Tam da başkanlık sistemini protesto için Meclis önünde toplanmaya çalışanlar Ankara’nın buz gibi soğuğunda TOMA’nın suyuyla sırılsıklam oldukları esnada…
Tam da Türk lirası dolara ve avroya karşı değer kaybında tarihi dipleri gördüğü saatlerde…
Anayasa geçerse yürütme erkini elinde toplayacak olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan önemli bir konuşma yapıyordu.
Cumhurbaşkanlığı’nda öğle yemeği için ağırladığı Türkiye’yi dışarıda temsil eden büyükelçilere hitap ediyordu.
Konuşmasında Türk diş politikasını da, aslında iç politikası ve ekonomisini de en çok ilgilendiren bölüm, sonunda ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’a yaptığı çağrıydı.
Gidici başkan Barack Obama’dan, “son yıllarda” izlediği politika nedeniyle artık hiç bir beklentisi kalmadığını ifade ederek şu üç mesajı verdi:
-"DEAŞ, FETÖ ve bölücü örgütlerden gelen tehditlere karşı müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri'ni kararlı, güçlü ve tereddütsüz bir biçimde yanımızda görmek istiyoruz.
-“Yeni Başkan Trump'ın 20 Ocak'ta görevi almasıyla özellikle birlikte karşılıklı diyalogu hızlandıracağımıza inanıyorum.
Birincisi 1923’te İstiklal Savaşı'nı başarıyla vermiş Meclis’in Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde sultanlıktan cumhuriyete geçiş kararıdır.
İkinci 1945’de İkinci Dünya Savaşı'ndan yıkıma uğramadan çıkmış Türkiye’nin, İsmet İnönü önderliğinde çok partili rejime geçiş kararıdır.
Orada bir diğer İstiklal Savaşı kahramanı, Celal Bayar da önderlikte pay sahibidir.
Soğuk Savaş boyunca üç askeri darbe yedi Türkiye’nin tökezlese de ilerlemeye çalışan demokratik hayatı.
Soğuk Savaşla birlikte darbeler geride kaldı diye düşünürken 15 Temmuz 2016 geldi; belki de ileride ikinci Soğuk Savaşın işaretlerinden sayacak tarihçiler.
Şimdi 15 Temmuz sonrasında Türkiye bir keskin virajın, dönemecin daha eşiğinde duruyor.
Aslında tam da parlamenter olmayan bir sistemden, icracı başkanlık sistemine geçiş için anayasa değişiklik taslağı bugün, 9 Ocak itibarıyla Meclis Genel Kurulu'nda tartışılmaya başlanıyor.
Bu değişikliğin lideri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gerçi bu değişiklik için uzun bir süredir bastırıyor; özellikle 2011 seçimlerinde AK Parti için yüzde 50 oy desteği almasından bu yana.
Kepazelik dediği, gidici ABD Başkanı Barack Obama’nın Suriye’de IŞİD’e karşı NATO müttefiki Türkiye’nin desteğini reddedip, PKK’nın uzantısı PYD’ye desteğini sürdüren çizgisiydi.
Obama’nın derdi aslında Türkiye değil; partidaşı Hillary Clinton’a karşı seçimi kazanan Trump’tan intikamını ona adeta bir enkaz devrederek almak istiyor; Türkiye de bundan payını alıyor.
Dün, 4 Ocak’ta ise Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, hükümetin Turmp döneminde ilişkilerin iyiye gideceğinden umudu olduğunu söyledi.
İkisinin arasında, 3 Ocak gecesi, Obama’nın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a telefonu var. IŞİD’in üstlendiği Reina katliamında 39 kişinin öldürülüp 65 kişinin yaralanmasından dolayı baş sağlığı dilemiş; ilk üzüntü mesajı gönderenlerden birisi olmuştu zaten.
Ama sanırım artık çok geç, Ankara Obama’nın geriye kalan iki haftada Türkiye’nin hayrına herhangi bir şey yapacağına inanmıyor.
Dahası var, sadece ABD’nin de değil.
Örneğin Almanya, Berlin’deki ünlü Brandenburg Kapısı’na Türk bayrağı yansıttı, üzüntüsünü göstermek için.
Ama AB Bakanı Ömer Çelik dün -15 Temmuz sonrası Türkiye’ye gelen ilk Avrupalı siyasetçi olan- İngiltere’nin AB Bakanı Alan Duncan’a ne dedi, biliyor musunuz?
Ama AK Parti hükümeti ve parti yönetimini bir başka sarstı.
Çünkü IŞİD’in bu eylemi, tam de Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un 2 Ocak bakanlar kurulu ardından söylediği gibi “öncekilerden çok farklıydı.
Öncekiler nasıl mıydı? Bakalım.
IŞİD 10 Ekim 2015’te Ankara’da barış mitingi için Gar önünde toplananlara saldırıp 103 kişiyi katledip, yüzlercesini yaraladığında, içten içe bunun solcuları ve Kürtçüleri hedef aldığını konuşanlar oldu.
IŞİD Sultanahmet’te Alman turistleri, İstiklal caddesinde İsrailli turistleri hedef aldığında da öyle; adeta Türkiye’de, yine Türk hükümetini zaaf içinde gösteren, ama işte “ötekileri” hedef alan bir eylemlerdi.
Hatta Fırat Kalkanı harekâtının hemen öncesinde 22 Ağustos 2016’da Gaziantep’te saldırdığında “Kürt mahallesindeymiş düğün” diye mırıldananlar duyuldu, duyulmadı mı?
Ama hükümet sözcüsü dedi ki, bu defa farklı.
Farkı yalnızca intihar eylemi olmamasında, yani yönteminde değildi. Şunlardı:
Bir çiçekle bahar gelmez ama bahar gelmeden, daha kış soğuğunda diğerlerinden önce açan bir çiçek de vardır hep.
Halkevlerindenmiş, Ergin Çevik diye bir genç adam çıkıyor, artık IŞİD propagandasıyla gelen gericiliğe, faşizme izin vermeyeceklerini söylüyor, halkı laiklik bayrağına sahip çıkmaya çağırıyordu.
Bunu herhangi bir zaman değil, 1 Ocak’ta, IŞİD militanı bir katil Reina gece kulübünü basın 39 kişiyi öldürüp 65’ini yaraladıktan birkaç saat sonra söylüyordu.
Bu kısa konuşmanın yapıldığı konuşma sosyal medyada hızla yayılmaya başlamıştı ki, bir muhbir vatandaş çıktı Twitter meydanına; İçişleri Bakanlığına bazı “hainlerin” halkı “iç savaşa” çağırdığını söyledi, durdurulmalarını istedi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu daha birkaç saat önce katliamı yapıp elini kolunu sallayarak kaçan katili ele geçirmek için binlerce polisin katıldığı bir operasyon başlatıldığını ilan etmişti.
Ama Okmeydanı’nda Anayasa’nın temel ilkelerinden laikliğe sahip çıkılmasını isteyen konuşma hakkındaki ihbar ihmal edilemezdi.
İçişleri o kadar işinin arasında, o videonun terörle mücadeleye verildiğini ve kişilerin görüldüğü yerde polise bildirilmelerini istedi.
Sosyal medyada beklenmedik şiddette tepki aldı bu duyuru.
Sonra doğrulanmadı o bilgi, saatler sonra Başbakan Binali Yıldırım açıkladı. (*)
Ama gayet sakin biçimde taksinin bagajından içinde silahlarının olduğu çantasını almış. (Atatürk havalimanını basan IŞİD’çiler de taksiyle gelmiş, silahları bagajda taşımışlardı.)
Önce kapıda duran polise ateş etmiş; şehit olan 21 yaşında 10 aylık polis. İki de koruma…
Sonra içeri dalmış, otomatik silahla taramaya başlamış.
Üstündekini çıkarmış, yani kıyafet değiştirmiş ve sırra kadem basmış.
Öldürdüklerinin sayısı şimdilik 39. 65 yaralıdan 4’ünün durumu ağır diye açıkladı hükümet yetkilileri.
Hakkari’den gelen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Peşindeyiz” dedi, duydunuz.
Ankara IŞİD üzerinde duruyor, El Kaide/El Nusra ihtimalini de dışlamadan.
Dün Türk askeriyesi, Suriye’de Rusya ile ortak bir operasyon ile El-Bab çevresindeki IŞİD hedeflerinin vurulduğunu bildirdi.
Ya da başka türlü, mesela şöyle söyleyebiliriz.
ABD öncülüğünde anti-IŞİD koalisyonu içinde yer alan NATO üyesi Türkiye, NATO’nun rakibi Rusya ile birlikte Suriye’deki IŞİD hedefini vurdu.
Üstelik ABD ile Rusya’nın 1992’de Sovyetlerin dağılmasından bu yana görülmemiş ölçüde birbirine girdiği bir sırada…
Düşünün ki ABD Başkanı Barack Obama’nın siber casusluk suçlamalarıyla 35 Rus diplomatını “istenmeyen adam ilan ettiği 29 Aralık’ın ertesi günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de 35 Amerikalı diplomatın sınır dışı edileceğini duyurdu.
Ama ilerleyen saatlerde Obama ile dalga geçer gibi bunu askıya alıp Trump'ı beklemeye karar verdi.
Soğuk Savaş hareketleri bunlar.
Obama, 20 Ocak’ta görevi devredeceği Donald Turmp’a enkaz bırakmak için elinden geleni yapıyor; Amerikan iç politikası dış politikası üzerinde belki hiç bu kadar yıkıcı etkiye sahip olmamıştı.
İlerleyen saatlerde Çavuşoğlu “yakın” deyince ve Moskova’dan muğlak sözler duyulunca, acaba ateşkesin daha ilan edilmeden mi suya düştüğü soruları soruldu.
Ancak dün, 29 Aralık öğleden sonra üçe doğru önce Şam’daki Beşar Esad yönetiminden bir açıklama ajanslara düştü.
Gece yarısı itibarıyla rejim karıştı güçlere yönelik askeri operasyonlar askıya alınıyordu.
Birkaç dakika içinde Moskova ve Ankara’dan da açıklamalar geldi.
Tıpkı dün yazdığımız üzere, Suriye rejim güçleriyle rejim karşıtı güçler, Rusya ve Türkiye’nin “garantörlüğünde” birbirlerine saldırmamak üzere anlaşmışlardı.
Anlaşma Birleşmiş Milletler tarafından terörist kabul edilen grupları kapsamıyordu. Yani El Nusra ve IŞİD’e saldırılar serbestti –buna IŞİD’e karşı yapılan El Bab operasyonu dâhildi.
Ateşkesi ihlal edenler anlaşma dışı sayılacak, yaptırım uygulanacak, hatta her iki tarafça da terörist ilan edilecekti.
Peki anlaşma neden gecikmişti.