Kurtulmuş bu sözleri 17 Ağustos’ta bir grup gazeteci, öğretim üyesi ve düşünce kuruluşu temsilcisiyle 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrası görünüm üzerine sorular sorulduğu toplantı sırasında sarf etti. “Başkaları da öyle, ama biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık” diyen Kurtulmuş şöyle devam etti: “Ben bunu yıllardır söylüyorum. Keşke zamanında geçerli bir barış perspektifi geliştirilebilseydi. Yakında inşallah dışarıdan zorlamayla değil, Suriye halkının kabul edebileceği bir çözüm bulunacaktır. Böyle bir süreç yaşanmaktadır. Burada Rusya ile ilişkiler önemli.
Rusya ve İran’ın Beşar Esad’a verdiği desteğin nasıl aşılacağı sorusuna gelince, Kurtulmuş Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul görüşmesiyle yanıt verdi: “Dolmabahçe görüşmesi ardından sorulunca “Esad’ın avukatı değilim” demişti. Bence Rusya belli bir kişiye siyasetini bağlamayacaktır. Vekâlet savaşlarının sonu geldi İnşallah bir çözüm buluruz.”
Kurtulmuş’un bu sözleri Türkiye’nin Suriye politikası bakımından şimdiye dek resmi bir ağızdan yapılmış en üst düzey özeleştiri ve Ankara’nın Suriye siyasetinde bir dönüm noktasına geldiğini gösteriyor.
ÖZELEŞTİRİ ZAMANI
Türkiye’nin Strazburg’taki Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi Büyükelçi Erdoğan İşcan 11 Temmuz 2016 günü önemli bir imza törenine katılıyordu.
Ankara’dan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu aracılığıyla hükümetten aldığı talimat uyarınca, Türkiye’yi Avrupa Konseyi ile beş sözleşmeye daha taraf yapacak imzaları attı. “Böylece” dedi İşcan, “Avrupa Konseyi sözleşmelerine taraf olma düzeyimiz yüzde 48’den 53’e çıktı.”
Avrupa hukuku ile biraz daha yakınlaşılıyordu ve bu da hala akıbeti belli olmayan Göçmenler-Vize anlaşması doğrultusunda önemli bir adımdı.
O beş sözleşmeden üçü, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesinin ek protokolleriydi. Böylece Türkiye ta 1957’de yayınlanan Sözleşmeye tam taraf haline geliyordu.
Otuz kişinin öldürüldüğü saldırıyı IŞİD üstlendi. Tıpkı PKK’nın 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana kestiği eylemlerini, darbenin bastırıldığının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya’ya gidişiyle belli olması ardından başlaması gibi, IŞİD de vurmaya başladı.
Hem de Münbiç’in ABD komuta ve desteğinde, PYD/PKK güçlerinin ağırlıkta olduğu Suriye Demokratik Güçleri tarafından IŞİD’ten alındığının açıklanmasından iki gün sonra…
Peki, iç savaş altındaki Suriye’nin sınır kasabaları arasında yolcu taşıyan bir gariban otobüste niye intihar eylemi yapar IŞİD? Kanıt yok, ama işaretler bunun bir nokta atış, Türkiye’nin Suriye’deki varlığı ve operasyonlarına bir tehdit olabileceğini gösteriyor.
Ama zaten Türkiye’nin Suriye siyaseti, tarihin acı bir oyunuyla 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ile ömrünü sonra erdirmiş görünüyor. İsrail ve Rusya ile anlaşmaların hemen ardından gelen darbe girişimi ile diye eklemek lazım belki de.
Dörtbin yıla yakın bir tarihi var, adı Aramice ki Hazreti İbrahim'in, Hazreti İsa'nın anadilidir, Manbac'dan geliyor, bugün söylesek Pınarbaşı diyebiliriz.
Ama su tatlısu kaynakları dışında bir de Halep'i doğuda Rakka'ya bağlayan kuzeyde Anadolu'ya taşıyan yolların kesiştiği bir nokta.
O kadar stratejik bir yer olmuş ki tarihte, mesela 1070'te Romen Diyojen, Alparslan'a Malazgirt ve Erciş'e karşı Münbiç'i teklif etmiş. O da kabul edebilirmiş eğer Bizans anlaşmayı bozup 1071'de Malazgirt'e hamle yapmasaymış.
Kabul edin ki ilginç, ama bu kadar tarih yeter.
Evet, bu kâbus gibi bir farazi soru, evet ağzımızdan yel alsın, ama düşünmek de lazım.
Batıda böyle alternatif senaryoları yapan devlet kuruluşları var.
Mesela bu soruya ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un en derin bölümlerinden Kesin Değerlendirmeler Dairesi’nin (İngilizcesiyle Office of Net Assessments), ya da CIA’nin de şemsiyesi altında yer aldığı Milli İstihbarat Direktörlüğünün adı bile insanı ürperten Stratejik Gelecekler Grubu uzmanlarının verecek hazır bir cevabı olabilir.
Ama gelin biz kendi cevaplarımızı arayalım.
Özellikle Amerikan aleyhtarlığı had safhada…
Türkiye’de batı aleyhtarlığı, özellikle Amerikan aleyhtarlığı her zaman yüksektir, 19’uncu Yüzyıl’ın Hasta Adam komplolarından Balkan ayaklanmalarından kalan, Yirminci Yüzyılda Çanakkale’den, Sykes-Picot’dan, Sevr ve İstiklal Savaşı’ndan kalan kötü hatırlar her daim tazedir.
Ama bu defa farklı…
Bu defa Türkiye’de 15 Temmuz kanlı darbe girişimine dair Batının tutumu fena halde can sıkıyor.
Evet, Vladimir Putin St Petersburg’taki toplantının başında basına fotoğraf verirken “Öldürülen Rus pilotlardan” söz etmişti, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sadece “Nahoş olay” demekle yetinirken.
Basın toplantısındaysa Putin’in “Nahoş olaya” dair tek atfı, kriz sonrasında Türkiye’ye uygulamaya başladıkları yaptırımları “kademeli olarak” kaldıracağını açıklaması oldu.
Onun dışında doğrudan ekonomik işbirliğine girdi.
Türk (ya da Günay) Akımı çok önemliydi. Rusya bir an önce Türkiye üzerinden Güney Avrupa’ya yeni bir gaz hattı döşemek istiyordu. Turizm, ticaret, inşaat sektörleri önemliydi, ama en stratejik olanı enerjiydi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 15 Temmuz darbe girişimi ardından ilk yurtdışı seyahatini, daha kırk gün öncesine dek arada büyük bir krizin olduğu Rusya’ya yapıyor; ev sahibi Vladimir Putin ile St Petersburg’da görüşecek.
Türk-Rus ilişkileri bir Rus SU-24 uçağının Türk F-16’ları tarafından 24 Kasım 2015’te Suriye sınırını ihlal etmesinin ardından düşürülmesiyle dibe vurmuştu.
Turizm ağır darbe almış, Rusya’ya tarım ürünleri ithalatı durma noktasına gelmiş, Rusya’daki Türk şirketleri büyük zorluklar yaşamaya başlamışlardı. Rusya ile kriz, Türkiye’nin Suriye’de PKK/PYD ve IŞİD’e karşı mücadelesini de olumsuz etkiliyordu.
Yıllardır Rusya ile iş yapan kıdemli işadamlarının tamamı devredeydi. Aralarında Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile görüşen de olmuştu ama sonuç alınamamıştı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan Nükleer Güvenlik Zirvesi için ABD’ye gittiği sırada, 30 Mart’ta Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in devreye girmesi söz konusu olmuştu ama Putin ‘Nuh diyor, peygamber demiyordu’.