1 Kasım 2008
ANKARA’da yaşamanın keyifli taraftarları olduğu gibi zor yönleri de var. Bir kere siyah-gri-lacivert üçlemesi kaçınılmaz ve modası geçmez renkler.
Resmiyetin simgesi olan bu üç renk, kentin üzerine sinmiştir her tonuyla..
Sonra bunun getirdiği ciddiyet eğilimi, çok belirgindir.
Öyle çok gülmek, tebessüm etmek, "Arsızca sırıtmak" diye yorumlanır Ankara kentinde.
Siyasetin getirdiği, "Yan çizmeler" de modadır.
Başkent’in spordaki renkleri de Ankara Havası’na uygundur.
Örneğin Gençlerbirliği, bürokratların takımıdır.. Ankara’nın popüler bürokratlarının çoğunlukla ilk ya da ikinci takımı Gençlerbirliği’dir.
Esnafın, gencin takımı ise Ankaragücü’dür. Başkent’teki Pazarcı, taksici, esnaf her zaman "Ankaragücü" der. Öğrenciler arasında da ciddi bir atak yapmıştır Ankaragücü.
Ankaraspor, son dönem ’kentin yakın çevresinin takımı’ haline gelmiştir. Gerek maçlarını kent merkezine 50 kilometre uzakta bir statta oynaması, gerekse buraya otobüslerle taşınan insanların Etimesgut, Sincan, Eryaman ve Fatih Mahellesi sakinleri oluşları, "Bizim takımımız" duygusunu yavaş yavaş geliştirmekte, stadın tribünlerini doldurmaktadır.
Hacattepe ise adı önemli ancak nostaljik hale gelmiş, "Mahalle takımı" özelliği taşımaktadır. Başkentin en önemli, popüler mahallesi Hacettepe’nin şimdilerde Üniversiteleşmiş yöresinin takımı olan Hacettepe, bu yoldadır. Her maça gelen birkaç kişilik Hacettepe Sevdalısı dışında, taraftar oluşumu çabası Hacettepe Üniversitesi’ne kaymış durumdadır. Kale arkasında açılan Hacettepe Üniversitesi pankartı, iyiye işarettir, geliştirilmesi kaydıyla.
Her şeye rağmen, bu kentin en önemli yerel spor rengi Ankaragücü’dür.
Gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda insanların ilgi gösterdiği, Ankaragücü’dür.
Seveni çok, tantanası bol, reitingi fazla, gürültüsü yüksektir. Bu nedenle herkes yazar, konuşur, tartışır Ankaragücü’nü...
Ve çok önemlidir Ankaragücü..
Anlamamazlıktan geliyorlar
Bu nedenle futbolcusu, teknik direktörü, yöneticisi ve elbette başkanı tartışılır. Hem de yüksek tonda...
Hacettepe çalıştrıcısının 3-4 maçlık opsiyonu olabilir. Gençlerbirliği teknik heyeti, 2 galibiyetin ardından 3 berabirlik, 1 yenilgi nedeniyle tribün tepkisi görmeyebilir.
Ankaraspor, daha da rahattır. 7 maçta 3 puana, ancak istenirse istifa edilir.
Ama ardarda 2 yenilgi, patırtı koparır sarı lacivert tribünlerde.
Teknik kadroya davetiye, yönetime yol verilir. Başkan hedef tahtası olur.
Anakargücü’nde yaşanan bunun ötesinde bir şey artık.
İpler kopmuş, köprüler atılmış, gemiler yakılmış. Mevcut Başkan’a "Çek git" diyorlar artık. hem de yenilir yutulur cinsten olmayan ağır cümlelerle.
"Biz seni istemiyoruz, yeni yüzler istiyoruz" diyorlar. "Ankaragücü’nü sevecek, ona hizmet edecek, yarar sağlayacak, Ankaragüçlüleri mutlu edecek bir başkan gelsin artık" diye feryat ediyorlar.
Ama seslerini duyuramıyorlar.
Duyması gereken, ya duymamazlıktan geliyor ya da anlamamazlıktan.
İpler gerçekten koptu
Geçenlerde çok güvendiğim bir arkadaşımın anlattıkları ilginçti. Şimdiye dek onunla çok şey paylaşmış ama yazmamıştım.
Ancak bu kez herkesin bilmesi gerekiyor. Çünkü yaşananlar, herkesi ilgilendiriyor.
İddia o ki, Ankaragücü’nün Mevcut Başkanı, Fenerbahçe Kupa maçından bir gün önce tribün liderlerini Beştepe’de toplamış. Ve demiş ki:
"Kardeşim, bu takım amatör kümeye de düşse, ben başkanlığa devam edeceğim. Bağırıp çağırsanız da, tepki koysanız da bu değişmeyecek. Alın şu biletleri paşa paşa girin, takımınızı destekleyin..." Herkes şaşkın, birbirine bakmış, "Bu, ne diyor" diye.. Sonra lafına itibar edilen biri, "Bak Başkan... Ben, seni istemiyorum. Daha doğrusu Ankaragüçlüyüm diyen, takımını seven hiç kimse istemiyor seni. Sen gidene kadar da tavrımı koyacağım. Bu maçta ne bilet alırım, ne de tribünlere girerim. Başkan sen, bizi emir kulu mu sanıyorsun?" diye sert bir çıkış yapmış.
Ortalık buz gibi olmuş ve toplantı o anda bitmiş.Ve sonrası malum. Ankaragücü taraftarı, Fenerbahçe maçına girmemiş. İstanbul’dan gelecek Fenerbahçe taraftarına da "Gelmeyin, buna para kazandırmayın" deyip ikna etmiş.
Tepkili liderin, küçük bir grubu tribünde yerini alıp, Mevcut Başkan’a ağzına geleni slogan olarak sayıp dökmüş. Gerçek hikaye bu..
Ve ipler, bu kez gerçekten koptu.
Yazının Devamını Oku 30 Ekim 2008
UMUMİ arzunun ortak eseri olan forvet hattı sahadaydı Gaziantep’te... Yani Yattara-Gökhan-Isaac üçlüsü, iş başındaydı. Kupanın en sert grubunda yer alan Trabzonspor’un zorlu sınavında aslında üç değişiklik vardı. Egemen Giray’a, Hüseyin Ceyhun’a, Umut da Isaac’e bırakmıştı yerini.
Hepsi bir yana, Ofansif Lordlar Kamarası’nın ne yapacağına dikkat kesmişti herkes.
Forveti "yalancı savunma" yapan, orta sahası "sadece bakan" Trabzonspor’da tüm yük, savunmanın sırtına bindi. Song ile Giray, aralarına giren Ceyhun ile "Şanlı Gaziantep Direnişini" sergilediler bir süre.. İlk yarıda başarılı oldular, ikinci yarıda çöktüler. Ofansif anlamda ise tek kelimeyle "fiyasko" idi Trabzonspor. İlk bölümde "Nasıl kaçtı?" denilebilecek tek pozisyon bulamadılar.
İkinci yarıda Ersun Yanal, "Uyuşuk orta sahayı" canlandırmak için Colman’ı yanına alıp, Ferhat’ı sağ beke gönderdi ve Serkan’ı en yararlı yerine yolladı. Orta saha hareketlenince, bir kontra akında Isaac’in kafa golü geldi.
Ve ne ilginçtir, üç gün önceki gibi tam 4 dakika sonra, "Defansif bir facia örneği" karambolden Eduardo, eşitliği sağladı. Song ile kaleci Slyva’nın ortak hatasından bağıra çağıra gelen Tabata golünde, iki oyuncu "komik" duruma düşüyordu.
Son 21 dakikada Ceyhun’u çıkarıp, Umut’u sahaya sürerek 4 forvet kumarını oynayan Yanal, 4-1-1-4 gibi sık rastlanan örneği olmayan bir "İntihar saldırısının mimarı" oldu. Bordo mavililer, saldırdıklarını zannederken, Trabzon defansının bir başka komik hatasını, stoper Bekir güle oynaya "Topuk ile" filelere yolluyordu.
İnsanı kendine getiren, acı gerçeklerle yüz yüze bırakan ve "Yanlışların doğruluğunu" ortaya koyan net bir yenilgiydi bu.
Tartışmaya yer bırakmayan...
Yazının Devamını Oku 27 Ekim 2008
TRABZONSPOR açısından, değeri yüksek bir karşılaşmaydı. Çünkü galibiyet, kayıtsız şartsız liderlik demekti. Bir hafta önce Ali Sami Yen’de bırakılan apoletin geri takılma töreniydi bu nedenle Gaziantepspor maçı. Kazanmaktan başka çaresi yok gözükse de, kazanmanın çaresini bir türlü bulamadı ilk 45 dakikada. Daha doğru deyimiyle kazanacak golü başaramadı.
En uç noktadaki Gökhan-Umut ikilisi, golü zorlaştırmakta öylesine başarılı oldular kiÖ
Özellikle pahalı golcü Gökhan Ünal’ın kaçırdığı ucuz goller, ilk döneme damgasını vurdu.
Umut, sadece savaşmak ve rakiple boğuşmakla golün olmayacağını algılayamadı.
Yatara ise, bir türlü Katar’dan dönemedi. Hala, isteksiz, gamsız, kaygısız.
Isaac kenarda tutulduğu için, bu olumsuzlara katkı sağlayamadı.
Ve ilk bölümde sıfır çekti Trabzonspor.
"İkinci yarı fena yapar" diye bekleyenler yanıldı, çünkü Beto’nun golüyle çok fena oldu.
Soğuk duşun etkisi 4 dakikada geçince, Gökhan Ünal, Yatara ile başlayıp, Umut’un asisti ile süren pozisyonu Gaziantep filelerine eşitlik golü olarak gönderdi.
Penaltı ve kırmızı kart
Ve maça kalite değilse de seyir zevki geldi. Pozisyonlar, itiş-kakış, kıran kırana mücadele vardı Avni Aker’de.
Trabzonspor saldırıyor, Gaziantep kontratak çalışıyordu.
75. dakikada Deumi ile Murat Şahin’in birlikte indirdikleri Umut’a yapılan, "Verilmeyen penaltı" idi.
79. dakikada Selçuk-Murat Ceylan arasındaki "futbol dışı yumruk yarışının" karşılığı sarı değil, iki tane kırmızı olmalıydı.
Sonuçta Trabzonspor, ilk dakikadan orta saha üstünlüğünü kaptırıp, uzun toplarla rakip alana girdiği, hücumun ortada ve sağ kanattan yüksek toplarla yapılacağı ve böyle gol atılacağı yanılgısına düşüp, şut atmakla da golü bulabileceğini unuttuğu maçta boşa kürek çekip, 1 puanla yetindi.
Kaçırdığı, büyük balık olmasa da büyük fırsattı.
Liderliğin keyfi, morali ve motivasyonu idi.
Kazandığı ise sadece 1 puan.
Yazının Devamını Oku 24 Ekim 2008
Birçok insan anlayamadı, Hakan Kutlu’yu alışılmadık sertlikte eleştiren Meriç Enercan yazısının nedenini. Bir de Ses TV’deki 2 artı 1’de Ankaragücü Mevcut Başkanı’nın "Hakan Kutlu’yu oylatmamakla çok başarılı bir iş yaptı" yorumunun sebebini. Öncelikle gazetecinin doğruyu kamuoyuna sunma konusundaki sorumluluğunu en iyi bilenlenden biri olduğum, herkesin malumu. Taviz vermediğim konulardan biri bu.
Bazıları, bağıracağımı sandıkları yerde neden sustuğum konusunu anlayamaz; suskun kalacağımı düşündüklerinde, çok sert çıkışıma anlam veremezler ama herşeyin haklı bir nedeni vardır aslında.
Tıpkı Hakan Kutlu’ya yönelik eleştirimdeki gibi.
Hakan Kutlu, sıradan bir insan değildir, olamaz da. Bu nedenle sıradan insanların davrandığı gibi sorumsuz, amaçsız, duyarsız davranamaz.
Davrandığı zaman, tepki görür, ayıplanır.
İşte bu nedenle bir çok kişinin "O senin oğlun..." dediği Hakan Kutlu tarafımdan, hakettiği biçimde eleştirilmiştir.
İnsanın, oğlu gibi gösterilen birini bu tonajda eleştirmesi, garipsenecek değil; aksine takdir edilecek bir tutumdur.
Üstelik bu yolda, olacakların aylar öncesinden ihtar edilmesi, yaşanacakların çok önceden uyarılmasına karşın "Doğruyu, yanlış yapma hatası" yaşanmıştır. ’Bile bile lades’dir yani.
Kutlu, Gençlerbirliği maçının ardından istifa etmeyi başarabilse, bugün kahramanlaşan bir Ankaragücü İdolü haline gelecek ve çok yakın bir süreçte önüne kırmızı halı serilerek Beştepe’ye davet edilecekti.
Oysa o, ’kendi açıklamasına göre’ birkaç kişiden intikam almak adına 15 gün beklemeyi, yardımcılarının gidişine göz yummayı, yanına atananlara ses çıkarmamayı tercih etti.
Ve kendine yazık etti.
Dediğim budur, beyni ile anlayanlara...
Durmuş saat bile
SES Televizyonundaki "Küçük mutluluk yaratan" yorum da, çok ilgi çekti her nedense... Hakan Kutlu, ne hata yaparsa yapsın, Ankaragücü yönetiminde "Kovalım mı, yoksa kovmayalım mı?" diye oylanmasına karşıydım. Bunu ifade edip, "Mevcut Başkan, Hakan’ı oylatmamakla çok iyi yaptı" dedim.
Hakan Kutlu, 27 yılını Ankaragücü’ne vermiş, kaptanlık ve teknik direktörlük makamına ulaşmış, adı bu kulüple özdeşleşmiş bir kişi olarak, kovulmayı asla hak etmez.
Onu kovmak için büyük bir iştahla bekleyenlerin olduğu yerde, bu kadar dayanabilmesi zaten büyük bir başarıdır.
Göreve zamansız talip olması, sorumluluğu tecrübesizken alması ve koruduklarıyla kendini hedef tahtası haline getirmesi de Kutlu’nun kovulmasına gerekçe olamaz.
İşte bu nedenle sözkonusu yorum, sadece insani bir söylemden ibarettir.
Kaldı ki, o konuşmadaki "Görevde iken yeterince sahip çıkılmadığı ve yeterince desteklenmediği" ve de benzeri bir çok eleştiriyi paz geçip, cımbızla içinden bu cümleyi seçerek, "nalıncı keseri" misali işine geleni cebine koymak, ucuz bir yoldur.
Aslında 11 yılda kamyon dolusu yanlış yapan birinin, Başkanlık yaşamında bir iki doğru yapması, hiç şaşılacak bir şey değil.
Çünkü "Durmuş saat bile, günde iki kez doğruyu gösterir..."
Oyuncularla istifa sonrası yaptığı toplantıda, "Hakan Kutlu’nun 15 yıl bana savunduğu kişinin onu nasıl eleştirdiğini gördünüz. Yanında iken, nasıl karşısına geçtiğine tanık oldunuz" türünden basit nitelemeleri, aslında kendi savunma mekanizmasını çalıştırmaktan başka bir şey değildir. Bu, yıllarca kovmaya cesaret edemediği Hakan Kutlu’nun, kendi iradesiyle çekip gitmesine "Ben, bunu nasıl başaramadım" şeklindeki bilinçaltı bir tepkidir.
Belki de, Kutlu’nun sitesinde yaptığı ağır açıklama, yönetimde son dönemde öne çıkıp, sivrilen bazı isimlerin, malum kişi tarafından tasfiyesine temel gerekçe olacaktır.
Yani "olur mu" diyorum...
Yazının Devamını Oku 20 Ekim 2008
HERKESİN merak ettiği, dikkat kesildiği maçtı. Lideri ağırlayan teknik sorunlu Galatasaray, her şeyin yolunda gittiği düşünülen lider Trabzonspor’a acı bir ders verdi. Ayhan’dan kaptıkları toplarla, "kontratak oyunu" oynayan Trabzonspor, 26. dakikada Arda’nın attığı mükemmel golle soğuk bir İstanbul akşamında buz gibi bir duş yaptı. Bu golün en büyük sorumlusu, rakibe o sağbek bölgesinde baskıyı yapamayan savunma kadar, pozisyonu ön direkte izleyen kaleci Tolga idi. Aynı Tolga, çizgiye çakılıp yediği ikinci korner uzantısı golde de altı pasta topa vurduran savunmacılar kadar sorumlu idi. Gol öncesi hakemin göremediği, Tanrı’nın değil, Servet’in eliydi.
Kaleci Tolga’nın Ali Sami Yen sendromu tutmuştu besbelli.
Hesapta olmayan iki hata golüyle geriye düşen bordo mavililer, Gökhan ve İsaac ile iki mutlak şansı kullanamadı. Umut’un gecenin yıldızı kaleci Santics’i geçip, vuramadığı da ilk yarıda "Kaçan balıklardan" biriydi.
Gecenin kötüsü, hakem Bünyamin Gezer, ilk yarıda oyunun kontrolunu elinden kaçırdı, bir daha da yakalayamadı. Hem Egemen hem de Servet’in forma çekerek yaptığı, dayanıklılık testlerine abartılı hoşgörü gösterdi. Çaldığı ve çalmadıkları ile maça çizgi attı.
İlk 45 dakikalık süreç, Trabzonspor’un atamadıklarına karşın yedikleriyle 2-0 Galatasaray lehine kapandı.
Ve gerçek maç başladı ikinci yarının başlama düdüğüyle.
Yattara’lı başlangıç
Çünkü Yattara sahadaydı. Daha doğru anlatımıyla Yattara, Katar üzerinden dönüp, uzunca bir aradan sonra Trabzon’da işbaşı yapmıştı.
O havayla rakip yarı alana yıkan sağlı sollu ataklarla gol arayan Trabzonspor, Lincoln’ün kontra golüyle üçüncü yıkımı yaşadı. Gol sonrası, Brezilyalı’nın korner direğiyle yaptığı şova sarı kartı gösteremeyen Gezer, bir dakika sonra uyduruk elle oynamaya ikinci sarıdan kırmızıyı gösterdi.
Trabzonspor, son 28 dakikayı 10 kişi oynayan rakibi karşısında gerekeni yapamadı. Yattara kendini affettiremedi, Trabzonspor hak etmediği maçı kaybetti.
Ve dün gece ortaya çıkardı ki, istediğin kadar geçmişinde şampiyonlukların, takımında iyi oyuncuların olsun, tribünlerin seni sevenlerle dolsun, "Büyükleri yenemezsen, asla büyük olamazsın..."
Yazının Devamını Oku 5 Ekim 2008
MAÇIN ruh hali ülkeminki gibiydi... Aslan gibi 15 fidanını şehit vermiş, 15 ocağına ateş düşmüş bir ülkede ne keyif olabilirdi ki... Düşünün Trabzon’un Umut’la bulduğu ilk gol sonrası hiçbir sevinç işareti yoktu Konya Atatürk Stadı’nda. Tıpkı Veysel’in iki golünden sonra yaşanmadığı gibi... Futbolun yeni sloganı; "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" olmuştu. Ülkemin sokaklarında ne keyif kalmıştı ki, futbolun insanlarında bir mutluluk olsun. Ama hayat da devam ediyordu, futbol da...
Ligin lideri Trabzonspor, Konyaspor deplasmanında karşısında ummadığı dirençte taş gibi bir rakip buldu. Trabzonlu Giray Bulak, 3-5-2 ile Trabzonspor orta alanını boğma operasyonu yapmıştı. Önde kurduğu savunmasıyla en kısa yoldan ulaştığı bordo mavili kalede sıkça tehlikeler yarattı. İlk yarıda iki de gol buldu, o anlı şanlı savunmanın arasından.
Skoru koruma sevdası
Da Silva’nın yaptığı her orta, Veysel ile buluştuğunda Konyaspor golü oldu. Trabzon takımı ciddiye alınacak iki gol girişiminde bulundu. Bunun birini Umut’un kafasından skor tabelasına yazdırdı.
İlk yarı böylesine garip bir görüntüde bitti Trabzonspor için. İkinci yarıda her şey bambaşkaydı. 5-4-1’e dönüp, maçı bu skorla bitirme sevdasına düşen Konyaspor, Veysel’in direkten dönen topu sonrası filelerinde beraberlik golünde gördü.
Trabzonspor kontratağında Serkan’ın asistinde Isaac, meşin yuvarlağı Konyaspor filelerine gönderip skoru eşitledi. Bu golün iki dakika sonrasında yine Isaac’le başlayan kontratak, Serkan’ın asistiyle Isaac’in ayağından Trabzonspor’un galibiyet golüne dönüştü.
Maçın bundan sonraki bölümü Konyaspor’un saldırılarına Trabzonspor’un gösterdiği büyük direnç halinde geçti. Ve bayrama lider giren Trabzonspor, liderlik bayramını yeni haftaya taşıdı.
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2008
BEŞ yıllık futbol keyfiydi Trabzonspor’un... En kötü günlerde bile İbrahima Yattara’yı izlemek için gelen onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce futbol sevdalısı oldu. Adı, Trabzon ile özdeşleşti; Gine’de doğdu, Sürmeneli oldu.
Son dönemde Fatih Tekke ve Gökdeniz Karadeniz ile birlikte en önemli yıldızıydı Trabzonspor’un...
Yıldız yaratmak, onları paraya çevirmekte mahirdi bordo mavililer. 5 yıl önce "Yattara kim?" diye sorsalar, cevabını bilemezdi çoğu. 100 bin dolara oynayan, siyahi bir yetenek olduğu çıktı ortaya.
Sonra sevildi, herkesten çok.
Ne var ki, her aşkın bir sonu vardı.
Bazıları önemli ama hiç kimse vazgeçilmez değildi.
Gitmeyi istedi ve gitti, ardında bıraktığı iyi anılarla Gineli Yattara.
Türkiye için hatırı sayılır yükseklikte bonservis ücretiyle...
Futbol bir endüstri idi.
Ve kasadaki para, yürekteki sevgiyi yenecekti.
Para geldi, aşk bitti ve Yattara gitti.
Yattara’sız da oluyor
İşte o Yattara’nın olmadığı Trabzonspor takımı, Antalyaspor karşısında müthiş bir ilk yarı oynadı. 8 gol pozisyonu buldu, bir gol atabildi. Üstelik rakibinin ilk atağında o çok övündüğü defansının tümüyle uyuması sonucu yenik duruma düştükten sonra beraberliği sağlayabildi.
İlk bölümde Tayfun da defans da iyi değildi. Çalışan orta alan ile forvet bölgesiydi.
İkinci yarıda saldıran yine Trabzonspor, golü atan da konuk Antalyaspor idi. Straka ve zorunlu Şenol hamleleri, avantajlı skoru getiriyordu.
Isaac’in pasında Umut, ikinci kez beraberliği sağladı.
Bitime 3 dakika kala, Gökhan Ünal zor maçta, krala yakışır bir golle hem galibiyet hem de Trabzon’un liderliğini ilan etti.
Futbol Efendisi Hüseyin’in bir kez daha yıldızlaştığı dün akşam, Avni Aker’de kimse anmadı Yattara’yı...
Yattara’sız Trabzonspor da dün akşam Antalya’yı yenip lider oldu.
Kimbilir birkaç hafta sonra "Bir Yattara geldi geçti" deyip geçeceklerdi.
Hayat böyle bir şeydi işte...
Yazının Devamını Oku 25 Eylül 2008
ÇOK öfkelendim, ilk okuduğumda.. Malum medyanın, malum yazılı organında şahsımı hedef alan yazıyı okuyunca.. Oldukça seviyesiz ve çok terbiyesizce idi. Uzun zamandır, sert tartışmaları bırakıp, uzlaşmacı ve uzlaştırıcı olmak gibi bir çabam vardı. Ama kaşınıyordu bazıları.. Ve ben de iyi yapardım, tımarı... Kızmıştım, uzunca bir aradan sonra. Oturup, anlık öfkemi, yazıya döktüm.
Gülüyorum hallerine
Gazetecilik zor iş. Hele bir de yeterlilik ve yeteneğin açısından tartışılır bir durumun varsa, daha da zor...
Geçtiğimiz günlerde malum medyanın, malum ekinde bir yazı vardı.
TRT2’de, düşündüklerimizi dile getirdiğimiz Lige Bakış Programı üzerine.
Köşe, insanın namusu.. Namus da başkasına devredilmez bizim oralarda.
Oraya bakan, bizim içimizden yetişen biri.
Neyse önce izninizle anlatayım..
Lige Bakış, üç sezondur cuma akşamları TRT 2’de yayınlanan bir program.
Burada yapılan, Süper Lig’de oynanacak maçlara ilişkin bir öngörüde bulunmak.
Takımların durumları, sakat, cezalıları ve yapısal özellikleri ile rakiplerinin durumlarına göre karşılaştırılıp, "Bu maçı kim kazanır?" diye sıkça sorulan soruların yanıtının tartışıldığı bir televizyon programı.
Programın sunucuları, TRT’nin yetenekli spikerleri Alper Bakırcıgil ile Birol Reçber.
İki sezon, üçlü bir sohbet içinde gidiyordu Lige Bakış. Bu sezon Atilla Türker ile dört oldu ekrandakilerin sayısı.
Oynanmamış maç üzerine konuşmak çok zor. Oynanmışa yorum yapmak, elbette daha kolay.
Öngörüde bulunmak, zaten sorumluluk isteyen bir iş. İsabet sağlarsanız, kimse "Vay be ne çok bildiniz" demez.. Kazayla 9 maçın dört veya beşini bilemediniz mi, "Amma ıskaladınız" diye konuşurlar, sağda solda.
Neyse gelelim konuya..
Dedim ya, malum matbuatta bir yazı çıktı, bir okuyucunun yazdığı iddia edilen. Biz üç maç için konuşmuşuz da tutmamış da, kaleme alan muhterem, gülmenin katılma aşamasına gelmiş.
Altında adı olanın, bana gönderme cesareti gösteremeyeceği pespaye bir döküm.
Yazana değil, köşesinde yayımlayana ayıp bir yazı bu.
Çapsız, yetersiz, yüreksiz kelimeler dizini.
Hayata dair söyleyeceği bir şey olmayanların, bunca sürede adamlığı öğrenemeyelerin, aynaya bakıp utanmalarını gerektiren bir durum yaşanan.
Ben gülüyorum, onların ağlanacak hallerine...
Hiç’liğin tescili
Aslında sorun, bir şey yapmayı başaramayanların düştüğü zavallı durum.
Hasbelkader bir şeyin başı olmakla yetinenlerin, yaşadığı aşağılık kompleksi.
Bir kurum terbiyesi içinde yetişip, kurum dışı kalınca terbiyece yoksullaşanların "hiç bir şey olduklarının" farkına varmaları.
Bir hesabın görülmesine az kala, dış kulvar hamleleri.
Ya da başka bir bakış açısıyla, kaybolup gideceklerini anlamanın hırçınlığı.
Beyin ile beyincik kullanımı arasındaki farkın, çıplak gözle farkedilecek biçimde ortaya çıkışı. Kısacası, Hiç’liğin tescili...
Yazarım, okuturum, ezberletirim
Zaman zaman kızıyorum kendime. "Ağabey olup, abicikleri ciddiye alıyorum" diye.
Ama bizim adamlığımız, bunu gerektiriyor.
İnsana insan değeri vermek, adam olmayanı bile adam yerine koymak gibi.
Yanlış yapıyoruz besbelli.
Kızıyorum, kendi cesareti olmayanın bir başkasının adını kullanmasına.
Kendi yüreği olmayanın, başkasının yüreğiyle orta yerde dolaşmasına.
Adını kullanamayanın, farklı isimlerin arkasına saklanmasına.
Kızıyorum, köşesini namusu gibi görmeyenlere..
Ve diyorum ki;
Ben mektup yazarsam okunur, küçük abi.
Yazarım, okuturum ve de ezberletirim..."
Sonra, öfkemi kontrol altına alıp, sakinleştim.
Düşündüm, "Bu kişinin, tiraj derdi de olabilir mi?" diye.
Baktım, vaziyetleri pek parlak değil. Kendi spor gazetelerine yakalanmak üzereler.
Anladım, konunun bir tarafı, kişisel komplekslerin de ötesinde tiraj meselesi.
"Kendi reytingi ve tirajı olmayan birinin, bunu yapması normal" diye düşündüm.
İyi tarafından bakıp, "İstemeden, Lige Bakış’ın reklamını da yapmış" diye geçirdim içimden.
Öfkeyi bir yana bırakıp, güldüm.
Abartmadan, katılmadan sadece tebessüm ederek...
Yazının Devamını Oku