Ne acı değil mi? İnsan yaşadığı yeri, coğrafyayı, yaşadığı, nefes aldığı coğrafyayı kirletir mi? Hani ‘temizlik imandandı’, hani ‘aslan yattığı yerden belli olurdu’ ama işte olmuyor, olamıyor. Başta söylediğim gibi birileri duyarsızca pisletiyor ki, kimileri de temizleme ihtiyacı duyuyor. Hafta sonu Çeşme, Alaçatı’daki doğa harikası Delikli Koy’daydım. Sezon artık nihayetlenmiş. Kimsecikler yok plajlarda. Hava güneşli ama Alaçatı’nın rüzgarına yürek dayanmaz. Gitme amacım deniz, güneş değil temizlikti. Üstelik ‘Uluslararası Kıyı ve Deniz Temizliği Günü’nde. Öyle bir temizlik yaptık ki Delikli Koy’da, Gönüllü Dostu Araslar’la tam 230 kg atık malzeme topladık. Düşünebiliyor musunuz hadisenin büyüklüğünü! TURMEPA (Deniz Temiz Derneği) ve Aras Kargo işbirliğinin 4. Yılı bu yıl. Bu dört yılda da dört tona yakın atığı geri dönüşüme kazandırmışlar. Şahane bir ortaklık anlayacağınız. Çevreyi koruma ve daha yaşanılabilir bir dünya hedefiyle 4 yıldır Türkiye’nin kıyılarını temizleyen gönüllülerin çocuklarıyla bu etkinliğe katılmaları hayli elzem. Çünkü ağaç yaşken eğiliyor. Keşke çevreyi kirletenler de başta kendileri olmak üzere, çocuklarına da bu bilinci aktarsalar dünyamız, Türkiye’miz, doğamız cennetten bir köşe olurdu emin olun.
ÇEVRE DUYARLILIĞI ŞART
Benim de destek verdiğim çevre temizleme hareketinde sadece Çeşme Deliklikoy’da 11 kilogram kağıt, 104,5 kilogram plastik, 50 kilogram metal, 64,5 kilogram cam atık ve 5 bin 200 sigara izmariti olmak üzere toplam 230 kilogram atık toplandı. Gerçekten inanılmaz. Yani, 11 kg kağıtla 275 litre su kurtarıldı, 50 kilogramlık metalle 65 kilogramlık hammadde ve 67 kilogramlık camla 6,7 litre petrol hammaddesi geri dönüşümü sağlandı. Doğa Dostu Araslar Kıyı Temizliği Hareketi’nde şimdiye kadar 500’den fazla şirket çalışanı ve ailelerinin gönüllü katılımıyla Kınalıada, Büyükada, Burgazada, Samsun Atakent ve Tekkeköy, İzmir, Fethiye, Trabzon, Van Gölü, Bodrum, Adana Baraj Gölü ve Bursa Dağyenice Gölet alanı kıyılarını temizlediler. Bu kapsamda iki tane çok önemli uluslararası ödül de kazandılar. Her bir kardeşimizin ellerine sağlık. Bu hareketin hepimize örnek olması dileğiyle! Çünkü, gelecek bizim, gelecek hepimizin
Sertab’ın Müzikali' ni izlerken – aslında dinlerken- işte bu duyguları yaşadım. Sadece şarkılarının muhteşemliğinden değil sebep, sesinin ahengi, danslarındaki yaramaz kız edası, yıllardır tanık olduğumuz müzikal dehasını yansıtan eşsiz sesi ve güzelliği ile elbette, iyi ki aynı zamanda, aynı çağda, aynı kentte yaşıyorum bu kadınla dedim içimden. Dansçı ve müzisyen dostlarıyla Zorlu PSM Sahnesi'ni öyle güzel doldurdu ki bir kez daha hayran kaldım bu kadına. Şarkıları ilk gençlik yıllarıma bir bir götürürken beni, memleketin yıllar içindeki gidişatına da tanıklık ettik aslında. İlk çıkış şarkısı Sakin Ol'un sözlerine bir kez daha hasta oldum. Yeni versiyonu da gerçekten şahane. Sertab'ın müzikal yolculuğuna canlı canlı tanık olmanızı hararetle tavsiye ederim. Çünkü yıllar içindeki bu yolculukta, o sahnede biz de sahne önünde kendimizi arıyormuşuz aslında!
BU YARIŞLAR DÜNYA ÇAPINDA
Geçtiğimiz günlerde Çeşme açıklarında yine kelebeklerin dansı vardı. Artık gelenekselleşen ve bu yıl 3. Yapılan Arkas Aegean Link Regatta yarışlarında rüzgarı arkasına alan 56 tekne dalgalara karşı birincilik için kapıştı. Her yıl giderek artan bir ilginin olması son derece sevindirici açıkçası. Bu yarışlar için 500’ün üzerinde yarışçı da ter döktü. Geçtiğimiz yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda Sakız’da koşulan etap bu yıl kaldırılmıştı zira Yunan tarafındaki can sıkıcı ve uzayan bürokratik işlemlerin bunda katkısı epey büyük. Teknecilerin coşkusu Çeşme sokaklarında da kendisini gösterdi tabii ki. Ovacık – Çeşme hattındaki tüm koylarda takip edildi yarışlar. Özellikle belediyenin kol kanat germesi, yarışları daha anlamlı kıldı dyebilirim. Bernard Arkas ve ekibi bu hadiseyi çok ama çok önemsiyor. Bu yıl sadece Rusya’dan katılan bir tekne dikkat çekti. Şunu söylemem gerekiyor ki, özellikle katılımın önümüzdeki yıldan itibaren daha fazla olması ve dünyada cazibe yaratacak bir organizasyona döneceğini öngörebiliyorum. Denizimizde, rüzgarımızda öylesine bir potansiyel var ki Bernard Arkas gibi öncü isimlerin bunu harekete geçirmesi önemli. Dünya çapında konuşulan ve takip edilen, her şeyden önemlisi de ilgi çeken, merak edilen yarışlara imza atmak Türkiyemiz’e de ayrı bir katma değer katacaktır. Böylelikle nitelikli turizmin de önü açılacaktır. Sıradaki heyecansa 27-29 Eylül’deki İzmir Arkas Körfez yarışı olacak. Bakalım orada hangi güzelliklere tanıklık edeceğiz?
SOĞUKÇEŞME SOKAĞI’NIN GÜZELLİĞİ BİR BAŞKA
İçinde yaşadığımız için güzellikleri kanıksıyor, fazla umursamıyoruz artık ya da unutuyoruz nasıl güzellikler içinde yaşadığımızı. İstanbul başlı başına bir alem ancak özellikle Ayasofya’sı,
Sultanahmet’i, meydanlarıyla, sokaklarıyla bir başka güzel ve büyüleyici. Ayasofya Müzesi ile Topkapı Sarayı arasına konumlanmış, surların dibine kurulu cumbalı, tarihsel evleriyle efsanevi Soğukşeşme Sokağı yenilenen görüntüsüyle bölgeye inanılmaz bir değer katmış. Tam bir instagramlık alan anlayacağınız. Fotoğraf çeken çekene. Sarnıç içinde hayat bulan büyüleyici atmosferiyle restaurant ve restorasyonu nihayetlenen bu evler bütünü, meydandaki – özellikle turistlerin büyük ilgi gösterdiği - Tarihi Hürrem Sultan Hamamı’nın hemen yanı başındaki Yeşil Ev olarak bilinen tarihi mekanla beraber dünyaca ünlü bir grubun, luxury segmenti tarafından işletilecek. Bu dünyadaki üst düzey nitelikle iş insanlarının, jet-set aleminin, zengin mi zengin turistlerin İstanbulumuz’a gelmesi demek ki özellikle gelmesini yürekten dilediğimiz profildeki insanları yeniden Şehr-i İstanbul’a çekmesi açısından hayli önemli. Önümüzdeki yıl hayata devreye girmesi beklenen Galataport’la beraber, Sultanahmet’teki bu dönüşüm İstanbulumuz’a hakettiği değeri katacaktır. Şimdiden hayırlı uğuru olsun.
Dış turizmde ise tesislerimizin yabancı acentelerle yaptığı işbirlikleri nedeniyle beklenen ve istenen rakamlara ulaşılacak gibi görülüyor. Milas-Bodrum Havaalanı’nın Dış Hatları Almanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın ve hatta İtalya’nın charter uçaklarıyla biri iniyor, biri uçuyor. Bu hareketlilik çok ama çok özlediğimiz bir hareketlilik. Çünkü Orta Doğu, Körfez ülkelerinden, Rusya’dan uçakları inerdi ama bu yıl özellikle Avrupa’dan geliyor olması turizmimizin kalitesinin yükselmesi açısından da son derece mühim. Demem o ki turizmimizin dinamosu Bodrum’da genel hava gayet güzel. Malum konu Bodrum olunca tek bir bölgeyi ya da yöreyi ele almak doğru olmaz. Gümüşlük’ü ayrı, Gündoğan’ı ayrı, Yalıkavak’ı ayrı değerlendirmek gerek. Her birinin seveni ve müşterisi ayrı ne de olsa. Bitez’inden Ortakenti’ne Bodrum genelinde istenen ve beklenen turist görülmekte. Kimi yerde yerli, kimi yerde yabancı ağırlıklı… Benim favori mekanımsa yeşiliyle, mavisiyle doğanın en güzel şekilde kendisini sergilediği Yalıçiftlik. Çünkü yerleşim hayli az. Böyle olunca da deniz deniz gibi, yeşili yeşil gibi kalabilmiş. Bu yarımadada öyle tesisleşme ya da imara açılma hikayeleri dinliyoruz ki, en azından burayı koruyup kollayandan Allah razı olsun. Zaten yabancı turistler de ağırlıklı olarak Yalıçiftlik’i tercih etmekte.
FRANSIZ VE RUSLARDAN SONRA İTALYANLAR DA BURADA
Bu talebin artmasında, tabii memleketimizdeki güven ortamının devamlılığı, sunulan hizmetlerin kalitesi ve leziz dünya mutfaklarından örneklerin olması da çok ama çok etkili. Ve pek tabii ki doğayla uyumlu tesislerin varlığı. Son dönemde Bodrum gibi gözde merkezlerimizde boy gösteren doğayla uyumsuz kimi çarpık yapılaşma ile oluşturulmuş otel anlayışı Yalıçiftlik’in bu tarafına hiç ama hiç uğramıyor. Bu duyarlılığı gösteren tesis yönetimlerinin mutlak suretle teşvik edilmesi şart. Yıllardır Fransız turistin varlığına orijinal yapısıyla sizi Fransız Rivierası’ndaymış gibi hissettiren kayalıkların ve çam ağaçların arasına konumlanmış Club Med Palmiye’den aşinayız. Bir de üstüne üstlük güney kıyıları meşhur mu meşhur üç bir yanı Akdeniz’le çevrili İtalya’nın tatil severlerinin bu yıl Türkiye’yi defterlerine yazmaları gayet olumlu bir gelişme. Zira bol deniz tatili seçeneği olan bir ülke. İşte o İtalyanlar’ın önemli bir bölümü Yalıçiftlik’e tatile geliyor.
TARIM-TURİZM BULUŞMASI ŞART
HEM HASTANE HEM MÜZE
İşte toprak altında keşfedilmeyi bekleyen o eserlerden biri Bodrum Amerikan Hastanesi’nin inşaatı sırasında kendini gösteriverdi. İlçedeki bir hastaneyi satın alarak büyütmek isteyen Vehbi Koç Vakfı'na ait hastane yetkilileri, bahçeye kazmayı vurduğu andan itibaren gün yüzüne fışkıran tarihle burun buruna gelmiş. “Mars Mabedi” olarak bilinen bu tarihi bölgenin içinde, MS 400-500 yıllarına tekabül eden Geç Roma Dönemi’ne ait duvar kalıntıları ile mozaikler bulunmuş. Öyle ki, örneklerini Gaziantep ve Urfa Mozaik Müzeleri’nde görebileceğimiz güzellik ve büyüklükte şahane taban mozaiklerinden söz ediyorum. İnşaata da bir yıl ara verilmiş. Bu esnada da Bodrum Müzesi’ne bağlı bir grup, kazı çalışmaları yapmış ve devasa kapısının hemen girişinde Dragos yazan tarihi bir villanın yaklaşık 170 metrekareyi bulan mozaiklerine ulaşılmış. Vakıf yetkilileri hastane yapacağız derken bir de müzeye sahip olmuşlar aslında. Açık hava müzesi diyebileceğimiz bu eser şu anda hastanenin yanıbaşındaki bahçede, üstü camla kaplanmış bir şekilde sergileniyor. İşte o yüzden buraya müze- hastane deniliyor. Yani sadece hastalar ya da hasta yakınları değil, aynı zamanda tarih tutkunu sanat severler de ziyaret ediyor burayı. Ne muhteşem değil mi?!
BODRUM SAĞLIK ALANINDA DA FARK ATIYOR
Aslında tam da Rahmi Bey’lik işler bunlar çünkü arkeolojiye olan merak ve ilgisi hayli büyük. Zaten açılışta da Vehbi Koç Vakfı Şeref Başkanı Rahmi Koç ve Koç Holding YKB vekili ve Fenerbahçe Başkanı Ali Koç da bizzat hazır bulundu. Bu arada bir isim daha vardı ki hayli dikkat çekiciydi. Acıbadem Hastaneleri’nin sahibi Mehmet Ali Aydınlar. Öyle ki Ali Koç, Bodrum’a çok daha önce sağlık yatırımı yapan Mehmet Ali Bey’e hastaneyi bizzat gezdirdi. Kıran kırana süregiden bu rekabet ortamında iki rakip kuruluşun birbirine desteği önemliydi. Mehmet Ali Bey’in Bodrum’a ve son teknoloji ürünü hastane alet edavatına yönelik tecrübelerini paylaşması da hayli mühimdi. Son derece güzel anlardı bunlar. Bu arada belirtmekte fayda var. Burada klasik bir hastane hizmetinin verilmeyeceğini söylüyor VKV
sağlık kuruluşları genel müdürü Erhan Bulutcu. Dijital teknoloji, tele tıp ile hastaların hastanede en fazla bir gün kalıp tedavinin geri kalanını kaldıkları otel ya da evlerinde takip edecekleri yeni yöntemlere eğileceklerinin müjdesini veriyor. Bu da turistler, Bodrumlular ve çevre sakinleri için hayli güzel bir haber. Düşünsenize Bodrum’daki bir ameliyatı İstanbul ya da Londra’daki bir hastaneden, bir uzman heyetle yönetmek mümkün olabilecek. Şaka gibi gerçekten de! Özellikle, İngiliz ve Rus turistler için sağlıkta cazibe merkezi olmak istemeleri Bodrum’un potansiyelinin değerlendirilmesi açısından da bir hayli önemli. Son yıllarda bakanlık ve özel firmalar sayesinde sağlık alanında yapılan yatırım ve ataklar kendisini iyiden iyiye hissettiriyor. Gerçekten de gurur verici.
Hele ki memleketinize gelen turist nitelik açısından bir adım öne çıkıyorsa sizin müziğinizle de, tarihinizle de, kültürünüzle de ilgilenir. O nedenle her açıdan doyurucu olması gerekiyor tatil sürecinin. Antalya ağırladığı yabancı turist açısından rekor üstüne rekor kırmakta. Hele ki şu ortamda can suyu niteliği taşımakta malumunuz. İşte bu gelen turistlerle duygusal bir bağ kurabilmek, onları kalıcı misafir haline getirebilmek son derece önemli. Bu noktada yapılan organizasyonlar, festivaller bir hayli önemli. Mesela bu söylediklerime en güzel örnek, Antalya Akra Caz Festivali. Bu festivalde, caz müziğin dünyaca ünlü isimleri Antalya’da sanatseverlerle buluşuyor. Yerli ve yabancı turistin ve elbetteki Antalyalılar’ın da ilgisi bir hayli fazla bu konserlere. Modern ve klasik cazın yanı sıra; caz müziği funk, rock, latin, soul ve elektronik tarzla harmanlayan renkli bir müzikal yelpazesi de olunca mönü de katılımda fazla oluyor doğal olarak.
ANTALYA’DA MOLİNA, SAY VE BRİDGEWATER RÜZGARI
Akdeniz’in ve Bey Dağları’nın eşsiz manzarası eşliğinde Akra Hotels ‘in bahçesinde gerçekleşen festivale geleneksel İspanyol ve Latin müziği temalarını kendine özgü yorumuyla birleştiren, büyüleyici sesiyle dikkat çeken İspanyol sanatçı Monica Molina damgasını vurdu diyebilirim. Öte yandan yine kendine has müzikal yorumunun yanı sıra, hem solo hem de sahnedeki diğer enstrümanlarla birlikte yaptığı harika doğaçlamalarıyla öne çıkan Kübalı Caz piyanisti Roberto Fonseca de “Havana Gecesi” ile festivali uçurdukça uçurdu. Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say bu gece Truva Sonatı ve İzmir Süiti ile Akra Caz Sahnesi’nde yerini alıyor. Cuma akşamı Rus saksafon sanatçısı Igor Butman, harikulade müzisyenlerden oluşan Moskova Caz Orkestrası’yla beraber sahnede olacak. Festivalin kapanışı Cumartesi akşamı olacak. Son gece, dünyanın en iyi caz vokalistleri arasında gösterilen 1997’de “En iyi caz vokal performansı” ve 2010’da “En iyi caz vokal albümü” dalında Grammy ödülü kazanan Dee Dee Bridgewater sahnedeki yerini alacak. Bridgewater’a Türkiye’nin önde gelen caz sanatçılarından oluşan Akra Big Band’in eşlik edeceğini söylemek de fayda var. Zira onlar da hayli iyi. Bu arada festival, müzikal şölenin yanı sıra son gün Türkiye’nin caz haritasının ele alınacağı Jazz Talks 'a da ev sahipliği yapıyor.
İSTANBUL’DA AÇIK HAVA SİNEMASINA NE DERSİNİZ?
Bu sıcacık yaz gecelerinde İstanbul’un güzelliğine güzellik katan nedir diye bir soru sorsanız, cevabım, giderek çoğalan yaz sinemaları olur. Bir yaz klasiği haline gelen TV+ ile Açık Havada Başka Sinema Günleri, Altın Palmiye ödüllü Shoplifters ile Yapı Kredi bomontiada’da başladı. Bu yılki etkinliğin en önemli özelliği, ‘Hayal Ortağım’ uygulamasının sunduğu sesli betimleme teknolojisi ile görme engellilere de açık havada film keyfini yaşatıyor olması. Alkışlanacak bir
Türkiye’den, Anadolu’nun bağrından göçüp gidip, New York’un göbeğinde tüm zorluklara katlanıp, sert şartlara dayanıp harikulade bir firma kurup, o güzide firmasını ABD’nin en iyileri arasına sokmuş, söz konusu girişimci Hamdi Ulukaya olunca işin rengi değişiyor tabii. Ulukaya ‘Chobani’ yoğurtları ile tanındı ve koskoca ABD’nin alanında 1 numarası oldu. Takdir etmemek, şaşıp kalmamak işten değil. Bin kez bravo! Eminim ki çektiği çilenin haddi hesabı yoktur zirveye çıkmasında.
Hayallerinin peşine düşen girişimciler ABD’de
Geçtiğimiz günlerde yaptığım New York ziyaretimde tesadüfen yine Hamdi Ulukaya Girişimi toplantılarına tanıklık ettim. Tesadüfen diyorum zira geçtiğimiz yıl da ikincisine denk gelmiştim. Açıkça söylemek gerekirse, toplantıların son gününe katılabildiğim için açıkçası Hamdi Ulukaya Girişimi’nin büyüklüğünü ve maneviyatının genişliğine çok da kafa yormamıştım. Belki New York’un büyüsüne kendimi fazla kaptırmıştım. Ama bu kez iş çok değişti. Bu defa Hamdi Bey ve ekibinin doğduğu topraklara olan vefasına bizzat tanık oldum. Hem de gençlerin elinden sımsıkı tutarak, onları sahiplenerek. Efendim hadise şu: Bu yıl Hamdi Ulukaya Girişimi üçüncü dönem katılımcıları, İstanbul’daki oryantasyon toplantısının ardından ABD’nin yolunu tutarak, New York’ta iki haftalık eğitim programına tabii tutuluyorlar. Bu eğitim sürecinin başında ise çok yakından bildiğimiz ve saygıda kusur etmediğimiz NYU’dan Prof. Selçuk Şirin bulunuyor. Bu eğitimi alabilmek için Türkiye’den 81 ilden 4 bin 653 startup, 30 bin 448 girişimci adayı başvurdu bu yıl. Ve 3 ay süren değerlendirme süreci sonucunda Tekirdağ’dan Van’a Türkiye’nin dört bir yanından 23 girişimci adayı ve 6 startup Amerika’ya, New York’a davet edildi. İşte bu güzide arkadaşlar, iki hafta boyunca mentorlarıyla buluştu, profesyonel gelişim seminerleri ile günlük kültürel ve sanatsal etkinliklere katıldı. Mentorları ise New York’ta tabir-i caizse çarpışmış, savaşmış, kazanmış ve bu devasa şehirde kendisine yer edinmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı parlak beyinler. Benimde zaten bu oluşumu tanımamda orada yaşayan girişimci dostlarım Salih Aksu ve Ayşe Gülşah Kılıç’ın katkıları çok büyük.
Hamdi Ulukaya’nın memlekete vefa borcu…
Hele ki bayrama daha da hazır. Konuştuğum her bir esnaftan bu yaz sezonunun gayet güzel geçeceğini izlenimini aldım zaten. Ada’nın yabancı turist de gelsin gibi bir derdi olmadığı için ve yerli turistin her halükarda buraya koşa koşa kendisini attığı için sıkıntı yok denecek kadar az. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen adidas Bozcaada Yarı Maratonu’nda ilginin bir hayli fazla olması ve gelenlerin sadece koşmakla kalmayıp zamanlarının çoğunu restaurant ve bilimum mekanlarda geçirmiş olması bu yılın ilk yüz güldürücü zamanlardı Ada ahalisi için. Bu arada Ultraboost 19 ‘larla yapılan bu koşunun #recoderunning teması ve çevre duyarlı mesajlarıyla şahane bir organizasyon olduğunu belirtmek durumundayım. Plastik kirliliğine dikkat çekmek adına koşu boyunca toplanan çöplerden sanatçı Rıfat Koçak’ın emek dökerek yaptığı heykel de bu duyarlılığın en önemli göstergesi.
Çünkü tertemiz bir doğaya sahip olmak, insanlığımızın da göstergesi. Bu yıl adanın daha da güzelleştiğini gördüm bu arada. Tabii bunda hakkı verilerek yapılan restorasyonlar, Bozcaada’nın ruhunu incitmeden gerçekleştirilen dokunuşların da katkısı çok büyük. Koşullara kayıt olan her koşucu için Çekül aracılığıyla adaya bir ağaç dikilmesi ve maratonda Bozcaada’nın meşhur güzel köpeği Pakize’nin önderliğinde sokak hayvanları için oluşturulmuş barınağa da bağış yapılması koşunun dev jestlerinden biriydi. Bu vesileyle adidas’la ortak bu projeye imza atan Bozcaada Kaymakamlık ve Belediye Başkanlığı makamına teşekkür etmek gerek ve şart. İşte böylesi projeler turizmimizi daha da canlandıracak ve mekanlarımıza değer katacak.
Bodrum’un sofistike güzelliği Gündoğan
Bozcaada’nın şahane rüzgarı ve güneşine elveda dedikten sonra soluğu Bodrum’un en ama en keyifli mekanlarından Gündoğan da aldım soluğu. Henüz bayram öncesi sessizliğin hüküm sürdüğü beldede kimi yazlık ve tatilciler ufaktan sezonu açsalar da genel olarak boş ve şahane ötesinde keyifliydi diyebilirim. Bodrum’un her köşesinde olduğu gibi burası da ciddi bir patlama yapacak bayramda. Muhteşem Ege’nin sularına yamaçlarda bir bakış atan ve pek tabii ki sofistike güzelliğiyle dikkat çeken Cape Bodrum da Gündoğan ‘A değer katan önemli unsurlardan. Bodrum’un bu nadide köşesinin yeşilliğinin de meşhur olduğu düşünülürse ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Korunaklı koyundan ve harikulade denizinden söz etmiyorum bile. Bu arada Cape Bodrum ‘un mutfağında harikalar yaratan Şef Turgay Tümer ve ekibinin Anadolu ve Ortadoğu tatlarını batılı lezzetlerle buluşturmasına şapka çıkardım desem yeridir. Hep gurme turizmin ne kadar önemli olduğunu vurgular dururum bu köşede. Harikulade bir doğa, şahane tesisler ve ağızlara layık bir mutfak! İşte gerçek bir tatilden beklenen budur. Gündoğan’ın Gündoğan yapan unsurların başında aşırıya kaçan bir mimari yaklaşımın olmadığını özellikle belirtmek isterim. Yeşillikler arasına gizlenmiş yazıklar, estetiğini korumuş bir mimari anlayış, yapaylıktan ve gereksiz lüksten kaçınılarak oluşturulan sade bir anlayış. Bodrum’a böylesi beldeler olduğunu bilmek güzel. O nedenle Gündoğan sakinlerinden özel ricamız burayı koruyup kollamalarıdır.
Zaman zaman gündelik yaşamın hayhuyunda unutuyoruz bizi biz yapan özelliklerin nadideliğini. Göremiyoruz kalbimizi parlayan cevherin muhteşemliğini. Özellikle feleğin çemberinden geçip de isyanını bastırıp insana, hayvana kısacası dünyaya iyilik için koşuşturan melek kalpli insanlarımız ve elbette kurumlarımız var bizim. Beyoğlu’nda hizmet veren ‘Hayata Sarıl Lokantası’ bu şahane ve kutsal amaca hizmet eden yegane ve örnek gösterilen bir işletme. Hayata Sarıl" bir sosyal sorumluluk projesi aslında. Sokakta yaşayan ve toplumda pek de görülmek istenmeyen ya da yok sayılan insanların hayata tekrar sarılması amacıyla kurulan dernek, bu lokantaya müthiş bir dayanışma örneği gösteriyor. Gündüz saatlerinde burada yiyeceğiniz yemek, akşamları evsiz dostlarımıza ya da yardıma muhtaç arkadaşlarımıza ücretsiz olarak sunulan bir kaç kap yemek oluveriyor. Bu lokantanın çalışanları mesleki eğitim verilerek istihdam edilmiş eski evsizlerden ve ihtiyaç sahiplerinden oluşuyor zaten. Projenin mimarı Ayşe Tükrükçü Hanımefendi’ye ne kadar teşekkür etsek az dostlarım.
İYİLİKLERİMİZ ÇIĞ GİBİ BÜYÜSÜN
İyiliklerin daha ön plana çıktığı bu mübarek Ramazan Günleri’nde bu konudaki duyarlılığımızı arttırmak ve çoğaltmak son derece önemli. Hayata Sarıl Lokantası ile
Radisson Hotel Group şefleri işte bu konuda şahane bir işbirliğine imza attılar. İki Executive Chef’i Yavuz Yiğit ve Eren Demirci, kendilerine eşlik eden sevgili dostum gurme yazar Ebru Erberdi ile birlikte yeni başlangıçlar için, iyilikler için pişirdi ler yemeklerini. Bu çerçevede oluşturulan destek kampanyasında yıl içinde Hayata Sarıl Lokantası’na 8 aylık pişirme programı oluşturuldu. Otel grubu bünyesinde her ay belirlenen iki otelin Executive Chef’i bir gün boyunca Hayata Sarıl Lokantası’nda özel bir menüyü pişirecek ve servis edecek. Gün boyu gelen misafirlerin satın alacağı bu menüden elde edilen gelir Hayata Sarıl Lokantası’nın bütçesine destek olmak için kullanılacak. İyiliklerin dalga dalga yayılması adına gerçekten müthiş bir proje bu.
Hayata sarılmak isteyen herkesin yaşamına dokunabilmek, ufak mutluluklar için pişirilen yemeklerin böylesi kutsal bir amaca hizmet etmesine aracı olmak büyük sevap dostlar Paylaşmanın daha da önemli olduğu Ramazan ayında bunu bir nebze de olsa başarmak son derece gurur verici. İyilik için örnek olan, elini taşın altına koyan herkese selam olsun.