Çünkü Yenikapı ve Yeni Kapı arasında dün hemen her konuşmacının yaptığı türden bir kelime oyunu yapmak tek başına bir şey ifade etmez.
Evet. 7 Ağustos İstanbul, Yenikapı mitingi bir kaç açıdan Türkiye siyasi tarihinde bir dönüm noktası sayılır.
Birincisi, bu Türkiye'de şimdiye dek yapılmış en kitlesel siyasi gösteri oldu. Tahminler 3 milyondan başladı, Anadolu Ajansı'nda 5 milyona kadar çıktı. En azını da alsanız bu sayı Avrupa'daki bazı ülkelerin toplam nüfusundan fazla.
İkincisi
Doğrusu HDP de katılsa iyi olurdu; böylece 15 Temmuz gecesi darbecilerim bombalarına birlikte karşı koyan Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğu gibi temsil edilirdi 7 Ağustos’ta İstanbul Yenikapı’da.
Ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın davet etmeme gerekçesini en net şekilde Başbakan Binali Yıldırım izah etti geçen akşam CNN Türk’te Hande Fırat’a, PKK’yı açıkça, yanına bir şey katmadan kınamadıkça olmaz diye.
Ama daha 7 Ağustos’a zaman var. Baksanıza birkaç saat içinde rüzgârlar nasıl değişiyor Türkiye’de; kelimenin anlamıyla uçurumun kıyısından döndük.
Hem baksanıza CHP, hatta MHP liderlerinin katılımı bile kolay olmadı. Gerçi hem CHP, hem MHP mitinge katkı vereceklerdi zaten, ama liderlerin katılması önemliydi Erdoğan ve Yıldırım için.
- MHP lideri Bahçeli katılacağını ilan etti. Siz katılmama kararı aldınız. Neden?
- Sayın Bahçeli de önce katılmayacaktı, ama karar değiştirdi.Biz CHP olarak Yenikapı mitingine katılmıyor değiliz. Partililerimize katılma çağrısı yaptık. Partimizin yönetimini temsilen de arkadaşlarımız orada olacak. Kaldı ki biz de kendi demokrasi ve cumhuriyete sahip çıkma mitinglerimizi düzenliyoruz. Taksim mitingine de biz çağrı yaptık, diğer partilerden temsilciler geldi katıldı. İzmir’deki 4 Ağustos mitingimiz için de bütün vatandaşlara çağrı yaptık, Ankara’da, diğer yerlerde de demokrasi ve cumhuriyete sahip çıkmak üzere mitingler planlıyoruz.
- Genel Başkan olarak siz neden katılmıyorsunuz?
- Benim katılmak istememenin birkaç nedeni var. Birincisi, demokrasi ve cumhuriyet için birlik görüntüsü vermekten yana bir sıkıntımız yok. Karşı olduğumuz bilindiği halde olağanüstü koşullar gereği Saray’a gittim örneğin. Ama (Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın) dışarıda azalan şahsi itibarının muhalefet liderleri üzerinden bu yolla yükseltilmeye çalışıldığı kuşkumuz var. İkincisi, Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnameler konusundaki eleştiri ve önerilerimizi dikkate alınmadığına izlenimimiz var. Bunların Meclis’e getirilmesi, görüşülmesi gerekiyor. Böyle önemli bir dönemde, devletin yeniden yapılandırılması konusundaki kararları 3-4 kişinin oturup kendi arasında alması doğru değil. İtirazlarımızın bilinmesini istiyoruz.
Çünkü Erdoğan’ın dünkü sözleri yalnızca Gülen’in gerçek yüzünü zamanında “ortaya dökememiş” olmaktan dolayı pişmanlık ifade etmekle kalmadı.
Sadece daha önceki “Allah bizi affetsin” dileğini “Milletim” eklemesiyle tekrar etmekle de yetinmedi.
Aynı zamanda, daha önce hiç duymadığımız türden şu cümleyi sarf etti: “Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum.”
Ahirete bırakmadığı bu hesap verme işine de sanırım neden Fethullah Gülen cemaatine bu kadar yıllık AK Parti hükümetlerinde neden (önceki hükümetlerin yaptığı gibi) “müsamaha ettiğini”, hatta “yardımcı olduğunu” izah etmekle başladı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ardından orduda köklü değişim için hemen harekete geçmek istemesini bu atasözüyle özetlemek mümkün.
Erdoğan bu hamlenin gerekçesini Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) artık darbe zemini, olmaktan çıkarılmasına imkân vermemek olarak açıklıyor.
Artık hepimizin geçmişte kalan kötü anılar olarak hatırlamak bile istemediği bir darbe girişimi daha, ordunun içinde gizlice örgütlenmiş bir cunta eliyle başımıza geldi.
O nedenle “demir tavında dövülür” hamlesi çok da anlaşılmaz bir şey değil.
“Batı demokrasilerinin ılımlı Müslüman sesler aradığı bir zamanda, ben ve Hizmet hareketindeki arkadaşlarım El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarından İslam Devleti’nin vahşi infazlarına, Boko Haram’ın (insan) kaçırmalarına kadar aşırılıkçı şiddete karşı açık tavır almıştır.”
Bu cümle Fethullah Gülen’in 25 Temmuz 2016’da Amerikan The New York Times gazetesinde yayınlanan makalesinin en kilit cümlelerinden birisidir.
Bir gün önce Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Gülen 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki isimdir, Türkiye’ye verilmelidir” yazısını basmıştır NYT. Bir gün sonra da Gülen “Giderek otoriterliği artan” Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “şantajına” boyun eğerek kendisini vermemesi gerektiğini söylemekte, hizmetlerini hatırlatmaktadır ABD yönetimine.
Bir de soru soracağım müsaadenizle, yanıtımı yazının sonuna saklayarak: Gülen ABD’nin Türkiye’deki çıkarları bakımından ne kadar önemlidir ve ne kadar vazgeçilmezdir?
Çünkü komuta kademesi yerinde kalınca 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ordunun sil baştan yeniden inşa edileceği tahminlerinin boşa çıkacağı izlenimi doğmuştu.
Öyle olmadığı dün yayınlanan Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) hükümleriyle görüldü. Oraya geleceğiz ama önce YAŞ kararından başlayalım. Öyle anlaşılıyor ki komuta kademesinin yerinde tutulmasına şu etkenler rol oynadı:
- Korgeneral, tümgeneral, tuğgeneral albay rütbelerinde yüzlerce subay ihraç edildi,tutuklandı. Komuta kademesi olduğu gibi görevden alınırsa boşluk artar diye değerlendirildi,
- Hükümet bazı cemaati mensuplarının hala –üst rütbelerde de- kendilerini gizlemiş olabileceğinden kuşkulanıyor. Darbecilerin Akar ve ekibine yaptığı ise ortada; yerlerinde tutulması riski düşüren unsur görüldü,
Kimse kalkıp açıklanan sonuca bakıp "Zaten dere geçerken at değiştirilmez demişti" kolaycılığına da kaçmasın.
15 Temmuz darbe girişimi ardından milletin çoğu ordunun üst komuta heyetinin dünkü Yüksek Askeri Şura (YAŞ) ile değişeceğini tahmin ediyordu.
Milletin çoğu ters köşeye yattı.
Nasıl yatmayalım ki?