Büyüklü-küçüklü tam 18 bin ada! İşte bu adaların en şahanesi olan ve Malezya’nın 13 eyaletinden biri sayılan Penang Adası, bize yakın olduğu kadar uzak sayılan ülkenin en güzel yeri diyebilirim. Fazlasıyla şaşırtıcı, büyüleyici ve bana kalırsa da en farklı adası… Bu arada 2008 yılında Unesco Dünya Kültür Miras Listesine alındı Penang. Yıllar boyunca İngiliz hükmünün sürdüğü başkent Georgetown – ki adını Britanya Kralı 3. George’dan almıştır - caddelerinde umarsızca dolaşırken rastladığım mekanlar, içine hesapsızca daldığım sokaklar, tapınakların büyüleyiciliği ve elbette sokak sanatının geldiği son nokta beni şaşırtmaktan da öte “neredeyim ben yahu?” dedirtti.
Gerçekten inanılmaz bir sanat iklimi hakim buraya. Hiç bu kadar şaşıracağımı düşünmemiştim açıkçası. Döndüğünüz her köşede şaşkınlık yaşarken de duygusal bir bağ kuruveriyorsunuz aslında bu ada kentle. Penang ’ı gezip tozdukça dünyada trend olan yeni nesil yaşam alanları arasında benim favorilerimden biri oluverdi hemen. İlk başlarda burun kıvırarak gezdiğim sokaklarının büyüsüne kapılıverdim. Hem geleneksel, hem modern ama en önemlisi tavizsiz bir bohem! Mistik olanın çekiciliği ya da… Açıkçası; “Gez Asya’yı, gör Penang’ı” diyorum çünkü buna gerçekten değiyor.
TAM İNSTAGRAMLIK GRAFFİTİLER VAR BURADA
Penang’ı böylesi keyifli yapan mevzuların başında sokak sanatı var elbette. Zira kentin beni en çok yakalayan bölümü burası oldu. Tarz olarak bizim Karaköy, Galata ya da Balat’ı andıran bir yapısı var Georgetown’ın bu mahallelerinin. Adadaki sokak sanatında, Litvanyalı sanatçı Ernest Zacharevic’in fırçasından çıkan graffitilerin etkisi büyük. Yıkık dökük geniş bina ve duvarlarını graffiti objeleriyle birleşmesi hayli esprili ve tam anlamıyla instagramlık duvarlar ortaya çıkmış. “Penang Style” adı verilen tarzlarını dünyada bilmeyen pek yok. O nedenle yöre halkı bunun değerini iyi biliyor ve gayet de güzel değerlendiriyor. Muntri, Ah Quee, Armenian, Cannon, Chew Jetty Sokağı graffitilerin şahane örneklerinin görülebileceği yerler. Dünyaca ünlü “Kids on Bicycle” graffitisi bunlardan biri mesela. Gittiğiniz de göreceksiniz. İnsanlar burada fotoğraf çekmek için adeta birbirlerini eziyorlar.
Son derece gerçek ve bir o kadar da şaşırtıcı bu eserler. Tabi bu çizimlerle beraber birbirinden güzel ve keyifli tarzı olan bohem mekanlar da oluşmuş. Tasarım mağazalarını dolaşmak bile apayrı bir deneyim. Tüm bu sokak ve caddelerin yürüme mesafesinde ve düz ayak olması çok daha güzel tabii. Fakat arada bir bastıracak tropikal yağmurlara karşı tedbirli olmak da gerekiyor. Ha bu arada buralara gelmeden su üzerine kurulu evlerin yer aldığı Chew İskelesi’ne uğramanızı özellikle öneririm. Bu ev ve dükkanların arasından ve tahta iskelelerin üzerinden yürüyerek bambaşka hissiyatlar içinde olmanız olası. Kokulara dikkat ediniz tabii ki! Bir tarafta modern yaşam bir tarafta tek göz odada ve deniz üstündeki sefil olarak nitelenebilecek bir yaşam! Belki de gelenekleri ve inançları bunun böyle olması gerektiğini istemektedir. Bilemeyiz!
MALAY, ÇİNLİ, HİNTLİ VE DİĞERLERİ BİR ARADA
Şahanelik diyorum çünkü el değmemişlik bu ada ülkesini en ayrıcalıklı yerler klasmanında bir numaraya oturtuveriyor. Öte yandan doğayı bir de kendi haline bırakan anlayışları var ki burada da İzlanda insanına saygı duyuyorsunuz. Adanın tamamı 350 bin kişi zaten. Soğuk mu ? Evet ama yürek parçalayan bir soğuk değil. Kuzey ışıklarına burada tanık olmak başlı başına bir olaydı mesela benim için. Başkent Reykjavik ise 100 bin nüfusuyla adanın en büyüğü ve en hareketlisi. Geçen yazımda doğal güzelliklerden fazlaca bahis açtığım için bu kez kent genelini anlatmayı uygun buldum. Zira nüfus binlerle, onbinlerle ifade ediliyor ama bu el değmemiş güzelliğiyle cümle aleme örnek olan adanın ziyaretçi sayısı 2 buçuk milyon civarında. Son derece pahalı bir memleket olmasına rağmen, el değmemiş o doğal güzellikleri görmek için binlerce eurosunu harcamak için can atan turistler var her daim. Yani dünyanın terasındaki yapayalnız bu ada ülkesi sırf turizmden her yıl on milyarlarca euro kazanıyor. Helal olsun. Hani öyle yaşını başını almış, emekliliğinin tadını çıkaralım tarzı gelenler de değil çoğu. Önemli bir kısmı genç ve zengin yani para harcayan gezginler bunlar. Bunların tek derdi doğa. E burada da fazlasıyla var. El değmemiş, bakir kalmış doğayı görmek. Baktığımızda Türkiyemiz’de de böylesi doğa harikası yerlerimiz bir hayli fazla. Ancak bırak el değmemeyi, üzerinde tepindiğimiz için kimi zengin turist ve gezginlerin rotasının dışına çıkıveriyor. Oysa ki şu çarpık yapılaşmayı, yok büfeymiş, yok kahveymiş… Bu mantığı bir dışlasak gör bize gelenleri ama olmuyor işte, n’aparsınız! Her neyse.
REYKJAVİK NÜFUSUYLA İSTANBUL’UN BİR SEMTİ ADETA
Kartpostal güzelliğini her daim sergileyen İzlanda, Gündüz Vassaf’ın da dediği gibi, ‘dünyalı olduğumuzu hissettiren bir ülke’. Reykjavik de bir o kadar küçük gibi dursa da, dikey olmasa da yatay mimari sayesinde hayli geniş bir alana yayılmış. Genç nüfus göze batıyor. Cafe ve restaurantları göz alıcı. Sade, basit güzellikleri var. Mesela akşam yemeği için gittiğim bir restaurant da dekor olarak balık derisi kullanılmış ve harikulade bir ışıklandırmayla şahane bir ortam yaratılmıştı. Kim bilir kaç balık derisi kullanıldı bilmiyorum ama zaten balıktan bol bir şey yok burada. Koyun eti ise son derece revaçta. Zira nereye gözünüzü çevirseniz özgür ve bağımsız dolaşan koyunları görüyorsunuz. Burada her yer doğaya ait. Kentin göbeği bile. Başbakanlık ofisi eski bir hapishaneden modernize edilmiş. Son derece sempatik ve halka yakın. Halk mı ? Neredeyse burada herkes akraba sayılabilir tabii. Iceland Air ‘in en önem verdiği projelerinin başında Türkiye’deki İzlanda tutkunlarını buraya çekmek yer alıyor. Bunun için Türk iş ortağı Discover the World Turkey ile sürekli kafa patlatmakta. Türlü formüllerle gezgin ve maceraperest Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ülkelerine çekmeye çalışıyorlar. Ne de olsa kazançlarının önemli bir bölümünü oluşturuyor turizm. Coşkun Aral’la Reykjavik caddelerinde dolaşırken az nüfusundan ya da küçüklüğünden değil doğaya duydukları saygıdan söz ettik hep birbirimize. Gerçekten de öyle. Doğayı başıboş bırakmak bile bize gelen turistin kazandırdığından daha çok kazandırıyor İzlanda’ya.
HER ŞEY SENİNLE GÜZEL
Son dönemde şahane filmler peşpeşe beyaz perdede maşallah. Misal Müslüm, bakınız Bohemian Rhapsody (Freddie Mercury ve Queen'in hikayesi) ya da bir Whitney Houston belgeseli olan Whitney filmi. Seç seç izle. Şahane yapımlar bunlar. Her birisine gittim, gördüm, hayran oldum. Bizden bir film olan ‘Her şey seninle güzel’ de vizyondaki yerini aldı. Başrollerde Burcu Biricik, Mert Fırat, Hazar Ergüçlü ve İlker Aksum var. Açıkçası İlker Aksum’un rolünün olduğu her karenin ayrı bir keyfi vardı. Filme dinamizm ve coşkuyu getirdi diyebilirim. Romantik komedi sınıfının seçkin örneği oluvermiş bana kalırsa. Zaten “My best friends wedding” uyarlaması bir film. Bu tür filmleri izlemenin ayrı bir keyfi oluyor böylesi kış günlerinde. Kasmadan, sıkılmadan izleyeceğiniz bir film çıkarmış Şebnem Aşkın ve ekibi. Samimi, içten, mutluluk verici… ama için de fettanlığın olduğunu da söyleyeyim. Bu konuda Burcu Biricik’in performansı da dudak uçuklatıcı. Gerçekten bravo. Yolu açık olsun. Kış günleri özellikle böylesi şahane filmlerin varlığı sayesinde daha da güzel geçiyor. Ha bu arada galada Mert – İdil Fırat çiftinin çifte kumruluğu da dikkatlerden kaçmadı. Gördüğüm kadarıyla her iki valide sultan da bu evliliğin getirdiği mutluluktan dolayı gayet memnun. Aman nazar değmesin.
İzlanda’nın neden büyüleyici bir yer olduğunu gidip görünce ve bizzat keşfedince gayet açık, net anlıyorsunuz. Bu güzellikler karşısında diliniz tutuluyor adeta. Şurası kesin ki, burada insanı kendisine çeken ve bir daha gelme hissi uyandıran acayip bir şeyler var.
Avrupa’nın en büyük buzulu burada
Fotoğrafçılığıyla dünyaca tanınan, bilinen “Haberci” Coşkun Aral’la İzlanda yolculuğumuz Icelandair’in Türkiye Temsilcisi olan Discover the World’ten sevgili Selma Demirci’nin bir telefonuyla start aldı. Ateş ve buzul diyarını keşfetmek için düştük biz de macera dolu yollara. Binlerce kilometre yol teptik. Dediğim gibi burada yanardağlar ve buzullar bir arada ve hatta iç içe. Çünkü adanın büyük bir bölümü volkanik. Durum böyle olunca da adadaki yanardağların birçoğu hala faal diyebilirim. En önemlisi 1490 metre yüksekliğindeki Heklâ Yanardağı.
Tam bir doğa şaheseri anlayacağınız. Adanın birçok bölümü geçmişteki yanardağ püskürmeleri sonucu oluşmuş. Neredeyse tamamı lav ovalarıyla kaplı. Bu ovalarda yer yer jökül adı verilen buz kubbelerine de rastlanıyor. Bunların en büyüğü Vatnapöhull. Bu buz kütlesi 8 bin 5 yüz km2 ‘yi bulan yüzölçümüyle Avrupa’nın en geniş buzulu olma özelliğini gururla taşımakta. Jökulsarlon, İzlandacada “buz gölü” anlamına geliyor.
Burada buzullar yavaş yavaş çözülünce ve bu göleti oluşturmuş. Bu topraklara adım atma şansı bulursanız şayet mutlaka ama mutlaka Jökulsarlon'da bir buzul turu mutlaka yapınız. Bakıldığında İzlanda, jeolojik olarak hem Avrupa hem de Kuzey Amerika kıtasında aslında. İzlanda’nın kıyıları da oldukça ilginç bir yapıda. Güneyde düzlük hakimken, diğer kıyılarda girintili çıkıntılı yapı dikkat çekmekte.
Hatta son günlerindeyiz. Geçtiğimiz hafta içi İzlanda’nın büyüleyici atmosferinde Coşkun Aral’la maceracı bir yolculuk yaptığımdan dolayı fazla katılamadım ama son günlerine yetişebildim restoran haftasının. Öncelikle gastronomiyle sosyal ve kültürel yaşamın tüm dinamiklerini bir araya getirmesi açısından Türkiye’nin ilk gastronomi festivali olarak nitelenebilir. Bu sene 9. su düzenleniyor. Türk Mutfağı temasıyla sunulan lezzetlerle mutfak severler, hem yemeğe hem de yeni deneyimler yaşamaya doydular. Gastronomi & Pazarlama Danışmanlık Firması Dude Table işin direksiyonundaydı. Bu önemli haftanın gastronomi partneri bu yıl da Türk Mutfağı’nı ve yerel değerlerini korumak amacıyla faaliyetlerini sürdüren Metro Türkiye idi. Bu açıdan her iki önemli kuruma da katılımcılar adına teşekkürü bir borç bilirim. Şahane hareket zira.
GAZİANTEP OLMAZSA OLMAZ
Bu süre boyunca Türkiye’nin en iyi restoran, bistro ve kafelerinde özel hazırlanmış menüler gastronomi tutkunları içindi. Bu sene İstanbul’un yanı sıra aslında her alanda memleketin parlayan yıldızı diyebileceğimiz Unesco korumasında olan eşsiz bir mutfak kültürüne sahip Gaziantep’ten de çok önemli restoranlar katıldı. Öğle ve akşam yemekleri için özel olarak hazırlanmış menüler ile geleneksel lezzetler, yerel malzemelerle hazırlanan yenilikçi yemekler, sokak lezzetleri ve özel tarifler lezzet tutkunlarına yepyeni deneyimler yaşattılar. Metro Türkiye gastronomi partnerliğinde gerçekleştirilen bu yıl ki “Restoran Haftası” nda keyifli tadımların ve söyleşilerin de olması katılımcılara burada sadece yemek yok mesajı vermek içindi ki, bu son derece önemli. Karşılıklı bilgi alışverişinden ve karınsal değil sadece, beyinsel doyumdan da söz ediyorum. Metro Türkiye’nin mutfağımıza katkıları tartışılmaz. Türk Mutfağı’nın değerlerine sahip çıkmak hedefiyle yola çıkan ve attığı her adımda Türk mutfak kültürünü korumak, yaygınlaştırmak ve geliştirmek misyonuyla hareket eden Metro Türkiye, yerel değerlerimize bir kez daha sahip çıkıyor. Bu açıdan memleketin milli ve yerli has be has bu topraklardan çıkmış firmalarına örnek oluyordur zannımca!
KAYTAZ BÖREĞİ DE YENDİ, AYVALIK YUVALAMA DA
Restoran Haftası’na katılan restoranlar, Türk Mutfağı’nın beğendili tas kebabından saray usulü zeytinyağlılarına, İstanbul mutfağının geleneksel lezzetleri arasında yer alan topik ve uskumru dolmasından, ülkemizin farklı bölgelerine ait yerel malzemeler ile hazırlanan yeni şehir mutfağımızdan örneklere, Tire köftesinden tepsi kebabına, kaytaz böreğinden künefeye, Antakya tuzlu yoğurdundan İzmir’in sakız tatlısına bölgelere özgü onlarca yemeğe öğlen, akşam ve tadım menülerinde yer verildi. Tam bir şölen değil mi? Ha bu arada bir yiyenin bir de yemeyenin pişman olduğu, masaya oturan herkesin beğendiği Alaçatı, Bozcaada, Karadeniz, Van, Antep, Antakya gibi bölgelerine ait kahvaltı konseptleri de festivalde yerini aldı elbette. Antakya’nın coğrafi işaretli Sürk peyniri, Bergama’nın tulum peyniri, Edremit Sepet, İsli Çerkez, Ezine ve Anadolu peynir çeşitlerinden ülkenin tüm coğrafyalarından peynirlere, Urla’nın hurma zeytini, Edremit’in çiziği, Nizip Tapan, Akhisar Domat, Ayvalık Yuvalama, Mardin halhalı zeytinleri, Muğla çam balı, Kastamonu kestane balı, Datça Çiçek Balı, Kandıra manda kaymağı, Trabzon yayık tereyağı, Kayseri ve Kastamonu pastırması, pişi, kumru, mevsimin tüm taze yeşillikleri, soğanlı saray yumurtası, patatesli anne yumurtası, su böreği, acılı ekmek, Bozcaada ekmeği, Germiyan ekmeği, Patatesli Bolu ekmeği kahvaltı menülerinde sunulan lezzetler arasında yerini aldı. Hafta boyunca, nefis lezzetleri tatma imkanının yanı sıra birbirinden öğretici ve keyifli etkinliklerin de düzenlemiş olması son derece önemli zira yurt dışında da turizm hareketinin öncüsü haline gelmiş durumda gastronomi. Sadece yemek yemeye gelen, ülkenin yemek kültürünü tanımak, bilmek üzere coğrafya coğrafya dolaşan turist akımı var. Bana kalırsa işte bu organizasyonlarla Türkiye’miz birkaç adım öteye taşınıp, öncü konuma getiriliyor. İşte sırf bunun için bile Gastronomi & Pazarlama Danışmanlık Firması Dude Table ve Metro Türkiye ‘ye helal olsun demek gerekiyor. Ülkeyi gerçekten sevmek ve ülkeyi gerçekten kalkındırmak istemek işte budur.
Dünyanın kuşkusuz en güzel coğrafyalarından biri. İklim desen şahane, koylar desen harika. Evet, Göcek'ten söz açıyorum yine. Hele ki bu mevsimde tadına doyulmuyor bu cennet toprakların. Hafta sonu yine eşsiz bir organizasyon vesilesiyle Göcek ve civarına yelken açtım. Aslında hadise de yelkenle ilgiliydi. Özellikle son dönemde yelkenlerin fora edildiği şahane organizasyonlar hem Türkiyemiz'in çok ama çok farklı tarafından da anlatıyor dış aleme, hem de bu spora ilgiyi uyandırıyor. Yelkenle, suyla, denizle ilgili yazılar yazıldıkça da buna destek veren bir çok firma da hak ettikleri ilgili hemencecik görebiliyorlar. Zira kalitenin sporu yelken.
RİXOS SAİLİNG CUP ŞAHANEYDİ
Efendim, hafta sonu mevzumuz “Dostluk Kazansın” diyerek bu yıl üçüncüsü düzenlenen Rixos Sailing Cup Göcek idi. Tek kelimeyle muhteşemdi denir ya aynen öyle. Birbirinden güzel ve yarışçı tekneler tüm zarafetiyle Göcek koylarında yelken açtı. Hem de tam 3 gün boyunca. Burada Rixos Premium Göcek’e ayrı bir teşekkür etmek gerekiyor. Zira sezon henüz nihayetlenmemişken, ve tabir-i caizse odalar full çekerken böylesi bir organizasyon için tesislerinin önemli bir kısmını sporculara ayırdılar. Öte yandan, heyecanın doruğa çıktığı yarışmanın sponsorluğunu yapan Nissan, Egemden, King ve Marintürk'e de ayrı ayrı teşekkür etmek gerek. Çünkü işte böylesi firmalar sahiplendikçe, çocuklarımız denizle, yelkenle buluşuyor ve bu dalda da dünyada biz de varız deyip, birincilikler getiriyorlar bize. 25 tekne ve 200 sporcu, kıyasıya yarıştı.
Rekabet doruk noktadayız ve elbette dostluk – barış, sevgi – saygı kazandı. Günün sonunda da herkes el ele, kol kola derecelerini kutladı. Kavgasız, gürültüsüz... İşte bu nedenle yelken diğer sporlardan çok ama çok farklı. İşte bu yüzden özellikle yavrularımızı mutlaka yelkenle buluşturmalıyız diyorum.
Kaldı ki bilmemeniz de gayet normal. Efendim Puglia, İtalya’nın el değmemiş bir bölgesi. İtalya malumunuz bir çizmeye benzer. Hah işte, Puglia da çizmenin topuk kısmı desem size gayet net anlarsınız. Bana kalırsa gerçek İtalya burada. Ne Sicilya kadar fazla İtalyan ne de orta ve kuzeyi kadar light İtalyan. Tam olarak burasıdır İtalya denilen yer. Bari bölgenin merkezi. Zaten Puglia’yı merak edip de yola koyulursanız – ki mutlaka ama mutlaka gidiniz, görünüz, orayı yaşayınız – ilk durağınız Bari olacaktır. Türk Hava Yolları şimdilerde 5 ama kış tarifesiyle haftada 4 karşılıklı sefer düzenliyor. Uçuş saati de şaka gibi 1 saat 45 dakika civarı. Yani Kars’tan daha yakın diyebilirim. Gezilecek yerleri mi; Başta Bari olmak üzere fevkaladenin fevkinde yerler, coğrafyalar. Bakınız dünyada o kadar yer gördüm, gezdim, dolaştım buradaki tadı gerçekten pek bir yerde bulamadım.
THY Bari’de Ömür Hanım’a emanet
Bari ve civarına en son 3 yıl evvel gitmiştim. Etkilenmenin ötesinde vurulmuştum diyebilirim. Yaklaşık 4 ay önce Bari’ye atanan eskinin rehberlerinden, daha sonrasında 10 yıl THY müfettişliği yapmış, şimdilerde ise THY Bari Genel Müdürlüğü’ne atanan Ömür Kahraman Hanımefendi, instagram hesabımdan bir mesajla “Puglia’yı, Bari ve çevresini keşfetmek ister misin?” deyince tüm programlarımı erteleyip, “ elbette çok da mutlu olurum” deyip eşsiz topraklara adım atma fırsatı buldum. Bu nedenle Ömür Hanım’a çok teşekkür ederim. Zira Puglia’nın bilmediğim, görmediğim mekanlarını da keşfetme fırsatı buldum. Bu arada söylemeden geçmeyelim; Ömür Kahraman THY’deki 3 kadın bölge genel müdüründen biri olarak tarihe geçmiş durumda. Kosova, Bilbao ve Bari de THY kadın genel müdürlerle hizmet vermekte. Memleketimizin adının üst noktalara çıkarmak gibi bir derdimiz varsa Ömür Kahraman gibi isimlerin koşulsuz şartsız desteklenmesi şart. Çünkü neyi, nasıl yapacağını gayet iyi bilen, iyi yetişmiş bir şahsiyet. Bu nedenle böylesi bir görevlendirme nedeniyle THY’yi bir kez daha kutlamak gerekiyor.
Borgo Egnazia’yı anlatmaya kelimeler yetmez
Burayı nasıl tanımlarım bilemiyorum. Bildiğiniz Ortaçağ köyünü ev ev, sokak sokak restore edip günümüzde hizmete sunmuşlar zannettim ilk önce ama öyle değilmiş. Bomboş devasa araziye hiç detay atlanmadan aslına uygun inşa edilmiş şahane bir otel. Fasano da. 2016’da da dünyanın en iyi oteli seçilmiş zaten. İnsan gerçekten vuruluyor. Benim vay be burada ne düğünler, ne eğlenceler olur diye düşünürken telefonuma gezgin arkadaşım Gülhan Şen’den bir mesaj geliverdi. Meğersem romantizmin doruklarda olduğu ve çokça konuşulan Justin Timberlake Jessica Biel izdivacı ve balayı günleri bu eşsiz otelde gerçekleşmiş. Golf sahası da olduğundan dolayı golfün ağababaları burada sopa sallamakta. Memleketimizin nadir iş insanları da bu otelde sıkça boy gösteriyormuş isimleri bende saklı. THY’nin sponsor olduğu golf turnuvası da Kasım Ayı’nda buradaki San Domenico Golf Kulübü’nde yapılacak.
Puglia’dan tarih ve doğallık fışkırıyor
Fırtına yerine kulaç kasırgası vardı anlayacağınız. Tabii konu yüzme olunca benim için akan sular duruyor. Özellikle Aquamasters denilince! Çünkü kainatça ünlü müthiş bir organizasyon uluslararası aquamasters. Bu yıl da 9. su gerçekleştirildi. Durum böyle olunca dünyanın dört bir yanından medya kuruluşları ajanslardan geçen görüntüleri haberleştiriyor, gazeteler yazıp çiziyor, yorumcular konuşuyor. Yani iş sandığımızdan daha büyük ve önemli aslında. Tüm bunlar olurken de tabii ki Türkiyemiz, turizmimiz kazanıyor. İşte sırf bunun için bile ev sahibi Hapimag Sea Garden Resort Hotel Genel Müdürü Kerem Demirkol'a teşekkür etmek gerekiyor. Çünkü mekan sponsoru olmadan böylesi büyük organizasyonları gerçekleştirmek çok ama çok zor. Elbetteki diğer sponsorlar da teşekkürler. Özellikle bizim memlekette yüzme gibi spor dallarında sponsorsuz adım dahi atamıyorsunuz maalesef. Katılımcılara baktığımda da son derece mutlu olduğumu söylemeliyim. Koca Manş Denizli'nin geçerek rekor kıran yüzücümüz de oradaydı, kulaç atmasını yeni yeni öğrenen minikler de. Ustaya çırağı, tecrübeyle deneyimsizliğin bir arada olması gelecek kuşakları kazanmamız açısından son derece önemli. Sadece yüzmede değil, siyasetten iş dünyasına kadar her alanda birikimin kuşaktan kuşağa aktarılması kurtaracak bizleri, dünyamızı. İşte Sea Garden 'ın kumsalında bunları hissettim ve bir kez daha umut doldum.
Turizm mevsimi artık 12 ayDaha bir kaç yıl öncesine kadar tatil denildiği zaman akla deniz, kum ve güneş üçlüsü gelirdi malumunuz üzere. Ve fakat gelişen ve değişen global trendler, insanların alışkanlıklarını ve tercihlerini de etkiliyor. Hal böyle olunca turizm sektörü de bu talep karşısında kayıtsız kalamıyor elbette. Geçmişte Ege'de Akdeniz'e plajlar, oteller ve tatil köyleri sadece üç ay boyunca dolup taşarken, günümüzde sezon boyu kültür, sanat, spor ve gastronomi alanındaki etkinlikler sayesinde turizm tüm yıla yayılmaya başladı. Dolayısıyla kazanç da öyle. Böylelikle hem istihdam kaybı olmuyor, hem de insanımız kendisini geliştirebiliyor. Anlayacağınız turizm sezonu uzadı. Dünyanın hemen her yerinde tatil sezonu deniz ve güneşle sınırlı kalmayarak yıl geneline yayılmış durumda. Yaz sezonu boyunca dolup taşan plajların sakinlediği, bunaltıcı sıcakların geride kaldığı ve deniz suyunun ideal sıcaklığa ulaştığı sarı yaz dönemi birçok etkinlikle dolu dolu geçiyor. Birçok turizm merkezinde sezon Eylül-Ekim aylarının gelmesine rağmen devam ediyor. Memleket şartları bu işler için fazlasıyla uygun tabii ki. Örnek mi? Hemen vereyim: Mesela bu yıl 2018 Dünya Ralli Şampiyonası (WRC) 10. Yarışı Türkiye Rallisi 13-16 Eylül tarihleri arasında Marmaris ve çevresinde gerçekleştirildi. Dünya Kiteboarding Şampiyonası, 5-9 Eylül tarihleri arasında ikinci kez Akyaka’ya gelirken, Antalya’nın Kemer ilçesi 26-29 Eylül tarihleri arasında Sea to Sky Enduro Motosiklet Yarışı’na ev sahipliği yaptı. E daha ne olsun! Tüm bu organizasyonlar memleket meselesi aslında ve son derece gururlandırıcı.
Aslolan memleket tanıtımı Sadece motor ve otomobil yarışları, golf ve futbol gibi sporlar değil yüzme alanındaki uluslararası turnuvalar da turizm altyapısını geliştirerek ülke tanıtımına önemli katkılar sağlıyor. Nasıl oluyor bu? Sporcu ve kulüplerin milyonlarca takipçiye sahip sosyal medya hesapları sayesinde sadece tesisler değil, ülke de dünya çapında tanınma imkanı yakalıyor. Sezonun bu denli uzamasının arkasında yatan en önemli etken ise ülkemizin ev sahipliği yaptığı uluslararası spor etkinlikleri. Aslolan turizm sezonunun 12 aya yayılmasını sağlayan uluslararası birçok spor organizasyona ev sahipliği yapabilmek. Organizasyonun ev sahibi dünya devi Hapimag Sea Garden Resort Bodrum Genel Müdürü Kerem Demirköy, sezonun uzaması için çalışmalarını sürdürdüklerini söylüyor. İşte bu yüzden Uluslararası Aquamasters Yüzme Şampiyonası gibi büyük etkinliklere destek verip ev sahipliği yapıyorlar. Turizm kuruluşlarımızın böylesine büyük bir organizasyonun paydaşlarından biri olması, spora ve sporcuya destek vermesi ve en mühimi ülke tanıtımına katkı sağlamaları gurur verici elbette. Demirkol gibi düşünen yöneticileri kutlamak gerek. Zira spor, sanat ve lezzet temalı etkinliklere destek sürdükçe, yalnızca kendi tesislerine ve turizme değil ülkemize de yatırım yapıyorlar aslında. Özellikle Turizm Bakanlığımızın böylesi kurumlarımıza desteği tam olmalı.
Birbirinden güzel, coşkulu, heyecan dolu tekneler İzmir Arkas Körfez Yarışı’nda, İzmir’in rüzgarında, birbirleriyle centilmence, nefes nefese yarıştı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Arkas Holding tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Körfez Festivali belli ki önümüzdeki yıllarda hem Türkiye’de hem de dünyada çokça konuşulacak bir festival olacak. Çünkü yerinde duramıyor bu festival. Sadece yat ve yelken yok zira bu festivalde. Birbirinden eğlenceli konserler, şovlar, gösteriler ve bunlara tüm coşkusuyla katılan İzmirli Dostlarımız… Katılım sayısı da bu yıl 50 tekneye ulaşınca bambaşka görüntüler oluştu Körfez’de.
İzmir Körfezi’ne tekneler bağlanamıyor
Bu anlattıklarım işin güzel ve eğlenceli tarafları. Ancak projektörleri çevirmemiz gereken bir nokta var ki son derece hayati önemde. Körfez bu tür yarışlara son derece müsait. Neredeyse her gün yelkenlerin fora olduğu, görenlerin saatlerce izleyeceği şahane organizasyonlar yapılabilir ama olamıyor. Neden? Nedeni şu: Teknelerin bağlama yerlerinin son derece yetersiz oluşu ve hatta yetkililerin buraya tekne bağlatmaması. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu da bu durumdan son derece şikayetçi. İşte bu sıkıntıyı her zaman, her platformda dile getirmesine rağmen çözüm olmuyor, olamıyor. Oysa mevzuatlar aşılsa, her şey kolaylaşsa, Körfez’e tekneler, yelkenliler rahatça bağlanabilse inanın İzmirimiz’in bir Monaco’dan, bir St. Tropez’den farkı kalmaz. Akdeniz ülkelerinin önemli vilayetleri bu sorunu çoktan aşıp da şıkır şıkır bir görüntü ortaya koyulurken İzmir Körfezi bu konuda neden çölleştiriliyor anlamak pek mümkün değil. Anlayacağınız İzmir’in potansiyeli pek değerlendirilemiyor.
Yelkene ilgi sürekli artıyor
Dolayısıyla bu festivalde de bağlama yeri yetersiz olunca daha doğrusu kısıtlı olunca çok daha fazla olabilecek yat sayısı sadece elli de kalıverdi. Buna rağmen geçtiğimiz yıl Konak Pier önündeki çalışma ile tonozlanan bölüme bağlanan tekneler, muhteşem görüntüler oluşturdular. Umarım İzmir Körfezi’nin tekne bağlama sorunu mevzuatlar aşılarak bir önce çözülür de herkes rahatlar. Dünya çapında bir İzmir markası olan Arkas Holding, festivalin sponsoru. Başkan yardımcısı Bernard Arkas da festivalde yarışmasıyla dikkat çekti. Böylesi bir etkinliğe herkesin el vermesi elbette onlar için de son derece önemliydi. Yaşanan kimi olumsuzluklara rağmen katılımın her yıl artmasından ve daha da mühimi, gelenekselleşmesinden dolayı bir hayli mutlular. Belediyenin kıyı boyunca seyir stantları oluşturması vatandaşı daha da festival içine aldı elbette. Zaten bakıldığında İzmir de İstanbul gibi denize karşı adeta doğal seyir terası denilebilir. Bu son derece eğlenceli geçen festival ve İki gün süren yarışlarda Comet A Arkas teknesi, 2018 İzmir Arkas Körfez Yarışı Kupası’nın sahibi oldu.
Arkas Sanat Merkezi’nde 1001 Gece Masalı var