kötü lakaplar takmaz (Hümeze, 1).

8- Müslüman hayatını doğru bir çizgide götürür. İstikamet onun için vazgeçilmez bir ilkedir. Peygamberin bile dosdoğru hareket etme konusunda ayet aldığını bilir (Hud, 112). Kuran-ı Kerim’in istediği anlamı da doğru dürüst yapar.

9- Müslüman haramlardan kaçınır. Yüce Allah’ın emirlerine uyar (Meryem, 65).

10- Müslümanlar başka din mensuplarının İslam’a yönelik tahrikleri karşısında vakur davranırlar. Akıllıca hareket ederler. Telaşlanmazlar. Kendilerine güvenirler (A’raf, 199; Maide, 13).

11- Müslüman, ailesine ve çevresine ibadet etmeyi ve namaz kılmayı teşvik eder (Taha, 132). Peygamberin ilk yaptığı ibadetin Hz. Hatice ve Hz. Ali ile beraber namaz kılmak olduğunu unutmaz. Hz. Ali ve Hz. Ömer’in camide namaz kılarken veya namaza hazırlanırken şehit edildiklerini hatırlar. Onların camiye ve namaza bağlılıklarını kendisi için ölçü alır.

12- Müslüman bozguncu değil, yapıcıdır. Tahrip etmez, tamir eder (A’raf, 56).

13- Müslüman başkasının namusuna, iffetine saldırmaz. Dil uzatmaz, küfretmez. Kuran-ı Kerim’deki en sert cezalardan birinin, namuslu kadınlara iftira etmek olduğunu unutmaz (Nur, 11-25).

14- Müslüman zina etmez. Zinaya götürecek yollardan ve ortamlardan uzak durur (İsra, 32), zinanın bir zulüm olduğunu bilir.

15- Müslüman, kendisini zinaya davet edenin şeytanın ve nefsin bir eseri olduğunu bilir. Bu davete boyun eğdiğinde kendisinin de bu dairenin bir çarkı haline dönüşeceğini bilir ve uzak durur. İffeti tercih eder.

16- Müslüman, Allah’a yalvarır. Sürekli Allah’ı anar, her an Yüce Allah’la beraber olur. Yanlış bir iş yaptığında hemen kendine gelir. Kendini günahların ve isyanın oyununa kaptırmaz. Herkes yokken, herkes uzak ve her şey uzakken, Allah’ın yakın olduğunu bilir. Bir an bile Allah’tan gafil olmaz. Yüksek sesle veya kısık sesle Allah’ı anar. Bakındığı her yerde ve anda Rabbini anar (A’raf, 40, 205; Ali İmran, 135).

17- Müslüman sadece Allah’a dayanır. Fatiha’da okuduğu gibi yalnızca yaradıcısından ister. İnsanlara iyilik yaparken de onlardan gelecek karşılığı beklemez. Bunun manevi karşılığını da dünyada değil ahirette bekler.

18- Müslüman, Müslüman’ın gıybetini yapmaz. Aleyhinde konuşmaz, çekiştirmez. Aleyhinde konuşanı susturur veya en azından o ortamı terk eder.

19- Müslüman küfretmez. Hakaret etmez, ağır söz söylemez, kendini büyük görmez. Mütevazı davranır. Herkesi kendinden daha çok cennete yakın hisseder.

Bu maddelerde yazılanlar bile kelime-i şahadet getirmekle işin bitmediğini anlatmaya yeter sanırım.

SORALIM ÖĞRENELİM

İsmi Azam duası diye bir duadan bahsediliyor. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?

Cevat IŞIK/TUNCELİ

İsmi Azam, yüce Allah’ın en büyük ismi demektir. Bunun "Allah" ismi olduğu söylenmekle beraber "esmau’l-hüsna"da geçen 99 isimden birisi olduğu da söylenir. Daha doğrusu bu ismin hangisi olduğu tam belirtilmemiştir ki, kişi Yüce Allah’ın bütün isimleriyle yalvarmaya devam etsin diye. Bir hadiste Peygamber Efendimiz (SAV), İsmi Azam’la yapılan duanın kabul edileceğini haber vermiştir.

İki aylık hamileyim. Çocuğumun özürlü olduğunu doktor haber verdi. Aldırabilir miyim?

Suzan KILIÇ/MANİSA

Çocuğunuzu aldırmayınız. Bizce çocuğun özürlü olma ihtimali (hatta kesin bilgi de olsa) kürtaj için bir gerekçe değildir. Özürlü olan çocuğun da yaşama hakkı vardır.

Sigara haram mıdır?

Salih KIZIL/SİVAS

Sigara zararlı bir madde, kötü bir alışkanlık ama haram demek mümkün değildir. Çünkü herhangi bir şeye haram demenin bazı şartları vardır. Bu şartlar sigara için bir araya gelmiyor. Ama sigaranın mekruh yani hoşlanılmayan bir alışkanlık olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Bilmeden işlediğimiz bir günahın bedelini ödeyecek miyiz?

Nazlı KARACA

Bilmeden işlediğiniz günahlardan sorumlu olmazsınız. Onun için de bedel ödemezsiniz. Ancak bilerek işlediğiniz bazı günahların kısmen bedelini dünyada ödeyebilirsiniz. Ancak hesap yeri dünya değil ahirettir.
Yazının Devamını Oku

Bahçenin duvarlarını yıkabiliyor muyuz?

14 Kasım 2008
TARLALARA korkuluk koyarız. Bu korkuluklara, bostan korkuluğu veya kukla deriz. Ellerini yana uzatmış öylece durur korkuluklar. Başına da şapka geçiririz, iğreti durur. Bununla kuşları aldatırız, kuşları ürkütürüz, gelip de taneleri yemesinler diye rızklarına mani oluruz.

Doğru mu yapıyoruz bilmiyorum. Çünkü korkuluğu oraya koyan kendince haklıdır, o böylece tahılını korumak niyetindedir. Ben de kendimce haklıyım. Bu işe başka pencereden bakarak, bir iki kuşun yiyeceğinden ne çıkar ki derim.

İşin ilginç tarafı kargalar bu oyuna gelmez, alay eder gibi kuklanın başına konup kuyruk sallar dururlar. Olan yine gariban kuşlara olur. Başaklardaki hazır taneleri yiyemedikleri için, yiyecek ararken ya arsız bir çocuğun sapan taşına hedef olurlar veya zemindeki bir yırtıcının dişlerinde hayata veda ederler.

* * *

"Bahçe duvarlarını yıkmayı emreden bir Peygamber’in müminlerine tarlaya kukla dikmek yakışmıyor."
Denir ki, Medine’de Avf b. Malik sülalesi, Hz. Peygamber’i ziyaret ederler. Bu sülalenin aşiret bahçelerini hayli yüksek duvarlar kapatıyordu. Kimse bunların bahçelerine giremiyordu. Halk bu hali Hz. Peygamber’e şikáyet etti. Halkla aralarında yüksek duvarlar koydular, yardımlaşmanın ve sevginin bağını kopardılar diye sızlanmalar başlayınca Efendimiz (SAV) kendisini ziyarete gelen Avf b. Malik ailesine söyle konuştu:

"Ey Medineliler. Siz cahiliye döneminde henüz Allah’a inanmıyorken bile mutlaka yardım eder, mallarınızla bağışta bulunurdunuz. Sonra yüce Allah sizi İslam diniyle şereflendirdi, Peygamber’iyle tanıştırdı. Ne o, yoksa bundan sonra mı mallarınızı halktan sakınıyorsunuz? Ey Medineliler, insanoğlunun tarlanızdan yediğinden size sevap vardır. Yırtıcı hayvanların ve kuşların tarlanızdan yediklerinden dolayı size sevap vardır."

Hz. Peygamber’in bu serzenişini duyan Medineliler, hemen bahçelerine koştular. Ellerine kazmalarını ve balyozlarını alıp bahçelerinin duvarlarını yıktılar. Böylece ararlındaki bağları güçlendirdiler, kazançlarını insanlarla paylaştılar.

Bu muhteşem dönüşümü gören Allah’ın Resulü şöyle karşılık veriyordu Medinelilerin cömertliğine: "Cömert Allah’a yakındır. Cömert cennete yakındır. Cömert insanlara yakındır. Cömert ateşten uzaktır. Cimri Allah’tan uzaktır. Cimri cennetten uzaktır. Cimri insanlardan uzaktır. Cimri ateşe yakındır."

Mesele sadece bahçe duvarlarını yıkmak veya tarlalardan kuklaları kaldırmakla formüle edilecek kadar basit değildir elbette. Gönlümüzdeki kin, nefret, çekememezlik, kıskançlık, cimrilik ve isyanın kuklalarını sökebiliyor muyuz?

Nefret duvarlarını yıkabiliyor muyuz? Cennetle aramızdaki duvarları kaldırabiliyor muyuz? Veya dünyamıza kardeşlik, rahmet, merhamet, anlayış, tahammül, hoşgörü ve affedicilik duvarları kurabiliyor muyuz? Kimse dışarıda kalmasın diye her birimiz diğerimizi aynı ailenin birer ferdi olarak, aynı kaderi paylaşan tek yürek olarak bağrımıza basabiliyor muyuz?

Bugünlerde birbirimize aynı toprağın ürünüsünüz, aynı baba ve annenin Hz. Ádem ve Hz. Havva’nın çocuklarısınız diyebiliyor muyuz? Yoksa birbirimize yaban ve yalan düşmenin tohumlarını mı atıyoruz. Yoksa birilerinin attığı çirkin ve yaban tohumların zehirli ürünlerini mi devşirmeye başlıyoruz.

* * *

Bizim ortak kültürümüz, ortak imanımız öylesine dolu dolu, öylesine asil ki, yanlış yaparsak, birbirimize dargın kalırsak, birbirimize yumruk sıkarsak, bizi besleyen toprak bize beddua eder. Zemin bize beddua eder. Gök bize beddua eder. Melekler bize beddua eder. Toprağın altındaki ölüler bize beddua eder.

Sahabe hassasiyeti, anlamak isteyen, iman etmeyi becerebilen için ne kadar büyük dersler taşır. Peygamberimiz, "Veren el alan elden, üstteki el alttaki elden daha hayırlıdır" buyurmuştu ya, bunu iyi bilen sahabenin zenginleri ne yaparlardı biliyor musunuz? Fakire verecekleri altını avuçlarına alır ve şöyle derlerdi: "Haydi gel ve avucumun içindeki altını al, senin elin benim elimin üzerinde olsun."

Biz Peygamber’in (SAV) ölümsüz dokunuşlarını böylesine insanca anlayan yürekleri barındırdıkça yarına ümitle bakabileceğiz. İnsanımıza gidebilmenin, köprü kurabilmenin tek yolu da budur.

SORALIM ÖĞRENELİM

Evlilik yıldönümümüzü kutlamamızda sakınca var mıdır? Eşimle o günde hediyeleşiyoruz.

Gülşah TATLI/İZMİR


Sorunuzu okurken ister istemez, kadınlar biz erkeklerden daha vefalıdır, demekten kendimi alamadım. Çünkü genellikle kadınlar bu tür günleri daha çok hatırlarlar ve hatırlatırlar. Sizin eşinizle dediğiniz tarzda evlilik yıldönümünüzü kutlamanızdan, hatırlamanızdan daha güzel ne olabilir ki! Yeter ki bu törenler dinin ve örfün güzel saydığı bir daire içinde olsun.

Yurtdışındayım, işsizlik parası alıyorum. Ayrıca kaçak olarak çalışmam sakıncalı mı?

İzzet A./ALMANYA


Siz orada, Alman devletiyle bir akide anlaşma imzalamış gibisiniz. Bu gibi konularda akdinize bağlı kalmanız gerekir. Alman yetkilileri kandırmaya yönelik kanunlara aykırı ve iyi niyeti suiistimal sayılan bu tür işlemlere girişmeniz dinen sakıncalıdır. Zira Kuran-ı Kerim, akidelere bağlı kalmamızı din ve ırk ayırmadan emreder.

Kalbime imanla ilgili tereddütler, vesveseler geliyor. Bundan sorumlu muyum?

İbrahim BİLİR/DİYARBAKIR


Kalbe gelen vesveselerden sorumlu olmazsınız. Vesvese şeytandandır. Şeytan kalbe şüphe sokarak kişiyi kendi yoluna çekmek ister. Siz telaşa kapılmayın. Rabbim olan Allah’a teslim oldum, deyiniz yeter.
Yazının Devamını Oku

Neler oluyor; şeytan yolları mı kesti?

7 Kasım 2008
BİRKAÇ gündür gazete sayfalarında tiksindiren, ürküten, sarsan olaylar birbiri ardınca yer almaya başladı. Bazen haberlerin devamını bile okuyamıyoruz, ter basıyor, derin soluklanıyoruz, içimiz bulanıyor, gözümüz seğirtiyor, sinirleniyoruz. Ayağa kalkıyoruz çaresizlik içinde, gazetelerin suçu yok, onlar olanları aktarıyorlar, olmayanı yazıyor değiller ya. Bir tarafta kaçırılan, hunharca öldürülen ve sonra yakılan iki kardeşin durumu, diğer yanda organları çalındıktan sonra cesedi bir torbaya konulup evinin önüne bırakılan dört yaşındaki bir çocuğun dramı. İnsanlığın, vicdanın, onurun yıkıldığı noktalardır bunlar. İnsanın hayvanlardan daha aşağı olduğu anlardır bunlar.

Belki en utandıranı ise, iddiaya göre kızını taciz eden ve kızının şikáyeti üzerine iki oğlunun önünde -diğer odada- kızının boğazını kesen baba! Babalık kavramı ile bu rezilliği aynı satır içinde kullanmak zorunda kaldığım için hem siz okuyucularımdan hem de bu satırlardan özür dilerim.

* * *

Nedir bütün bunlar? Bunlar nasıl bir ruh halinin habercisidir? Kim bu cinayetleri işleyenler, nereden geldi bu insanlar? İnsan mı bütün bunlar, yoksa biz yanılıyor muyuz? Bu suratların arkasında başka bir surat mı var? İnsani görüntüler birer maske mi yoksa? Yoksa Ebu Hureyre’nin (RA) dediği gibi: "Asil insanlar gittiler de piyasa bazı maymunlara mı kaldı?" Temiz insanımızı tenzih ederek.

Hiçbir gerekçe, hiçbir mazeret, hiçbir olay iki kardeşi öldürüp yakmayı izah edemez. Hiçbir gerekçe, dört yaşındaki bir çocuğu kaçırıp, organlarını boşaltıp vücudunu evinin önüne bırakmayı izah edemez. Ensest ilişkileri, çocuk istismarını, bunca rezillikleri gazetelerden okumakla yetinemeyiz artık. Tabir yerindeyse, mızrak çuvala sığmamakta. Ortalıkta ruh hastaları, dengesiz insanlar, tükenmiş bunca mahlukat dolaşırken kim kimden güvende olabilir.

Peki, sebep ne, çare ne, çözüm ne? Bir dizi filmde hapishanedeki kadın konuşuyor. Kayınpederi tarafından tacize uğramış bir kadını temsil ederken uğradığı bu iğrenç saldırıyı nasıl cezalandırdığını anlatıyor. Ben torun doğramış kadınım diyor. Bu satırları yazarken bile binlerce kez düşünmüş biri olarak soruyorum: Kadınlarımızın bir kısmını kurtarırken çözümü böyle mi sunacağız? Gayrimeşru çocuğu doğrayarak mı?

Problem ne? Problem şu: İnterneti insanca kullanmıyoruz. Kaçamak yapmayı normal bir olay gibi görmeye başladık. Erkek aldattıysa kadın da aldatmalı veya kadın aldattıysa erkek de aldatmalı anlayışını, bu hastalıklı anlayışı çokça işlemeye başladık. TV programlarında çenemiz düştü. Müstehcen konuşmaları, imaları, bolca servis etmeye başladık. Reyting korkusundan(!) dolayı kültürel programları, eğitici yapımları hasır altı ettik. Daha çok kazanmak için -iddia edildiği kadarıyla- TV’lerin reytingleriyle bile oynamaya başladık.

Makyavelist bir dünyaya doğru doludizgin koşuyoruz. İdeallerimizi tükettik. Diğer yanda küçük yaştaki kızlarla evlilik zafiyetini temize çıkarmak için, Hz. Peygamberimizin Hz. Ayşe ile evliliğine (Bu konudaki söylentilerin yanlış olduğunu defalarca söyledim ve yazdım. Hz. Ayşe’nin evlendiğinde en az 18 yaşında olduğunu açıkladım!!!) sözü getirmek de ayrı bir dengesizlik olarak sırıtmaya başladı.

Ahlaki değerleri sıfırladık. Bol bol dedikodu üreten, birbirinin ayağını kaydıran insanlar yığınına dönüştük. Aile sırlarımız ortaya çıkmasın diye aile içindeki bir tacizi veya rezilliği örtbas ettik. Kızımıza, gelinliğinle çıktın kefeninle gel, dedik. Çaresiz bıraktık kızımızı. Dengesiz bir kocası varsa kızımızın eti ve kemiği onun oldu artık, bize düşen ise mezarını kazmak.

* * *

Hayır, hayır ve yine hayır. Müslüman bir toplum böyle olamaz, İslam’la bu hastalıklı anlayış bir karede olamaz. Bizim bildiğimiz, Müslüman’ın sicilinde böyle kahredici işler olamaz. Hatta daha ötesini söyleyeceğim, kimliğe dini İslam maddesi böylesine kolayca yazılmamalı, böyle basit olmamalı, hak edilmeli. Bazı günahların dinden çıkarmasa bile sağlam bir iman da bırakmadığı anlatılmalı.

Evet, yeni bir hamle geliştirmeliyiz. Bütün bu rezilliklere karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Ortak tepkiler geliştirmeliyiz. Bilinç düzeyini yükseltmeliyiz. Dini daha doğru ve anlaşılır tarzda anlatmalıyız. Cezai müeyyideleri gözden geçirmeliyiz. Allah’ı anlatmalıyız. Kuran’ı konuşmalıyız, Peygamber’i konuşmalıyız. Yanlışlık yapan öz evladımız da olsa elinden tutup adalete teslim etmeliyiz. Yoksa Allah’ın melekleri bize rahmet etmeyecektir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Dövme veya saç boyası abdeste engel midir?

Buket ATASOY/İZMİR

Dövme, vücut üzerinde bir tabaka oluşturmadığı için abdeste veya gusle engel değildir. Saç boyası da gusle veya abdeste engel değildir. Zira gusülde, saç diplerinin ıslanması yeterlidir.

Evimde kedi besliyorum. Kedi uğursuzluk getirir diyorlar, doğru mu?

Selime UÇAK/MANİSA

Herhangi bir hayvanı beslemek uğursuzluk getirmez. Esasen dinde uğursuzluk kavramı hoş görülmez. İnsanlar kendi hatalarını uğursuzlukla izah ederler çoğu kez. Kedi beslemek ise güzel bir harekettir. Peygamberimiz kediyi çok sever. Büyük sahabisi Abdurrahman bin Sahr’a (RA), Ebu Hureyre yani kediciğin babası ismini vererek hayvan sevgisini canlandırmıştır.

Hayvanların kulağını kesmek veya tanınsın diye ateşle dağlamak çok mu günah?

Ahmet TANIR/NEVŞEHİR

Hz. Peygamber (SAV) bir hayvanın alnının ateşle dağlandığını görünce, kim bunu yaptıysa Allah ona azap edecek buyurmuştur. Hayvana eziyet sayılacak her iş, haram kapsamındadır.

Kuran-ı Kerim bir anda mı indi?

Utku BARIŞ/KKTC

Hayır, Kuran-ı Kerim 23 yıllık bir periyotta, ihtiyaca göre, bazen sureler bütün olarak bazen de ayet ayet inmiştir.
Yazının Devamını Oku

Allah'a firar edin

31 Ekim 2008
PEYGAMBERİMİZ bir hadisinde şöyle buyurmuştur: Üç şey mutlaka Allah’a ulaşır. 1- Tam bir kalp teslimiyetiyle oluşmuş olan tevhit.

2- Annenin-babanın evladı hakkındaki duası.

3- Mazlumun duası (veya bedduası). Bu mazlum inançsız başka din mensubu veya küfür üzerinde olsa da.

Hz. Peygamberin bu hadisi dinin "yürek" yönüne işaret eder. Allah’a iman önemlidir. Ama bu imanın tam bir kalp nuru, kalp bütünlüğü ve teslimiyetiyle olması şarttır. Böyle olmayan tevhit dilde kaldığı için bu imanla Allah’a ulaşmak mümkün olmaz. Peki, Allah’a ulaşmak ne demektir? Nasıl ulaşılır Allah’a? Cevabı çok açık ve nettir: Allah’a ulaşmak O’nun rızasını kazanmaktır. O’nun bizden razı olması demektir.

Kuran-ı Kerim, çok manidar bir ayetle hayatın rotasını çizer:

"O halde (ey Peygamber onlara de ki) hepiniz Allah’a kaçın." (Zariyat, 51/50)

Allah’a tabi olmak, Allah’a koşmak, Allah’a firar etmek. Dünyayı, nefsi ve şeytanı aldatır. İmkánların rayından çıkmış şehevi arzuların cenderesinden Allah’a firar edin. Sanki bütün bunlar birer zindan ve siz tutsaksınız ve siz bu tutsaklıktan ancak Yüce Rabbe firar ederek kurtulabilirsiniz.

Dünya firarların ülkesidir. Kendinden, ailesinden, sermayesinden, nefsinden, çevresinden, şöhretinden, zenginliğinden veya fakirliğinden, günahlarından, ölüm korkusundan kaçanların ülkesidir yeryüzü. İşte Kuran-ı Kerim firara kalkmış olanlara bir yol haritası çiziyor diyor ki kaçışınız sadece Allah’a olsun.

Yüce Allah’a firarın bir şekli de ona şükretmektir. Hz. Ömer mescitte bir adamın sürekli şöyle dua ettiğini işitir: "Allah’ım beni kalilerden, yani az olanlardan eyle." Bu dua büyük halifenin dikkatini çeker. Bir gün adamın yanına çöker ve dostum senin bu kelimen dikkatimi çekti, ne demektir "beni az olanlardan eyle?" diye sorar. Adam der ki: Efendim Yüce Allah Kuran da "Kullarımdan (hakkıyla) şükreden azdır" (Sebe, 34/13) buyurur. Ben işte bu az olan gruptan olmuş olmayı ümit ediyorum. Bu sözleri dikkatle dinleyen Hz. Ömer (r.a) ayağa kalkar ve kendi kendine şöyle fısıldar: "Herkes bu işi anlamış ileri gitmiş de benden başka anlamayan kalmamış."

Hepimizin ortak problemi budur aslında. Dilimizle Allah’ın yanındayız, ama kalbimizde başkasına ram oluyoruz. Günde kaç defa O yüce yaratıcıyı hatırlıyoruz. O’nun emirlerine muhalif davrandığımızda kaç defa vicdan sızısı hissediyoruz. Biz O’nu sevdiğimiz için günde kaç defa zulümden, zalim olmaktan kaçınıyoruz. Günde kaç defa affedici oluyoruz. Derler ki Hz. Rabia gecede bin rekát namaz kılarmış. Bir gün sormuşlar, neden bu kadar ibadet ediyorsun? Hz. Rabia cevap vermiş: "Peygamberimiz Yüce Allah’ın huzurunda benim gibi bir kuldan ümmetinden birinden ötürü mahcup olmasın diye." İmanda, tevhitte çıtanın en yüksek olduğu nokta bu olsa gerek. Mahşer áleminde herkesin hesaba çekildiği o çetin günde, gerçek müminlerin gülümsenerek, inançsızların ve küfür üzerinde olanların ise kınanarak hesaba çekildiği o günde, mahcup olmamak veya mahcup etmemek için ibadet etmek, Yunus Emre’ye nispet edilen: "Cennet dediğin birkaç köşk... Bana seni gerek sen" şuuru işte bu olsa gerek.

Denir ki mahşer gününde Yüce Allah iki kişiyi cehennemden çıkaracak ve sonra bunları cehenneme geri gönderin buyuracak. Cehennemi bizzat görmüş ve tatmış olan bu iki kişiden birisi cehenneme doğru koşarken ötekisi ise ağır ağır yürümeye başlarmış. Melekler o hızlı hızlı yürüyene soracaklarmış; neden cehenneme böylesine koşup gidiyorsun, orası koşulup gidilecek yer değildir! Adam şöyle cevap verecektir: Ben bu dünyadayken Yüce Allah’ın emrini dinlemedim. Başıma bunlar geldi, cehennemlik oldum, şayet bugün Allah’ın cehenneme dön emrini koşarak yerine getirmezsem belki O’nun azabı daha da şiddetlenecektir. İşte ben bu korkumdan dolayı cehenneme koşuyorum.

Cehenneme yavaş yavaş yürüyene sorulacak: Peki sen neden cehenneme yavaşça yürüyorsun? O da şöyle der: Allah beni cehennemden çıkardı. Ben cehennemden çıkarılanın bir daha oraya geri çevrilmediğini bilirim. Bunun için yavaş yavaş yürüyorum, belki de Yüce Allah beni oraya koymaktan vazgeçer. İşte ben bunu ümit ediyorum.

Denir ki Yüce Allah bu iki kulunun halini beğenir ve bu ikisini de cennete koyun buyurur.

(El-Tae, el Cami, li’l usuli 5/431)

Evet! Bu dünya iyi hesap yapanların sevindiği ve sevineceği ilginç bir diyardır. Burada başımızın çaresine bakmamız gerek. Burada Allah’a tam bir yönelişle yönelmek lazım. Burada Allah’a firar etmek lazım. Burada zaman geçirmemek lazım. Burada geç kalmamak lazım.

(Yazının başında yazdığımız iki hususu; baba, anne ve mazlumun duasını önümüzdeki hafta ele alacağız inşallah.)

Not:
Hafta içi her sabah saat 09.00 ile 10.00 arasında Star TV’de sorularınızı canlı yayında cevaplıyorum. Ayrıca www.nihathatipoglu.com adresinden de bana ulaşabilirsiniz.

SORALIM  ÖĞRENELİM

Zeká özürlüler önce cehenneme, sonra mı cennete girecekler?

Sevgi YALÇIN/MARMARİS

Zeká özürlüler bildikleri ve anladıkları kadarıyla sorumludurlar ve bildiklerinden sorumlu tutulacaklar. Hiçbir şey anlamayacak kadar özürlü olan ise zaten mükellefiyet taşımaz ve azap görmez. Onlar inşallah cennetlik olurlar.

Hemoroit ameliyatı günahlar içinde sayılır mı?

Sefa İPEKOĞLU/İSTANBUL

Tıbbi olan ve gerekli olan hiçbir müdahale veya ameliyat günah değildir. Dinen hoşlanılmayacak olan şey, gereksiz bir şekilde vücuda eziyet etmek veya vücutla oynamaktır. Tam aksine tıbben müdahale edilmesi gereken bir hastalık varken bunu ihmal eden günahkár olur.

Organımı bağışlamak istiyorum. Organımı bağışladığım kişi günah işlerse günah bana mı, organımı bağışladığım kişiye mi yazılır?

Sezgin ŞAFAK/GAZİANTEP

Organınızı bağışladığınız kişi herhangi bir günah işlerse günahı tabii ki kendine aittir. Bu şuna benzer: Sizin elbisenizi giyerek cinayet işleyen bir kişiden dolayı siz günahkár veya suçlu olur musunuz? Tabii ki hayır. Organlar da giyilen elbise gibidir. Bütün vücut zaten toprak olacaktır, önemli olan vücut değil, ruhtur. İyilik veya kötülük yapan ruhun kendisidir.

Sevmediğim biriyle evlendirildim. Eski bir sevdiğim vardı, unutamıyorum. Ne yapmam lazım?

A.S./TEKİRDAĞ

Kişinin istemediği veya sevmediği biriyle evlendirilmesi zulümdür, haksızlıktır. Buna sebep olanlar sorumludurlar. Muhterem hanımefendi, uzun sorunuzu kısaltıp aldım. Anladığım kadarıyla zaten evliliğinizi devam ettirmek zorunluluğunda hissediyorsunuz kendinizi, çocuklarınızdan ve sosyal statüden ötürü. Bu durumda sabretmenizi öğütlemek kalıyor bizlere. Mutlaka bunun mükáfatını alacaksınız.
Yazının Devamını Oku

’Hz. Peygamber’e ve Kuran’a teslim oldum!’

24 Ekim 2008
BİZLER Hz. Muhammed’in (SAV) son peygamber olarak gönderildiğine iman ediyoruz. Ona inen vahiy (Kuran-ı Kerim) indiği çağdaki din ve felsefenin yanlışlıklarını belirlemiş ve bütün insanlığı son din olan İslam’a davet etmiştir. Necaşi gibi Hıristiyan imparatorlar, Hz. Abdullah b. Selam (RA) gibi Yahudi kökenli din alimleri, İslam’la kucaklaşmışlardır. Adlarını verdiklerim sadece sembolik isimlerdir, bunun örnekleri hayli çoktur.

Hz. Muhammed’e (SAV) iman edenler, O’nun tebliğ ettiklerinin tümünü şeksiz ve şüphesiz kabul etmişlerdir. Çünkü Peygamberimize hem iman hem de itaat şarttır. Çünkü iman, itaati (uymayı) gerektirir. Hz. Peygamber’in peygamberliğini kabul etmek, boş bir tasdikten ibaret değildir. Yani, sen peygambersin denmekle iş bitmiş olmaz.

O’nun peygamberliğini kabul etmek, O’na inen vahyi de kabul etmektir. O’na inen vahiy Kuran-ı Kerim’de ise, tek makbul dinin İslam olduğu apaçık ayetlerle belirlenmiştir. Bu noktaya hiçbir İslam alimi itiraz etmemiştir. Zira buna itiraz eden, Hz. Peygamber’e itiraz etmiş olur. Kuran-ı Kerim ve hadisler bu aktardığımı şöyle formüle ediyor:

* * *

"Ve size Resulullah (mal ve diğer hususlardan) ne verirse onu alınız. Ve sizi neden men ederse hemen ondan vazgeçin" (Haşr, 7)

"Size ne emrettimse onu alınız (ona sarılınız) ve sizi neden men ettim ise ondan vazgeçin." (İbn Mace, Mukaddim)

"Kim Peygamber’e (Muhammed) itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiş olur ve kim yüz çevirirse aldırma; çünkü seni onların üzerine (günahlardan) koruyucu olarak göndermedik." (Nisa, 80)

Bu ayetlerden ve hadislerden açıkça anlaşılıyor ki, Kuran indikten ve Hz. Peygamber (SAV) elçi olarak görevlendirildikten sonra durumu duyan kitap ehli ve diğer insanlar; bu dine bağlanmak, Kuran’la amel etmek ve Hz. Peygamber’in yolundan gidip emir ve yasaklarına uymakla yükümlü tutulmuşlardır. Hz. Peygamber (SAV), Muaz b. Cebel’i (RA) Yemen’e vali olarak gönderdiğinde ona şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sen kitap ehli olan bir kavme gidiyorsun. Onları Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın resulü olduğuma şahadet etmeye davet et. Eğer onlar üzerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını onlara bildir, sonra Allah’ın onların malında sadaka (zekátı) farz kıldığını bildir." (Buhari, Zekát, Müslim, İman, 7; Tirmizi, Zekát, İbn Mace, Zekat, 1)

Bu tarihi belge şunu gösteriyor: Hz. Peygamber’e iman etmek yetmemektedir, İslam’a uymak da şarttır.

Sahabeden Abdullah Yeşkuri’nin (RA) anlattığı hatırası, bize Hz. Peygamber’in varlık sebebini, insanlardan ne istediğini, O’na nasıl iman etmemiz gerektiğini öğretiyor. Abdullah (RA) anlatıyor:

"Peygamberimizi hac günlerinde aradım, O’nu bulamıyordum nerede dedim, Arafat’a gitti dediler. Arafat’ta yol üzerine geçtim ve durdum, nihayet O geldi, ben Arafat yolundaydım, benim yolun üzerinde durduğumu gören birisi, ’Oradan çekil, Peygamberimiz geliyor’ dedi. Peygamberimiz (SAV) ise, ’Onu bırak, ihtiyacı vardır’ buyurdular. Sıkışa sıkışa ona yaklaştım, devesinin yılarından tuttum ve

- Beni cennete yaklaştıracak, cehennemden uzaklaştıracak ameli bildir dedim.

Peygamberimiz önce göğe baktı, sonra başını önüne çevirdi. Sonra bana döndü ve şöyle buyurdu:

- Beni iyice dinle, aklında iyi tut. Allah’a ortak koşmadan ibadet et, farz olan 5 vakit namazını kıl, zekátını ver, Kábe’ye haccını yap, ramazan orucunu tut. Halkın sana yapmak istemediğini sen de yapma. Hadi artık yolumdan çekil (de gidelim)."
(Ahmed b. Hanbel, c.6,5 538-584)

* * *

Son olarak şunu söylemekte fayda vardır: Bazı hadislerde, "La ilahe illallah - Allah’tan başka ilah yoktur" diyen cennete girer tarzında ifadeler vardır. Bunu doğru değerlendirmek lazım; çünkü bu kelime ile "Muhammed (SAV) Allah’ın resulüdür" cümlesi birbirinden ayrılamaz ve bu ifadeyi kullanan, yani "La ilahe illallah" yeter diyen bizatihi Hz. Peygamber’dir, yani bunu söyleyin diyen Hz. Peygamber’dir.

Siz bu cümleyi söylediğinizde Hz. Peygamber’e iman ederek, itaat ederek, uyarak demiş olacaksınız. Bu çok açık olan ayrıntıyı bile göremiyoruz bazen.

Yüce Rabbim bizi insanlığa faydası dokunan, bütün insanlara hoşgörülü davranan, her türlü ayrımcılığa karşı çıkanlardan eylesin.

SORALIM ÖĞRENELİM

Adak kurbanından yiyebilir miyim?

Cemalettin ŞANLI/SİNOP

Sizin adadığınız adak kurbanından çocuklarınız, babanız, anneniz, torunlarınız ve nine ile dedeleriniz yiyemezler.

Kabir namazı diye bir namaz var mıdır?

Ceyda İMRAN/ÇANAKKALE

Hz. Peygamber’in kıldığı ve kılınmasını tavsiye ettiği namazlar arasında kabir namazı diye bir namaz yoktur. Kişi sevap niyetiyle istediği kadar namaz kılabilir. Ama bu isimle anılan bir namaz bulunmamaktadır.

Cenaze, tabutla defnedilebilir mi?

Sezgin ŞAFAK/GAZİANTEP

Cenazenin tabutsuz olarak defnedilmesi esas olandır. Ancak mezarın rutubetli veya yumuşak olması veya cenazenin parçalanmış olması halinde tabutla gömülmesi caiz olur. Aksi takdirde böyle bir defin mekruhtur.

Namaz kılmayan kişinin cenaze namazı kılınır mı?

Nahit KÜÇÜK/İSTANBUL

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV) insanlığa tebliğ ettiği İslam dinini doğru ve gerçek kabul eden ve ben Müslüman’ım diyen herkes Müslüman’dır. İbadetinde kusurlu olsa da durum böyledir. Namazı inkár etmiş de değildir. Bu nedenle günahkár olsa da her Müslüman’ın cenaze namazı kılınır.
Yazının Devamını Oku