Paylaş
Bu dördü içinde Türkiye, uygarlıkların çeşitlilikleri yönünden en zengin olanı.
Paleolitik, Neolitik çağlar, Hattiler, Hititler, Urartular, Frigler, Lidyalılar, İyonyalılar, Helen Uygarlığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Türk beylikleri ve Osmanlılar dönemi...
İnsanın sayarken nefesi kesiliyor.
Böylesine çeşitlilik diğer üç ülkede yok.
Ama yazıktır, Anadolu topraklarında günümüze kadar korunarak gelen bu medeniyetlere ait kültürel değerlerin epey bir kısmı kaçak kazılarla tahrip ediliyor ve çok sayıda eser yurt dışına kaçırılıyor.
Devlet de bunları geri getirmek için çabalayıp duruyor.
Bugün, Urartuların vatanı olan ülkemizde bilimsel olarak ortaya çıkmış, belgelenmiş herhangi bir Urartu mezarı yazık ki yok.
Arkeolog İstihdam Platformu Sözcüsü Binnur Çelebi şöyle diyor: “Biz arkeologlara en son Milas Hekotomnos mezarında yaşandığı gibi, soyulup bittikten sonra boş mezarların mimari ölçümleri kalıyor. Bizden önce defineciler gidiyor, sonra biz onların bıraktıklarını toparlamak için gidiyoruz. Osmanlı mezarlıkları bile futbol sahası için sökülüyor, toplum hafızası böylece yavaş yavaş yok oluyor.”
Görünen o ki, tahribatlar, kaçakçılık ve definecilik gibi alanlarda ciddi denetim gerekiyor. Alınan önlemler yetersiz kalıyor.
Sorsanız, herkes ilk bakışta arkeolojiye hayrandır. Çok sayıda insanın hayali arkeolog olmaktır.
Belki de hepimiz vaktiyle fazla Indiana Jones izlediğimizdendir.
Ama arkeologlar genel olarak mezarcı diye tanınırlar. Kimilerine göre de çanak çömlekçidirler.
Epey bir insana göre tarlasında ya da köyünde mutlaka aranacak bir define vardır.
Onlar arkeologları bulduklarında bırakmak istemezler ve arkeologlar en çok iş teklifini de onlardan alırlar.
Ülkemizde ne yazık ki arkeologdan çok defineci var. Toplumun küçük bir kesimi tarihe önem veriyor ve evrensel mirasa sahip çıkıyor.
Bürokrasi arkeolojiye genel olarak turizm gelirleri açısından bakıyor.
İnşaat, baraj, yol, köprü, metro yapımında uğraşanlar ise kepçenin altından eser çıkmasın diye dua ediyor.
Ya da çıkınca, kimse görmeden üstünü kapatmak istiyor. Hatta bazı yatırımcılar arkeolojiyi gökdelenleri dikememenin en büyük engeli olarak görüyor.
İtalya’da Ortaçağ dönemine ait evler hala ayakta dururken, biz 19’uncu yüzyıl mimarisini neredeyse yok etmiş durumdayız.
Eski konakların çoğunun kaza adı altında yangınlar sonucu kül edildiğine hepimiz şahidiz.
Neyse ki medya sayesinde bu algı yavaş yavaş değişti ve toplumsal bilinç oluşmaya başladı.
Bir yandan “Dünya kültür mirasının sahibiyiz” diye övünürken, diğer yandan ülkemizi uygarlıkların mezarlığına çevirdiğimizin ve dünyanın ne kadar gerisinde kaldığımızın farkında değiliz.
Sayıları birkaç yüzü bulan arkeologlarımız neredeyse tüm Türkiye halkına karşı, umutsuz bir savaş veriyor.
Yetişmiş beyin gücü bakımından hala çok ileri durumda olan Türkiye arkeolojisi, atıl duruma geldi.
Buna hem yurttaşlar hem de devlet “Dur” demeli.
Yoksa çok yazık olacak.
Paylaş