153 ülke arasında 2010’da 134’üncü, 2011’de 136’ncı; 2012’de 146 ülke arasında 137’nci, 2013 ve 2014’te ise 135 ülke arasında 128’inci sıradaydık.
Yani, en son dünyada sondan 7’nciydik.
Algı tam tersi yönde olsa da, “Biz Türkler pek yardımseveriz” sansak da, üzücü gerçek ortada.
Saint Joseph Fransız Lisesi son sınıfta okuyan Aleyna Doğan, Sinan Onukar ve Pınar Binay, toplumsal ölçekte bağışçılık ve gönüllülük eğiliminin zayıf olduğunu öğrenince, yaşıtlarının bu tarz projelere ne kadar seyrek katıldığını fark ettiler.
Çevrelerindeki insanlar bir tüketim furyasına kapılmıştı, ihtiyaçları olandan çok daha fazlasını alıyor, kullanmadıklarını bağışlamayı akla getirmiyor, aracı kurum bulmakta zorlanıyor ya da yardımların doğru insanlara ulaşacağından emin olamıyorlardı.
Bunun üzerine, çevresinde görülür bir etki ve sürdürülebilir bir değişim yaratmak isteyen bu gencecik üç insan ellerini taşın altına koydular.
Elden Ele Yardım adını verdikleri projeyle toplumda kıyafet bakımından ihtiyaç fazlası olanlarla ihtiyaç sahipleri arasında bir köprü görevi görmeye başladılar. Belediyeler, STK’lar ve firmalarla düzenli görüşmeler yapıyor ve hep daha büyük kitlelere ulaşmak için çalışıyorlar.
Bazısında baba oğluyla veya kızıyla oynuyor; bazısında abi kardeş, bazısında bir grup çocuk kendi aralarında oynuyorlar.
Sırayla birbirlerine tokat atıyorlar.
Birinde, önce baba oğluna tokat atıyor, sonra çocuk babaya, sonra baba çocuğa, tokatlar giderek sertleşiyor. Birbirlerini tokatlayarak eğleniyorlar. Videoyu çeken anne ya da kardeş de objektifin arkasında gülüp eğleniyor.
Başka bir videoda, küçük kardeş abisiyle oynamak istemiyor. Abisinin eğlenmek için olduğu kadar onu ‘erkek adam’ yapmak için de bu oyunu oynattığı anlaşılıyor. Çocuk gülüyor ama korkuyor da. “Korkuyorum” diyor; abisi neden korktuğunu sorduğunda “Çok hızlı vuruyorsun” diyor. Çocuk her tokattan sonra yanağına eliyle masaj yapıyor. Abisi “Gözünü kaparsan acımaz” diyor. Bir yerde, yediği tokadın acısını çıkarırcasına abisine sert bir tokatla yanıt veriyor. Abisi, ‘eğitimin’ gidişatından memnun, “Aferin, işte böyle olacaksın” diyor. Çocuk “Çok acıyor” diye söylendikçe abi “Erkek adamsın oğlum” diye tekrarlıyor. Çocuk bir noktada ağlayınca da “Ağlamak yok, sen kimin kardeşisin!” diyor.
Necmiye Alpay gazetede ‘Dil Meseleleri’ isimli köşeyi yazıyor. Henüz hatasız cümle kuramadığımdan Alpay’ın köşesini iştahla takip ediyor ve kendimi, onun varlığından bile haberi olmayan öğrencisi gibi hissediyorum.
Gazete haberleri ve köşe yazılarından örneklerle dilin sorunlarına değindiği yazılarında Murat Belge, Ahmet İnsel, Elif Şafak gibi yazarların hataları da yer aldığından olsa gerek, Alpay’ın adı biraz latifeyle karışık ‘dedektif’e çıkmıştı. Hatta bir yazısında bu nitelemeye itiraz ediyordu: “‘Necmiye Alpay’ın dil hataları konusunda dedektiflik yaptığı köşe’ de deniliyor, dedektiflikte bir olumsuzluk görmeksizin. Oysa dedektiflik, hata avcılığı yapmak, rastlanan tekil hataları sıralamak demekse ve ben dedektiflik yapıyorsam, amacıma ulaşamıyorum demektir. Çünkü amacım tekil ‘yanlış’ları düzeltmek değil. Yaygın sorunlara, örnekler yardımıyla dikkat çekip öneride bulunmak, tartışmaya ve bilinç yükseltmeye katkıda bulunmak.”
Yazar, çevirmen, dilbilimci Alpay Radikal’e Tuğrul Eryılmaz’ın armağanıydı. 3-4 yıl Radikal Kitap’ta yazdıktan sonra, ana gazeteye terfi etmişti. Cem Erciyes’in dediği gibi, “Edebiyat çevrelerinin çok iyi tanıdığı, çok eskilerden gelen biriydi. Ama Necmiye’nin entelektüel hayata yaptığı katkı Radikal’de değerini bulmuştu.”
Yıl 2005-2006, Radikal’den ayrılmışım, Milliyet gazetesindeyim. Necmiye Alpay burada da karşıma çıkıyor. Her gün gazetenin genel yayın yönetmeni Sedat Ergin’den gelen bir kâğıt düşüyor önümüze. Alpay her sabah gazeteyi okuyup Sedat Bey’e dil hatalarını içeren bir rapor yolluyor. O da bizimle paylaşıyor.
Kimi bu festivalde keşfedildi, kimi ise festivali “Sinemacılar için okuldu” diye niteledi.
Film festivallerinin sinemaya hizmet eden böyle bir işlevi var.
Ama en az sinemaya ve sinemacılara etkisi kadar, festivallerin düzenlendiği kente kattıkları da önemli.
Dışarıdan gelenler kente, sokaklara, restoranlara hayat getirir.
Bir gelen daha sonra yeniden gelebilir; hiç olmadı, kentteki deneyimlerini başkalarına aktarır, belki onlar gelir.
Ama galiba film festivalleri en çok kendi kent insanına nefes olur.
Hele de yapıldığı yer İstanbul gibi büyük bir kent değil de, taşrada bir kent ise.
Kadın meselelerinde erkek siyasetçilerin ‘çözüm’ önerileri küstahlıktan öteye geçemiyor. Oysa şöyle bir durumda, siyasetçiden güvenliğin arttırılması, yolların aydınlatılması, alanın güvenlik kameralarıyla donatılması gibi tavsiyelerle gelmesini beklersiniz...
Dünyanın her yerinde beceriksiz siyasetçileri, doğru politikalar gütmek yerine risk yönetimini kadın bedeni üzerinden yapmaya çalışmalarından tanıyabilirsiniz.
İsimler, milliyetler, dinler değişir ama bu zatların erkek iktidarın borusunu çalma isteklerinin tahrip ettiği muhakemeleri hiç değişmez, her yerde aynıdır.
ABD’de bir kahvaltıcıda şef garsonun masaları teker teker dolaşıp memnuniyet ölçtüğünü hatırlıyorum. Arka masadaki bir müşteri yediği krepi beğenmediğini söylediğinde adam 10 dakika açıklama yapmıştı: “İçinde şöyle farklı malzemeler kullanıyoruz, şu yöntemle pişiriyoruz. O nedenle lezzeti farklı gelmiş olabilir. Ama isterseniz hemen değiştirelim.” Müşteri bu açıklamadan tatmin olmuş, yemeğine bu kez iştahla dalmıştı.
Londra’da nereye giderseniz gidin, servisten memnun kalmadıysanız hesaptaki servis ücretini çıkarabilirsiniz. Garson yüzünü bile ekşitmez.
*
Peki ya bizde?
Kapsayıcı eğitimde, çocukların farklı özelliklerine ve koşullarına ilişkin önyargılarla mücadele edilir, dışlanma ve ayrımcılık ortadan kaldırılır.
Nitelikli eğitim yoksul, engelli, LGBTİ, göçmen, mülteci çocukların da hakkı ve bu hakkı sunmanın yolu kapsayıcı eğitimi benimsemekten geçiyor.
Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) UNICEF Türkiye işbirliğiyle gerçekleştirdiği, Türkiye’de kapsayıcı eğitimi ele alan çalışma Türkiye’de eğitimin genel yaklaşımının kapsayıcı eğitimden uzak olduğunu ortaya koyuyor.
MEB’in kız çocuklar, engelli çocuklar, mevsimlik tarım göçünden etkilenen çocuklar, çalışan çocuklarla ilgili pek çok projesi olsa da çoğu pilot niteliğinde.
Elde sağlıklı veriler yok.
Engelli çocukların, mevsimlik tarım göçünden etkilenen çocukların, anadili Türkçe olmayan çocukların kayıt oranlarını bilmiyoruz.
Kaydolan çocuklardan ne kadarının devamsızlık yaptığını, okulu terk ettiğini, nedenlerini bilmiyoruz.
Bu söyleşinin bir kısmını brainpickings.org’dan alıntılarla aktarmak istiyorum.
Birmingham Alabama’da 4 küçük kız çocuğunu canından eden ırkçı terörist eylemden konuya giriyor Mead. “Birmingham’da o küçük kızları sen mi bombaladın?” diye soruyor Baldwin’e.
“Hayır ama sorumlusuyum. Durdurmadım” diye yanıtlıyor Baldwin.
“Niye sorumlusu olasın? Durdurmaya çalışmadın mı? Bunun için uğraşmadın mı?” diye devam ediyor Mead.