Paylaş
Ama AK Parti hükümeti ve parti yönetimini bir başka sarstı.
Çünkü IŞİD’in bu eylemi, tam de Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un 2 Ocak bakanlar kurulu ardından söylediği gibi “öncekilerden çok farklıydı.
Öncekiler nasıl mıydı? Bakalım.
IŞİD 10 Ekim 2015’te Ankara’da barış mitingi için Gar önünde toplananlara saldırıp 103 kişiyi katledip, yüzlercesini yaraladığında, içten içe bunun solcuları ve Kürtçüleri hedef aldığını konuşanlar oldu.
IŞİD Sultanahmet’te Alman turistleri, İstiklal caddesinde İsrailli turistleri hedef aldığında da öyle; adeta Türkiye’de, yine Türk hükümetini zaaf içinde gösteren, ama işte “ötekileri” hedef alan bir eylemlerdi.
Hatta Fırat Kalkanı harekâtının hemen öncesinde 22 Ağustos 2016’da Gaziantep’te saldırdığında “Kürt mahallesindeymiş düğün” diye mırıldananlar duyuldu, duyulmadı mı?
Ama hükümet sözcüsü dedi ki, bu defa farklı.
Farkı yalnızca intihar eylemi olmamasında, yani yönteminde değildi. Şunlardı:
1- Yani yılın ilk saatinde vurarak, eylemliliği yükseltecekleri mesajını vermişlerdi, 2017’de eylemlerin devam edeceğine işaretti bu,
2- Fırat Kalkanında sıkışmışlardı ve ona tepkilerini böyle göstererek Türkiye’yi caydırmaya çalışıyordu IŞİD, ama Türkiye caymayacaktı,
3- IŞİD bu terör eylemiyle, “maalesef Türkiye'de halkımız arasında hayat tarzları üzerinden, inanç farklılıkları üzerinden, mezhepler üzerinden bir takım ayrışmaları ortaya koymaya” çalışıyordu. “Ve maalesef bir kısmı da sosyal medya üzerinden yapılan bu tür şuursuz, dengesiz bir takım propagandalar” da halkın arasını açmaya hizmet ediyordu.
Aslına bakarsanız, ilk iki madde kestirilemeyecek gerekçeler değil; yani eyleme devam ve Suriye harekâtına tepki.
Aslına bakarsanız, fark üçüncü maddede…
Üçüncü maddenin satır aralarını okuduğumuzda karşımıza şöyle bir tahlil çıkıyor:
1- IŞİD yılbaşı eğlencesine saldırmıştır. Yılbaşı kutlaması, zaten aleyhinde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den Cübbeli Ahmet Hoca’ya dek, şimdi isim verip cevap hakkı doğurmak istemediğim gazete ve televizyonculara dek değişen sertlikte beyanlarla olumsuz atmosfer oluşturulmuş bir konu. Yaşam tarzı vurgusu odur.
2- Saldırının yapıldığı Reina çalışan kesimlerin bütçesinin yetmeyeceği, ancak TV magazin programlarında görebildiği bir mekân, yani toplumsal psikoloji açısından riski yüksek bir hedef. Yani işe bir sınıfsal boyut eklenmeye çalışılmış
3- Daha saldırının dumanı üstündeyken, cansız bedenler soğumamışken sosyal medyada çalışanların tamamının Alevi olduğundan tutun da, işte (yeni yılı Noel ile de aynı potaya koyarak) Hristiyan eğlencesine kalkışanların sonundan bahsettiği “Oh olmuş” mesajlarıdır Kurtulmuş’un söylediği. İnanç ve mezhep vurgusu da buradan kaynaklanıyor.
IŞİD’in katliamına, Türkiye toplumu içinden birilerinin, belki bindiğiniz taksi, belki portakal aldığınız manav, belki de bir mesai arkadaşınız ama içimizden birilerinin coşkuyla destek vermesi AK Parti hükümetini açıkçası ürpertti.
IŞİD boğaz kesme videoları yayınlarken yüzde 8 oranında destekleyeceğini söyleyen kamuoyu araştırmalarını anımsayın lütfen, işte onlar.
Dolayısıyla hükümet, Reina katliamının bu kesim üzerindeki silahlı propaganda etkisinden, fanatik unsurların örgüte katılması için bir tür tanıtım etkisinden çekiniyor; bu ne yazık ki yeni ölümcül eylemler için yeni militanlar devşirilmesi demek.
Bir de ne var biliyor musunuz?
Aslında çoktan belliydi ama Ankara’da bazı gözler iyice açıldı, bu saldırıyla artık görmemek imkânsız hale geldi ki, IŞİD öldürürken laik, ya da İslamcı, ya da Hristiyan, fakir, zengin ayırmıyor.
Tekfirci ideolojik saplantısıyla dünyayı kendisinden olanlar ve diğerleri olarak bölüyor.
Yani IŞİD’in gözünde Tayyip Erdoğan ile Barack Obama’nın, Kemal Kılıçdaroğlu ile Angela Merkel’in, Mehmet Görmez ile Papa Francis’in, Vladimir Putin ile Ayetullah Ali Hamaney’in bir farkı yok; IŞİD gözünde hepimiz kâfiriz, ölmeyi hak ediyoruz.
Türkiye El Nusra ve IŞİD’i daha IŞİD’in ortaya çıktığı 2013 yılında terörist örgüt saydı, ama doğrusu ilk başta hafife aldı, ne olduğunu anlayamadı.
Ankara’daki yüksek teorik beyinler Suriye’ye bakınca sadece Müslüman Kardeşler örgütünü görüyor, yardım edilirse onların Beşar Esad’ı devireceğini düşünüyorlardı.
Mısır’daki Müslüman Kardeşler iktidarının askeri darbeyle devrilmesiyle ilk dağılanın Suriye’deki Müslüman kardeşler olduğunu göremediler.
Dağılan Müslüman Kardeşlerin El Nusra, IŞİD ve diğer Selefi-Cihadi örgütlere katılma hızına ayak uyduramadılar.
AK Parti hükümeti yetkilileri hala Batının adaletsizliğine isyan eden öfkeli mümin gençlerden filan söz ediyordu.
Sınırdan geçen öfkeli gençlere göz yumuldu bir süre, her iki tarafa geçişlere de, burada askeri eğitim alanlar içine Nusracı, IŞİD’ci var mı diye bakmak neden sonra akla geldi.
Yabancı Terörist Savaşçılar sorunu o zaman çok tartışıldı; Türkiye üzerinden Suriye’ye gidip sonra Batı ülkelerine eylem için dönenler.
Hiç Türkiye’den gidip Türkiye’ye dönen yok muydu acaba?
Ankara’da Emevi Camisinde Cuma namazı kılma söylemi devam ederken IŞİD’ciler, Türkiye’deki El Kaide hücrelerini de saflarına katarak örgütleniyordu; mesela Adıyaman’da ortaya çıkan hücreler böyleydi.
Üstelik 2014 Haziran’ında Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu basılmış, IŞİD sırf Müslüman nüfuslu bir ülke ve başında dindar insanlar var diye Türkiye’ye farklı bakmadığını göstermişti.
Yine de IŞİD’e bakış Musul ile değişmeye, Ankara IŞİD’i hafife aldığını görmeye başladı.
Ama işin rengi IŞİD Türkiye’de yaygın eylemlere başlamasıyla iyice değişti.
Bu eylemler, Türkiye’nin İncirlik üssünü ABD öncülüğündeki IŞİD’e karşı koalisyona açması sonrasında başladı; amacı Türkiye’yi IŞİD’e “düşman” işlemi yapmaktan caydırmaktı.
İşin ilginç yanı, PKK’nın da aynı günlerde Temmuz 2015 ortalarında, üç yıldır diyalog nedeniyle ara verdiği terör eylemlerine yeniden başlaması oldu.
Uzatmayalım, Türkiye’nin Suriye politikası 24 Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesiyle son buldu.
Yeni Suriye politikasının başlangıç tarihi ise 26 Haziran 2016’da İsrail, 27 Haziran’da da Rusya ile normalleşmenin ilanıdır.
O arada Suriye politikasının –asıl siyasi sorumlusu olmasa da fikir babası ve mimarı- Ahmet Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı bir görüşme sonrası gönüllü olmasa da istifa ettiğine şahit olduk.
Bir kırılma da 15 Temmuz darbe girişimi ardından 24 Ağustos’ta Suriye’ye askeri harekâtın başlamasıdır.
IŞİD’in Türkiye sınırıyla son bağı koparılırken, ABD desteğindeki PYD/PKK’nın oraları ele geçirmesi önlenmeye çalıştı.
Bu oyunun kurallarını değiştiren bir hamle oldu.
Ancak IŞİD, Türkiye’ye yönelik ağır bir terör tehdidi ve düşman sayılmasına karşın, hala hükümet gözünde “PKK, ya da FETÖ” gibi varoluşsal bir tehdit değildi; yani halkı ya da toprakları bölme amaç ve kapasitesi görülmemişti.
Reina eylemiyle görüldü.
IŞİD 1 Ocak 2017 itibarıyla Ankara için artık hem düşman, hem de PKK ve FETÖ gibi bir varoluşsal tehdittir. Bu tespitin iç politikada, Anayasa sürecinde yansımaları olacaktır.
Paylaş