Benim bu yazıda dikkat çekmek istediğim nokta Dalyan’a şöyle güzel, böyle tatlı diyerek övgüler düzmek değil elbette. Benim derdim başka. Dalyan’ı merkez alırsak Köyceğiz, Ortaca, Dalaman hattı boyunca uzanan o verimli arazilerde tarımla turizmin nasıl içiçe geçirebiliriz telaşı aslında benimkisi. Gayet açık net! Dalyan Çanağı’nı Agro Turizm ya da Eko Turizm dediğimiz tarım turizmiyle ayaklandırabiliriz. Zira tüm bunlar için doğası, iklimi, toprağı, tarihi son derece müsait. Ve bu bölgeyi baz alarak harekete geçilirse tüm memleket hattına yayılan bu şahane tarım-turizm hareketinin de fevkalade gelişmiş bir örneği olabilir. İtalya ve Yunanistan’da gördüğüm örnekler gösteriyor ki, bu memleket insanı bu işe bir el attı mı bu saydığım ülkeleri sollar geçer.
Bu turizm modeliyle Türkiye uçar gider
Bu konuyu bizzat yerinde Dalyan’da, DOKTOB yani Dalaman, Ortaca, Köyceğiz Turistik Otelciler ve Turizm İşletmecileri Birliği Başkanı Yücel Okutur’la konuştum. Yücel Bey’in sözleri her şeyi anlatıyor; Eko turizm ve tarım planlarının geniş kapsamlı yapılarak beş dönüm ve üzeri narenciye ile nar bahçelerinde, 10 – 12 odalı butik tesislerin inşa edilmesi ve bölgenin marka değerinin arttırılması. Özellikle Muğla ve Dalyan Çanağı bu konuda son derece ideal bir bölge. Zira hava, su ve toprak ekolojik tarıma son derece uygun. Tarihsel geçmişi, denizi, kanalı da hesaba katılırsa turizm yılın neredeyse 9 ayı capcanlı. Bu güzelim tesislerde ev usulü zeytinyağı, taptaze nar suyu, narenciyesi bol reçeli, uygun yerlerde balıkçılığı, kilim dokuması, ekmeği yapılmaz mı? Hem de nasıl yapılır! Hatta konaklamaya, toprakla içli-dışlı olmaya gelen turistle, misafirle yapılmaz mı bu saydıklarım? Hem de nasıl yapılır! İşte anlatmaya çalıştığım turizm tipi de bu zaten. Avrupa’nın Amerika’nın zengin turisti de aileleriyle oluk oluk gelmeye başlar buraya. Çünkü dünyada revaçta olan niş turizm modeli işte bu model. Aileler hem kendilerini en önemlisi çocuklarını toprakla buluşturmak istiyor. Tatil boyunca toprakla, hayvanlarla haşır neşir olan çocuklar hem dünyasını geliştiriyor hem de doğayı, yeryüzünü daha fazla sevip, ona daha fazla sahip çıkıyor.
Türk bilim insanları Patara’yı 32 yıldır iş başında
Aslında sadece kültürel değil, zengin florası ve faunası içinde çok sayıda endemik türünü barındıran Patara, doğal mirası ile de son derece özel bir statüye sahip. İşte bu yüzden, Türk bilim insanlarının özverili çalışmaları sayesinde Antalya’nın Kaş ilçesinin Kalkan Beldesi’ndeki bu antik kent 32 yıldır özenle keşfediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 1988’de Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü kurucusu Prof. Dr. Fahri Işık başkanlığında başlattığı kazılar, o yıldan bu yana aralıksız devam ediyor. 2009’dan bu yana ise Prof. Dr. Havva İşkan Işık liderliğinde sürdürülüyor. Bilimsel kazı çalışmaları; arkeologlarla birlikte epigrafi, nümizmatik, jeoarkeoloji, jeofizik, antropoloji, restorasyon, mimarlık ve su yapıları mühendisliği gibi farklı bilim dallarından bir ekiple devam ediyor. Bulunan her bir eserle hem medeniyetler beşiği olan Anadolu’nun kadim geçmişine ışık tutuluyor hem de dünya kültür mirasına katkı sağlanıyor. Bu gurur verici tabloyu bizzat yerinde görmek tarifsiz bir duyguydu elbette.Cumhurbaşkanlığı Patara’ya özel önem gösteriyor
Cumhurbaşkanlığı’nın 2020’yi Patara Yılı ilan ederek onurlandırdığı bu süreçte, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncülüğünde ülkemizdeki arkeolojik birikimin gün yüzüne çıkarılması ve korunması amacıyla Zeugma, Teos, Nysa ve Kaman/Kalehöyük ’teki gibi uzun soluklu projelere destek veren Türkiye İş Bankası, İş Sanat, TSKB ve Şişecam kuruluşları da 2016 yılından bu yana projede bilfiil yer almakta. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ilan edilmiş Türkiye’deki 18 Özel Çevre Koruma Bölgesi’nden biri olduğunu da özellikle eklemem gerekiyor. Peki neler yapılıyor Patara’da? Şimdiye kadar Meclis Binası, Tiyatro, Kent Kapısı ve Liman Caddesi’nin restore edilmiş. Suriçi Kilisesi, Bazilika, Mezar Kilisesi, Markia Mezarı ise koruma çalışmaları gerçekleştirilen diğer yapılar arasında bulunmakta. Hali hazırda kazı, konservasyon ve restorasyon çalışmalarının devam ettiği antik kentte, 2000 yıllık deniz feneri de orijinal taş malzemeleri ile yeniden ayağa kaldırılmayı bekliyormuş. Aldığım bilgiye göre, 1905 yılına ait ilk Osmanlı Telsiz Telgraf İstasyonu'nun onarım, güçlendirme, restorasyon ve müzeleştirme projesi bu ayın sonunda başlayacak. Diğer taraftan Tiyatro, Karşılama Merkezi, çevre düzeni ve antik kentin aydınlatması kapsamında yapılan uygulamalar ise tamamlanmış durumda.Pandemiye rağmen Patara’ya ilgi büyük
Pandemi’ye rağmen bu yılın sadece Temmuz ve Ağustos aylarında 150 bin ziyaretçisi varmış Patara Antik Kenti’nin. Harika bir ilgi bu. 2017 yılında 221 bin, 2018’de 303 bin, 2019 ‘da ise 176 bin kişi ziyaret etmiş bu kadim uygarlığı. Unutmayınız ki Patara; tümü ayakta duran tiyatrosu, liman caddesi, liman tapınağı, liman deposu, Tepecik erken yerleşimi, farklı dönemlerde inşa edilen çiftli surları, Delikkemer aquaduktu, beş hamam yapısı, bazilikası, 10 kilisesi, 10 tapınak mezarı, yüzyılın yazıtbilim anıtı denilen Yol Anıtı/Monumentum Patarense’si ve daha sayısız yapısıyla Anadolu’nun önemli antik kentleri arasında yer alıyor. Burada sürdürülen kazı çalışmalarıyla Helenistik, Yunan, Pers, Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerinin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısıyla ilgili ipuçları günümüze taşınıyor. Şunu özellikle belirtmem gerekiyor ki, 12 kilometre uzunluğundaki Patara plajı ise nesli tükenme tehlikesi altında olan caretta caretta kaplumbağalarının önemli yuvalama alanları arasında yer alıyor. Galiba en özel anlardan biri de yavru carettaların denizle buluştuğu andı. İşte bu anları hiç unutmayacağım.
Öncü turistik hareketlerin de odağı aslına bakarsanız. Kendine özgü ya da nev-i şahsına münhasır, yenilikçi ve özenli Avrupai meşgaleler önce burada filizleniyor, gelişiyor, büyüyor ardından tüm memlekete yayılıyor. Türk Turizmi’nin yol göstericisi bir nevi. Yıllardır da böyle bu. Yani bu turizm işinin ağa babası işte bu yarımada. Beni bu hafta dikkat çekmek istediğim Torba – Gündoğan hattında olan bitenler. Pandemi sürecinin sıkıntılarına rağmen girişimci ve yenilikçi memleket insanı dur durak bilmemiş, yapmışlar yapacaklarını. Misal mi istiyorsunuz, buyurunuz yazının geri kalanına… Kendi alanlarında öne çıkmış iki özgün, başarılı ve son derece kıymetli isimden bahis açmak isterim. Ve kanımca Bodrum’un da en çok konuşulacak iki ismi olacak onlar bu yaz.
Kaya Demirer Torba’ya demir attı
İlki kalbimizde ve eğlence dünyamızda müstesna bir yere sahip olan eşsiz işletmeci ve elbette Turizm Restaurant Yatırımcıları Derneği, Turyid Başkanı olan Kaya Demirer. İşinin duayeni bir isim. Eğitimiyle, bilgisi, görgüsü ve öngörüleriyle Kaya Demirer, Bodrum’a yeniden dönüşünün mutluluğunu ve heyecanını yaşıyor. Fevkalade haklı bir neşe bu. İstanbul’da süregelen çizgisi, bir dönem Marmaris – Orhaniye’ye hayat vermesi ve ardından nihayet Torba, Kaynar Mevkiinde kendini göstermesi. Covit movit demeden, bu memleketin turizmde şahlanışını görüp Türkiyemiz’e yatırım yapan uluslararası luxury bir otel markasının iki güzide restaurantı ve beach tabir edilen plajı, Kaya Bey ve ekibine emanet. Ayhan Sicimoğlu, Alya gibi performans sahibi hareketli, coşan, coşturan isimler… Akşamları da gün batımında yemeğinizi yerken Nükhet Duru, Güvenç Dağüstün - Burçin Büke, Ada Sanlıman gibi isimlerden şarkılar, performanslar… Her derde deva olacak güzellikler bu yaz Kaya Demirer sayesinde bu yaz boyunca Torba’da… …
Yılmaz Şef Demirbükü’nde esmeye başladı
Bu yaz Bodrum cenahında çokça konuşulacak bir isim daha var. O da işinin kompetanlarından Yılmaz Öztürk. Yılmaz şefim Akdeniz mutfağının en lezzetli halini, zeytin ağaçları gölgesinde, eşsiz Ege Denizi manzarasına karşı sunmaya başladı. İyi de yaptı. Ambiyans, güzellikler, doğa harikulade. Ekibin neşesi hayli yerinde. Tabaktaki tatlar efsane. E daha ne olsun! Fransız Rivierası’nda, İtalyan Sardunyası’nda bulabileceğiniz her türlü dokunuş, mekanın asilliğiyle birleşince bu rüyadan uyanmak istemiyorsunuz doğal olarak. İşine ve hayata duyduğu mütevazı saygısı yüzünden okunan, müdanasız, bolahenk bir insan Yılmaz Şef. Mutfağı sevmek, çocukluk, gençlik hayalini hayata geçirmek, yakaladığı fırsatları çabası, enerjisiyle hep bir üst segmente çıkarmak.. Kazanmak ve her daim kazanmak… Bu mevzular ortak akılla ve aynı şevki duyan insanlarla ve aynı vakur ruhlarla birleşince ortaya işte böyle dünya işler çapında çıkıyor. Kum midyeli linguine tadarken de, ekşili domates ezmesi ve yaz sebzeleri ile taze lagos balığını yerken de bu fark ortaya çıkıveriyor. İstanbul’da yaptığı ne varsa burada çıtayı daha da yükseltmiş olduğu görülüyor şefimin. Her gün menü değiştirmek de ziyadesiyle yorucu olsa gerek. Ve fakat bu müstesnalığı başarmak da her babayiğidin harcı değil işte.
Gündoğan hep güzel, en güzel
Şu gerçeği baştan söylemek gerekir ki Makedonya, kendinizi tam anlamıyla evinizde hissedeceğiniz son derece güzel bir ülke. Mesela Üsküp’te dolaşırken bol miktardaki camii, Osmanlı yapısı hanlar, hamamlar gördükçe kendinizi Bursa’da, Gaziantep’te, Ankara Kaleiçi’nde yani memleketimizin her hangi bir kentinde yürüyormuş, geziyormuş gibi hissediyorsunuz. Yöredeki Osmanlı eserleri özellikle TİKA ve kimi vakıflar vasıtasıyla ile yenilenmiş, güzelleşmiş, hizmete sokulmuş. Bölge halkı bu konuda Türkiye Cumhuriyeti’ne minnettar. Kuzey Makedonya; Arnavutluk, Kosova, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan arasında kendisine yer bulmuş küçük bir ülke. Efsane lider Tito’nun tüm izlerinin görüldüğü, eski Yugoslavya Cumhuriyetleri’nden birisi olan Makedonya’nın bizler için önemi dediğim gibi, tarihi ve kültürel özellikleri açısından tastamam benzerimiz olması. Ülke, 1991’de Yugoslavya'dan bağımsızlığını "Makedonya Cumhuriyeti" adıyla ilan etti. Birleşmiş Milletler tarafından 1993’de tanındı. Makedon ve Yunan hükûmetleri, 12 Haziran 2018'de ise ülkenin adının "Kuzey Makedonya" olarak değiştirilmesi konusunda anlaşmaya vardı.
Atatürk’ün sevdiği Vardar Ovası Türküsü eşliğinde Üsküp
Balkanlar’ın yıldız ülkesi Kuzey Makedonya’da ve özellikle Üsküp’te hem geçmişi hem moderni görebiliyorsunuz. Değerli dostum Serhat Kaynarpınar’ın sunumuyla, bir grup gazeteci ve influencer arkadaşla bu şahane ülkeyi alt üst ettik diyebilirim. İlk durağımız Türk Hava Yolları’nın karşılıklı sefer düzenlediği başkent Üsküp oldu. Makedonya’nın başkenti Üsküp, Vardar Nehri’nin iki kıyısına kurulmuş. Mustafa Kemal Atatürk’ün en sevdiği türkülerin başında gelen Vardar Ovası ve Vardar Nehri işte burada. Makedon dilinde ona Skopje olarak adlandırıyorlar Üsküp’ü. Tarihi ve kültürel özellikleri ile asla yabancılık hissetmediğimiz bir şehir Üsküp. Çünkü 600 yıla yakın süre Osmanlı egemenliğinde kaldı. Nüfusu yaklaşık 800 bin. 1963 depremiyle adeta yerle bir oldu şehir ve küllerinden yeniden doğdu diyebilirim. Hem Avrupa hem de Osmanlı mimarisini bir arada barındıran Vardar Nehri üzerinde kurulmuş Taş Köprü’yü ve köprünün diğer yakasındaki Osmanlı Dönemi’nden kalma Türk Çarşısı’nı mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Türk Kahvesi ve eşsiz tattaki Trileçe burada
Aristokrasinin kalesi Viyana’da karlı birkaç gün geçirip, görkemli haylaz Budapeşte’nin ruh hali değişken soğuğunda eşsiz kaldırımları arşınlayıp, Milano ‘da farklı tatlara tanıklık ettim. Milano seferinin bir başka özelliği daha vardı. Bizim memlekette de bolca konuştuğumuz elektrikli otomobil hadisesinin, farklı bir firma tarafından yapılan lansmanına katıldım ve elektrikli otomobil mevzusuna epey bir hakim oldum. Detayları anlatırım birazdan ama öncelikle Viyana ve Budapeşte notlarımı anlatmak isterim. İstanbul’dan Türk Hava Yolları ve Pegasus Airlines’in sürekli olarak karşılıklı uçuş gerçekleştirdiği bu iki yakın başkente ulaşmak 2 saati bile bulmuyor. Son derece yakın. Gidişimin sömestre tatiline denk gelmesi sebebiyle uçakta hayli çocuklu ailelere rastlamama sebep oldu ki, ağırlıklı olarak kayak hevesiyle Avusturya yollarına düşen ailelerdi bunlar. İki başkentte bu mevsim de hayli soğuk. Havanın erken kararmasını da hesaba kattığınızda cadde, sokakta fazlaca vakit geçirmek isteyen bünyeler için erken kalkmak gerekiyor.
Viyana’da Euro, Budapeşte’de Forinti
Evet para birimi olarak Viyana’da Euro, Budapeşte’de Forinti geçmekte. Yani hayat bizler için Budapeşte’de daha kolay diyebilirim. Çok daha ucuz zira. Karlı bir Viyana gününü ise size anlatmam hayli zor. Karın çilesinden ziyade sefası sürülüyor diyebilirim. Tarihi yapılarıyla, park, bahçeleriyle apayrı bir güzel oldu Viyana, kar düşerken. Kentte özellikle hafta sonları fazlaca Türkçe duyabiliyorsunuz. Orada yaşayanların haricinde, ziyarete de gelen hayli soydaşımız ama. Benim dikkatimi çekense Viyana’ya eğitim için gelen üniversiteli Türk öğrenciler. O kadar parlak ve o kadar çoklar ki, Avusturya eğitim dünyasında hayli sağlam bir klanı oluşturuyorlar diyebilirim. Budapeşte ise daha çok gezmek ve eğlenmek için uygun sanırım. Mimarisi inanılmaz güzellikte. Sokakları gezerken, fazlasıyla iyi korunan bir bina gördüm ve sanırım cumhurbaşkanlığı konutudur burası diye düşünürken ABD Başkonsolosluğu olduğuna tanık oldum ki, bu fotoğraf karesi bile süper gücün burada sözünü nasıl da geçtiğinin bir kanıtı olsa gerek. Buda tarafındaki dağlardan inen sisin Peşte tarafında yaratığı etki Karadeniz’in şahane ortamını andırıyordu. Viyana sonrası Budapeşte maddi anlamda ilaç gibi geldi desem yanlış olmaz çünkü Lira’nın dişine göre Forinti. Özellikle bahar ve yaz aylarında gezmenizi tavsiye ederim bu iki başkenti. Budapeşte’nin daha genç, daha haylaz, daha hayta tarafına hasta olacaksınız. Ha bu arada Osmanlı kültüründen izleri taşıyan hamamlarını da mutlaka keşfedin.
Elektrikli aracın Avrupa lansmanı için Milano’dayım
Elektrikli araçlar birkaç yıla kalmaz dört bir yanımızı saracak ne güzel ki. Biz Türkiye’de yerli ve milli Togg aracının fabrikadan çıkacağı günü sabırsızlıkla beklerken, bu alanda Avrupa yollarından rekabeti kızıştıracak, güzel haberler de geliyor. Viyana ve Budapeşte’nin ardından uğradım diğer Avrupa kenti İtalyanlar’ın itici gücü olarak tanımlayabileceğim Milano idi. Zira Volvo kilometre taşı olarak tanımlayabileceğim tamamen elektrikli XC40 Recharge'in Avrupa lansmanını bu kentte gerçekleştirdi. Firmanın hedefleri arasında 2025 yılına kadar küresel satışlarının yüzde 50’sinin tamamen elektrikli modellerden oluşturmayı hedefliyor. Geri kalan araçlarsa hybrid ve plug-in hybrid modellerden oluşacak. Aslında akıllara gelen en önemli soru, kullanıcıların araçlarını kablolu mu yoksa kablosuz mu almak istedikleri. Sanırım bu sorunun yanıtı da müşterilerin isteği doğrultusunda şekillenecek. Ama olayın özünde güç-aktarma teknolojilerinin yer aldığı kesin. Hızlı şarj özelliği sayesinde bataryanın yüzde 80’i sadece 40 dakika içinde şarj edilebilecek. Bu elektrikli otomobil alanında dünya çapında ciddi bir rekabet oluşuyor. Avrupa’da bunun ayak izlerini görmekteyiz. Rekabet müşteri ve doğamızın lehine çok daha kızışacak. Türkiyemiz’in de bu rekabetin içinde Togg ile yer alacak olması son derece gurur verici bir hamle.
İşte bu projelerden bir tanesi de, “Üreticileri Geliştirme ve Bölgesel Lezzetleri Koruma Projesi”. Mevzu geçen yazımda Antepfıstığı idi, şimdi de zeytinlerimiz. Ayvalık Hasat Festivali kapsamında üreticilere ve genç nesil çiftçilere zeytin fidanı dağıtımı ve dikimi kampanyası başlatıldı. Proje dahilinde Ayvalık Bölgesi’nde Ayvalık tipi, Milas Bölgesi’nde ise Memecik tipi zeytin ağaçlarının çoğalması ve zeytinyağı kalitesinin yükseltilmesi amaçlanıyor. Ve böylelikle üretici dostlarımıza sertifikalı tam 10 bin zeytin fidanı dağıtılacak. Bu da demek oluyor ki, bilinçli ve üretim odaklı bir çiftçi dostlarımız giderek çoğalacak. Pek tabii ki bu durum da rekoltelere, zeytinin kalitesine ve ihracata yarayacak.
AMAÇ YEREL ÇEŞİTLİLİĞİ GELİŞTİRMEK
Proje, dört yıl önce başlatılmış ve ‘yerel çeşitliliği geliştirme projeleri’ olarak adlandırılmıştı. Buradaki en önemli mevzuu kaliteli zeytinyağı üretiminde en önemli rol oynayan üretici ve yağhanelerle birebir iletişime geçerek kaliteli zeytinyağı üretimi konusunda vatandaşı bilinçlendirmek. Bu konuda da son derece başarılı olunmuş durumda. Zeytinyağının kalitesinin arttırılması birincil öncelikli hedef. Bir anlamda Türk zeytinyağının kalite çıtasını yükseltmek. Özellikle bu yaz maalesef orman yangınları bir hayli etkiledi üreticiyi. Bununla beraber ağaç kesimleri, ağaç sökümleri ve bunun gibi zeytin ağacı popülasyonunu tehdit eden unsurlarla da mücadele etmek zorunda kaldı üretici dostlarımız. Zaten bu sosyal sorumluluk projesinin de en büyük amacı giden ağacın yerine yenilerini koymak ve kaliteyi arttırmak. Unutmamak gerekiyor ki, tarımda kalkınma olmadan müreffeh bir toplum olunamaz.
BALAYI VE DALIŞ DENİLİNCE AKLA MAURİTİUS GELİR
Tropikal adalar ya da sıcacık bir iklim denilince akla ilk olarak gelenlerin başında illa ki Mauritius Adası vardır. Hint Okyanusu’nun güney batısında, Afrika yakınında Unesco Dünya Miras Listesi’nde yer alan şahane ötesi bir ada burası. Aslında bir doğa ve tatil cenneti desek haksız olmayız. Bu muhteşem adanın yetkilileri ülkelerinin doğasını, doğallığını, cennet güzelliğini tanıtmak üzere dünya çapında müthiş bir tanıtım atağına geçmiş durumdalar. Çok da güzel yapıyorlar bu işi. Gerçekten helal olsun. O sebepledir ki, Mauritius Adası Turizm Bakanı Anıl Gayan ve heyeti geçtiğimiz günlerde de İstanbul’da turizm ve medya camiasıyla bir araya gelip, neden adalarına gitmemiz gerektiğini tane tane anlattılar. Benim gibi tropikal dünyalara düşkün birisi için ağız sulandıran bilgiler ve görüntülerdi bunlar ama özellikle bu
iklim ve yerleşimlere mesafeli arkadaşlarımız da, adanın güzellikleri anlatıldıkça ayrıca büyülendiler. Berrak, turkuaz rengi suları, bembeyaz kumları, yemyeşil dağları ve tropikal iklimiyle dünyanın en iyi balayı adası seçilen Mauritius’un turistik ve doğal güzellikleri anlatıldıkça bir an dünyadaki cennete gidip geldiğimi hissettim. Eksiği var fazlası yok. Kesinlikle gidilmesi, görülmesi, tatil yapılması gerekli dünya harikası bir yer Mauritius Adası.
YERYÜZÜNDEKİ CENNET
Unesco’nun göz bebeği Hint Okyanusu’nun egzotik adası Mauritius’ta farklı kültürlerin bir arada yaşaması sebebiyle, çok kültürlü yapısının oluşturduğu ahenklik her adımda hissedilmekte. Sonsuz kum sahilleri, görkemli ağaçları, misafirperver halkıyla gerçek anlamda bir cennet desem yanılmam. Adanın en fazla konuğu İngiltere ve Fransa’dan… Her yıl 1,5 milyon turist ağırlayan ülkeye girişte vize uygulanmaması da çok büyük bir avantaj. Golf oynamak isteyenler için ideal güzellikte. Dalış sporu için de muhteşem bir deniz altı güzelliklerine sahip. Bembeyaz kumsalı, palmiye ağaçları, turkuaz denizi ve mercan adalarıyla kusursuz bir dünya güzelliği. Bu arada ada son üç yıldır üst üste ‘’en iyi balayı ve dalış’’ destinasyonu seçildi. Varın gerisini siz düşünün. Her çeşit deniz sporunun yapılabildiği sahillerinin dışında “Yedi Renkli Toprakları”, dünyada nadir olan nefes kesen doğa harikası denizaltı şelalesi “Chamarel Şelalesi” yemyeşil uzanan “Şeker Kamışı Tarlaları”, başkent Port Louis’de görülmeye değer yerler arasında. Özellikle kış aylarında yazı yaşamak isteyenlere eşsiz bir güneş tatili sunabilir Mauritius.
Bunu bilir, bunu söylerim her zaman. Mekan, yörenin çekim merkezi eşsiz vilayetimiz Gaziantep. Konumuz ise malum olduğu üzere Antep fıstığı… Özellikle yöre insanının tek geçim kaynağı yani Antep’in altın hatta elmas madeni, fıstık. Anlatmak istediğim projeyse, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Antepfıstığı Araştırma Enstitüsü ile üreticiler arasında bir köprü oluşturan, TEMA Vakfı ve Nestlé DAMAK iş birliğinde geliştirilen “Fıstığımız Bol Olsun” projesi. Bu örnek girişimle yaklaşık 210 bin kişinin geçim kaynağı olan Antep fıstığında, sürdürülebilir tarım uygulamaları ile verim ve kalitenin yükseltilmesi, bu yolla da üretici dostlarımızın gelirlerinin daha da artırılması ve en önemlisi de kırsal kalkınmaya ciddi bir katkı sunmayı amaçlıyor.
TAMAMEN YERLİ VE MİLLİ
Her şeyiyle yerli ve milli ögeler barındıran proje 2011’de başlatıldı ve bugüne kadar ilk iki fazı tamamlandı. Şimdi ise üçüncü faz çalışmalarıyla bir çığ gibi büyümekte. İlk fazda, sürdürülebilir tarım örneklerinin uygulandığı örnek bahçeler oluşturulup, bahçe sahipleri lider üretici haline getirildi. İkinci faz ise beş yıllık olarak kurgulandı. Bu dönemde de yaygınlaştırma ve bölgesel sorunlara çözümler üretme üzerine odaklanıldı. Şimdiki faz ise 2023’e kadar sürecek. Yani kazanımlar yaygınlaştırılıp, geleceğe taşınacak. Türkiye’nin dünya Antep fıstığı bahçelerinin %35’ine sahip olduğu düşünülürse her şeyi devletten beklemeyip vakıflarla el ele vererek topraktan daha fazla üretim elde etme fikri bir macera değil, tamamen yerli ve milli bir uygulama olarak görülmekte. Bu noktada amaç İran’ın üretim potansiyelini geçebilmek. Çünkü dünya fıstık üretimindeki payımız yalnızca %12. Bu durum da tabii ki verim düşüklüğünden kaynaklanıyor. Düşük verimin en önemli nedeni ise bilimsel bilgi ile üreticinin birbirine kavuşamaması.
FISTIK EĞİTİMİ İLKOKUL SIRALARINDA BAŞLAYACAK
İşte ‘Fıstığımız Bol Olsun’ projesinde, çözüm odaklı ve uzun vadeli bir sosyal sorumluluk çalışması olarak bilginin üretilmesi esas tutuluyor. Hem teoride hem pratikte, çiftçimizin kalkındırılması, daha çok ve daha kaliteli ürün elde etmesi sağlanıyor. Ciddi anlamda başarılara da imza atılıyor. Usta belgesel yapımcısı ve gazeteci Coşkun Aral Ustamızın, bir fıstık fidanıyla Gaziantep’te başlayıp Meksika’da bir kakao çiftliğine uzanan süreci anlattığı “Efsane Tadın İzinde: Fıstık ve Çikolata” belgeseli de üreticilerimize ilham veriyor elbette. Sürdürülebilirlik açısından çocukların proje ve Antep fıstığının önemi konusunda bilgi sahibi olması son derece önemli, işte bu nedenledir ki, çocuklara yönelik düzenlenecek eğitim
etkinlikleri ile 4 bin 5 yüz çocuğa da ulaşılacak. Yani ağaç yaşken eğilecek. O çocuklar geleceğin üreticileri olacak. Bilgiyle, araştırmayla, sevgiyle fıstık üretimimizi hak ettiği yere getirecekler.
Bodrum’da imar planına uymayan, imara aykırı kaçak yapıların yıkılması mevzusu. Ve bu konuda da hayli yol alındı malumunuz. Doğaya karşı duyarlılığından dolayı binlerce kez teşekkür etmek gerekiyor sayın bakan ve çalışma arkadaşlarına. Böylesi duyarlı davranışta bulunan, bu hassas konuda örnek olacak çalışmaları desteklemek ve alkışlamak da bizim görevimiz elbette. Bodrum’da bir yanda kaçak yapılaşma ile mücadele edilirken diğer tarafta yeşile, ağaca olan ve giderek artan duyarlılık da dikkat çekiyor. Bodrum denilince akla ilk gelenlerden biri de zeytinlikler ve asırlık anıtlaşmış zeytin ağaçları oluyor elbette. Geçtiğimiz günlerde 4’üncü Zeytin Festivali’ne tanıklık ettim. Tesis bünyesinde dikili bulunan ve yaşları 50 ila 700 olan kadim zeytin ağaçlarından zeytin topladık.
DENİZDEN ZEYTİNLİKLERE…
Rus’u Alman’ı İngiliz’i Fransız’ı, yerlisi yabancısı yüzlerce kişi bu hasat şenliğinde bir araya geldi. Bir yanda harmandalı diğer yanda şahane Ege türküleri… Muhteşem bir doğa festivaline tanıklık ettik anlayacağınız. 180 dönümlük arazisinde bulunan ve 11 tanesi “Anıt Ağaç” niteliğindeki, asırlık üç yüzün üzerindeki zeytin ağacından söz ediyorum. Zeytin ve zeytinciliği destekleyen bu turizm anlayışının özellikle Ege’de daha da yaygınlaşması en büyük dileğimiz. Zaten zeytinyağların kalitesi için kazanılan “Premium Madalya” da bu çalışmanın en güzel şekilde ödüllendirilmesi. Genel Müdür Mehmet Tulunay ve ekibini çevreye karşı bu duyarlı davranışından dolayı kutlarım. Nihayetinde bu festivaller uluslararası anlamda Ege ve Bodrum’un tüm yöresel değerleriyle tanıtımında çok önemli fırsatlar olarak görülmeli. Bu çabalarından dolayı Zeytindostu Derneği de ayrı bir teşekkürü hakkediyor elbette.
ANIT AĞAÇ’LAR EN KIYMETLİ MİRAS
Zeytinlik alandaki yerli ve yabancı turistler, sadece toplamakla kalmadı. Zeytin dolu sepetlerini festival alanına kurulmuş olan zeytinyağı soğuk sıkım makinesine getirerek zeytinyağı da elde ettiler. Zeytin basmayı ve kırmayı öğrenmek de işin bir başka eğlenceli tarafı oldu tabii. Düzenlenen en iyi zeytinyağlı yemek yarışması da festivalin en keyifli anlarıydı elbette. Anıt niteliği taşıyan yaşları 300 ile 500 yıl arasındaki zeytin ağaçlarına duyulan saygı çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras arasında elbette. O nedenle doğayı katleden yapıları yıkan sayın bakanlık yetkililerine ve aynı zamanda doğaya gözü gibi bakıp, ağacı koruyan turizm anlayışına sahip yöneticilere de ayrı ayrı teşekkür etmek gerek. Bu ülke böylesi güzelliklerle daha da güzelleşecek.