PEYGAMBERİMİZ bir hadisinde şöyle buyurmuştur: Üç şey mutlaka Allah’a ulaşır.
1- Tam bir kalp teslimiyetiyle oluÅŸmuÅŸ olan tevhit.
2- Annenin-babanın evladı hakkındaki duası.
3- Mazlumun duası (veya bedduası). Bu mazlum inançsız başka din mensubu veya küfür üzerinde olsa da.
Hz. Peygamberin bu hadisi dinin "yürek" yönüne işaret eder. Allah’a iman önemlidir. Ama bu imanın tam bir kalp nuru, kalp bütünlüğü ve teslimiyetiyle olması şarttır. Böyle olmayan tevhit dilde kaldığı için bu imanla Allah’a ulaşmak mümkün olmaz. Peki, Allah’a ulaşmak ne demektir? Nasıl ulaşılır Allah’a? Cevabı çok açık ve nettir: Allah’a ulaşmak O’nun rızasını kazanmaktır. O’nun bizden razı olması demektir.
Kuran-ı Kerim, çok manidar bir ayetle hayatın rotasını çizer:
"O halde (ey Peygamber onlara de ki) hepiniz Allah’a kaçın." (Zariyat, 51/50)
Allah’a tabi olmak, Allah’a koşmak, Allah’a firar etmek. Dünyayı, nefsi ve şeytanı aldatır. İmkánların rayından çıkmış şehevi arzuların cenderesinden Allah’a firar edin. Sanki bütün bunlar birer zindan ve siz tutsaksınız ve siz bu tutsaklıktan ancak Yüce Rabbe firar ederek kurtulabilirsiniz.
Dünya firarların ülkesidir. Kendinden, ailesinden, sermayesinden, nefsinden, çevresinden, şöhretinden, zenginliğinden veya fakirliğinden, günahlarından, ölüm korkusundan kaçanların ülkesidir yeryüzü. İşte Kuran-ı Kerim firara kalkmış olanlara bir yol haritası çiziyor diyor ki kaçışınız sadece Allah’a olsun.
Yüce Allah’a firarın bir şekli de ona şükretmektir. Hz. Ömer mescitte bir adamın sürekli şöyle dua ettiğini işitir: "Allah’ım beni kalilerden, yani az olanlardan eyle." Bu dua büyük halifenin dikkatini çeker. Bir gün adamın yanına çöker ve dostum senin bu kelimen dikkatimi çekti, ne demektir "beni az olanlardan eyle?" diye sorar. Adam der ki: Efendim Yüce Allah Kuran da "Kullarımdan (hakkıyla) şükreden azdır" (Sebe, 34/13) buyurur. Ben işte bu az olan gruptan olmuş olmayı ümit ediyorum. Bu sözleri dikkatle dinleyen Hz. Ömer (r.a) ayağa kalkar ve kendi kendine şöyle fısıldar: "Herkes bu işi anlamış ileri gitmiş de benden başka anlamayan kalmamış."
Hepimizin ortak problemi budur aslında. Dilimizle Allah’ın yanındayız, ama kalbimizde başkasına ram oluyoruz. Günde kaç defa O yüce yaratıcıyı hatırlıyoruz. O’nun emirlerine muhalif davrandığımızda kaç defa vicdan sızısı hissediyoruz. Biz O’nu sevdiğimiz için günde kaç defa zulümden, zalim olmaktan kaçınıyoruz. Günde kaç defa affedici oluyoruz. Derler ki Hz. Rabia gecede bin rekát namaz kılarmış. Bir gün sormuşlar, neden bu kadar ibadet ediyorsun? Hz. Rabia cevap vermiş: "Peygamberimiz Yüce Allah’ın huzurunda benim gibi bir kuldan ümmetinden birinden ötürü mahcup olmasın diye." İmanda, tevhitte çıtanın en yüksek olduğu nokta bu olsa gerek. Mahşer áleminde herkesin hesaba çekildiği o çetin günde, gerçek müminlerin gülümsenerek, inançsızların ve küfür üzerinde olanların ise kınanarak hesaba çekildiği o günde, mahcup olmamak veya mahcup etmemek için ibadet etmek, Yunus Emre’ye nispet edilen: "Cennet dediğin birkaç köşk... Bana seni gerek sen" şuuru işte bu olsa gerek.
Denir ki mahşer gününde Yüce Allah iki kişiyi cehennemden çıkaracak ve sonra bunları cehenneme geri gönderin buyuracak. Cehennemi bizzat görmüş ve tatmış olan bu iki kişiden birisi cehenneme doğru koşarken ötekisi ise ağır ağır yürümeye başlarmış. Melekler o hızlı hızlı yürüyene soracaklarmış; neden cehenneme böylesine koşup gidiyorsun, orası koşulup gidilecek yer değildir! Adam şöyle cevap verecektir: Ben bu dünyadayken Yüce Allah’ın emrini dinlemedim. Başıma bunlar geldi, cehennemlik oldum, şayet bugün Allah’ın cehenneme dön emrini koşarak yerine getirmezsem belki O’nun azabı daha da şiddetlenecektir. İşte ben bu korkumdan dolayı cehenneme koşuyorum.
Cehenneme yavaş yavaş yürüyene sorulacak: Peki sen neden cehenneme yavaşça yürüyorsun? O da şöyle der: Allah beni cehennemden çıkardı. Ben cehennemden çıkarılanın bir daha oraya geri çevrilmediğini bilirim. Bunun için yavaş yavaş yürüyorum, belki de Yüce Allah beni oraya koymaktan vazgeçer. İşte ben bunu ümit ediyorum.
Denir ki Yüce Allah bu iki kulunun halini beğenir ve bu ikisini de cennete koyun buyurur.
(El-Tae, el Cami, li’l usuli 5/431)
Evet! Bu dünya iyi hesap yapanların sevindiği ve sevineceği ilginç bir diyardır. Burada başımızın çaresine bakmamız gerek. Burada Allah’a tam bir yönelişle yönelmek lazım. Burada Allah’a firar etmek lazım. Burada zaman geçirmemek lazım. Burada geç kalmamak lazım.
(Yazının başında yazdığımız iki hususu; baba, anne ve mazlumun duasını önümüzdeki hafta ele alacağız inşallah.)
Not: Hafta içi her sabah saat 09.00 ile 10.00 arasında Star TV’de sorularınızı canlı yayında cevaplıyorum. Ayrıca www.nihathatipoglu.com adresinden de bana ulaşabilirsiniz.
SORALIMÂÖĞRENELÄ°M
Zeká özürlüler önce cehenneme, sonra mı cennete girecekler?
Sevgi YALÇIN/MARMARİS
Zeká özürlüler bildikleri ve anladıkları kadarıyla sorumludurlar ve bildiklerinden sorumlu tutulacaklar. Hiçbir şey anlamayacak kadar özürlü olan ise zaten mükellefiyet taşımaz ve azap görmez. Onlar inşallah cennetlik olurlar.
Tıbbi olan ve gerekli olan hiçbir müdahale veya ameliyat günah değildir. Dinen hoşlanılmayacak olan şey, gereksiz bir şekilde vücuda eziyet etmek veya vücutla oynamaktır. Tam aksine tıbben müdahale edilmesi gereken bir hastalık varken bunu ihmal eden günahkár olur.
Organımı bağışlamak istiyorum. Organımı bağışladığım kişi günah işlerse günah bana mı, organımı bağışladığım kişiye mi yazılır?
Sezgin ÅžAFAK/GAZÄ°ANTEP
Organınızı bağışladığınız kişi herhangi bir günah işlerse günahı tabii ki kendine aittir. Bu şuna benzer: Sizin elbisenizi giyerek cinayet işleyen bir kişiden dolayı siz günahkár veya suçlu olur musunuz? Tabii ki hayır. Organlar da giyilen elbise gibidir. Bütün vücut zaten toprak olacaktır, önemli olan vücut değil, ruhtur. İyilik veya kötülük yapan ruhun kendisidir.
Sevmediğim biriyle evlendirildim. Eski bir sevdiğim vardı, unutamıyorum. Ne yapmam lazım?
A.S./TEKÄ°RDAÄž
Kişinin istemediği veya sevmediği biriyle evlendirilmesi zulümdür, haksızlıktır. Buna sebep olanlar sorumludurlar. Muhterem hanımefendi, uzun sorunuzu kısaltıp aldım. Anladığım kadarıyla zaten evliliğinizi devam ettirmek zorunluluğunda hissediyorsunuz kendinizi, çocuklarınızdan ve sosyal statüden ötürü. Bu durumda sabretmenizi öğütlemek kalıyor bizlere. Mutlaka bunun mükáfatını alacaksınız.