Paylaş
Necmiye Alpay gazetede ‘Dil Meseleleri’ isimli köşeyi yazıyor. Henüz hatasız cümle kuramadığımdan Alpay’ın köşesini iştahla takip ediyor ve kendimi, onun varlığından bile haberi olmayan öğrencisi gibi hissediyorum.
Gazete haberleri ve köşe yazılarından örneklerle dilin sorunlarına değindiği yazılarında Murat Belge, Ahmet İnsel, Elif Şafak gibi yazarların hataları da yer aldığından olsa gerek, Alpay’ın adı biraz latifeyle karışık ‘dedektif’e çıkmıştı. Hatta bir yazısında bu nitelemeye itiraz ediyordu: “‘Necmiye Alpay’ın dil hataları konusunda dedektiflik yaptığı köşe’ de deniliyor, dedektiflikte bir olumsuzluk görmeksizin. Oysa dedektiflik, hata avcılığı yapmak, rastlanan tekil hataları sıralamak demekse ve ben dedektiflik yapıyorsam, amacıma ulaşamıyorum demektir. Çünkü amacım tekil ‘yanlış’ları düzeltmek değil. Yaygın sorunlara, örnekler yardımıyla dikkat çekip öneride bulunmak, tartışmaya ve bilinç yükseltmeye katkıda bulunmak.”
Yazar, çevirmen, dilbilimci Alpay Radikal’e Tuğrul Eryılmaz’ın armağanıydı. 3-4 yıl Radikal Kitap’ta yazdıktan sonra, ana gazeteye terfi etmişti. Cem Erciyes’in dediği gibi, “Edebiyat çevrelerinin çok iyi tanıdığı, çok eskilerden gelen biriydi. Ama Necmiye’nin entelektüel hayata yaptığı katkı Radikal’de değerini bulmuştu.”
Yıl 2005-2006, Radikal’den ayrılmışım, Milliyet gazetesindeyim. Necmiye Alpay burada da karşıma çıkıyor. Her gün gazetenin genel yayın yönetmeni Sedat Ergin’den gelen bir kâğıt düşüyor önümüze. Alpay her sabah gazeteyi okuyup Sedat Bey’e dil hatalarını içeren bir rapor yolluyor. O da bizimle paylaşıyor.
*
Necmiye Alpay politik de bir kişilik. 12 Eylül döneminde 3 yıl Mamak Cezaevi’nde yatmıştı.
Radikal’de sadece dil hakkında yazarken bile, yazının bir yerinden dokundururdu. Bir bakardınız, o gün ‘kesme işareti’ne dair bir yazı yazmış ama altında bir cümle ile bir hak ihlaline değinmiş: “Adalet Bakanı nasıl oluyor da cezaevlerindeki tecrit politikasını sürdürebiliyor?”
Türkçeye dair sorunları Türkiye’ye dair sorunlar üzerinden anlatırdı. Örneğin ‘dil bilmek’ sözünden bahsederken, akla gelecek pek çok örnek arasından ‘büyük şehre gelince dil (Türkçe) bilmediklerinden büyük güçlüklerle karşılaşan kadınlar’ı seçerdi. Konusu dildi ama örnekleri toplumsaldı. Okurken hem dili hem Türkiye’yi anlardı insan.
*
Birkaç gün önce ‘terör örgütüne üyelik’ iddiasıyla tutuklanan Alpay sadece Türkçenin değil, tüm dillerin savunucusuydu. Bir yazısında “Yılların yasakçılığı yazarların çok büyük bir çoğunluğunda Türkiye’deki tek anadilinin Türkçe olduğu biçiminde bir algı sorunu yaratmış durumda” diyordu.
Türkçenin yeterince sevilmediğinden yakınanların bunu sadece eğitimdeki yetersizliğe ve İngilizce özentisine bağlamalarını eksik buluyordu.
Alpay’a göre, diğer anadillerinin yeterli var olma olanağı bulamadıkları, egemen dille yetinmeye zorlandıkları bir ülkede egemen dilden bilerek ya da bilmeyerek bir kaçış olabilirdi.
“Sevgi ve saygı, karşılık isteyen duygular” diyordu.
*
Aradan 15 yıl geçti...
Alpay, tutuklanmadan iki gün evvel sosyal medyada “Savaş, çatışma, saldırganlık olmamalı” diye yazmıştı.
Yıllardır barış çağrısı yapmak dışında cümle kurmamış bir insanın terörist olmakla suçlanması eminim çok canını yakıyordur. Bizim gibi onu uzaktan izleyenlerin bile canı yanıyorsa!
Aslında o hep aynı yerde durdu.
Ama Türkiye savruldukça, şimdi birilerinin gözünde o yine ‘suçlu’ oldu.
Oysa ‘yerli ve milli’nin, bu ülkeye dair her şeyin kutsandığı şu günlerde, Türkçeye hepimizden, özellikle de kendisini hak ve hukuka sığmayacak şekilde tutuklayanlardan çok daha büyük katkısı olmuş bir aydının el üstünde tutulmasını beklerdik.
Ama nerede...
Paylaş